S: Kükürt elementinin simgesi.
SA: Nazi hücum kıtası.
SA: İslâm ülkelerinde kullanılan tahıl ölçüsü./ Nazi hücum kıtası
SAADET: Mut, Ongunluk, Ket.
SABA: Gün doğusundan esen hafif ve tatlı rüzgar.
SABIR: Çidam, Tahammül, Dayanç.
SABİ: Yedinci./ Yetişkin olmayan çocuk.
SABİTE: Durağan yıldız.
SABO: Genellikle bir çok Avrupa ülkesinde giyilen tahta ayakkabı.
SABO: Tahta ayakkabı. Tek bir tahta parçadan yada tahta parça üzerine tutturulmuş kösele bir üstlükten oluşan ayakkabı.
SABUH: Sabah vakti içilen şarap.
SABUK: Doğu Karadeniz’in dağlık kesimlerinde yaşayanların giydiği,bacağı çorap gibi saran bir tür çizme.
SABUNİYE: Bir tür nişasta helvası.
SABURA: Gemi safrası.
SACAYAK: Üç ayaklı çember veya üçgen biçiminde demir destek.
SAÇATURA: Yaka gizli dikişi.
SAÇI: Düğün armağanı.
SAÇMA: Absürt.
SAÇMALAMA: Hezeyan.
SAÇULA: Dökümcülerin kullandığı ağaçtan yapılmış kalıp.
SAÇULA: ökümcülerin kullandığı ağaçtan yapılmış kalıp.
SAÇULA: Ağaçtan yapılmış döküm kalıbı.
SADAK: Ok torbası,kılıfı.
SADAK: Ok kutusu, Ok torbası.
SADAKAT: Bir şeye, bir kimseye içten bağlılık.
SADAKOR: Düz dokunmuş açık saman renginde bir tür ipek kumaş.
SADED: Asıl konu.
SADEKAR: Eskiden kuyumculara taslak hazırlayan kimselere verilen ad.
SADEKAR: Kuyumculara taslak hazırlayan kimse.
SADEKARİ: Ayrıca değerli taşlarla süslü olmayan altın veya gümüşten yapılmış kuyumculuk işleri.
SADET: Konuşulan konu.
SADIK: Bir kimseye içten bağlı kimse.
SADIR: Osmanlı döneminde kazaskerlere verilen san.
SADİST: Elezer.
SADME: Çarpışma, Tokuşma.
SADRAZAM: Osmanlı İmparatorluğunda başbakan.
SAFAHAT: Evreler, Safhalar, Aşamalar.
SAFARİ: Afrika'da topluca yapılan yabani hayvan avı.
SAFER: Ay takviminin ikinci ayı.
SAFİR: Gök yakut.
SAFİR: Yolcu.
SAFİZM: Kadınlarda eşcinsellik.
SAGİR: İşitme özürlü, Asam, Ker.
SAGU: Hint irmiği.
SAGU: Hint irmiği.
SAĞ: Yümne.
SAĞAN: Yelyutan’da denilen bir kuş.
SAĞDUYU: Aklıselim.
SAĞGÖRÜ: Basiret.Gerçekleri yanılmadan görebilme yeteneği.
SAĞGÖRÜ: Basiret, Anlayış.
SAĞI: Kuş gübresi.
SAĞIN: Doğruluğu kural dışı olmayan.
SAĞLAM: Bek, Pek, Muhkem, Rasih, Kavi, Kunt.
SAĞLAMA: Temin, Tedarik.
SAĞU: Ölene yakılan ağıt.
SAĞU: Ölen kişiye yakılan ağıt.
SAH: Bir şeyin doğruluğunu göstermek için yapılan işaret.
SAHABE: Sahip çıkanlar,tutanlar. Hz Muhammed’in meclisinde bulunan kimseler.
SAHAF: Kitapçı.
SAHAF: Genellikle eski kitap ticareti yapan kişi.
SAHALİN: Rusya federasyonuna bağlı,doğu ucunda bir ada.
SAHAN: Derinliği az metal kap.
SAHARA: Artvin ilinde,ulusal park kapsamına alınan ünlü yayla.
SAHAVET: Cömertlik.
SAHİP: Is, İye, İyelik, Malik.
SAHKA: Keskin çığlık.
SAHNİŞİN: Cumba.
SAHTE: Taklit, Kalp, imitasyon.
SAHTİYAN: Sepilenerek boyanmış ve cilalanmış deri. Özellikle ciltçilikte kullanılan bitkisel sepileme görmüş keçi derisi.
SAHTİYAN: Tabaklanarak boyanmış ve cilalanmış deri.
SAHUR: Ramazan ayında oruç tutanların gün doğmadan önce belirli saatte yedikleri yemek.
SAİ: Çalışan,gayret eden.
SAİ: Eski dilde haberci,ulak.
SAİD: Kutlu.
SAİFFİLMENAM: Eski dilde uyurgezer.
SAİG: Yutulması kolay olan.
SAİKA: Yıldırım.
SAİL.: Eski dilde dilenci.
SAİM: Oruç tutan,oruçlu.
SAİM: Oruçlu.
SAİNETE: İspanyol tiyatrosunda güldürücü kısa oyun.
SAİR: Cehennemin katlarından biri.
SAİRFİLMENAM: Uyurgezer.
SAK: Uyanık,gözü açık.
SAK: Gözü açık, Uyanık, Eke.
SAKA: Baygınlık, Bayılma./ Çeşmelerden evlere su taşımayı iş edinmiş kimse.
SAKAK: Çene altı.
SAKAMET: Bozukluk ,yanlışlık.
SAKAMET: Bozukluk,yanlışlık,eksiklik.
SAKANGUR: Eski dilde dokumacılıkta,tüle benzer ince ve saydam bir kumaş.
SAKARİN: Genellikle şeker hastalarının kullandığı tatlandırıcı
SAKARİN: Şeker hastalarının şeker yerine kullandığı,maden kömürü katranından elde edilen beyaz bir toz.
SAKARİN: Şeker hastalarının kullandığı yapay şeker.
SAKAROZ: Şeker kamışı veya şeker pancarından elde edilen bir tür şeker.
SAKAT: Alil, Sökel.
SAKATLIK: Sakamet.
SAKE: Japon içkisi.
SAKE: Mayalanmış pirincin süzülüp arındırılmasıyla yapılan alkollü Japon içkisi.
SAKINCA: Beis, Mahzur.
SAKINMA: Tehâşi.
SAKIRGA: Kene.
SAKIT: Düşük, Hükümsüz.
SAKİ: İçki sunanlara verilen ad.
SAKİ: İçki dağıtan kimse.
SAKİL: Kaba.
SAKİN: Asude.
SAKİNAME: Divan edebiyatında içkiyi ve içkili toplantıları övmek için yazılan şiir türü.
SAKLI: Mahfuz.
SAKO: Paltoya benzer bir tür üstlük.
SAKS: Laciverde yakın koyu mavi renk.
SAKSAĞAN: Kargagillerden,karnı beyaz,kanatları ve kuyruğu kül rengi diğer yerleri parlak,kara uzun kuyruklu kuş.
SAKURA: Japon kirazı.
SAKY: Sulama.
SAL: Tabut.
SAL: Tabut, Sin.
SALA: Cenazeye çağrı ezanı.
SALA.: Cenaze namazı kılmak için veya bayram ve Cuma namazına cemaati çağırmak için minarelerde okunan dua,çağrı ezanı.
SALACAK: Teneşir.
