YABA: Anadut, Dirgen.
YABANCI: El, Yad, Yaban, Elâlem, Çıtak, Elgin.
YABANCILIK: Egzotizm.
YABANI: Candır, Vahşi.
YABRAK: Kat kat ayrılabilen şeylerde kat.
YAD: Yabancı.
YAD: Anma, Hatırlama.
YADA: Eski Türklerde yağmur yağdırıp yel estirdiğine inanılan büyü taşı.
YADEST: Lades oyunu.
YADİGAR: Andaç, Hatıra, Anı.
YAFTA: Etiket, Tabelâ.
YAĞ: Revgan.
YAĞCIBEDİR: Balıkesir’in Sındırgı ve Bigadiç yörelerindeki dağ köylerinde yaşayan Yörüklerin geleneksel el tezgahlarında dokudukları yün halılara verilen ad.
YAĞCIBEDİR: Balıkesir’in Sındırgı ve Bigadiç yörelerindeki dağ köylerinde geleneksel el tezgahlarında dokunan yün halılara verilen ad.
YAĞI: Düşman.
YAĞI: Düşman, Ado, Adu, Hasm, Hasım.
YAĞMA: Talan, Tarat, Çapul.
YAĞMUR: Baran, Matar, Rahmet.
YAHNİ: Soğanlı et yemeği.
YAHUDA: İsa Peygamberi ele vermesiyle tanınan Yahudi.
YAK: Tibet öküzü.
YAKA: Semt, Mahalle, Kıyı, Kenar, Taraf, Yan, Sahil, Yalı.
YAKALANMIŞ: Duçar, Giriftar.
YAKAMOZ: Denizde yaşayan,Latince adı Noctulica Milliaris olan,dokunulduğunda ateş böceği gibi ışık saçan plankton.(Milyonlarcası bir araya gelince geceleri bir balık veya bir kayık çarptığında ışık saçarlar).
YAKAMOZ: Denizde geceleri görüler hareketli ışıltı, Balk.
YAKARMAK: Israrla istemek, Niyaz.
YAKAZA: Uyanıklık.
YAKI: Vücudun bir yerine konan ağrı kesici band, Lask./ Ağıt, Mersiye, Yakım, Sağu.
YAKIM: Göçebe ve yarı göçebe Türkmenler arasında,genellikle ölülerin ardından söylenen ağıt ve bozlağa benzer türkü.
YAKINLAŞMA: Takarrüp.
YAKİN: Kesin bilgi.
YAKİN: Kesin bilgi.
YAKİN: Sağlam, Kesin bilgi.
YAKLAŞIM: Bir sorunu ele alış,ona bakış biçimi.
YAKMA: Halk dilinde şarbon hastalığına verilen ad.
YAKUZA: Japon mafyası.
YAL: Köpek ve ineklere yedirilmek üzere un ve kepekle hazırlanan yiyecek.
YALABIK: Parlak, Parıltılı.
YALAK: Çeşme,musluk vs. çevreye sıçramasını veya akıp gitmesini önlemek için konulan delikli taş tekne.
YALAK: Halk dilinde boşboğaz,söz taşıyan.
YALAK: Hayvanların su içtikleri taş veya ağaçtan oyma kap.
YALAKA: Dalkavuk.
YALAMUK: Çam ağacının çiğnenip emilen iç bölümü ve bunu almak için ağacın gövdesine açılan yara,soymuk.
YALAMUK: Çam ağacının kabuğundan çıkan özsu.
YALAPŞAP: Baştan savma,üstünkörü.
YALAZ: Alev, Alaz./ Ateş, Alev, Alaz, Yalım, Yalaza.
YALDIZLAMA: Tezhip.
YALIÇAPKINI: Su kıyılarında yaşayan, sırtı mavi ve yeşil, karnı pas rengi bir kuş. / İskele kuşuna verilen ad.
YALIM: Bıçağın keskin yüzlü tarafı.
YALINGAÇ: Kabuğu çatlayıp soyulan.
YALITIM: İzole, Tecrit.
YALIZ: Düz ve parlak kaslar.
YALMAN: Dik,sarp.
YALMAN: Sarp,dik.
YALMAN: Sarp, Akabe./ Kesici aletlerin keskin yüzü.
YALNIZ: Boş, Tek, Solo, Vahid, Yegan, Azel.
YALPI: Eğimli yüzey, Yamaç.
YALU: Doğu Asya’da bir ırmak.
YALVAÇ: Peygamber.
YALVAÇ: Kitap getirmiş peygamber. Resul.
YAM: Posta beygiri.
YAM: Tropikal bölgelerde yetişen ve nişastaca zengin yumru kökleri yiyecek olarak kullanılan bitki.
YAMA: Yüzde veya elde leke.
YAMAK: Yardımcı erkek işçi.
YAMANSAZ: Antalya’nın Lara bölgesinde,yaklaşık 150 kuş türünü barındıran bir göl.
YAMATO: Japonya’nın eski adı.
