12 Ağustos 2012 Pazar

Bulmaca Sözlüğü -Y-, -Z-

YABA:  Anadut, Dirgen.
YABANCI:  El, Yad, Yaban, Elâlem, Çıtak, Elgin.

YABANCILIK:  Egzotizm.
YABANI:  Candır, Vahşi.
YABRAK: Kat kat ayrılabilen şeylerde kat.
YAD: Yabancı.
YAD:  Anma, Hatırlama.
YADA: Eski Türklerde yağmur yağdırıp yel estirdiğine inanılan büyü taşı.
YADEST:  Lades oyunu.
YADİGAR:  Andaç, Hatıra, Anı.
YAFTA:  Etiket, Tabelâ.
YAĞ:  Revgan.
YAĞCIBEDİR: Balıkesir’in  Sındırgı ve Bigadiç yörelerindeki dağ köylerinde yaşayan Yörüklerin geleneksel el tezgahlarında dokudukları yün halılara verilen ad.
YAĞCIBEDİR: Balıkesir’in Sındırgı ve Bigadiç yörelerindeki dağ köylerinde geleneksel el tezgahlarında dokunan yün halılara verilen ad.
YAĞI: Düşman.
YAĞI:  Düşman, Ado, Adu, Hasm, Hasım.
YAĞMA:  Talan, Tarat, Çapul.
YAĞMUR:  Baran, Matar, Rahmet.
YAHNİ: Soğanlı et yemeği.
YAHUDA: İsa Peygamberi ele vermesiyle tanınan Yahudi.
YAK: Tibet öküzü.
YAKA:  Semt, Mahalle, Kıyı, Kenar, Taraf, Yan, Sahil, Yalı.
YAKALANMIŞ:  Duçar, Giriftar.  
YAKAMOZ: Denizde yaşayan,Latince adı Noctulica Milliaris olan,dokunulduğunda ateş böceği gibi ışık saçan plankton.(Milyonlarcası bir araya gelince geceleri bir balık veya bir kayık çarptığında ışık saçarlar).
YAKAMOZ:  Denizde geceleri görüler hareketli ışıltı, Balk.
YAKARMAK:  Israrla istemek, Niyaz.
YAKAZA:  Uyanıklık.
YAKI:  Vücudun bir yerine konan ağrı kesici band, Lask./ Ağıt, Mersiye, Yakım, Sağu.
YAKIM: Göçebe ve yarı göçebe Türkmenler arasında,genellikle ölülerin ardından söylenen ağıt  ve bozlağa benzer türkü.
YAKINLAŞMA:  Takarrüp.
YAKİN: Kesin bilgi.
YAKİN: Kesin bilgi.
YAKİN:  Sağlam, Kesin bilgi.
YAKLAŞIM: Bir sorunu ele alış,ona bakış biçimi.
YAKMA: Halk dilinde şarbon hastalığına verilen ad.
YAKUZA: Japon mafyası.
YAL: Köpek ve ineklere yedirilmek üzere un ve kepekle hazırlanan yiyecek.
YALABIK:  Parlak, Parıltılı.
YALAK: Çeşme,musluk vs. çevreye sıçramasını veya akıp gitmesini önlemek için konulan delikli taş tekne.
YALAK: Halk dilinde boşboğaz,söz taşıyan.
YALAK: Hayvanların su içtikleri taş veya ağaçtan oyma kap.
YALAKA:  Dalkavuk.
YALAMUK: Çam ağacının çiğnenip emilen iç bölümü ve bunu almak için ağacın gövdesine açılan yara,soymuk.
YALAMUK:  Çam ağacının kabuğundan çıkan özsu.
YALAPŞAP: Baştan savma,üstünkörü.
YALAZ:  Alev, Alaz./ Ateş, Alev, Alaz, Yalım, Yalaza.
YALDIZLAMA:  Tezhip.
YALIÇAPKINI: Su  kıyılarında  yaşayan, sırtı  mavi  ve  yeşil, karnı  pas  rengi  bir  kuş. / İskele kuşuna verilen ad.
YALIM:  Bıçağın keskin yüzlü tarafı.
YALINGAÇ:  Kabuğu çatlayıp soyulan.
YALITIM:  İzole, Tecrit.
YALIZ:  Düz ve parlak kaslar.
YALMAN: Dik,sarp.
YALMAN: Sarp,dik.
YALMAN:  Sarp, Akabe./ Kesici aletlerin keskin yüzü.
YALNIZ:  Boş, Tek, Solo, Vahid, Yegan, Azel.
YALPI:  Eğimli yüzey, Yamaç.
YALU: Doğu Asya’da bir ırmak.
YALVAÇ: Peygamber.
YALVAÇ:  Kitap getirmiş peygamber. Resul.
YAM: Posta beygiri.
YAM: Tropikal bölgelerde yetişen ve nişastaca zengin yumru kökleri yiyecek olarak kullanılan bitki.
YAMA:  Yüzde veya elde leke.
YAMAK:  Yardımcı erkek işçi.
YAMANSAZ: Antalya’nın Lara bölgesinde,yaklaşık 150 kuş türünü barındıran bir göl.