SALACAK: Teneşir, Kerevet, Mezar, Sin.
SALAMANDRA: Bir tür kömür sobası.
SALAMANDRA: Odalar arasında gezdirilebilen bir tür kömür sobası.
SALAMANDRA: Seyyar soba.
SALAMANDRA: Ev içinde gezdirilebilen bir tür kömür sobası.
SALANGAN: Sağana benzer bir kuş.
SALAPURYA: Yelkenli yük teknesi.
SALAR: Başkan, Komutan. / Saldırgan.
SALAŞ: Meyve sebze satmak için yapılmış eğreti dükkan.
SALAŞ: Baraka, Temelsiz yapı.
SALAŞPUR: Seyrek dokunmuş,astarlık ince bez.
SALAT: Namaz.
SALAVAT: Namazlar.
SALDIRAN: Muhacim.
SALDIRGAN: Agresif, Mütecaviz
SALDIRMA: Savlet, Tahamül.
SALDIRMAK: Hücum, Taarruz
SALE: Yıllık.
SALGI: İfraz, Boşalgı.
SALGIN: İstilâ.
SALİSİLAT: Salisilik asidin tuzu.
SALKIMAK: Pörsümek.
SALPA: Gevşek,iş bilmez,tembel.
SALT: Yalnız,tek,sırf.
SALT: Yalnız, Tek, Sadece, Münferid.
SALTA: Köpeğin arka ayakları üzerinde ayağa kalkması.
SALTA: Gergin halatı koyverme işi.
SALTÇILIK: Absolutizm.
SALTO: Rakibin bedenini kollarıyla birlikte kavrayarak yana yada arkaya savurma,devirerek bastırma biçiminde uygulanan bir güreş oyunu.
SALVO: Genellikle topla yapılan yaylım ateş.
SALVO: Topla yapılan yaylım ateşi.
SAMA: Mantar enzim karışımı.
SAMAN: Merek.
SAMANKAPAN: Kehribara verilen ad.
SAMANLIK: Merek.
SAMANUĞRUSU: Kehkeşan, Samanyolu.
SAMANYOLU: Kehkeşan.
SAMİMİ: Sargın, İçten, Yürekten.
SAMİSEN: Üç telli ve perdesiz Japon lavtası.
SAMMA: Sağır ve dilsiz.
SAMSA: Baklavaya benzeyen bir tür hamur tatlısı.
SAMURAİ: Japon mitolojisinde savaşçılar sınıfı.
SANAKA: Boş inanç, Hurafe.
SANAL: Mevhum, Farazi.
SANATÇI: Pişekâr, Pişeyer, Pişever.
SANAYİ: Uran, Endüstri.
SANCAK: Liva.
SANDALET: Yalnız tabanı bulunan,ayağa kordon ve kayışla bağlanan açık ayakkabı.
SANDERİ: Sepet örmede kullanılan bir çeşit ince saz.
SANEM: Put,totem,çok güzel kadın.
SANEM: Çok güzel olan kadın.
SANI: Zehap, Zan.
SANIK: Maznun.
SANİ: İkinci.
SANİ: Yaratan.
SANRI: Birsam.
SANTARA: Kemerli ve büyük taş köprü.
SANTİMANTAL: Hassas, İçli, Duygusal
SANTUR: Kanuna benzeyen bir çalgı.
SAPAK: Anayoldan ayrılan yolun başlangıç noktası.
SAPAKLIK: Anomali, Kavşak.
SAPAN: Kazafe.
SAPARNA: Eskiden kökü hekimlikte kullanılmış olan,zambakgillerden bir bitki.
SAPARTA: Bir batarya topun birden ateş etmesi.
SAPARTA: Alabanda ateşi.
SAPAS: Halattan yapılmış çember.
SAPINÇ: Aberasyon.
SAPISİLİK: Kişiliksiz,boş,serseri.
SAPLANTI: İdefiks, Sabitfikir.
SAPMA: İnhiraf.
SAR: Eski dilde intikam,öç.
SAR: Eski dilde öç,intikam.
SARA: Epilepsi, Yilbik, Tutarak.
SARABANDA: Ağır tempolu bir İspanyol dansı.
SARAFAN: Köylü kadınların giydiği kollu veya kolsuz uzun elbise.
SARAFAN: Rus köylü kadınların giydiği uzun elbise.
SARAKA: Argoda alay.
SARAKA: Alay, Alay etmek.
SARANGİ: Hint müziğine özgü telli bir çalgı.
SARANGİ: Hint müziğine özgü yaylı bir çalgı.
SARARAK: Leffen.
SARAT: Büyük delikli kalbur.
SARAT: Büyük delikli kalbur.
SARAYİ: Kaygusuz Abdal’ın kimi şiirlerinde kullandığı mahlası.
SARAZEN: Ortaçağ'da batılıların müslümanlara verdiği ad.
SARF: Dilbilgisi.
SARGANA: Uzun ağızlı balık.
SARGI: Band, Bandaj, Lifafe.
SARHOŞ: Esrik, Zom, Neşvan, Sekran, Sermest.
SARICA: Halk arasında yaban arısına verilen ad.
SARICA: Osmanlılarda eyalet valilerinin buyruğundaki başıbozuk asker
SARIKANAT: Çinakoptan büyükçe lüfer.
SARIKUYRUK: Sıcak ve ılık denizlerin kıyı bölgelerinde yaşayan kemikli bir balık türü.
SARİ: Bulaşıcı,geçici.
SARİ: Bulaşıcı, İntan
SARİG: Amerika’da yaşayan ve yavrularını sırtında taşıyan keseli sıçan.
SARKMAK: Ağmak, Bel vermek.
SARKOM: Kötücül bağ dokusu uru.
SARMAL: Helezoni, Spiral.
SARMAN: Sarı tüylü kedi.
SARMISAK: Süm, Sum.
SARNIÇ: Su deposu.
SARONG: Endonezya,Malezya gibi ülkelerde hem erkek,hem kadın tarafından giyilen ve etek biçiminde sarınılan uzun kumaş parçası.
SAROT: Bolu ilinde bir kaplıca.
SARP: Yalman.
SARP: Dik, Yalman.
SARPA: İzmaritgillerden boyu 35 cm kadar olan bir Akdeniz balığı.
SARPIN: Tahıl kuyusu.
SARPIN: Tahıl ambarı, Silo.
SARPKİLİT: Uşak halısı ismi.
SART: Batı Anadolu’da Lidya bölgesinde eskiçağ kenti.
SARÜSOFON: Bakırdan,çift dilli nefesli çalgı.
SASI: Tatsız tuzsuz yiyecekler için kullanılan söz. Çürük yumurta gibi kokan.
SASI: Küflü, Çürük, Kokuşmuş.
SAŞİMİ: Suşi gibi çiğ balıkla yapılan bir Japon yemeği.
SATAK: Türlü eşya ve öteberinin satıldığı Pazar yeri.
SATAK: Çarşı, Pazaryeri, Suk.
SATAVAT: Kahırlar.
SATEN: Atlas.
SATINALMA: İştira, Mubayaa.
SATİ: Hindistan’da kocasının cesediyle birlikte ateşe atılan ve ermiş sayılan kadın.
SATİR: Yergi,mizah.
SATİRİK: Yergi ile ilgili.
SATLICAN: Zatülcenp.
SATORİ: Zen düşünmenin ereği olan ruhsal uyanış.
SATRAP: Perslerde il yöneticisi,vali.
SATVET: Zorlu ve ezici güç.
