12 Ağustos 2012 Pazar

Bulmaca Sözlüğü -S-

S: Kükürt elementinin simgesi.
SA: Nazi hücum kıtası.

SA:  İslâm ülkelerinde kullanılan tahıl ölçüsü./  Nazi hücum kıtası
SAADET:  Mut, Ongunluk, Ket.
SABA: Gün doğusundan esen hafif ve tatlı rüzgar.
SABIR:  Çidam, Tahammül, Dayanç.
SABİ:  Yedinci./ Yetişkin olmayan çocuk.
SABİTE: Durağan yıldız.
SABO: Genellikle bir çok Avrupa ülkesinde giyilen tahta ayakkabı.
SABO: Tahta ayakkabı. Tek bir tahta parçadan yada tahta parça üzerine tutturulmuş kösele bir üstlükten oluşan ayakkabı.
SABUH:  Sabah vakti içilen şarap.
SABUK: Doğu Karadeniz’in  dağlık kesimlerinde yaşayanların giydiği,bacağı çorap gibi saran bir tür çizme.
SABUNİYE: Bir tür nişasta helvası.
SABURA: Gemi safrası.
SACAYAK: Üç ayaklı çember veya üçgen biçiminde demir destek.
SAÇATURA:  Yaka gizli dikişi.
SAÇI: Düğün armağanı.
SAÇMA:  Absürt.
SAÇMALAMA:  Hezeyan.
SAÇULA: Dökümcülerin kullandığı ağaçtan yapılmış kalıp.
SAÇULA: ökümcülerin kullandığı ağaçtan yapılmış kalıp.
SAÇULA:  Ağaçtan yapılmış döküm kalıbı.
SADAK: Ok torbası,kılıfı.
SADAK:  Ok kutusu, Ok torbası.
SADAKAT:  Bir şeye, bir kimseye içten bağlılık.
SADAKOR: Düz dokunmuş açık saman renginde bir tür ipek kumaş.
SADED:  Asıl konu.
SADEKAR: Eskiden kuyumculara taslak hazırlayan kimselere verilen ad.
SADEKAR: Kuyumculara taslak hazırlayan kimse.
SADEKARİ: Ayrıca   değerli   taşlarla   süslü   olmayan   altın   veya   gümüşten   yapılmış   kuyumculuk  işleri.
SADET: Konuşulan konu.
SADIK:  Bir kimseye içten bağlı kimse.
SADIR: Osmanlı döneminde kazaskerlere verilen san.
SADİST:  Elezer.
SADME:  Çarpışma, Tokuşma.
SADRAZAM: Osmanlı İmparatorluğunda başbakan.
SAFAHAT:  Evreler, Safhalar, Aşamalar.
SAFARİ:  Afrika'da   topluca  yapılan yabani hayvan avı.
SAFER:  Ay takviminin ikinci ayı.
SAFİR: Gök yakut.
SAFİR: Yolcu.
SAFİZM:  Kadınlarda eşcinsellik.
SAGİR:  İşitme özürlü, Asam, Ker.
SAGU: Hint irmiği.
SAGU:  Hint irmiği.
SAĞ:  Yümne.
SAĞAN: Yelyutan’da denilen bir kuş.
SAĞDUYU:  Aklıselim.
SAĞGÖRÜ: Basiret.Gerçekleri yanılmadan görebilme yeteneği.
SAĞGÖRÜ:  Basiret, Anlayış.
SAĞI:  Kuş gübresi.
SAĞIN:  Doğruluğu kural dışı olmayan.
SAĞLAM:  Bek, Pek, Muhkem, Rasih, Kavi, Kunt.
SAĞLAMA:  Temin, Tedarik.
SAĞU: Ölene yakılan ağıt.
SAĞU:  Ölen kişiye yakılan ağıt.
SAH:  Bir şeyin doğruluğunu göstermek için yapılan işaret.
SAHABE: Sahip çıkanlar,tutanlar. Hz Muhammed’in meclisinde bulunan kimseler.
SAHAF: Kitapçı.
SAHAF:  Genellikle eski kitap ticareti yapan kişi.
SAHALİN: Rusya federasyonuna bağlı,doğu ucunda bir ada.
SAHAN: Derinliği az metal kap.