YAMATO: Japonya’nın eski adı.
YANAK:  Arız.
YANAL: Alaca,iki renkli.
YANAL: İki renkten oluşan.
YANAL:  İki renkten oluşan, Alaca.
YANARDAĞ:  Püskürük.
YANAŞMA:  Çiftlik uşağı, Azap.
YANAY:  Bir cismin düşey kesiti.
YANG: Çin felsefesinde eril,gök,aydınlık,etkin ve delici olarak düşünülen ilke.
YANG:  Bir tür kereste.
YANGABOZ:  Biçimsiz vücutlu ve kambur kişi.
YANGIN:  Harik.
YANIK:  Göynük.
YANILGI:  Sehiv, Galat, Zühul.
YANLIŞLIK:  Hata, Gaf, Galat, Pot, Sehiv, Yanılgı.
YANLIŞLIKLA:  Ezkaza, Kazaen, Kazara, Sehven.
YANSIMA:  Onomatope, İnikas.
YANŞAK:  Yersiz ve çok konuşan.
YAPAĞI: Kırkılmış koyun tüyü.
YAPAĞI:  Kırpılmış koyun yünü, iskarto. Peşm.
YAPALAK: Bir cins baykuş.
YAPIN:  Alet ya da elle yapılmış şey.
YAPINCAK: Seyrek taneli,kırmızı benekli bir üzüm cinsi.
YAPISAL:  Strüktürel.
YAPISALCILIK:  Strüktüralizm.
YAPIŞKAN:  Zamk, Lüzuci.
YAPIŞMA:  İltisak.
YAPMA:  (Yerine getirme) İfa, İka, İta./ Suni, Tasni. Yapay.
YAPRAK:  Varak, Berg, Berk.
YAPTIRIM:  Müeyyide.
YARA: Yarık,gedik.
YARA:  RİŞ.
YARADILIŞ:  Fıtrat, Hilkat, Natura, Tekvin, Tıynet.
YARAR:  Çıkar. Ası, Fayda, Nema, Feyiz.
YARARLANMA:  İntifa
YARATIKLAR:  Mahlukat, Mevcudat,Mükevvenat.
YARDAK: Yardımcı.
YARDAK:  Kötü işlerde yardımcı.
YARDAKÇI: Kötü işlerde birine yardım eden kimse.
YARDAKÇI:  Avene, Hempa.
YARDAKÇILAR:  Avene.
YARDIM:  Aman, Car, Medet/ Destek, Himmet, İane, Muavenet.
YARDIMCI:  Çömez, Çırak, Muavin Yamak, Yaver.
YARDIMLAŞMA:  Teavün.
YAREN: Arkadaş.
YAREN: Sohbet toplantıları düzenleyen ve yöneten kişiye bazı yörelerde verilen ad.
YARI:  Nim.
YARIFİNAL:  Dömifınal
YARIKKAYA: İskenderun’a özgü bir fırtınanın yerel adı.
YARIM:  Nısıf, Nim.
YARIN:  Ferda.
YARIŞMA:  Müsabaka, Maç, Şampiyona.
YARIYAR: Falez.
YARKA: Büyük piliç.
YARKURUL: Encümen,komisyon,komite.
YARLIK: Ferman 
YARMA: İri taneli tahıl.
YARMA:  Gelişigüzel kırılmış ve iri taneli tahıl.
YASAK:  Memnu.
YASAL:  Kanuni, Legal, Meşru.
YASAMA:  Kanun koyma, Teşri.
YASAVUL: Eski Türklerde ordu müfettişlerine verilen ad.
YASAVUL: İlhanlılarda ordu müfettişine verilen ad.
YASAVUL:  Eski Türklerde ordu müfettişlerine verilen ad.
YASTAĞAÇ:  Hamur tahtası.
YASTAĞAN: Üstünde hamur açılan,yemek yenilen tahta.
YASTIK:  Balin.
YAŞAM:  Dirim, Ömür, Hayat.
YAŞAMA:  Ayş.
YAŞIT:  Akran, Tay-Denk, Öğür, Adaş Hemayar.
YAŞLIK:  Rutubet, Nem, Öl, Hul, Ratıp, Höl.
YAŞMAK: Kadın başörtüsü.
YAT:  Zırh cinsinden korunma aracı.
YATAK: " Şerir, Pister; Yatılacak yer"
YATI:  Gece kalan misafir.
YATIŞTIRICI:  Müsekkin
YATUK: Kanun,santur gibi yatırılarak çalınan sazların ortak adı.
YAVAN:  Kuru kuruya, tatsız ve tuzsuz.
YAVAŞ:  Aheste, Bati.
YAVAŞA.: Huysuz atları yola getirmek için dudaklarına takılan tahta kıskaç.
YAVE: Saçma sapan söz.
YAVE:  Boş ve değersiz söz.
YAVŞAK: Bit yavrusu.
YAY:  Kemer, Kavis.
YAYGIN:  Savan.
YAYIM:  Neşir.
YAYINCI:  Naşir, Editör.
YAYLA:  Plato.