SAUNA: Buharlı hamam.
SAV: Eski Türklerde atasözü,tez.
SAV: Atasözü, Darbımesel, Vecize./ İddia, Tez, Teorem.
SAVA: Eski dilde müjde,müjdeli haber.
SAVA: Müjde.
SAVA: Küçük örs.
SAVAK: Değirmen suyunu başka yöne akıtmak için yapılan düzen.
SAVAK: Barajlarda fazla su akıtımındaki düzenek.
SAVAN: Pamuk ipliğinden yapılan kalınca kilim.
SAVAN: Kalın kilim. / Yaygın.
SAVANA: Ekvator kuşağında geniş çayırlara verilen ad.
SAVANA: Ekvator kuşağındaki geniş çayırlara verilen ad.
SAVAŞ: Cenk, Cidal, Harp, Muharebe.
SAVAŞTEPE: Yurdumuzda kurulmuş 21 Köy Enstitüsünden biri.
SAVAT: Gümüş üstüne özel bir biçimde kurşunla işlenen kara nakış.
SAVLET: Hamle.
SAVMAN: Hekim, Otacı, Atasagun, Tabip, Dirger, Ataraç, Otçu.
SAVT: Tasavvuf ve tekke müziğinde bir form.
SAY: Çalışma.
SAYA: Ayakkabının yumuşak olan üst bölümü.
SAYAÇ: Doğalgaz,elektrik gibi şeylerin kullanılan miktarını ölçen alet.
SAYD: Avlama, Avlanma.
SAYDİYE: Av vergisi,av resmi.
SAYE: Gölge.
SAYEBAN: Gölgelik.
SAYF: Yaz mevsimi.
SAYGI: Tazim, İtibar, Hatır.
SAYGINLIK: İtibar, Fors, Kredi
SAYIM: Tadat.
SAYISAL: RAKAMİ, SAYILARLA İLGİLİ
SAYKAL: Maden parlatıcı cila.
SAYLAV: " Cumhuriyet döneminde ""milletvekili""ne karşılık olarak türetilen sözcük."
SAYRI: Hasta.
SAYVAN: Bir örtü türü.
SAZLIK: Kilizman, Bişe, Nevzar.
SB: Antimon’un simgesi.
SE: Tavlada üç sayısı.
SEB: Yedi sayısı.
SEBEB: Neden, Niçin, Çira, Saik, Güdü.
SEBH: Yüzme.
SEBİ: Yedi günde bir gelen.
SEBİKE: Parça halinde dökülmüş maden.
SEBORE: Derinin yağ bezi ve ter bezi salgılarının anormal artışı.
SEBT: Cumartesi.
SEBÜK: Acele, İvedi, Acil.
SECAM: TV yayın sistemi.
SECİ: Düz yazıda yapılan uyak.
SECİ: Düz yazıda uyak.
SECİYE: Karakter,huy,yaratılış.
SECİYE: Yaradılış,huy,karakter.
SEÇENEK: Alternatif, Tercih. .
SEÇKİ: Antoloji, Güldeste, Cönk.
SEÇKİN: Elit, Nuhbe, Mutena, Mümtaz.
SEÇMECİLİK: Elektizm..
SEDAN: Reasürans şirketlerine işveren şirket.
SEDENE: Kabe'nin kapıcıları.
SEDİ: Gana’nın para birimi.
SEDİ: Göğüs, Bağır, Sadr, Sine, Döş.
SEDİMANTASYON: Kan çökeltisi.
SEDİR: Dağ servi’si.
SEDİR: Kerevet,divan.
SEDİR: Kozalaklardan,boyu 40 m kadar olabilen ve kerestesi yapı işlerinde kullanılan bir orman ağacı.
SEDYE: Taşınabilir yatak.
SEDYE: Tezkere.
SEFİH: Zevk ve eğlenceye düşkün,uçarı.
SEFİNE: Eski dilde gemi.
SEFİR: Büyükelçi.
SEFL: Tortu.
SEG: Eski dilde köpek.
SEĞİRDİM: Değirmen yolunun eğimi.
SEĞİRTME: Şitap.
SEHAB: Bulut.
SEHER: Tan ağartısı.
SEHER: Tan.
SEHİV: Sonucu bakımından çok önemli olmayan yanlışlık.
SEHİV: Sonucu bakımından çok önemli olmayan yanlışlık.
SEHİV: Önemsiz ve ufak hata, Küçük yanlışlık.
SEHVEN: Üzerinde durulmayacak, önemsiz bir hatayı yapma.
SEJM: Polonya’da millet meclisine verilen ad.
SEKANS: Filmin kurgusu açısından bir bütün oluşturan plan dizisi.
SEKENE: Ahali,sakinler.
SEKENE: Sakinler,bir yerde oturanlar.
SEKENE: Aynı yerde oturanlar.
SEKİ: Doğal set.
SEKİ: Evlerin önüne oturmak için taş ve çamurdan yapılan set.
SEKİ: Direk tabanı.
SEKİL: Bektaşilerin boyunlarına taktıkları bir taş.
SEKLEM: Bir tür yün çuval.
SEKMEN: Arkalıksız iskemle.
SEKMEN: Basamak.
SEKOYA: Bir orman ağacı.
SEKOYA: Kaliforniya’da yetişen büyük bir orman ağacı.
SEKR: Sarhoşluk.
SEKT: Susma.
SEKTER: Başkalarına karşı katı ve hoşgörüsüz kimse.
SEKÜLARİZM: Laiklik,laik olma durumu.
SEL: Seylab
SELA: Baştaki yarık.
SELAM: Esenlik dilemek.
SELATİN: İzmir-Aydın karayolunda Türkiye’nin en uzun tüneli.
SELATİN: Padişahların adına yaptırılan ve birden çok minaresi bulunan büyük camilere verilen ad,Sultanlar.
SELE: Yayvan sepet.
SELE: Bisiklette oturulan yer./ Yayvan sepet.
SELEF: Bir görevde kendisinden önce bulunmuş kimse-Öncel.
SELİKA: Güzel söyleme ve yazma yeteneği.
SELİKA: Güzel yazma ve söyleme yeteneği.
SELİNTİ: Küçük sel.
SELİS: Akıcı söz.
SELİS: Düzgün, Akıcı anlatış.
SELSEBİL: Cennet'te olduğuna inanılan pınar ya da çeşme.
SELVA: Amerika’da Amazon,Afrika’da Nijer ırmakları gibi Ekvator bölgesindeki büyük suların geçtiği havzalarda bulunan geniş ve balta girmemiş ormanlara verilen ad.
SELVA: Balta girmemiş orman.
SEMA: Mevlevi dervişlerinin ney,nısfiye gibi çalgılar eşliğinde,kollarını iki yana açıp dönerek yaptıkları ayin.
SEMAFOR: Demiryollarında gündüz mekanik olarak bir kolla gece kırmızı ışıkla işaret veren alet.
SEMAFOR: İki gemi veya gemi ile kıyı arasında haberleşmede kullanılan üç kollu işaret sütunu.
SEMAH: Müzik eşliğinde ve kadın erkek birlikte gerçekleştirilen,temelinde dinsel duyguların egemen olduğu coşkulu oyunlara Alevilerce verilen ad.
SEMAİ: Klasik Türk müziğinde iki basit usulden biri.
SEMAN: Diş köklerini kaplayan sert madde.
SEMAN: Diş köklerini kaplayan sert madde.
SEMANTİK: Anlambilim.