SAHARA: Artvin ilinde,ulusal park kapsamına alınan ünlü yayla.
SAHAVET:  Cömertlik.
SAHİP:  Is, İye, İyelik, Malik.
SAHKA:  Keskin çığlık.
SAHNİŞİN: Cumba.
SAHTE:  Taklit, Kalp, imitasyon.
SAHTİYAN: Sepilenerek boyanmış ve cilalanmış deri. Özellikle ciltçilikte kullanılan bitkisel sepileme görmüş keçi derisi.
SAHTİYAN: Tabaklanarak boyanmış ve cilalanmış deri.
SAHUR: Ramazan ayında oruç tutanların gün doğmadan önce belirli saatte yedikleri yemek.
SAİ: Çalışan,gayret eden.
SAİ: Eski dilde haberci,ulak.
SAİD: Kutlu.
SAİFFİLMENAM: Eski dilde uyurgezer.
SAİG:  Yutulması kolay olan.
SAİKA: Yıldırım.
SAİL.: Eski dilde dilenci.
SAİM: Oruç tutan,oruçlu.
SAİM:  Oruçlu.
SAİNETE: İspanyol tiyatrosunda güldürücü kısa oyun.
SAİR:  Cehennemin katlarından biri.
SAİRFİLMENAM:  Uyurgezer.
SAK: Uyanık,gözü açık.
SAK:  Gözü açık, Uyanık, Eke.
SAKA:  Baygınlık, Bayılma./ Çeşmelerden evlere su taşımayı iş edinmiş kimse.
SAKAK:  Çene altı.
SAKAMET: Bozukluk ,yanlışlık.
SAKAMET: Bozukluk,yanlışlık,eksiklik.
SAKANGUR: Eski dilde dokumacılıkta,tüle benzer ince ve saydam bir kumaş.
SAKARİN: Genellikle şeker hastalarının kullandığı tatlandırıcı
SAKARİN: Şeker hastalarının şeker yerine kullandığı,maden kömürü katranından elde edilen beyaz bir toz.
SAKARİN:  Şeker hastalarının kullandığı yapay şeker.
SAKAROZ: Şeker kamışı veya şeker pancarından elde edilen bir tür şeker.
SAKAT:  Alil, Sökel.
SAKATLIK:  Sakamet.
SAKE: Japon içkisi.
SAKE: Mayalanmış pirincin süzülüp arındırılmasıyla yapılan alkollü Japon içkisi.
SAKINCA:  Beis, Mahzur.
SAKINMA:  Tehâşi.
SAKIRGA: Kene.
SAKIT:  Düşük, Hükümsüz.
SAKİ: İçki sunanlara verilen ad.
SAKİ:  İçki dağıtan kimse.
SAKİL: Kaba.
SAKİN:  Asude.
SAKİNAME: Divan edebiyatında içkiyi ve içkili toplantıları övmek için yazılan şiir türü.
SAKLI:  Mahfuz.
SAKO: Paltoya benzer bir tür üstlük.
SAKS: Laciverde yakın koyu mavi renk.
SAKSAĞAN: Kargagillerden,karnı beyaz,kanatları ve kuyruğu kül rengi diğer yerleri parlak,kara uzun kuyruklu kuş.
SAKURA: Japon kirazı.
SAKY:  Sulama.
SAL: Tabut.
SAL:  Tabut, Sin.
SALA:  Cenazeye çağrı ezanı.
SALA.: Cenaze namazı kılmak için veya bayram ve Cuma namazına cemaati çağırmak için minarelerde okunan dua,çağrı ezanı.
SALACAK: Teneşir.
SALACAK:  Teneşir, Kerevet, Mezar, Sin.
SALAMANDRA: Bir tür kömür sobası.
SALAMANDRA: Odalar arasında gezdirilebilen bir tür kömür sobası.
SALAMANDRA: Seyyar soba.
SALAMANDRA:  Ev içinde gezdirilebilen bir tür kömür sobası.
SALANGAN: Sağana benzer bir kuş.
SALAPURYA: Yelkenli yük teknesi.
SALAR:  Başkan, Komutan. / Saldırgan.
SALAŞ: Meyve sebze satmak için yapılmış eğreti dükkan.
SALAŞ:  Baraka, Temelsiz yapı.
SALAŞPUR: Seyrek dokunmuş,astarlık ince bez.