YAYMA:  Şerh, Tefriş, İfşa, Bast.
YAYVAN: Basık ve geniş.
YAZ:  Sayf.
YAZANAK: Rapor.
YAZGI:  Fatalitie, Felek, Kader.
YAZI: Ova.
YAZI:  Ova.
YAZILIKAYA: Çorum’da,Hititler döneminde yapılmış açık hava tapınağı.
YAZIN:  Edebiyat, Literatür.
YAZIT:  Kitabe.
YAZLIK:  Merba.
YAZMA: Kabakulak hastalığı.
YAZMAN: Katip.
YED:  El, Dest.
YEDMEK:  Bareberinde götürmek.
YEGAN: Birler,tekler.
YEĞ:  Üstün sayma, Tercih, Beğeni, Evlâ.
YEĞİN: Zorlu,katı,şiddetli.
YEĞİN:  Şiddetli, Şedit.
YEĞNİ:  Ağır olmayan.
YEKE: Dümen kolu.
YEKNESAK: Tek düze,monoton.
YEKRU:  Halis dost.
YEKTA: Tek,eşsiz,biricik.
YEKTE: Halk dilinde  etek anlamında kullanılan sözcük.
YEL:  Romatizma ağrısı.
YELDA:  Yılın en uzun gecesi.
YELEÇ: Havadar.
YELEÇ:  Havadar, Yeleken.
YELEKE: Ciddi işlerle uğraşmayan,havai.
YELEME: Havai.
YELEME:  Havai, Gayrı ciddi.
YELKOVAN: Orta irilikte bir deniz kuşu.
YELPAZE:  Badriz.
YEM: Ağızotu.
YEMEK:  Taam, Aş.
YEMENİ: Bir tür hafif ayakkabı.
YEMİN:  Ant, Kasem, Peyman.
YEN:  Giysi kolu.
YENGEÇ:  Seretan, Çağanoz.
YENGİ:  Zafer, Utku, Galebe.
YENİ:  Nevin, Neo, Müceddet, Gıcır.
YENİK: Mağlup
YENMEK:  Aşamak, Utmak.
YEPELEK: İnce yapılı,zarif,narin.
YEPELEK: Narin,nazenin.
YEPELEK:  İnce yapılı, Narin, Kikirik.
YEPTİS: Gri veya sarı renkte,etçil bir sinek cinsi.Çulluk sineği.
YEPYENİ:  Bakir, Müceddet.
YER:  Mahal, Yöre, Mevki.
YEREGEÇEN: Havuç.
YEREGEÇEN: Havuç.
YEREL:  Mahalli, Lokal.
YERGİCİ:  Heccav.
YERİKLEME:  Gebelikte, kadınların bazı yiyecek ve içeceklere duydukları istek veya tiksinti, Aşerme
YERİNME:  Esef, Acınma, Hayıflanma.
YERKİN:  Çirkin görünümlü.
YERLEŞEN:  Mekin.
YERLEŞKE: Kampus.
YERLEŞKE: Kent dışında kurulmuş bir üniversitenin alanı ve yapıları.
YERME:  Kov, Zem, Aşağılama, Çekiştirme, Gıybet.
YESARİ: Sola ait,sola ilişkin.
YEŞİLBAŞ: Yurdumuzun sulak alanlarında yaşayan yabani ördek cinsi.
YEŞİM: Açık yeşil ve pembe renkli,kolay işlenen,değerli bir taş.
YETENEK:  İstidat, Yeti, Kabiliyet, Em, Maharet, Beceri.
YETİ: Himalayalar’da yaşadığına  inanılan “kar adam”a verilen ad.
YETİ: Meleke.
YETİ:  Alışkanlık, Meleke, Ünsiyet.
YETİNEN:  Muktefi, Kanaatkar.
YETİNME:  İktifa, Kanaat.
YETKE:  Sulta, Otorite.
YETKİ:  İcazet, Salahiyet.
YETMEYEN:  Az, Kıt, Kifayetsiz.
YEVM:  Gün.
YEZİDİ: Musul bölgesinde yaygın bulunan,Tanrının iyiliği,şeytanın kötülüğü temsil ettiğine,Tanrı ile Şeytan arasında sürekli bir tartışma olduğuna inanan bir İslam mezhebi.
YIĞILMA:  Teraküm, İmikat, Toplanma.
YIĞIN:  Tude, Öbek, Püşte, Küme, Demet.
YILDIRIM:  Saika.
YILIK: Çarpık,eğri ağız.
YILIK:  Eğri, Abraş, Çarpık.
YILKI: Başıboş at.
YILKI:  Başıboş bırakılmış hayvan, özellikle at.
YILLIK:  Salname, Anal.
YIR: Şiir.
YİDDİŞ: İbranice v Aramcayla birlikte Yahudilerin üç temel yazı dilinden biri.
YİDİŞ: Almanya dışına sürülmüş Musevilerin 14. asırdan başlayarak kullanmış oldukları Almanca-Yahudice karması dil.
YİĞİT:  Alp, Dadaş, Konur, Noyan, Koçak, Civanmert, Cilasun.