SEMATOR: Taşıtlara yolun açık veya kapalı olduğunu göstermek üzere renkli levhalar ya da ışıklarla işaret veren dikme.
SEME: Mankafa , sersem.
SEMEN: Şişman,semiz.
SEMER: Eşek binmeliği.
SEMERE: İstenilen sonuç, Randıman.
SEMHA: Aşın cömert.
SEMİ: İşiten.
SEMİM: İyi kokan.
SEMİNER: Bir konu ile ilgili bilgi vermek ve bu bilgiler üzerinde tartışmak amacıyla birkaç yetkilinin yönetimi altında düzenlenen toplantı.
SEMİR: Arkadaş,geceleri konuşulup dertleşilen dost.
SEMİR: Dost, Arkadaş.
SEMİRAMİS: Dünyanın yedi harikasından biri olan Babil asma bahçelerini yaptıran efsanevi Asur kraliçesi.
SEMİYOLOJİ: Gösterge bilimi.
SEMİYOLOJİ: Göstergebilim.
SEMİZLİK: Semen, Tav.
SEMPOZYUM: Belli bir konuda düzenlenen oturum veya seminer,bilgi şöleni.
SEMPOZYUM: Belli bir konuda düzenlenmiş seminer.
SEMPTOM: Belirti.
SENA: Övme.
SENA: Övme, Övgü, Metih, Sitayiş, Naat.
SENAİ: Kulaktan dolma öğrenilen sözcük.
SENDİK: Bir kuruluşun alacaklılar grubunun haklarını koruyan görevli.
SENDROM: Belirtiler.
SENEK: Ağaçtan yapılmış testi.
SENEK: Çam ağacından yapılmış su testisi.
SENEK: Ağaçtan yapılmış testi.
SENG: Taş.
SENG: Taş.
SENGESER: Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya özgü,tavuk eti,sarımsak ve ekmekle yapılan bir çeşit pilav.
SENİR: İki dağ arasındaki sırt.
SENİT: Hamur tahtası.
SENİT: Hamur tahtası, Binit.
SENKRON: Eşzamanlı, Zamandaş.
SENKRONİK: Eş zamanlı.
SENOZOİK: Jeolojide üçüncü çağ.
SENSEN: Ağızdaki kokuları gidermekte kullanılan baharlı madde.
SENTAKS: Cümle bilgisi, Nahiv.
SENTEZ: Bireşim.
SEPE: Doğu Anadolu’ya özgü bir halk oyunu.
SEPE: Doğu Anadolu’ya özgü,halay türü bir halk oyunu.
SEPEK: Değirmen taşının ekseni.
SEPEK: Değirmen taşının ekseni.
SEPETKULPU: Yapılarda yayvan kemer.
SEPTİK: Kuşkucu,şüpheci.
SEPTİSEMİ: Kanda hastalık yapan bir bakteri bulunmasından ileri gelen her türlü hastalık.
SEPTİZM: Şüphecilik.
SEPYA: Mürekkep balığından elde edilen koyu siyah boyaya ve bu boya ile yapılan resimlere verilen ad./ Mürekkep balığı.
SER: Baş, Kafa, Kelle.
SERA: Trabzon’un Akçaabat ilçesinde bir göl.
SERAİR: Sırlar.
SERAK: Dik yerlerden inen buzullarda,derin yarılmalar nedeniyle buz parçalarının koparak aşağıya düşmesi.
SERAK: Buzuldan kopmuş buz parçası.
SERAMİK: Yüksek ısıda pişirilmiş topraktan yapılan vazo,çanak,çömlek gibi nesne.
SERAP: Ilgım, Pusarık.Yalgın.
SERAPA: Baştan ayağa./Baştanbaşa.
SERAPA: Baştanbaşa, Tamamen, Sırf, Sadece, Silme, Sili.
SERAPİS: Efes’te bir tapınak.
SERATİN: Büyük meyhane.
SERBAZ: Cesur,korkusuz.
SERBEST: Azade, Bağımsız, Erkin. Muhtar.
SERDAR: Osmanlılarda başkomutan.
SERDAR: Noyan, Başkomutan, Mir.
SERDENGEÇTİ: Fedai.
SERE: Açık duran baş parmağın ucundan işaret parmağının ucuna kadar olan uzaklık.
SERE: Açık duran başparmakla işaret parmağı arasındaki mesafe.
SEREKLİK: Nedret.
SEREMONİ: Genellikle resmi yerlerde,resmi işlerde uyulması gereken kural,yol ve yöntemlerin tümü.
SEREMONİ: Tören,merasim. Genellikle resmi yerlerde,resmi işlerde uyulması gereken kural,yol ve yöntemlerin tümü.
SEREN: Konut kapılarında menteşe ve kilidin takıldığı düşey konumdaki kalın parça.
SEREN: Yelkenli gemilerde yelken açmak için kullanılan, yatay bağlanmış, uçları ince göndere verilen ad.
SERENAT: Pencere altında sevgiliye söylenen şarkılı sözler.
SERENCAM: Başa gelen. / Bir işin sonu.
SERETAN: Eski dilde Yengeç Burcu.
SERETAN: Yengeç.
SERF: Derebeylikte toprakla beraber satılan köle.
SERF: Derebeylik düzeninde toprakla birlikte alınıp satılan köle.
SERGEN: Raf.
SERGERDE: Ele başı.
SERGİ: Meşher.
SERHAS: Eğreltiotu.
SERHAT: Sınır boyu.
SERHAT: Sınır boyu.
SERİNOFİL: Kanarya sevenler derneği.
SERİYAL: Bölüntülü film.
SERME: Bir ekmek cinsi.
SERPANTİN: Bir tür süs kağıdı.
SERPUŞ: Başlık.
SERSEM: Seme, Ahmak, Budala, Puside, Ebleh.
SERT: Şedid, Dürüst.
SERTİZ: Keskin, Ucu sivri.
SERVAL: Afrika’ya özgü bir tür yaban kedisi.
SERVERİ: Başkanlık, Ululuk.
SERVET: Öfke, Kızgınlık.
SERZENİŞ: Başa kakma, Sitem.
SES: Selen, Ün, Seda, Cav, Name, Neva, Çın.
SESAM: Sinema Eserleri Sahipleri Meslek Birliği’nin kısa yazılışı.
SESELİM: Rezonans.
SET: Üzerinde film çevrilen stüdyo düzlüğü.
SETA: Yosun sapçığı.
SETER: Uzun tüylü İngiliz köpeği.
SETH: Mısır tanrısı.
SETİR: Örtme, Gizleme.
SETR: Eski dilde örtme,gizleme.
SETR: Gizleme,örtme.
SETR: Örtme,kapatma.
SETR: Gizleme, Örtme, Setir.
SETRE: Düz yakalı,önü ilikli bir tür ceket
SETRE: Eskiden giyilen düz yakalı,önü ilikli bir tür ceket.
SETTAR: Örten,bağışlayan.
SETULA: Kaktüslerde bulunan dikenli iğne.
SEVAP: Ecir, Hayır, Kayra.
SEVB: Elbise.
SEVGİ: Ved.
SEVGİLİ: Maşuk, Dilara.
SEVİ: Aşk.
SEVİMLİ: Melih.
SEVİMLİLİK: Halavet.
SEVİMSİZ: Kakavan, Gudubet.
SEVİNÇ: Şetaret, Yahey, Sürür, Meserret.
SEVİNÇLİ: Şad, Şadan, Şadnak, Ferhan.