YANAK: Arız.
YANAL: Alaca,iki renkli.
YANAL: İki renkten oluşan.
YANAL: İki renkten oluşan, Alaca.
YANARDAĞ: Püskürük.
YANAŞMA: Çiftlik uşağı, Azap.
YANAY: Bir cismin düşey kesiti.
YANG: Çin felsefesinde eril,gök,aydınlık,etkin ve delici olarak düşünülen ilke.
YANG: Bir tür kereste.
YANGABOZ: Biçimsiz vücutlu ve kambur kişi.
YANGIN: Harik.
YANIK: Göynük.
YANILGI: Sehiv, Galat, Zühul.
YANLIŞLIK: Hata, Gaf, Galat, Pot, Sehiv, Yanılgı.
YANLIŞLIKLA: Ezkaza, Kazaen, Kazara, Sehven.
YANSIMA: Onomatope, İnikas.
YANŞAK: Yersiz ve çok konuşan.
YAPAĞI: Kırkılmış koyun tüyü.
YAPAĞI: Kırpılmış koyun yünü, iskarto. Peşm.
YAPALAK: Bir cins baykuş.
YAPIN: Alet ya da elle yapılmış şey.
YAPINCAK: Seyrek taneli,kırmızı benekli bir üzüm cinsi.
YAPISAL: Strüktürel.
YAPISALCILIK: Strüktüralizm.
YAPIŞKAN: Zamk, Lüzuci.
YAPIŞMA: İltisak.
YAPMA: (Yerine getirme) İfa, İka, İta./ Suni, Tasni. Yapay.
YAPRAK: Varak, Berg, Berk.
YAPTIRIM: Müeyyide.
YARA: Yarık,gedik.
YARA: RİŞ.
YARADILIŞ: Fıtrat, Hilkat, Natura, Tekvin, Tıynet.
YARAR: Çıkar. Ası, Fayda, Nema, Feyiz.
YARARLANMA: İntifa
YARATIKLAR: Mahlukat, Mevcudat,Mükevvenat.
YARDAK: Yardımcı.
YARDAK: Kötü işlerde yardımcı.
YARDAKÇI: Kötü işlerde birine yardım eden kimse.
YARDAKÇI: Avene, Hempa.
YARDAKÇILAR: Avene.
YARDIM: Aman, Car, Medet/ Destek, Himmet, İane, Muavenet.
YARDIMCI: Çömez, Çırak, Muavin Yamak, Yaver.
YARDIMLAŞMA: Teavün.
YAREN: Arkadaş.
YAREN: Sohbet toplantıları düzenleyen ve yöneten kişiye bazı yörelerde verilen ad.
YARI: Nim.
YARIFİNAL: Dömifınal
YARIKKAYA: İskenderun’a özgü bir fırtınanın yerel adı.
YARIM: Nısıf, Nim.
YARIN: Ferda.
YARIŞMA: Müsabaka, Maç, Şampiyona.
YARIYAR: Falez.
YARKA: Büyük piliç.
YARKURUL: Encümen,komisyon,komite.
YARLIK: Ferman
YARMA: İri taneli tahıl.
YARMA: Gelişigüzel kırılmış ve iri taneli tahıl.
YASAK: Memnu.
YASAL: Kanuni, Legal, Meşru.
YASAMA: Kanun koyma, Teşri.
YASAVUL: Eski Türklerde ordu müfettişlerine verilen ad.
YASAVUL: İlhanlılarda ordu müfettişine verilen ad.
YASAVUL: Eski Türklerde ordu müfettişlerine verilen ad.
YASTAĞAÇ: Hamur tahtası.
YASTAĞAN: Üstünde hamur açılan,yemek yenilen tahta.
YASTIK: Balin.
YAŞAM: Dirim, Ömür, Hayat.
YAŞAMA: Ayş.
YAŞIT: Akran, Tay-Denk, Öğür, Adaş Hemayar.
YAŞLIK: Rutubet, Nem, Öl, Hul, Ratıp, Höl.
YAŞMAK: Kadın başörtüsü.
YAT: Zırh cinsinden korunma aracı.
YATAK: " Şerir, Pister; Yatılacak yer"
YATI: Gece kalan misafir.
YATIŞTIRICI: Müsekkin
YATUK: Kanun,santur gibi yatırılarak çalınan sazların ortak adı.
YAVAN: Kuru kuruya, tatsız ve tuzsuz.
YAVAŞ: Aheste, Bati.
YAVAŞA.: Huysuz atları yola getirmek için dudaklarına takılan tahta kıskaç.
YAVE: Saçma sapan söz.
YAVE: Boş ve değersiz söz.
YAVŞAK: Bit yavrusu.
YAY: Kemer, Kavis.
YAYGIN: Savan.
YAYIM: Neşir.
YAYINCI: Naşir, Editör.
YAYLA: Plato.
YAYMA: Şerh, Tefriş, İfşa, Bast.
YAYVAN: Basık ve geniş.