SALAT: Namaz.
SALAVAT: Namazlar.
SALDIRAN:  Muhacim.
SALDIRGAN:  Agresif, Mütecaviz
SALDIRMA:  Savlet, Tahamül.
SALDIRMAK:  Hücum, Taarruz
SALE:  Yıllık.
SALGI:  İfraz, Boşalgı.
SALGIN:  İstilâ.
SALİSİLAT: Salisilik asidin tuzu.
SALKIMAK: Pörsümek.
SALPA: Gevşek,iş bilmez,tembel.
SALT: Yalnız,tek,sırf.
SALT:  Yalnız, Tek, Sadece, Münferid.
SALTA: Köpeğin arka ayakları üzerinde ayağa kalkması.
SALTA:  Gergin halatı koyverme işi.
SALTÇILIK:  Absolutizm.
SALTO: Rakibin bedenini kollarıyla birlikte kavrayarak yana yada arkaya savurma,devirerek bastırma biçiminde uygulanan bir güreş oyunu.
SALVO: Genellikle topla yapılan yaylım ateş.
SALVO:  Topla yapılan yaylım ateşi.
SAMA: Mantar enzim karışımı.
SAMAN:  Merek.
SAMANKAPAN: Kehribara verilen ad.
SAMANLIK:  Merek.
SAMANUĞRUSU:  Kehkeşan, Samanyolu.
SAMANYOLU:  Kehkeşan.
SAMİMİ:  Sargın, İçten, Yürekten.
SAMİSEN: Üç telli ve perdesiz Japon lavtası.
SAMMA:  Sağır ve dilsiz.
SAMSA: Baklavaya benzeyen bir tür hamur tatlısı.
SAMURAİ: Japon mitolojisinde savaşçılar sınıfı.
SANAKA:  Boş inanç, Hurafe.
SANAL:  Mevhum, Farazi.
SANATÇI:  Pişekâr, Pişeyer, Pişever.
SANAYİ:  Uran, Endüstri.
SANCAK:  Liva.
SANDALET: Yalnız tabanı bulunan,ayağa kordon ve kayışla bağlanan açık ayakkabı.
SANDERİ:  Sepet örmede kullanılan bir çeşit ince saz.
SANEM: Put,totem,çok güzel kadın.
SANEM:  Çok güzel olan kadın.
SANI:  Zehap, Zan.
SANIK:  Maznun.
SANİ: İkinci.
SANİ: Yaratan.
SANRI:  Birsam.
SANTARA:  Kemerli ve büyük taş köprü.
SANTİMANTAL:  Hassas, İçli, Duygusal
SANTUR: Kanuna benzeyen bir çalgı.
SAPAK:  Anayoldan ayrılan yolun başlangıç noktası.
SAPAKLIK:  Anomali, Kavşak.
SAPAN:  Kazafe.
SAPARNA: Eskiden kökü hekimlikte kullanılmış olan,zambakgillerden bir bitki.
SAPARTA: Bir batarya topun birden ateş etmesi.
SAPARTA:  Alabanda ateşi.
SAPAS:  Halattan yapılmış çember.
SAPINÇ:  Aberasyon.
SAPISİLİK: Kişiliksiz,boş,serseri.
SAPLANTI:  İdefiks, Sabitfikir.
SAPMA:  İnhiraf.
SAR: Eski dilde intikam,öç.
SAR: Eski dilde öç,intikam.
SARA:  Epilepsi, Yilbik, Tutarak.
SARABANDA: Ağır tempolu bir İspanyol dansı.
SARAFAN: Köylü kadınların giydiği kollu veya kolsuz uzun elbise.
SARAFAN: Rus köylü kadınların giydiği uzun elbise.
SARAKA: Argoda alay.
SARAKA:  Alay, Alay etmek.
SARANGİ: Hint müziğine özgü telli bir çalgı.
SARANGİ: Hint müziğine özgü yaylı bir çalgı.
SARARAK:  Leffen.
SARAT: Büyük delikli kalbur.
SARAT:  Büyük delikli kalbur.
SARAYİ: Kaygusuz Abdal’ın kimi şiirlerinde kullandığı mahlası.
SARAZEN:  Ortaçağ'da batılıların müslümanlara verdiği ad.