SEVİYE: Had, Düzey, Kerte, Derece.
SEYELAN: Akı, Akıntı, Seylap, Lığ. Alüvyon, Akma.
SEYF: Kılıç.
SEYİS: Ata bakan,tımar eden kimse,at bakıcısı.
SEYİS: Simen.
SEYİT: İleri gelen kişi.
SEYLANTAŞI: Almandin.
SEYRETME: Temaşa.
SEYRÜSEFER: Trafik.
SEYYAL: Akan, Akıcı.
SEZGİ: Feraset.
SEZÜ: Mantar meşesi.Mantar katmanı çok gelişen bir tür meşe.
SF: Finlandiya’nın plaka işareti.
SFENKS: Eski Mısır ve Yunan kültürlerinde önemli bir yeri olan insan başlı aslan gövdeli mitolojik yaratık.
SFENKS: Mısır’da eski Mısırlılar çağından kalma kadın başlı aslan vücutlu heykel.
SFİGMOGRAF: Nabız atışlarını kaydeden alet.
SHAKER: Soğutulmuş olarak sunulmak üzere içinde buzla kokteyl malzemelerin çalkalandığı çift çeperli kapalı maşrapa.
SIBT: Torun.
SICAKNAL: Cemal Süreya’nın şiir kitabı.
SIĞA: Elektriksel kapasite.
SIĞA: Elektriksel kapasite.
SIĞINAK: Melce, Barınak.
SIĞINMA: Penah, Dehalet.
SIHHİ: Hijyenik.
SIKICI: MÜZİÇ.
SIKINTI: Bun, Zor, Tab, Gaile, Mihnet.
SIKMAÇ: Cendere.
SILA: Memleket.
SIMAK: Bozmak, Kırmak.
SIMT: Dizi.
SINIR: Hudut, Serhad.
SIPA: Eşek yavrusu.
SIR: Giz, Raz.
SIRA: Saf, Dizi.
SIRACA: Deri tüberkülozu.
SIRALAÇ: Klasör.
SIRALAÇ: Klasör.
SIRÇA: Cam.
SIRIM: Bazı işlerde sicim yerine kullanılan,ince ve uzun,esnek deri parçası.
SIRIM: İp yerine kullanılan ince, uzun deri parçası.
SIRMA: İşlemede kullanılan altın suyuna batırılmış ince gümüş tel.
SIRTIKARA: Lüferin bir türü.
SIVAĞ: İlacın alınmasını sağlamak için içine katılan nötr madde.
SIYGA: Eski dilde kip.
SIYRINTI: Tabakta kalan yemek artığı.
SIZGIT: Kıyma.
SİB: Eski dilde elma
SİB: Elma.
SİBAK: Bir şeyin geçmişi.
SİBERNETİK: Canlılarda ve makinelerde kontrol,iletişim ve işleyişi inceleyen bilim.
SİCİM: Kınnap.
SİFİLİS: Frengi.
SİFR: Yazılmış şey, Kitap cildi.
SİFTAH: Satışa başlamak.
SİGAR: Yaprak sigara.
SİGAR: Yaprak sigara.
SİĞİR: Taşsız yüzük.
SİH: Demir şiş.
SİH: Kebaplık demir şiş.
SİH: Demir şiş.
SİKALAR: Açık tohumlardan parklarda süs bitkisi olarak yetiştirilen,yurdu Güney Asya olan,palmiyeye benzer ağaç.
SİKATİF: Çabuk kurumasını sağlamak için boyaya az miktarda katılan madde.
SİKATİF: Çabuk kuruması için boyaya katılan bir madde.
SİKKE: Madeni para.
SİKLAMAT: Yapay bir şeker cinsi.
SİKLAMEN: Kırmızıya çalan eflatun renk.
SİL: Barışıklık.
SİLA: Bedendeki ur.
SİLAH: Cebe, Pusat, Savut, Zırh.
SİLİ: Gine’nin para birimi.
SİLİ: Namuslu,iffetli. Temiz.
SİLİ: Temiz,namuslu.
SİLİ: Yünden dokunmuş yaygı,kilim.
SİLİ: Bir tür kilim./Saf, Temiz, Afif.
SİLİNDİR: Üstüvane.
SİLO: Hububat ambarı, Sargın, Sarpın.
SİMA: Çalgılı tören./ Yüz, Ru, Beniz, İnsap, Çehre, Surat, Tip.
SİMENA: Antalya ilinde antik bir kent.
SİMENLİK: Yeşilırmak deltasının kuzeydoğu kesiminde, yüzlerce kuş türünü barındıran küçük göl.
SİMETRİK: Mütenazır, Bakışımlı.
SİMGE: Rumuz, Timsal.
SİMHAK: Kemikleri örten ince deri.
SİMSAR: Komisyoncu.
SİMSAR: Komisyoncu, Alım-satım uzmanı.
SİMURG: Efsanevi bir kuş.
SİMÜLTANE: Anında çeviri.
SİMÜLTANE: Aynı zamanda olan, Birlikte yapılan.
SİMYA: Alşimi.
SİN: Mezar.
SİNAGOG: Yahudi tapınağı.
SİNAMEKİ: Baklagillerden,sıcak bölgelerde yetişen,bir çok türü bulunan bir bitki.
SİNAMEKİ: Mızmız,sevimsiz.
SİNAMEKİ: Mızmız ve sevimsiz kimse.
SİNARA: Büyük zoka.
SİNARA: Büyük zoka.
SİNARİT: Akdeniz’de yaşayan,pullu,eti beğenilen bir balık.
SİNE: Uyuklama.
SİNEMATEK: Sinema filmlerinin kültür,eğitim amacıyla korunduğu,saklandığı yer.
SİNERAMA: Üç boyutlu sinema tekniği.
SİNERJİ: Bir görevin yerine getirilmesinde iş ortaklığı.
SİNGLE: Tekli.
SİNİ: Metal büyük tepsi.
SİNOFOBİ: Köpekten aşırı korkmak.
SİNONİM: Eş anlamlı.
SİNONİM: Eşanlamlı, Müteradif, Anlamdaş.
SİNSİ: Yab.
SİNSİN: Geceleyin, ateş çevresinde genç erkeklerin davul, zurna eşliğinde oynadıkları bir halk oyunu.
SİNTİNE: Geminin içindeki en alt bölüm.
SİNTZ: Parlak perkal olarak da adlandırılan,çok ince pamuklu bez.
SİPARİŞ: Ismarlama, Ön istek.
SİPARONER: Maltalıların altı düz,pruva tarafında bir direği olan,küçük teknelerine verilen ad.
SİPENC: Konaklama yeri.
SİPOLİN: Katmanlarında iç içe daireler bulunan billurlu bir kalker türü.
SİPSİ: Gemici düdüğü.
SİPSİ: Zurnanın dudaklara gelen kamış bölümü.
SİPSİ: Ağaç dallarından yapılan düdük.
SİRE: Parafinli veya plastikli kumaştan su geçirmez giysi.
SİRER: Deniz kızı.
SİRESATEN: Beyaz iş işlemekte kullanılan beyaz ve parlak iplik.
SİRKAT: Çalma,hırsızlık.
SİRKE: Bit,tahta kurusu gibi böceklerin yumurtası.
SİRKEN: Yabani ıspanak.
SİROKO: Akdeniz yöresinde görülen çok sıcak rüzgar.
SİRTAKİ: Yunan dansı.
SİRTO: Türk müziğinde bir oyun havası.