YAZ: Sayf.
YAZANAK: Rapor.
YAZGI: Fatalitie, Felek, Kader.
YAZI: Ova.
YAZI: Ova.
YAZILIKAYA: Çorum’da,Hititler döneminde yapılmış açık hava tapınağı.
YAZIN: Edebiyat, Literatür.
YAZIT: Kitabe.
YAZLIK: Merba.
YAZMA: Kabakulak hastalığı.
YAZMAN: Katip.
YED: El, Dest.
YEDMEK: Bareberinde götürmek.
YEGAN: Birler,tekler.
YEĞ: Üstün sayma, Tercih, Beğeni, Evlâ.
YEĞİN: Zorlu,katı,şiddetli.
YEĞİN: Şiddetli, Şedit.
YEĞNİ: Ağır olmayan.
YEKE: Dümen kolu.
YEKNESAK: Tek düze,monoton.
YEKRU: Halis dost.
YEKTA: Tek,eşsiz,biricik.
YEKTE: Halk dilinde etek anlamında kullanılan sözcük.
YEL: Romatizma ağrısı.
YELDA: Yılın en uzun gecesi.
YELEÇ: Havadar.
YELEÇ: Havadar, Yeleken.
YELEKE: Ciddi işlerle uğraşmayan,havai.
YELEME: Havai.
YELEME: Havai, Gayrı ciddi.
YELKOVAN: Orta irilikte bir deniz kuşu.
YELPAZE: Badriz.
YEM: Ağızotu.
YEMEK: Taam, Aş.
YEMENİ: Bir tür hafif ayakkabı.
YEMİN: Ant, Kasem, Peyman.
YEN: Giysi kolu.
YENGEÇ: Seretan, Çağanoz.
YENGİ: Zafer, Utku, Galebe.
YENİ: Nevin, Neo, Müceddet, Gıcır.
YENİK: Mağlup
YENMEK: Aşamak, Utmak.
YEPELEK: İnce yapılı,zarif,narin.
YEPELEK: Narin,nazenin.
YEPELEK: İnce yapılı, Narin, Kikirik.
YEPTİS: Gri veya sarı renkte,etçil bir sinek cinsi.Çulluk sineği.
YEPYENİ: Bakir, Müceddet.
YER: Mahal, Yöre, Mevki.
YEREGEÇEN: Havuç.
YEREGEÇEN: Havuç.
YEREL: Mahalli, Lokal.
YERGİCİ: Heccav.
YERİKLEME: Gebelikte, kadınların bazı yiyecek ve içeceklere duydukları istek veya tiksinti, Aşerme
YERİNME: Esef, Acınma, Hayıflanma.
YERKİN: Çirkin görünümlü.
YERLEŞEN: Mekin.
YERLEŞKE: Kampus.
YERLEŞKE: Kent dışında kurulmuş bir üniversitenin alanı ve yapıları.
YERME: Kov, Zem, Aşağılama, Çekiştirme, Gıybet.
YESARİ: Sola ait,sola ilişkin.
YEŞİLBAŞ: Yurdumuzun sulak alanlarında yaşayan yabani ördek cinsi.
YEŞİM: Açık yeşil ve pembe renkli,kolay işlenen,değerli bir taş.
YETENEK: İstidat, Yeti, Kabiliyet, Em, Maharet, Beceri.
YETİ: Himalayalar’da yaşadığına inanılan “kar adam”a verilen ad.
YETİ: Meleke.
YETİ: Alışkanlık, Meleke, Ünsiyet.
YETİNEN: Muktefi, Kanaatkar.
YETİNME: İktifa, Kanaat.
YETKE: Sulta, Otorite.
YETKİ: İcazet, Salahiyet.
YETMEYEN: Az, Kıt, Kifayetsiz.
YEVM: Gün.
YEZİDİ: Musul bölgesinde yaygın bulunan,Tanrının iyiliği,şeytanın kötülüğü temsil ettiğine,Tanrı ile Şeytan arasında sürekli bir tartışma olduğuna inanan bir İslam mezhebi.
YIĞILMA: Teraküm, İmikat, Toplanma.
YIĞIN: Tude, Öbek, Püşte, Küme, Demet.
YILDIRIM: Saika.
YILIK: Çarpık,eğri ağız.
YILIK: Eğri, Abraş, Çarpık.
YILKI: Başıboş at.
YILKI: Başıboş bırakılmış hayvan, özellikle at.
YILLIK: Salname, Anal.
YIR: Şiir.
YİDDİŞ: İbranice v Aramcayla birlikte Yahudilerin üç temel yazı dilinden biri.
YİDİŞ: Almanya dışına sürülmüş Musevilerin 14. asırdan başlayarak kullanmış oldukları Almanca-Yahudice karması dil.
YİĞİT: Alp, Dadaş, Konur, Noyan, Koçak, Civanmert, Cilasun.
YİNEKE: Bizans kiliselerinde kadınlara ayrılan bölüm.