SARF:  Dilbilgisi.
SARGANA: Uzun ağızlı balık.
SARGI:  Band, Bandaj, Lifafe.
SARHOŞ:  Esrik, Zom, Neşvan, Sekran, Sermest.
SARICA: Halk arasında  yaban arısına  verilen ad.
SARICA: Osmanlılarda eyalet valilerinin buyruğundaki başıbozuk asker
SARIKANAT: Çinakoptan büyükçe lüfer.
SARIKUYRUK: Sıcak ve ılık denizlerin kıyı bölgelerinde yaşayan kemikli bir balık türü.
SARİ: Bulaşıcı,geçici.
SARİ:  Bulaşıcı, İntan
SARİG: Amerika’da yaşayan ve yavrularını sırtında taşıyan keseli sıçan.
SARKMAK:  Ağmak, Bel vermek.
SARKOM: Kötücül bağ dokusu uru.
SARMAL:  Helezoni, Spiral.
SARMAN: Sarı tüylü kedi.
SARMISAK:  Süm, Sum.
SARNIÇ: Su deposu.
SARONG: Endonezya,Malezya gibi ülkelerde  hem erkek,hem kadın tarafından giyilen ve etek biçiminde sarınılan uzun kumaş parçası.
SAROT: Bolu ilinde bir kaplıca.
SARP: Yalman.
SARP:  Dik, Yalman.
SARPA: İzmaritgillerden boyu 35 cm kadar olan bir Akdeniz balığı.
SARPIN: Tahıl kuyusu.
SARPIN:  Tahıl ambarı, Silo.
SARPKİLİT: Uşak halısı ismi.
SART: Batı Anadolu’da  Lidya bölgesinde eskiçağ kenti.
SARÜSOFON: Bakırdan,çift dilli nefesli çalgı.
SASI: Tatsız tuzsuz yiyecekler için kullanılan söz. Çürük yumurta  gibi kokan.
SASI:  Küflü, Çürük, Kokuşmuş.
SAŞİMİ: Suşi gibi çiğ balıkla yapılan bir Japon yemeği.
SATAK: Türlü eşya ve öteberinin satıldığı Pazar yeri.
SATAK:  Çarşı, Pazaryeri, Suk.
SATAVAT: Kahırlar.
SATEN: Atlas.
SATINALMA:  İştira, Mubayaa.
SATİ: Hindistan’da kocasının cesediyle birlikte ateşe atılan ve ermiş sayılan kadın.
SATİR: Yergi,mizah.
SATİRİK: Yergi ile ilgili.
SATLICAN: Zatülcenp.
SATORİ: Zen düşünmenin ereği olan ruhsal uyanış.
SATRAP: Perslerde il yöneticisi,vali.
SATVET: Zorlu ve ezici güç.
SAUNA: Buharlı hamam.
SAV: Eski Türklerde atasözü,tez.
SAV:  Atasözü, Darbımesel, Vecize./ İddia, Tez, Teorem.
SAVA: Eski dilde müjde,müjdeli haber.
SAVA: Müjde.
SAVA:  Küçük örs.
SAVAK: Değirmen suyunu başka yöne akıtmak için yapılan düzen.
SAVAK:  Barajlarda fazla su akıtımındaki düzenek.
SAVAN: Pamuk ipliğinden yapılan kalınca kilim.
SAVAN:  Kalın kilim. / Yaygın.
SAVANA: Ekvator kuşağında geniş çayırlara verilen ad.
SAVANA: Ekvator kuşağındaki geniş çayırlara verilen ad.
SAVAŞ:  Cenk, Cidal, Harp, Muharebe.
SAVAŞTEPE: Yurdumuzda kurulmuş 21 Köy Enstitüsünden biri.
SAVAT: Gümüş üstüne özel bir biçimde kurşunla işlenen kara nakış.
SAVLET: Hamle.
SAVMAN:  Hekim, Otacı, Atasagun, Tabip, Dirger, Ataraç, Otçu.
SAVT: Tasavvuf ve tekke müziğinde bir form.
SAY: Çalışma.
SAYA: Ayakkabının yumuşak olan üst bölümü.
SAYAÇ: Doğalgaz,elektrik gibi şeylerin kullanılan miktarını ölçen alet.
SAYD:  Avlama, Avlanma.