SİSAL: Tropikal bölgelerde yetişen ve yapraklarından değerli bir tekstil elyafı elde edilen bitki.
SİSMİK: Depremle ilgili.
SİSMOLOJİ: Deprem bilim.
SİSMOLOJİ: Yer sarsıntılarının oluş kökenini,deprem işleyişini,boyutunu,etkilerini ve alt yapısını araştıran jeofiziğin bir alt kolu.
SİSTİT: İdrar kesesi iltihabı.
SİSTOL: Kalb kasının kasılması.
SİT: Devletçe koruma altına alınmış tarihi yer veya bölge.
SİT: Korunmaya alınmış alan ya da eser. / Olgunlaşma öncesi ana cinsiyet hücresi.
SİTAR: Kuzey Hindistan’a özgü,lavta ailesinden telli çalgı.
SİTARE: Eski dilde yıldız.
SİTCOM: Tek bir mekanda geçen TV komedi dizilerine verilen ad.
SİTİL: Büyük bakraç.Su kovası.
SİTİL: Büyük bakraç.
SİTKA: Siyaha boyanmış Sibirya tilkisi kürküne verilen ad.
SİTOLOJİ: Hücrebilim.
SİTTİNSENE: Altmış yıl.
SİTTİNSENE: Altmış yıl.
SİVA: Gayrı,başka anlamında eski sözcük.
SİYA: Kürekleri tersine kullanarak sandalı geriye yürütme.
SİYAK: Sözün gelişi.
SİYAKAT: Çengelli, çarpık, noktasız bir yazı türü.
SİYAM: Tayland’ın eski adı.
SİYER: Hazreti Muhammed’in hayatını anlatan kitap.
SİYEŞ: Halk dilinde dikenlik anlamında kullanılan sözcük.
SİYRET: Bir kimsenin tabiatı, Huy, Şemail.
SK: Slovakya’nın plaka işareti.
SKA: Altmışlı yılların başlarında doğan bir Jamaika müziği.
SKA: Jamaika’da 1960’lı yıllarda doğan ve daha sonra reggae’ye dönüşen müzik türü.
SKALA: Bir müzik yapıtında kullanılmaya elverişli tüm seslerin oluşturduğu dizi.
SKALA: Genellikle ölçü aygıtlarında gösterge çizelgesi.
SKALA.: Bir bestede kullanılabilecek aynı türden sesler kümesi.
SKALP: Düşman kafasından bir tutam saçı altındaki deriyle birlikte kesme işi.
SKAVUT: Çok hızlı gidebilen bir tür keşif gemisi.
SKAY: Modacılıkta ve dekorasyonda kullanılan,deri taklidi sentetik malzeme.
SKEÇ: Daha çok radyo ile yayımlanmak için hazırlanmış,genellikle güldürü niteliğinde kısa oyun.
SKEÇ: Diyalog halinde yazılmış,genellikle eğlendirici sahne eseri
SKEÇ: Kısa,güldürücü oyun.
SKEET.: Atıcılık sporunda bir dal.
SKENE: Eski Yunan tiyatrolarında sahneye verilen ad.
SKİ: Kayak.
SKİF: İçine yalnız kürek çekenin girebildiği uzun ve dar yarış kayığı.
SKİNK: Çöl bölgelerinde yaşayan bir sürüngen türü.
SKİP: Çıkrık düzeniyle çalışan yük aktarma sistemi.
SKLEROZ: Bir dokunun sertleşmesi.
SKLEROZ: Organ katılaşması.
SKOLASTİK: İnanç ve bilgiyi kiliseyle,özellikle Aristoteles’in bilimsel sistemini uyumlu bir biçimde birleştirmeye çalışan Ortaçağ felsefesi.
SLAV: Rus, Leh, Sırp, Hırvat, Bulgar ve Çek halklarına dillerindeki yakınlık dolayısıyla verilen ad.
SLAYT: Dia, Diya.
SLİCE: Tenis ve golfde,topa yanlamasına vurulan darbe.
SLİP: Kredi kartlı alışverişlerde ödemenin daha sonra denetlenmesi için verilen fiş.
SLOGAN: Kısa ve çarpıcı propaganda sözü.
SM: Samaryumun simgesi.
SMAÇ: Voleybolda yukarıdan aşağıya topu sertçe yere vurmak.
SME: Surinam plakası.
SMOG: Büyük kentlerin üstünde kümelenen kirli hava.
SMOKİN: Gece ziyafetlerinde,galalarda ve gece eğlencelerinde erkeklerin giydikleri,önü açık,ceketi daha çok atlas yakalı takım elbise.
SMYRNA: İzmir’in eski adı.
SN: Kalayın simgesi.
SNACK: Büyük bölümü hazır olarak buzdolaplarında saklanan,sonradan birleştirilip çabucak hazırlanabilen basit ve standart yiyecek servisinde uzmanlaşmış lokanta.
SNACKBAR: Atıştırmalık.
SNİPE: Bir yarış yelkenlisi.
SOAP-OPERA: Pembe dizi de denilen,gerçek yaşamdan kopuk TV dizilerine verilen ad.
SOBA: Isınak.
SODRA: Milas ovasında bir dağ.
SOF: Astarlık bir kumaş türü.
SOF: Bir çeşit sertçe,ince yünlü kumaş.
SOF: Ham ipekten yapılmış astarlık kumaş.
SOFA: Hanay, Hol.
SOFİSTİKE: Çok karmaşık şeyler için kullanılan sözcük
SOFİZM: Bilgicilik.
SOFRA: Miz, Simat.
SOGMATAR: Harran ovasında ünlü bir ören yeri.
SOĞUK: Berd, Burudet.
SOĞUKSU: Ankara’nın Kızılcahamam ilçesinde ulusal park kapsamına alınan orman alanı.
SOĞURMA: Emme, Mas.
SOĞUTMA: Tebrid.
SOHBET: Hasbihal, Söyleşi.
SOKU: Dibek.
SOKU: Taş dibek.
SOKU: Taşdibek.
SOKUR: Bir gözü kör.
SOL: Yesar.
SOLARYUM: Güneş odası.
SOLDUÇ: Sağdıç'ın işini paylaşan.
SOLFEJ: Notaları değerlerine göre seslendirmeyi amaçlayan müzik çalışması.
SOLİDARİZM: Bir kitlenin tüm bireyleri arasında bir dayanışma olması ve bunu toplu halde yaşamayı savunan öğreti
SOLİTER: Tek başına oynanan bir iskambil oyunu.
SOLT: Pokerde rest.
SOLUĞAN: Nefes güçlüğü çeken kimse.
SOLUNGAÇ: Galsama.
SOM: Kaplama olmayan.
SOM: Kırgızistan’ın para birimi.
SOM: Masif.
SOM: Rıhtımın su üstünde kalan bölümü.
SOM: İçi dolu ve kaplama olmayan.
SOMA: Hint mitolojisinde ayin içkisinin elde edildiği bitkiyi kutsallaştırma.
SOMA: Cinsiyet hücreleri dışındaki diğer tüm vücut hücreleri.
SOMAK: Antepfıstığıgillerden,sıcak bölgelerde yetişen,kabuğu hekimlikte,yaprakları dericilikte kullanılan bir ağaç.
SOMAKİ: Kızıl veya yeşil renkte sert bir mermer.
SOMAKİ: Bir mermer cinsi.
SOMATA: Badem sübyesi.Bademden yapılan şerbet.
SOMATA: Bademden yapılan şerbet.