YİNEKE: Bizans kiliselerinde kadına ayrılan bölüm.
YİNG: Çin düşüncesinde dişi ilke
YİRİK: Halk dilinde yanık,yırtık..
YİRİK: Yarık,yırtık.
YİRİK: Dudağı yarık olan.
YİSA: Bir çok kişinin yaptığı işlerde gayret vermek için kullanılan ünlem.
YİTİK: " Kayıp, Zayi.: "
YİV: Ek çizgisi,bir vidada iki diş arasında kalan çukur bölüm.
YİV: Bir yüzeyde bulunan ince oyuk. / Saçın ayrım yeri.
YİVAÇAR: Pafta.
YİYİCİLİK: İrtikap.
YMİR: Eski İskandinav mitolojisinde evrenin yaradılışında oluşan ilk canlı.
YOGA: Ruhsal yaşama ve bedene egemen olmayı amaçlayan Hint felsefe sistemi.
YOGİ: Yoga felsefesini uygulayan derviş.
YOĞ: Eski Türklerde ölüler için yapılan tören.
YOĞUN: Kesif.
YOĞUNLAŞMA: Tekasüf.
YOĞUNLUK: Kesafet, Dansite.
YOKLUK: Adem, Hiçlik, Gaybubet.
YOL: Tarik, Rah, Usûl.
YOLAK: Patika.
YOLCU: Safir.
YOLDAŞ: Padaş.
YOLLAR: Sübül.
YOM: İyi haber,iyi talip,uğur.
YOMA: Gemileri bağlamakta kullanılan üç yada dört kollu halat.
YOMA: Sabit manevralarda ve gemileri bağlamada kullanılan,üç veya dört kollu halat.
YOMUT: Türkmenistan’da dokunan değerli bir halıya verilen ad.
YONGA: Tütün yaprağı dizesi.
YONGA: Kuru tütün yaprağı dizesi.
YONGAR: Üç telli bağlama.
YONT: Başıboş hayvan.
YONT: Başıboş at, Yılkı./ Başıboş bırakılmış hayvan.
YORAM: Dokuzuncu İsrail kralı.
YORGAN: Lihaf.
YORGUNLUK: Kelal.
YOROZ: Giresun yakınlarında bir burun.
YORTANLI: Bergama ilçesinde Allianoi antik kentini sular altında bırakacak olan baraj.
YORTU: Hıristiyan bayramı.
YORULMAK: Telesimek.
YORULMUŞ: Argın, Bitap, Bitik.
YOSMA: Koket, Şırfıntı.
YOSUN: Tallı bitkilerin,çoğu sularda yetişen ilkel yapıdaki örneklerine verilen genel ad.
YOZ: Soysuz,dejenere.
YOZ: Doğada bulunduğu gibi kalmış.
YÖN: Cihet, İstikamet, Taraf, Yan.
YÖNETİCİ: Naccah, Zimamdar.
YÖNEYLEM: Karmaşık sorunların çözümünde ve incelemesinde bilimsel ve özellikle matematiksel yöntemlerin uygulanması.
YÖRE: Bir tür iri un adı.
YUAN: Çin’in para birimi.
YUKİ: Orhan Boran’ın yarattığı radyo oyunu tipi.
YULAR: Zimam, Nizam.
YUMRU: Tuber, Düğüm, Ukde.
YUMRUK: Sümsük, Muşt.
YUMURTA: Astine.
YUMUŞ: İş,hizmet buyruğu.
YUMUŞAKLIK: Nermi, Liynet, Mihriban
YUNA: Eğerin altındaki belleme.
YUNA: Eğerin altındaki belleme.
YUNAK: Hamam.
YUPPİE: İş dünyasında başarılı ve hırslı genç insanlara yapılan bir yakıştırma.
YURA: Dik yokuş.
YURAK: At arabası tekerleğinin parmağı.
YURDU: İğne deliği.
YURDU: İğnenin deliği, Süfar.
YURT: Yuva, Dar, Lu, Vatan, İl.
YURTLUK: Malikane.
YUSUFİ: Padişah,sadrazam,vezirler ve yüksek dereceli devlet erkanının giydiği kavuk.
YUTAK: Belum.
YUVAR: Küreyve./ Taş silindir.
YUVARLAK: Müdevver, Küre.
YUVGUZ: Taş silindir.
YÜCE: Ulya, Âli, Ekber, Âlâ, Azim, Ulu, Ulvî, Rahman, Mukaddes,
YÜĞRÜK: İyi yürüyen, Hızlı adımlı.
YÜK: Hamule.
YÜKLENİCİ: Müteahhit.
YÜKSEKLİK: Rifat, İrtifa
YÜKSELME: İtilâ, Teali, Terfi, Med, Tefeyyüz.
YÜKSELTME: İlâ.
YÜKSÜK: Kalensöve.
YÜLÜME: Tıraş etme,kazıma.
YÜLÜMEK: Tıraş etmek.
YÜMN: Uğur, Talih, Baht, Mut, Sur, Yom.