SAYDİYE: Av vergisi,av resmi.
SAYE: Gölge.
SAYEBAN: Gölgelik.
SAYF:  Yaz mevsimi.
SAYGI:  Tazim, İtibar, Hatır.
SAYGINLIK:  İtibar, Fors, Kredi
SAYIM:  Tadat.
SAYISAL: RAKAMİ, SAYILARLA İLGİLİ
SAYKAL:  Maden parlatıcı cila.
SAYLAV: " Cumhuriyet döneminde ""milletvekili""ne karşılık olarak türetilen sözcük."
SAYRI: Hasta.
SAYVAN:  Bir örtü türü.
SAZLIK:  Kilizman, Bişe, Nevzar.
SB: Antimon’un simgesi.
SE: Tavlada üç sayısı.
SEB:  Yedi sayısı.
SEBEB:  Neden, Niçin, Çira, Saik, Güdü.
SEBH:  Yüzme.
SEBİ:  Yedi günde bir gelen.
SEBİKE:  Parça halinde dökülmüş maden.
SEBORE: Derinin yağ bezi ve ter bezi salgılarının anormal artışı.
SEBT:  Cumartesi.
SEBÜK:  Acele, İvedi, Acil.
SECAM:  TV yayın sistemi.
SECİ: Düz yazıda yapılan uyak.
SECİ:  Düz yazıda uyak.
SECİYE: Karakter,huy,yaratılış.
SECİYE: Yaradılış,huy,karakter.
SEÇENEK:  Alternatif, Tercih. .
SEÇKİ:  Antoloji, Güldeste, Cönk.
SEÇKİN:  Elit, Nuhbe, Mutena, Mümtaz.
SEÇMECİLİK:  Elektizm..
SEDAN: Reasürans şirketlerine işveren şirket.
SEDENE:  Kabe'nin kapıcıları.
SEDİ: Gana’nın para birimi.
SEDİ:  Göğüs, Bağır, Sadr, Sine, Döş.
SEDİMANTASYON: Kan çökeltisi.
SEDİR: Dağ servi’si.
SEDİR: Kerevet,divan.
SEDİR: Kozalaklardan,boyu 40 m kadar olabilen ve kerestesi yapı işlerinde kullanılan bir orman ağacı.
SEDYE: Taşınabilir yatak.
SEDYE:  Tezkere.
SEFİH: Zevk ve eğlenceye düşkün,uçarı.
SEFİNE: Eski dilde gemi.
SEFİR: Büyükelçi.
SEFL:  Tortu.
SEG: Eski dilde köpek.
SEĞİRDİM:  Değirmen yolunun eğimi.
SEĞİRTME:  Şitap.
SEHAB: Bulut.
SEHER: Tan ağartısı.
SEHER: Tan.
SEHİV: Sonucu bakımından çok önemli olmayan yanlışlık.
SEHİV: Sonucu bakımından çok önemli olmayan yanlışlık.
SEHİV:  Önemsiz ve ufak hata, Küçük yanlışlık.
SEHVEN:  Üzerinde durulmayacak, önemsiz bir hatayı yapma.
SEJM: Polonya’da millet meclisine verilen ad.
SEKANS: Filmin kurgusu açısından bir bütün oluşturan plan dizisi.
SEKENE: Ahali,sakinler.
SEKENE: Sakinler,bir yerde oturanlar.
SEKENE:  Aynı yerde oturanlar.
SEKİ: Doğal set.
SEKİ: Evlerin önüne oturmak için taş ve çamurdan yapılan set.
SEKİ:  Direk tabanı.
SEKİL:  Bektaşilerin boyunlarına taktıkları bir taş.
SEKLEM:  Bir tür yün çuval.
SEKMEN: Arkalıksız iskemle. 
SEKMEN:  Basamak.
SEKOYA: Bir orman ağacı.
SEKOYA: Kaliforniya’da yetişen büyük bir orman ağacı.
SEKR: Sarhoşluk.
SEKT:  Susma.
SEKTER:  Başkalarına karşı katı ve hoşgörüsüz kimse.
SEKÜLARİZM: Laiklik,laik olma durumu.
SEL:  Seylab
SELA:  Baştaki yarık.
SELAM: Esenlik dilemek.