YİNEKE: Bizans kiliselerinde kadınlara ayrılan bölüm.
YİNEKE:  Bizans kiliselerinde kadına ayrılan bölüm.
YİNG: Çin düşüncesinde dişi ilke 
YİRİK: Halk dilinde yanık,yırtık..
YİRİK: Yarık,yırtık.
YİRİK:  Dudağı yarık olan.
YİSA: Bir çok kişinin yaptığı işlerde gayret vermek için kullanılan ünlem.
YİTİK: " Kayıp, Zayi.: "
YİV: Ek çizgisi,bir vidada iki diş arasında kalan çukur bölüm.
YİV:  Bir yüzeyde bulunan ince oyuk. / Saçın ayrım yeri.
YİVAÇAR: Pafta.
YİYİCİLİK:  İrtikap.
YMİR: Eski İskandinav mitolojisinde evrenin yaradılışında oluşan ilk canlı.
YOGA: Ruhsal yaşama ve bedene egemen olmayı amaçlayan Hint felsefe sistemi.
YOGİ: Yoga felsefesini uygulayan derviş.
YOĞ: Eski Türklerde ölüler için yapılan tören.
YOĞUN:  Kesif.
YOĞUNLAŞMA:  Tekasüf.
YOĞUNLUK:  Kesafet, Dansite.
YOKLUK:  Adem, Hiçlik, Gaybubet.
YOL:  Tarik, Rah, Usûl.
YOLAK: Patika.
YOLCU:  Safir.
YOLDAŞ:  Padaş.
YOLLAR:  Sübül.
YOM: İyi haber,iyi talip,uğur.
YOMA: Gemileri bağlamakta kullanılan üç yada dört kollu halat.
YOMA: Sabit manevralarda ve gemileri bağlamada kullanılan,üç veya dört kollu halat.
YOMUT: Türkmenistan’da dokunan değerli bir halıya verilen ad.
YONGA: Tütün yaprağı dizesi.
YONGA:  Kuru tütün yaprağı dizesi.
YONGAR: Üç telli bağlama.
YONT: Başıboş hayvan.
YONT:  Başıboş at, Yılkı./ Başıboş bırakılmış hayvan.
YORAM: Dokuzuncu İsrail kralı.
YORGAN:  Lihaf.
YORGUNLUK:  Kelal.
YOROZ: Giresun yakınlarında bir burun.
YORTANLI: Bergama ilçesinde Allianoi antik kentini sular altında bırakacak olan baraj.
YORTU: Hıristiyan bayramı.
YORULMAK:  Telesimek.
YORULMUŞ:  Argın, Bitap, Bitik.
YOSMA:  Koket, Şırfıntı.
YOSUN: Tallı bitkilerin,çoğu sularda yetişen ilkel yapıdaki örneklerine verilen genel ad.
YOZ: Soysuz,dejenere.
YOZ:  Doğada bulunduğu gibi kalmış.
YÖN:  Cihet, İstikamet, Taraf, Yan.
YÖNETİCİ:  Naccah, Zimamdar.
YÖNEYLEM: Karmaşık sorunların çözümünde ve incelemesinde bilimsel ve özellikle matematiksel yöntemlerin uygulanması.
YÖRE:  Bir tür iri un adı.
YUAN: Çin’in para birimi.
YUKİ: Orhan Boran’ın yarattığı radyo oyunu tipi.
YULAR:  Zimam, Nizam.
YUMRU:  Tuber, Düğüm, Ukde.
YUMRUK:  Sümsük, Muşt.
YUMURTA:  Astine.
YUMUŞ: İş,hizmet buyruğu.
YUMUŞAKLIK:  Nermi, Liynet, Mihriban
YUNA: Eğerin altındaki belleme.
YUNA:  Eğerin altındaki belleme.
YUNAK: Hamam.
YUPPİE: İş dünyasında başarılı ve hırslı genç insanlara yapılan bir yakıştırma.
YURA:  Dik yokuş.
YURAK:  At arabası tekerleğinin parmağı.
YURDU: İğne deliği.
YURDU:  İğnenin deliği, Süfar.
YURT:  Yuva, Dar, Lu, Vatan, İl.
YURTLUK:  Malikane.
YUSUFİ: Padişah,sadrazam,vezirler ve yüksek dereceli devlet erkanının giydiği kavuk.
YUTAK:  Belum.
YUVAR:  Küreyve./ Taş silindir.
YUVARLAK:  Müdevver, Küre.
YUVGUZ:  Taş silindir.
YÜCE:  Ulya, Âli, Ekber, Âlâ, Azim, Ulu, Ulvî, Rahman, Mukaddes,
YÜĞRÜK:  İyi yürüyen, Hızlı adımlı.
YÜK:  Hamule.
YÜKLENİCİ:  Müteahhit.
YÜKSEKLİK:  Rifat, İrtifa
YÜKSELME:  İtilâ, Teali, Terfi, Med, Tefeyyüz.
YÜKSELTME:  İlâ.
YÜKSÜK:  Kalensöve.
YÜLÜME: Tıraş etme,kazıma.