YÜMNE: Sağ.
YÜPÜRMEK: Telâşla sağa-sola koşmak.
YÜRÜK: Çabuk yol alan,hızlı giden.
YÜRÜK: Hızlı giden, Çabuk yürüyen.
YÜRÜRLÜK: Meriyet, Uygulanabilirlik.
YÜSRÜ: Aynı adlı ağaçtan yapılan bir tür tesbih.
YÜZ: Sima, Ru, Çehre, Surat, Beniz, Suret, Nüsha.
YÜZEGELEN: İleri gelen seçkin kimse.
YÜZETUTUNMA: Absorbsiyon, Yüze-soğurma.
YÜZEY: Satıh, Zernin.
YÜZEYSEL: Sathi.
YÜZGÖRÜMÜ: Güveyin geline verdiği armağan.
YÜZLEMECE: Vicahen, Vicahi.
YÜZLEŞME: Muvacehe.
YÜZÖLÜMÜ: Mesaha.
YÜZÜCÜ: Şinaver, Aşnager, Sabih.
YÜZÜK: Çoğu purolara sarılan süslü kâğıt halka.
YÜZÜKLERİNEFENDİSİ: John Ronald Reuel Tolkien’in alegorik romanı.
ZA: Güney Afrika Cumhuriyetinin plakası.
ZAAF: Düşkünlük, Tutku, İnhimak, Nikbet.
ZABIT: Mazbata.Tutanak
ZABİ: Karaca, Ceylan, Ahu, Ece.
ZABİTAN: Subaylar.
ZAÇ: Kükürtle demir birleşimlerinden biri.
ZAD: Azık, Yiyecek.
ZADEGAN: Aristokrasi.
ZADEGAN: Eski dilde soylular.
ZADEGAN: Soylular,aristokrasi.
ZADEGAN: Aristokrasi.
ZAFER: Galibiyet, Yengi, Galebe, Utku.
ZAFRA: Küba'da şekerkamışı hasadı.
ZAGON: Bulgarca kökenli. Yol, Yöntem anlamında sözcük.
ZAĞ: Bilenmiş kesici bir aracın yüzünde kalan ve bileyi taşıyla giderilen metal çapağı, kıl ağı.
ZAĞ: Kesici aletlerin bilenmesiyle oluşan madeni talaş, Kılağı.
ZAĞANOS: Bir cins doğan.
ZAĞAR: Bir av köpeği cinsi.
ZAĞAR: Bir cins av köpeği.
ZAĞCI: Bileyici.
ZAĞLI: Bilenmiş, keskin.
ZAHİP: Sanan, Zanneden.
ZAHİRE: Gerektiği zaman kullanılmak için saklanan tahıl.
ZAHİRİ: Görünen, Görünürdeki.
ZAHİRİYE: Kuran ve hadislerin görünüşteki açık anlamlarından başka hiçbir yorum kabul etmeyen ve kıyasa yer vermeyen Sünni mezhep.
ZAHİT: Kaba sofu.
ZAHİYE: Bir ülkenin ya da kentin dışındaki açıklık yer.
ZAHM: Eski dilde yara.
ZAHR: Eski dilde arka,sırt.
ZAHRİYE: Bir kağıdın arka yüzüne yazılan yazı veya izahat.
ZAHTER: Bir çeşit kekik.
ZAİDE: Mozart’ın,Türk müziğinden esinlenerek bestelediği ilk operası.
ZAİKA: Eski biyolojide tat alma duygusu.
ZAİL: Kaybolma, Yok olma.
ZAİR: Ziyaret eden.
ZAİRE: Kongo Demokratik Cumhuriyetinin eski adı.
ZAKİR: Zikreden,anan. Tekkelerde ayinde ilahi okumakla görevli hanende.
ZAKİR: Zikreden,anan.
ZAKKUM: Pembe,beyaz çiçek açan,kışın yaprak dökmeyen,zehirli bir ağaççık.
ZAL: Aka saçlı ve yaşlı insan.
ZAMAK: Alüminyum,bakır ve magnezyum katılmış çinko alaşımlarına verilen ad.
ZAMAK: Bileşiminde alüminyum, magnezyum, bazen de bakır bulunan çinko alaşımlarının ticari adı.
ZAMALA: Arap reisinin evi.
ZAMALA: Çadırları, hizmetçileri, sürüleri ve mallarıyla birlikte bir Arap reisinin evi.
ZAMAN: Dem, Vaki, Vakit, Çağ, Him, Süre, Devir, Asır, Adar.
ZAMANAŞIMI: Müruruzaman.
ZAMANDİZİN: Kronoloji.
ZAMANE: Hafifsemeyle şimdiki zaman için söylenen sözcük.
ZAMANLAR: Edvar.
ZAMANSIRA: Kronoloji, Zamandizin.
ZAMANTI: Seyhan ırmağının en uzun ve en önemli kolu.
ZAMAZİNGO: Adı hemen akla gelmeyen ufak-tefek şeyler için söylenen sözcük.