SELATİN: İzmir-Aydın karayolunda Türkiye’nin en uzun tüneli.
SELATİN: Padişahların adına yaptırılan ve birden çok minaresi bulunan büyük camilere verilen ad,Sultanlar.
SELE: Yayvan sepet.
SELE:  Bisiklette oturulan yer./ Yayvan sepet.
SELEF:  Bir görevde kendisinden önce bulunmuş kimse-Öncel.
SELİKA: Güzel söyleme ve yazma yeteneği.
SELİKA:  Güzel yazma ve söyleme yeteneği.
SELİNTİ:  Küçük sel.  
SELİS: Akıcı söz.
SELİS:  Düzgün, Akıcı anlatış.
SELSEBİL:  Cennet'te olduğuna inanılan pınar ya da çeşme.
SELVA: Amerika’da Amazon,Afrika’da Nijer ırmakları gibi Ekvator bölgesindeki büyük suların geçtiği havzalarda bulunan geniş ve balta girmemiş ormanlara verilen ad.
SELVA:  Balta girmemiş orman.
SEMA: Mevlevi dervişlerinin ney,nısfiye gibi çalgılar eşliğinde,kollarını iki yana açıp dönerek yaptıkları ayin.
SEMAFOR: Demiryollarında gündüz mekanik olarak bir kolla gece kırmızı ışıkla işaret veren alet.
SEMAFOR: İki gemi veya gemi ile kıyı arasında haberleşmede kullanılan üç kollu işaret sütunu.
SEMAH: Müzik eşliğinde ve kadın erkek birlikte gerçekleştirilen,temelinde dinsel duyguların egemen olduğu coşkulu oyunlara Alevilerce verilen ad.
SEMAİ: Klasik Türk müziğinde iki basit usulden biri.
SEMAN: Diş köklerini kaplayan sert madde.
SEMAN:  Diş köklerini kaplayan sert madde.
SEMANTİK: Anlambilim.
SEMATOR: Taşıtlara yolun açık veya kapalı olduğunu göstermek üzere renkli levhalar  ya da  ışıklarla işaret veren dikme.
SEME: Mankafa , sersem.
SEMEN: Şişman,semiz.
SEMER: Eşek binmeliği.
SEMERE:  İstenilen sonuç, Randıman.
SEMHA:  Aşın cömert.
SEMİ: İşiten.
SEMİM:  İyi kokan.
SEMİNER: Bir konu ile ilgili bilgi vermek ve bu bilgiler üzerinde tartışmak amacıyla birkaç yetkilinin yönetimi altında düzenlenen toplantı.
SEMİR: Arkadaş,geceleri konuşulup dertleşilen dost.
SEMİR:  Dost, Arkadaş.
SEMİRAMİS: Dünyanın  yedi  harikasından  biri  olan  Babil  asma  bahçelerini  yaptıran  efsanevi  Asur kraliçesi.
SEMİYOLOJİ: Gösterge bilimi.
SEMİYOLOJİ: Göstergebilim.
SEMİZLİK:  Semen, Tav.
SEMPOZYUM: Belli bir konuda düzenlenen oturum veya seminer,bilgi şöleni.
SEMPOZYUM:  Belli bir konuda düzenlenmiş seminer.
SEMPTOM: Belirti.
SENA: Övme.
SENA:  Övme, Övgü, Metih, Sitayiş, Naat.
SENAİ:  Kulaktan dolma öğrenilen sözcük.
SENDİK:  Bir kuruluşun alacaklılar grubunun haklarını koruyan görevli.
SENDROM: Belirtiler.
SENEK: Ağaçtan yapılmış testi.
SENEK: Çam ağacından yapılmış su testisi.
SENEK:  Ağaçtan yapılmış testi.
SENG: Taş.
SENG:  Taş.
SENGESER: Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya özgü,tavuk eti,sarımsak ve ekmekle yapılan bir çeşit pilav.
SENİR: İki dağ arasındaki sırt.
SENİT: Hamur tahtası.
SENİT:  Hamur tahtası, Binit.
SENKRON:  Eşzamanlı, Zamandaş.
SENKRONİK: Eş zamanlı.
SENOZOİK: Jeolojide üçüncü çağ.
SENSEN:  Ağızdaki kokuları gidermekte kullanılan baharlı madde.