YÜLÜMEK:  Tıraş etmek.
YÜMN:  Uğur, Talih, Baht, Mut, Sur, Yom.
YÜMNE:  Sağ.
YÜPÜRMEK:  Telâşla sağa-sola koşmak.
YÜRÜK: Çabuk yol alan,hızlı giden.
YÜRÜK:  Hızlı giden, Çabuk yürüyen.
YÜRÜRLÜK:  Meriyet, Uygulanabilirlik.
YÜSRÜ:  Aynı adlı ağaçtan yapılan bir tür tesbih.
YÜZ:  Sima, Ru, Çehre, Surat, Beniz, Suret, Nüsha.
YÜZEGELEN:  İleri gelen seçkin kimse.
YÜZETUTUNMA:  Absorbsiyon, Yüze-soğurma.
YÜZEY:  Satıh, Zernin.
YÜZEYSEL:  Sathi.
YÜZGÖRÜMÜ:  Güveyin geline verdiği armağan.
YÜZLEMECE:  Vicahen, Vicahi.
YÜZLEŞME:  Muvacehe.
YÜZÖLÜMÜ:  Mesaha.
YÜZÜCÜ:  Şinaver, Aşnager, Sabih.
YÜZÜK:  Çoğu purolara sarılan süslü kâğıt halka.
YÜZÜKLERİNEFENDİSİ: John Ronald Reuel Tolkien’in alegorik romanı.
ZA: Güney Afrika Cumhuriyetinin plakası.
ZAAF:  Düşkünlük, Tutku, İnhimak, Nikbet.
ZABIT:  Mazbata.Tutanak
ZABİ:  Karaca, Ceylan, Ahu, Ece.
ZABİTAN: Subaylar.
ZAÇ: Kükürtle demir birleşimlerinden biri.
ZAD:  Azık, Yiyecek.
ZADEGAN: Aristokrasi.
ZADEGAN: Eski dilde soylular.
ZADEGAN: Soylular,aristokrasi.
ZADEGAN:  Aristokrasi.
ZAFER:  Galibiyet, Yengi, Galebe, Utku.
ZAFRA:  Küba'da şekerkamışı hasadı.
ZAGON:  Bulgarca kökenli. Yol, Yöntem anlamında sözcük.
ZAĞ: Bilenmiş  kesici  bir  aracın  yüzünde  kalan  ve  bileyi  taşıyla  giderilen  metal  çapağı, kıl ağı.
ZAĞ:  Kesici aletlerin bilenmesiyle oluşan madeni talaş, Kılağı.
ZAĞANOS: Bir cins doğan.
ZAĞAR: Bir av köpeği cinsi.
ZAĞAR: Bir cins av köpeği.
ZAĞCI:  Bileyici.
ZAĞLI:  Bilenmiş, keskin.
ZAHİP:  Sanan, Zanneden.
ZAHİRE: Gerektiği zaman kullanılmak için saklanan tahıl.
ZAHİRİ:  Görünen, Görünürdeki.
ZAHİRİYE: Kuran ve hadislerin görünüşteki açık anlamlarından başka hiçbir yorum kabul etmeyen ve kıyasa yer vermeyen Sünni  mezhep.
ZAHİT: Kaba sofu.
ZAHİYE:  Bir ülkenin ya da kentin dışındaki açıklık yer.
ZAHM: Eski dilde yara.
ZAHR: Eski dilde arka,sırt.
ZAHRİYE:  Bir kağıdın arka yüzüne yazılan yazı veya izahat.
ZAHTER: Bir çeşit kekik.
ZAİDE: Mozart’ın,Türk müziğinden esinlenerek bestelediği ilk operası.
ZAİKA:  Eski biyolojide tat alma duygusu.
ZAİL:  Kaybolma, Yok olma.
ZAİR:  Ziyaret eden.
ZAİRE: Kongo Demokratik Cumhuriyetinin eski adı.
ZAKİR: Zikreden,anan. Tekkelerde ayinde ilahi okumakla görevli hanende.
ZAKİR: Zikreden,anan.
ZAKKUM: Pembe,beyaz çiçek açan,kışın yaprak dökmeyen,zehirli bir ağaççık.
ZAL:  Aka saçlı ve yaşlı insan.
ZAMAK: Alüminyum,bakır ve magnezyum katılmış çinko alaşımlarına verilen ad.
ZAMAK:  Bileşiminde alüminyum, magnezyum, bazen de bakır bulunan çinko alaşımlarının ticari adı.
ZAMALA: Arap reisinin evi.
ZAMALA:  Çadırları, hizmetçileri, sürüleri ve mallarıyla birlikte bir Arap reisinin evi.
ZAMAN:  Dem, Vaki, Vakit, Çağ, Him, Süre, Devir, Asır, Adar.
ZAMANAŞIMI:  Müruruzaman.
ZAMANDİZİN:  Kronoloji.
ZAMANE:  Hafifsemeyle şimdiki zaman için söylenen sözcük.
ZAMANLAR:  Edvar.
ZAMANSIRA:  Kronoloji, Zamandizin.
ZAMANTI: Seyhan ırmağının en uzun ve en önemli kolu.