SOMELİYE: Görevi sadece şarap dağıtmak olan garson.
SOMRUK: Çocuk emziği.
SOMUN: Civata ucuna geçirilen yivli başlık.
SOMUT: Cismani, Konkre, Amigi, Mücessem, Müşahhas.
SOMYA: Yaylı kerevet.
SON: Hitam, Bitim, Encam, Nihayet, Uç, Akıbet, Serencam, Akab.
SONAR: Denizaltında dinleme aygıtı.
SONAR: Denizde batmış olan bir geminin,bir nesnenin yerini ve durumunu ses dalgalarıyla saptayan sistem.
SONAT: Bir veya iki çalgı için yazılmış,üç veya dört bölümden oluşan müzik eseri.
SONAT: Bir yada iki çalgı için yazılmış üç yada dört bölümden oluşan müzik eseri.
SONBAHAR: Güz, Hazan, Payiz.
SONDA: Derinlik ölçme aracı.
SONE: İki dörtlü ve iki üçlüden oluşan,on dört dizeli bir Batı şiir türü.
SONSUZ: Ezel, Ebedi, Namütenahi.
SONURTU: Mantıkta,birbirine bağlı iki önermeden sonraki.
SOP: Ayrı toteme tapan geniş kitle.
SORBİTOL: Yapay bir şeker türü.
SORGUÇ: At kılından yapılı bir süs, Tuğ
SORGUN: Taneleri için yetiştirilen ve dıştan bakıldığında mısırı andıran tarım bitkisi.
SORGUN: Sepetçi söğüdü.
SORMACA: Anket.
SORORAT: Erkeğin karısı öldükten sonra baldızıyla evlenmesi hali.
SORUMSUZ: Layüsel.
SORUŞTURMA: Tahkik.
SORUŞTURMACI: Muhakkik.
SOSİS: Kıyılmış,baharat katılmış etle,tütsüleme ve pişirme gibi işlemlerden sonra yapılan bir tür sucuk.
SOTA: Argoda gizli yer.
SOTE: Küçük parçalar halinde doğranmış et ve sebzelerin kızgın yağda karıştırılarak kısa sürede pişirilmesi.
SOY: Irs, Kan, Köken, Menşe, Nesil, Orijin, Sülâle, Uruk, Kök, Cibil, Silsile.
SOYKA: Ölen kimsenin üzerindeki eşya ya da giysi.
SOYLULUK: Necabet, Vakaar.
SOYMA: Tariye, İra.
SOYMUK: Çam ağacının reçineli kabuğu.
SOYSUZ: Fürumaye, Sütübozuk.
SOYTARI: Yalaka, Kaşmer, Dalkavuk.
SOYUT: Abstre, Mücerret, Nominatif Sanal, Tinsel.
SOYUTLAMA: Abstraksiyon, Tecrid.
SÖBE: Yumurta biçiminde olan,oval,beyzi.
SÖKEL: Sakat,malul.
SÖLPÜK: Gevşemiş, Kendini bırakmış,
SÖMESTİR: Öğretim yılının ikiye ayrılan hizmet dışı her iki bölümü.
SÖMİKOK: Bir tür yakıt.
SÖMÜRGE: Koloni, Müstemleke.
SÖNDÜRME: İtfa.
SÖR: Katoliklerde kendini dine adayan ve manastırda yaşayan kadın.
SÖR: Kendini dine adamış manastır kadını.
SÖVE: Eşik.
SÖVE: Kapı pencere doğramalarının yerleştirildiği kasa.
SÖVEN: Çit yapmakta kullanılan büyük kızak.
SÖVEN: Büyük sopa.
SÖVME: Tan, Şetm.
SÖYLEME: Makal.
SÖYLENMEMİŞ: Meskut.
SÖYLENTİ: Rivayet, Şayia.
SÖYLEŞİ: Diyalog, Mülakat, Sohbet.
SÖYLEV: Nutuk, Diskur.
SÖZ: Lâf, Kal, Kelâm, Lafız, Lakırdı, Be yan, Kil.
SÖZDİZİMİ: Sentaks, Nahv, Nahiv
SÖZLEŞME: Akit, Kesene, Mukavele.
SPARADRAP: Kağıt,kumaş veya plastik madde gibi değişik maddelerden yapılan ve deri üzerine gelecek yüzüne etken madde sıvanmış olan sargı.
SPAZM: Kasların,özellikle diz kaslarının iradesiz kasılması.
SPEKÜLATÖR: Alavereci.
SPEKÜLATÖR: Elindeki malı piyasa değeri arttığında sürmek üzere elinde bekleten kimse.
SPELEOLOJİ: Mağaraları inceleyen bilim dalı.
SPESİFİK: Bir türün,bir olayın karakteristik yönünü veren.
SPESİFİK: Bir türe, bir şeye özgü olan.
SPİRAL: Sarmal, helezoni
SPONTANE: Kendiliğinden olan.
SPOR: Çiçeksiz bitkilerde üreme organı.
SR: Stronsiyum’un simgesi.
SRİLANKA: Eski adı Seylan olan ülke.
SS: Nazi partisinin askeri polis örgütünü simgeleyen harfler.
SS: Nazi polis örgütü
STABİLİZASYON: İstikrar.
STABİLİZE: Kumlu, çakıllı ve killi topraktan karıştırılarak, sıkışma yöntemiyle yapılan karayolu.
STALAKTİK: Sarkıt.
STANDART: Örnek veya temel olarak alınan tek biçim.
STAND-UP: Sözçatar.
STAR: Mesleğinde zirvede olan ses veya sinema sanatçısı
STARKİNG: Kırmızı renkli bir elma cinsi.
STARLİÇE: Cennetkuşu da denilen ve gösterişli çiçekleri olan bir süs bitkisi.
STATİK: Dingin, Devinimsiz, Hareketsiz, Duruk, Asude.
STATOR: Dinamolarda rotoru tutan sabit kısım.
STATÜ: Toplum tüzüğü. Pozisyon
STATÜKO: Yürürlükte bulunan antlaşmalara göre olması gereken veya süregelen durum
STAVANGER: Norveç’te kent.
STAZ: Organizmada oluşan bir sıvının akışının durması.
STEL: Antik çağda daha çok mezar taşı işlevi gören ama adak,anı veya sınır taşı olarak da dikilen taş levha.
STEL: Üzerinde yazıt veya kabartmalar bulunan dikilitaş.
STEN: Dokuz milimetre çapında,İngiliz yapısı,hafif,kullanışı kolay bir tür makineli tüfek.
STENO: Kısa ve yalın işaretlerden oluşan bir yazı yönteminin kısa yazılışı.
STEP: Bozkır.
STEPNE: Motorlu taşıtlarda yedek olarak bulundurulan tekerlek.
STEPS: Basketbolde hatalı yürümeye verilen ad.
STER: Bir metreküp odun ölçü birimi.
STETESKOP: Doktorların kulaklarına takarak insanların iç organlarını dinlemek için kullandıkları tıbbi alet.
STETESKOP: Hasta dinleme aleti.
STİL: Tarz.
STİL: Usul, Tarz, Biçim, Üslup, Biçem.
STİLİST: Giyim eşyası alanında uzmanlaşmış moda desinatörü.
STOMATİT: Ağız yangısı.
STOPAJ: Vergide kaynaktan kesme.
STOR: Ağaç veya kumaştan yapılmış bir kanal içinde hareket ederek açılıp kapanan perde.
STOR: Bir tür perde.