ZAMBO: Amerika sömürge bölgelerinde bir zenciyle bir hintliden doğanlara verilen ad.
ZAMBUR: Yamuk, eğri anlamında kullanılan sıfat.
ZAMİR: İç yüz./ Adıl.
ZAMK: Bir tür yapıştırıcı
ZAMKİNOS: Arkadaş, Dost, Metres.
ZAN: Sanma, Sam, Umu, Tahmin, Zehap, İhtimali.
ZANGOÇ: Kilisede çan çalan kimse.
ZANİ: Zina işleyen.
ZANİ: Zina yapmış erkek.
ZANKA: İki atlı kızak.
ZANKA: İki atlı kızak.
ZAPT: Ele geçirme.
ZAPTURAPT: Sıkı düzen, Disiplin.
ZAR: Küp biçiminde oyun aracı
ZARAFET: Rikkat, İncelik.
ZARAR: Beis, Halel, Ziyan, Dokunca.
ZARATUŞTRA: Zerdüşt.
ZARGANA: Boyu 40-60 cm,vücudu silindir biçiminde,gaga gibi ince uzun sivri ağızlı geçici bir balık.
ZARGANA: Vücudu silindir biçiminde,gaga gibi ince uzun sivri ağızlı bir balık
ZARİF: Kostak.
ZARİZARİ: Hüngür hüngür anlamında bir söz.
ZARP: Güçlü,şiddetli etki.
ZARP: Güçlü ve şiddetli darbe.
ZARTA: Yellenme.
ZARURET: Zorunluluk, Gereklilik, Mecburiyet.
ZATİ: Kendine özgü, özel.
ZATÜLKÜRSİ: Altı kardeş takım yıldızı.
ZAVA: Bakırcı örsü.
ZAVİL: Çam ağacının reçineli kabuğu.
ZAVİYE: Bir tarikatın müritlerinin yolculukları sırasında konakladıkları, ibadet ve ayin yaptıkları tekkelere verilen ad.
ZAVİYE: Küçük tekke.
ZAYIF: Cılız, Kuru, Kak, İli, Arık, Hıra, Lagar, İneze, Zebur, Kikirik, Sırık, Debil, Kurgaz.
ZEAMET: Osmanlı İmparatorluğunda sipahilerin aldığı en büyük tımar.
ZEAMET: Tımar.
ZEBAN: Konuşulan dil,lisan.
ZEBANİ: Cehennem bekçisi.
ZEBANİ: Cehennem bekçisi.
ZEBANZET: Söylenir olan, Söylenen.
ZEBERCET: Zümrüde benzer değerli bir taş.
ZEBR: Kitap, Kitap yaprağı.
ZEBU: Hindistan kökenli evcil bir sığır türü.
ZEBUNKÜŞLÜK: Düşkünü, acizi ezen.
ZECİR: Zorlama,bir işi zorla yaptırma.
ZEFİR: Genellikle gömlek yapmakta kullanılan,çizgili ve ince bir pamuklu kumaş.
ZEFİR: Nefes verme.
ZEFİRAN: Özellikle diş hekimliğinde dezenfektan olarak kullanılan benzalyum klorür’e verilen ad.
ZEGON: Birbirine geçmeli mobilyalı mobilya takımı.
ZEHAP: Sanma,zannetme.
ZEHİR: Ağı, Sem, Ağu.
ZEHR: Çiçek.
ZEİR: Aslan kükremesi.
ZEK: Sovyetlerde Gulag kamplarındaki tutuklulara verilen ad.
ZEKA: An, Us, Zeyrek, Zekâvet, Anlak, Bellek, Hafıza.
ZEKAVET: Anlama ve kavrama yeteneği.
ZEKAVETMEND: Kötülüğe çalışan zekâ.
ZEKER: Erkeklik organı.
ZEKERİYASOFRASI: Kırk çeşit yiyecekli sofra.
ZEL: Ayağı kayma,sürçme.
ZELİL: Hor görülen,aşağılanan.
ZELİL: Aşağılanan, Horlanan.
ZELOFOBİ: Kıskançlık korkusu.
ZEM: Boyanmamış seramik rengi.
ZEM: Kötüleme,yergi.
ZEM: Yerme, Çekiştirme, Kötüleme Gıybet, Kov.
ZEMANİYAN: İnsanlar.
ZEMBEREK: Yay.
ZEMBEREK: Kurgu, Yay.
ZEMBİL: Büyük hasır çanta.Hasırdan örülmüş saplı torba.
ZEMBİL: Hasırdan örülmüş kulplu torba.
ZEMBİL: Hasırdan örülmüş torba.
ZEMHERİ: Kışın en soğuk günleri.Karakış.
ZEMHERİ: Kış aylarının en soğuk günleri.
ZEMİME: Beğenilmeyen kötü huv için kullanılan eski bir sözcük.
ZEMZEM: Kabe yakınında bulunan kuyu ve bu kuyunun Müslümanlarca kutsal sayılan suyu.