ZAMAZİNGO:  Adı hemen akla gelmeyen ufak-tefek şeyler için söylenen sözcük.
ZAMBO:  Amerika sömürge bölgelerinde bir zenciyle bir hintliden doğanlara verilen ad.
ZAMBUR:  Yamuk, eğri anlamında kullanılan sıfat.
ZAMİR:  İç yüz./ Adıl.
ZAMK: Bir tür yapıştırıcı
ZAMKİNOS:  Arkadaş, Dost, Metres.
ZAN:  Sanma, Sam, Umu, Tahmin, Zehap, İhtimali.
ZANGOÇ: Kilisede çan çalan kimse.
ZANİ: Zina işleyen.
ZANİ:  Zina yapmış erkek.
ZANKA: İki atlı kızak.
ZANKA:  İki atlı kızak.
ZAPT:  Ele geçirme.
ZAPTURAPT:  Sıkı düzen, Disiplin.
ZAR: Küp biçiminde oyun aracı
ZARAFET:  Rikkat, İncelik.
ZARAR:  Beis, Halel, Ziyan, Dokunca.
ZARATUŞTRA:  Zerdüşt.
ZARGANA: Boyu 40-60 cm,vücudu silindir biçiminde,gaga gibi ince uzun sivri ağızlı geçici bir balık.
ZARGANA: Vücudu silindir biçiminde,gaga gibi ince uzun sivri ağızlı bir balık
ZARİF:  Kostak.
ZARİZARİ: Hüngür hüngür anlamında bir söz.
ZARP: Güçlü,şiddetli etki.
ZARP:  Güçlü ve şiddetli darbe.
ZARTA: Yellenme.
ZARURET:  Zorunluluk, Gereklilik, Mecburiyet.
ZATİ:  Kendine özgü, özel.
ZATÜLKÜRSİ:  Altı kardeş takım yıldızı.
ZAVA: Bakırcı örsü.
ZAVİL: Çam ağacının reçineli kabuğu.
ZAVİYE: Bir tarikatın müritlerinin yolculukları sırasında konakladıkları, ibadet ve ayin yaptıkları tekkelere verilen ad.
ZAVİYE: Küçük tekke.
ZAYIF:  Cılız, Kuru, Kak, İli, Arık, Hıra, Lagar, İneze, Zebur, Kikirik, Sırık, Debil, Kurgaz.
ZEAMET: Osmanlı İmparatorluğunda sipahilerin aldığı en büyük tımar.
ZEAMET: Tımar.
ZEBAN: Konuşulan dil,lisan.
ZEBANİ: Cehennem bekçisi.
ZEBANİ:  Cehennem bekçisi.
ZEBANZET:  Söylenir olan, Söylenen.
ZEBERCET: Zümrüde benzer değerli bir taş.
ZEBR:  Kitap, Kitap yaprağı.
ZEBU: Hindistan kökenli evcil bir sığır türü.
ZEBUNKÜŞLÜK:  Düşkünü, acizi ezen.
ZECİR: Zorlama,bir işi zorla yaptırma.
ZEFİR: Genellikle gömlek yapmakta kullanılan,çizgili ve ince bir pamuklu kumaş.
ZEFİR:  Nefes verme.
ZEFİRAN: Özellikle diş hekimliğinde dezenfektan olarak kullanılan benzalyum klorür’e verilen ad.
ZEGON:  Birbirine geçmeli mobilyalı mobilya takımı.
ZEHAP: Sanma,zannetme.
ZEHİR:  Ağı, Sem, Ağu.
ZEHR:  Çiçek.
ZEİR:  Aslan kükremesi.
ZEK: Sovyetlerde Gulag kamplarındaki tutuklulara verilen ad.
ZEKA:  An, Us, Zeyrek, Zekâvet, Anlak, Bellek, Hafıza.
ZEKAVET:  Anlama ve kavrama yeteneği.
ZEKAVETMEND:  Kötülüğe  çalışan zekâ.
ZEKER: Erkeklik organı.
ZEKERİYASOFRASI: Kırk çeşit yiyecekli sofra.
ZEL: Ayağı kayma,sürçme.
ZELİL: Hor görülen,aşağılanan.
ZELİL:  Aşağılanan, Horlanan.
ZELOFOBİ: Kıskançlık korkusu.
ZEM: Boyanmamış seramik rengi.
ZEM: Kötüleme,yergi.
ZEM:  Yerme, Çekiştirme, Kötüleme Gıybet, Kov.
ZEMANİYAN:  İnsanlar.
ZEMBEREK: Yay.
ZEMBEREK:  Kurgu, Yay.
ZEMBİL: Büyük hasır çanta.Hasırdan örülmüş saplı torba.
ZEMBİL: Hasırdan örülmüş kulplu torba.
ZEMBİL:  Hasırdan örülmüş torba.
ZEMHERİ: Kışın en soğuk günleri.Karakış.
ZEMHERİ:  Kış aylarının en soğuk günleri.
ZEMİME:  Beğenilmeyen kötü huv için kullanılan eski bir sözcük.