STOR: Bir tür açılır kapanır perde.
STRATEJİ: Önceden belirlenen bir amaca ulaşmak için tutulan yol.
STRATUS: Gri renkli,sise benzeyen fakat yere kadar inmeyen bulut tabakası,katmanbulut.
STRES: Kaygı,üzüntü.
STRİKNİN: Kargabükenden çıkarılan etkili bir zehir.
STRİKNİN: Çok etkili bir tür zehir.
STRİPTİZ: Genellikle gece kulüplerinde,pavyonlarda genç bir kadının müzik eşliğinde dans edip soyunarak yaptığı gösteri.
STRÜKTÜRALİZM: Yapısalcılık.
STRÜKTÜREL: Yapısal.
STÜDYO: Tek odalı daire.
SU: Kenar süsü.Mendil ve peçetelerde kenara yapılan işleme.
SU: Ab, Ma / Kenar süsü
SUAL: Öksürük.
SUARE: GECE GÖSTERİMİ
SUBA: Hindistan’da Ekber döneminde büyük eyaletlere verilen ad.
SUBAŞI: Çiftlik kâhyası.
SUÇ: Töhmet, İsm, Cürm.
SUÇLAMA: İtham.
SUÇLU: Mücrim.
SUÇLULUK: Töhmet.
SUÇÜSTÜ: Cürmümeşhut.
SUDA: Baş ağnsı.
SUDAK: Eti beyaz ve lezzetli bir balık.
SUDAK: Levrekgillerden bir balık.
SUDUR: Meydana çıkma.
SUĞRA: Çok küçük, Daha küçük.
SUHUNET: Isı derecesi,sıcaklık.
SUK: Arabistan’da çeşitli yerlerde kurulan pazarlar.
SUK: Çarşı.
SUKUT: Düşme.
SULA: Başın kılsız yeri.
SULAWESİ: Cava ve Bali gibi,Endonezya adalarından biri.(Eski adı Selebes).
SULB: Belkemiği.
SULTANLAR: Selatin.
SUMO: Japonlara özgü bir güreş türü.
SUMUHALLEBİSİ: Nişasta,süt ve su karışımının önce pişirilmesi,buz dolabında katılaşmasından sonra ceviz büyüklüğünde kesilip şeker ve gül suyu içinde üzerine fıstık serpilerek sunulan bir tatlı türü.
SUNA: Erkek ördek.
SUNA: Erkek ördek.
SUNAK: Dini tören masası.
SUNAK: Tören yapılan taş masa.
SUNAK: Altar.
SUNDURMA: Evlerin önündeki taşlık. Üstü kapalı balkon
SUNDURMA: Ticari malların geçici olarak konulduğu yer.
SUNMA: Arz, Sunu, Takdim, Lanse.
SUNTA: Doğramacılıkta kereste olarak kullanılan,sıkıştırılmış talaş ve yongadan yapılan tahta.
SUNTALAM: Formika görünümlü sunta .
SUNU: Arz, Lanse, Takdim.
SUPARA: Osmanlı imparatorluğunda okul kitaplarının genel adı.
SUPARA: Osmanlı İmparatorluğunda okul kitaplarının genel adı.
SUR: Kıyamet günü İsrafil’in öttüreceği borunun adı.
SUR: Kale duvarı.
SURA: Koyun veya kuzu kaburgası içine pirinç doldurularak yapılan bir yemek.
SURATSIZ: Turş.
SUREZENESİ: Su baldıranı da denilen bir bitki.
SURNAME: Divan edebiyatında şehzadelerin sünnet düğünleriyle hanım sultanların doğum ve evlenme törenlerini anlatan yapıtlara verilen ad.
SUSAK: Su kabağından yada ağaçtan oyulmuş maşrapa.
SUSAMIŞ: Nai.
SUSTURMA: İskat, İlzam.
SUSUMYAĞI: Şırlağan.
SUSUZLUK: Atş.
SUTERAZİSİ: Çeşitli yüzeyleri istenilen konuma getirmek için kullanılan ölçü aleti.
SUTU: Havada yayılma.
SUUD: Mübarek sayılan.
SUZAN: Yakıcı.
SÜ: Asker.
SÜ: Asker.
SÜBHA: Doksan dokuz taneli teşbih.
SÜBJEKTİF: Öznel.
SÜBVANSİYONEL: Yardımsal.
SÜDREME: Sarhoş'un konuşurken sözüne verdiği şive.
SÜET: Tüylü kundura derisi.
SÜHEYL: Güney yarımkürede bulunan parlak yıldız,Yıldırak.
SÜJE: Gramerde özne.
SÜKRE: Ekvator para birimi.
SÜLÜK: Bir yola girme./ Alek.
SÜLÜS: Üç'te bir.
SÜMBÜLTEBER: Zambakgillerden,beyaz renkli ve güzel kokulu bir çiçek.
SÜMEK: Eğrilmeye hazır yün. / Temizlenip taranmış yün.
SÜMEN: Üzerinde yazı yazmaya,arasında evrak saklamaya yarayan deri kaplı altlık.
SÜMSÜK: Miskin,aptal,mıymıntı.
SÜNE: Yumurtalarını ekin yapraklarına bırakan zararlı bir böcek.
SÜNEPE: Kılıksız.
SÜNGERTAŞI: Ponza.
SÜNK: Açık, Geniş yol.
SÜNNET: Hitan.
SÜNNETGÖLÜ: Bolu’nun Göynük ilçesinde,doğal güzelliğiyle tanınmış bir göl.
SÜPÜRGE: Canı, Carub, Mıknese.
SÜPÜRME: Rub.
SÜRA: İlk kez Hindistan’da dokunan,yumuşak ve hafif bir çeşit ipekli kumaş.
SÜRA: Yumuşak ve hafif bir ipekli kumaş.
SÜRAT: Hız, İvinti, Tezcan.
SÜRATLİ: Tazlı, Seri, Hızlı.
SÜRE: Miat, Mehil, Vade, Önel.
SÜREÇ: Vetire, Proses, Vade.
SÜREKLİ: Sivirya.
SÜRGÜN: Linet.
SÜRH: Bir tür mürekkep.
SÜRMENAJ: Sürekli çalışmadan oluşan hastalığa yakın yorgunluk.
SÜRRE: Para kesesi.
SÜRREALAYI: Mekke ve Medine’de oturan ileri gelenlere dağıtılmak üzere törenle gönderilen parayı taşıyan topluluk.
SÜS: Bezek, Ziynet, Cıcık, Zib, Ziver.
SÜSLEME: Tezyin.
SÜSLENMİŞ: Araste.
SÜSLÜ: Balki.
SÜST: Zayıf, Gevşek.
SÜT: Erkek balığın tohumu.
SÜT: Şir, Leben.
SÜTLABİ: Yurdumuzun sulak alanlarında kışlayan,küçük bedenli bir ördek cinsi.
SÜTÜVEN: Balıkesir’de doğal güzelliğiyle ünlü bir şelale.
SÜUL: Etbeni.
SÜVETER: Genellikle altına gömlek veya bluz giyilen örgü kazak.
SÜZEN: İğne.
SÜZENİ: Kasnağa gerilmiş kumaşa iğne veya tığla yapılan bir tür nakış.
SÜZÜM: İğneye geçirilen bir sap iplik. Suyum.
SWAP: Bankalar arasında çeşitli paralar için ön mutabakat ve emaneten satışla sağlanan takas işlemi.
SYR: Suriye’nin plakası.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.