ZEN: Eski dilde kadın.
ZEN: Kadın.
ZENCİ: Negro.
ZENDOST: Kadıncıl.
ZENEK: Küçük kadın.
ZENGİN: Gönç, Vüş, Varsıl.
ZENGİNERKİ: Plutokrasi.
ZENGİNLİK: Fütur, Usanç, Gönenç, Refah, Variyet.
ZENİ: Eski dilde sıhhi.
ZENİT: Başucu.
ZEPHİYE: Mezbahada kesilen hayvanlar için alınan resim.
ZEPLİN: Çoğunlukla hidrojen veya helyumla şişirilmiş güdümlü balon.
ZER: Eski dilde altın.
ZERD: Sararmış,solgun,sarı.
ZERDE: Safranla renk ve koku verilen bir çeşit şekerli pirinç peltesi.
ZERDE: Safranla renk ve koku verilen bir çeşit şekerli pirinç.
ZERDEÇAL: Hint safranı.
ZERDEVA: Ağaç sansarı.
ZERİ: Çabuk ve kolay olan. / Araya giren, Aracı.
ZERK: İçitim.
ZERK: İçitim, Enjeksiyon.
ZERKAR: Sırmayla işlenmiş,sırmalı.
ZEROKS: Bir tür fotokopi tekniği, Kserografi.
ZERONAL: Etlerdeki hormonu ölçmek için yapılan bir analiz.
ZERRE: Küçük nesne.
ZERRİN: Altından yapılma,altın rengi.
ZERTAR: Altıntel, Sırma.
ZESALE: Aydınlatma değneği.
ZEUGMA: Güneydoğu Anadolu’da antik kent.
ZEVAHİR: Görünüş, Dışyüz, Zahiri.
ZEVAL: Yok olma,yok edilme.
ZEVALİ: Gündüz oniki zamanını esas alan saat sistemi.
ZEVALSİZ: Yok olmayan, Kalımlı.
ZEVAT: Kişiler,zatlar.
ZEVEBAN: Erime.
ZEVEBAN: Ergime.
ZEVK: Beğeni, Gusto, Tercih, Haz.
ZEYD: Kişi.
ZEYİL: Eski dilde bir yazıya eklenen parça.
ZEYİL: Bir yazıya eklenen parça.
ZEYİLNAME: Sigortada yapılan değişiklikleri gösteren ve poliçeye eklenen belge.
ZEYLEN: Ek olarak.
ZEYN: Süs.
ZEYREK: Uyanık, Zeki, Anlayışlı.
ZEYTAN: Zeytinyağı çıkaran kimse.
ZIBIN: Bebeklere iç çamaşırı olarak giydirilen ince pamukludan kısa kollu giysi.
ZIH: Sayfa çevresine çekilen çizgi.
ZIH: İnce kenar pervazı.
ZILAL: Gölgeler.
ZILGIT: Azarlama, İtap.
ZIMBIRTI: Adı ilk anda akla gelmeyen bir şeyi anlatmak için kullanılan sözcük.
ZIPÇIKTI: Türedi.
ZIRH: Çokal, Çebe.
ZIRNIK: Arsenik.
ZIRNIK: Arsenik, Sıçanotu.
ZIRTAPOZLUK: Delişmenlik, Zıpırlık, Haytalık.
ZIRTLAK: Yavan,tatsız.
ZIVANA: Kilidin dilinin yerleşmesi için açılan delik.
ZIVANA: İki ucu açık küçük boru.
ZIYPAK: Üzerine basıldığında kayılan, kaygan.
ZİBA: Süslü,güzel.
ZİBA: Süslü.
ZİBİDİ: Gülünç derecede dar ve kısa giyinmiş olan.
ZİBİL: Çöp, Artık.
ZİDA: Pas açıcı.
ZİDA: Pas açıcı.
ZİFİR: Karanlık.
ZİFİR: Tütün dumanının bıraktığı yağlı kir.
ZİFİRİ: Koyu karanlık, Kapkara.
ZİFOS: Yerden sıçrayan çamur.
ZİFOS: Yerden sıçrayan çamur.
ZİGANA: Gümüşhane ilinde,kayak merkezi olan bir dağ.
ZİKİR: Adını anma,sözünü etme.
ZİKİR: Anma, Söyleme, Tekrarlama.
ZİL: Küçük kampana
ZİLHİCCE: Kamer takviminin onikinci. Kurban ayı.
ZİLİ: Kilime benzer,renkli ve motifli uzun yolluk,yaygı.
ZİLİ: Kilime benzer bir tür yolluk.
ZİLKADE: Ay takviminde on birinci ay.
ZİLKADE: Kamer Takvimi'nin onbirinci ayı.
ZİLLET: Aşağılama, Horlama.
ZİLLİMAŞA: Edepsiz,şirret.
ZİLLİYET: Elmen.
ZİLYET: Sahibi olsun-olmasın bir malı elinde bulundurma.