ZEMZEM: Kabe yakınında bulunan kuyu ve bu kuyunun Müslümanlarca kutsal sayılan suyu.
ZEN: Eski dilde kadın.
ZEN: Kadın.
ZENCİ:  Negro.
ZENDOST:  Kadıncıl.
ZENEK:  Küçük kadın.
ZENGİN:  Gönç, Vüş, Varsıl.
ZENGİNERKİ:  Plutokrasi.
ZENGİNLİK:  Fütur, Usanç, Gönenç, Refah, Variyet.
ZENİ: Eski dilde sıhhi.
ZENİT:  Başucu.
ZEPHİYE:  Mezbahada kesilen hayvanlar için alınan resim.
ZEPLİN: Çoğunlukla hidrojen veya helyumla şişirilmiş güdümlü balon.
ZER: Eski dilde altın.
ZERD: Sararmış,solgun,sarı.
ZERDE: Safranla renk ve koku verilen bir çeşit şekerli pirinç peltesi.
ZERDE: Safranla renk ve koku verilen bir çeşit şekerli pirinç.
ZERDEÇAL: Hint safranı.
ZERDEVA: Ağaç sansarı.
ZERİ:  Çabuk ve kolay olan. / Araya giren, Aracı.
ZERK: İçitim.
ZERK:  İçitim, Enjeksiyon.
ZERKAR: Sırmayla işlenmiş,sırmalı.
ZEROKS:  Bir tür fotokopi tekniği, Kserografi.
ZERONAL:  Etlerdeki hormonu ölçmek için yapılan bir analiz.
ZERRE: Küçük nesne.
ZERRİN: Altından yapılma,altın rengi.
ZERTAR:  Altıntel, Sırma.
ZESALE:  Aydınlatma değneği.
ZEUGMA: Güneydoğu Anadolu’da antik kent.
ZEVAHİR:  Görünüş, Dışyüz, Zahiri.
ZEVAL: Yok olma,yok edilme.
ZEVALİ:  Gündüz oniki zamanını esas alan saat sistemi.
ZEVALSİZ:  Yok olmayan, Kalımlı.
ZEVAT: Kişiler,zatlar.
ZEVEBAN: Erime.
ZEVEBAN:  Ergime.
ZEVK:  Beğeni, Gusto, Tercih, Haz.
ZEYD: Kişi.
ZEYİL: Eski  dilde bir yazıya eklenen parça.
ZEYİL:  Bir yazıya eklenen parça.
ZEYİLNAME: Sigortada yapılan değişiklikleri gösteren ve poliçeye eklenen belge.
ZEYLEN:  Ek olarak.
ZEYN:  Süs.
ZEYREK:  Uyanık, Zeki, Anlayışlı.
ZEYTAN: Zeytinyağı çıkaran kimse.
ZIBIN: Bebeklere iç çamaşırı olarak giydirilen ince pamukludan kısa kollu giysi.
ZIH: Sayfa çevresine çekilen çizgi.
ZIH:  İnce kenar pervazı.
ZILAL: Gölgeler.
ZILGIT:  Azarlama, İtap.
ZIMBIRTI:  Adı ilk anda akla gelmeyen bir şeyi anlatmak için kullanılan sözcük.
ZIPÇIKTI:  Türedi.
ZIRH:  Çokal, Çebe.
ZIRNIK: Arsenik.
ZIRNIK:  Arsenik, Sıçanotu.
ZIRTAPOZLUK:  Delişmenlik, Zıpırlık, Haytalık.
ZIRTLAK: Yavan,tatsız.
ZIVANA: Kilidin dilinin yerleşmesi için açılan delik.
ZIVANA:  İki ucu açık küçük boru.
ZIYPAK:  Üzerine basıldığında kayılan, kaygan.
ZİBA: Süslü,güzel.
ZİBA: Süslü.
ZİBİDİ: Gülünç derecede dar ve kısa giyinmiş olan.
ZİBİL:  Çöp, Artık.
ZİDA: Pas açıcı.
ZİDA:  Pas açıcı.
ZİFİR: Karanlık.
ZİFİR: Tütün dumanının bıraktığı yağlı kir.
ZİFİRİ:  Koyu karanlık, Kapkara.
ZİFOS: Yerden sıçrayan çamur.
ZİFOS:  Yerden sıçrayan çamur.
ZİGANA: Gümüşhane ilinde,kayak merkezi olan bir dağ.
ZİKİR: Adını anma,sözünü etme.
ZİKİR:  Anma, Söyleme, Tekrarlama.
ZİL: Küçük kampana
ZİLHİCCE:  Kamer takviminin onikinci. Kurban ayı.
ZİLİ: Kilime benzer,renkli ve motifli uzun yolluk,yaygı.
ZİLİ:  Kilime benzer bir tür yolluk.
ZİLKADE: Ay takviminde on birinci ay.
ZİLKADE:  Kamer Takvimi'nin onbirinci ayı.
ZİLLET:  Aşağılama, Horlama.
ZİLLİMAŞA: Edepsiz,şirret.
ZİLLİYET:  Elmen.