ZİMAM: İdare,yönetim.
ZİMAMDAR: Yönetici.
ZİMAMDAR: Yönetici.
ZİMBİLOK: Siirt ve Diyarbakır yörelerinde düzenlenen “cigor” şenliği sırasında yapılması gelenekselleşmiş olan bumbar dolmasına verilen ad.
ZİNA: Yasa dışı cinsel ilişki.
ZİNCİRLEME: Teselsül
ZİNDAN: Kapalı ve çok karanlık yer.
ZİNDANDELEN: Palamut balığının iki kilodan büyük olanına verilen ad.
ZİNHAR: " ""Sakın ha"", ""Sakın ola ki"" anlamında eski bir sözcük."
ZİNJANTROPUS: Birbuçuk milyon yıl önce yaşamış bir insangil türü canlı.
ZİP: Sıkı kapanan bir fermuar türü.
ZİP: Çok sıkı kapanan bir fermuar türü.
ZİR: Alt,aşağı.
ZİR: Sazın en ince ses veren teli.
ZİR: Alt, Ast, Madun.
ZİRİTLA: Ordu ili yöresinde lokma tatlısına verilen ad.
ZİRVE: Evç.
ZİVER: Eski dilde süs.
ZİVİRCİK: Ege ve Akdeniz bölgelerinde yetişen,tohumları çok zehirli küçük bir ağaççık.
ZİYADE: Gereğinden fazla, Aşırı, Alabildiğine.
ZİYAFET: Toy, Şölen.
ZİYK: Darlık.
ZİZİM: Cem Sultan’a Avrupalılarca verilen ad.
ZLOTİ: Polonya para birimi.
ZOBU: Eskiden vezir konaklarındaki bir bölüm müstahdeme verilen ad.
ZOBU: Eski dönem konaklarında bir türhizmetçinin adı, Ayvaz.
ZOE: Birçok onayaklı kabukluda orta sularda yaşayan larva biçimi.
ZOKA: Bazı oltalarda kösteği ağırlaştırmak için kullanılan kurşun parçası.
ZOKVAN: Japon imparatorlarının öldükten sonra memurlarına verdiği unvan ve görev.
ZOMA: Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da konar göçerlerin kıl çadırından oluşan yayla yerleşmesine verilen ad.
ZONA: Deride,sinirler boyunca,özellikle gövde,bacak ve yüzde bir takım ağrılı fiskelerin dökülmesiyle beliren mikroplu bir hastalık
ZONTA: Argo’da görgüsüz,kaba saba kimseye verilen ad.
ZOO: Hayvanlar veya hayvan yaşamı ile ilgili Yunanca öntakı
ZOOFOBİ: Hayvan korkusu.
ZOOLOG: Hayvan bilimci.
ZORALIM: İstirdat, Müsadere.
ZORBA: Cabir, Müstebit, Mütegallibe.
ZORBALIK: İstibdat, Tagallüp, Cebir.
ZORİLLA: Afrika kokarcası da denilen bir kürk hayvanı.
ZORLA: Cebren, Metazori.
ZORLAMA: Cebir, İcbar, Tazyik, Zecir, Cebri.
ZORLAYICI: Mücbir, Cebri.
ZORLU: Satvet.
ZORLUK: Bun, Beliyye.
ZORUNLUK: Zaruret, Istırar.
ZORUNLULUK: Istırar, Mecburiyet, Zaruret.
ZU: Aydınlık, Işık, Ziya
ZUFR: Tırnak.
ZUHR: Öğle vakti.
ZUHURİ: Bir orta oyunu tipi.
ZUHURİ: Orta oyununda taklitçi.
ZULUBYA: Balla hazırlanan bir hamur tatlısı.
ZUM: Optik kaydırma.
ZUM: Optik kaydırma.
ZUPA: Hırvatistan ve Slovakya’da bir kont tarafından yönetilen toprağa verilen ad.
ZUPAN: Ortaçağda Slav ülkelerinde,bugün Batı ülkelerindeki kontun karşılığı.
ZURNAPA: Zürafa.
ZÜCACİYE: Cam, porselen gibi maddelerden yapılmış eşya.
ZÜHT: Günahtan sakınma.
ZÜL: Alçalma.
ZÜL: Alçaklık, Denaet.
ZÜLAL: İçimi hoş ve tatlı su.
ZÜLAL: Saf,tatlı su.
ZÜLAL: Albümin./ İçimi hoş ve tatlı su.
ZÜLÜF: Sevgilinin saçı.
ZÜLÜF: Şakaklardan sarkan saç lülesi.
ZÜLÜF: Şakaklardan sarkan saç kıvrımı.
ZÜMRE: Kategori, Ulam, Grup, Küme.
ZÜPPE: Abuzittin, Snop.
ZÜRAFA: Zurnapa.
ZÜYUF: Değeri düşük akçe. Sahte para, Kalp.
ZYSTİN: Böbrekte oluşan bir tür taş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.