ZİLYET:  Sahibi olsun-olmasın bir malı elinde bulundurma.
ZİMAM: İdare,yönetim.
ZİMAMDAR: Yönetici.
ZİMAMDAR:  Yönetici.
ZİMBİLOK: Siirt ve Diyarbakır yörelerinde düzenlenen “cigor” şenliği sırasında yapılması gelenekselleşmiş olan bumbar dolmasına verilen ad.
ZİNA:  Yasa dışı cinsel ilişki.
ZİNCİRLEME:  Teselsül
ZİNDAN:  Kapalı ve çok karanlık yer.
ZİNDANDELEN: Palamut balığının iki kilodan büyük olanına verilen ad.
ZİNHAR: " ""Sakın ha"", ""Sakın ola ki"" anlamında eski bir sözcük."
ZİNJANTROPUS:  Birbuçuk milyon yıl önce yaşamış bir insangil türü canlı.
ZİP: Sıkı kapanan bir fermuar türü.
ZİP:  Çok sıkı kapanan bir fermuar türü.
ZİR: Alt,aşağı.
ZİR: Sazın en ince ses veren teli.
ZİR:  Alt, Ast, Madun.
ZİRİTLA: Ordu ili yöresinde lokma tatlısına verilen ad.
ZİRVE:  Evç.
ZİVER: Eski dilde süs.
ZİVİRCİK: Ege ve Akdeniz bölgelerinde yetişen,tohumları çok zehirli küçük bir ağaççık.
ZİYADE:  Gereğinden fazla, Aşırı, Alabildiğine.
ZİYAFET:  Toy, Şölen.
ZİYK:  Darlık.
ZİZİM: Cem Sultan’a Avrupalılarca verilen ad.
ZLOTİ: Polonya para birimi.
ZOBU: Eskiden vezir konaklarındaki bir bölüm müstahdeme verilen ad.
ZOBU:  Eski dönem konaklarında bir türhizmetçinin adı, Ayvaz.
ZOE: Birçok onayaklı kabukluda orta sularda yaşayan larva biçimi.
ZOKA: Bazı oltalarda kösteği ağırlaştırmak için kullanılan kurşun parçası.
ZOKVAN: Japon imparatorlarının öldükten sonra memurlarına verdiği unvan ve görev.
ZOMA: Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da konar göçerlerin kıl çadırından oluşan yayla yerleşmesine verilen ad.
ZONA: Deride,sinirler boyunca,özellikle gövde,bacak ve yüzde bir takım ağrılı fiskelerin dökülmesiyle beliren mikroplu bir hastalık
ZONTA: Argo’da görgüsüz,kaba saba kimseye verilen ad.
ZOO: Hayvanlar veya  hayvan yaşamı ile ilgili Yunanca öntakı
ZOOFOBİ: Hayvan korkusu.
ZOOLOG: Hayvan bilimci.
ZORALIM:  İstirdat, Müsadere.
ZORBA:  Cabir, Müstebit, Mütegallibe.
ZORBALIK:  İstibdat, Tagallüp, Cebir.
ZORİLLA: Afrika kokarcası da denilen bir kürk hayvanı.
ZORLA:  Cebren, Metazori.
ZORLAMA:  Cebir, İcbar, Tazyik, Zecir, Cebri.
ZORLAYICI:  Mücbir, Cebri.
ZORLU:  Satvet.
ZORLUK:  Bun, Beliyye.
ZORUNLUK:  Zaruret, Istırar.
ZORUNLULUK:  Istırar, Mecburiyet, Zaruret.
ZU:  Aydınlık, Işık, Ziya
ZUFR:  Tırnak.
ZUHR:  Öğle vakti.
ZUHURİ: Bir orta oyunu tipi.
ZUHURİ: Orta oyununda taklitçi.
ZULUBYA: Balla hazırlanan bir hamur tatlısı.
ZUM: Optik kaydırma.
ZUM:  Optik kaydırma.
ZUPA: Hırvatistan ve Slovakya’da bir kont tarafından yönetilen toprağa verilen ad.
ZUPAN: Ortaçağda Slav ülkelerinde,bugün Batı ülkelerindeki kontun karşılığı.
ZURNAPA:  Zürafa.
ZÜCACİYE:  Cam, porselen gibi maddelerden yapılmış eşya.
ZÜHT:  Günahtan sakınma.
ZÜL: Alçalma.
ZÜL:  Alçaklık, Denaet.
ZÜLAL: İçimi hoş ve tatlı su.
ZÜLAL: Saf,tatlı su.
ZÜLAL:  Albümin./ İçimi hoş ve tatlı su.
ZÜLÜF: Sevgilinin saçı.
ZÜLÜF: Şakaklardan sarkan saç lülesi.
ZÜLÜF:  Şakaklardan sarkan saç kıvrımı.
ZÜMRE:  Kategori, Ulam, Grup, Küme.
ZÜPPE:  Abuzittin, Snop.
ZÜRAFA:  Zurnapa.
ZÜYUF:  Değeri düşük akçe. Sahte para, Kalp.
ZYSTİN:  Böbrekte oluşan bir tür taş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.