SENTAKS:  Cümle bilgisi, Nahiv.
SENTEZ:  Bireşim.
SEPE: Doğu Anadolu’ya özgü bir halk oyunu.
SEPE: Doğu Anadolu’ya özgü,halay türü bir halk oyunu.
SEPEK: Değirmen taşının ekseni.
SEPEK:  Değirmen taşının ekseni.
SEPETKULPU: Yapılarda yayvan kemer.
SEPTİK: Kuşkucu,şüpheci.
SEPTİSEMİ: Kanda hastalık yapan bir bakteri bulunmasından ileri gelen her türlü hastalık.
SEPTİZM:  Şüphecilik.
SEPYA: Mürekkep balığından elde edilen koyu siyah boyaya ve bu boya ile yapılan resimlere verilen ad./ Mürekkep balığı.
SER:  Baş, Kafa, Kelle.
SERA: Trabzon’un Akçaabat ilçesinde bir göl.
SERAİR: Sırlar.
SERAK: Dik yerlerden inen buzullarda,derin yarılmalar nedeniyle buz parçalarının koparak aşağıya düşmesi.
SERAK:  Buzuldan kopmuş buz parçası.
SERAMİK: Yüksek ısıda pişirilmiş topraktan yapılan vazo,çanak,çömlek gibi nesne.
SERAP:  Ilgım, Pusarık.Yalgın.
SERAPA: Baştan ayağa./Baştanbaşa.
SERAPA:  Baştanbaşa, Tamamen, Sırf, Sadece, Silme, Sili.
SERAPİS: Efes’te bir tapınak.
SERATİN:  Büyük meyhane.
SERBAZ: Cesur,korkusuz.
SERBEST:  Azade, Bağımsız, Erkin. Muhtar.
SERDAR: Osmanlılarda başkomutan.
SERDAR:  Noyan, Başkomutan, Mir.
SERDENGEÇTİ: Fedai.
SERE: Açık duran baş parmağın ucundan işaret parmağının ucuna kadar olan uzaklık.
SERE:  Açık duran başparmakla işaret parmağı arasındaki mesafe.
SEREKLİK:  Nedret.
SEREMONİ: Genellikle resmi yerlerde,resmi işlerde uyulması gereken kural,yol ve yöntemlerin tümü.
SEREMONİ: Tören,merasim. Genellikle resmi yerlerde,resmi işlerde uyulması gereken kural,yol ve yöntemlerin tümü.
SEREN: Konut kapılarında menteşe ve kilidin takıldığı düşey konumdaki kalın parça.
SEREN: Yelkenli  gemilerde  yelken  açmak  için  kullanılan, yatay  bağlanmış, uçları  ince  göndere verilen ad.
SERENAT:  Pencere altında sevgiliye  söylenen şarkılı sözler.
SERENCAM:  Başa gelen. / Bir işin sonu.
SERETAN: Eski dilde Yengeç Burcu.
SERETAN: Yengeç.
SERF: Derebeylikte toprakla beraber satılan köle.
SERF:  Derebeylik düzeninde toprakla birlikte alınıp satılan köle.
SERGEN: Raf.
SERGERDE: Ele başı.
SERGİ:  Meşher.
SERHAS:  Eğreltiotu.
SERHAT: Sınır boyu. 
SERHAT:  Sınır boyu.
SERİNOFİL: Kanarya sevenler derneği.
SERİYAL:  Bölüntülü film.
SERME:  Bir ekmek cinsi.
SERPANTİN: Bir tür süs kağıdı.
SERPUŞ: Başlık.
SERSEM:  Seme, Ahmak, Budala, Puside, Ebleh.
SERT:  Şedid, Dürüst.
SERTİZ:  Keskin, Ucu sivri.
SERVAL: Afrika’ya özgü bir tür yaban kedisi.
SERVERİ:  Başkanlık, Ululuk.
SERVET:  Öfke, Kızgınlık.
SERZENİŞ:  Başa kakma, Sitem.
SES:  Selen, Ün, Seda, Cav, Name, Neva, Çın.
SESAM: Sinema Eserleri Sahipleri Meslek Birliği’nin kısa yazılışı.
SESELİM: Rezonans.
SET: Üzerinde film çevrilen stüdyo düzlüğü.
SETA: Yosun sapçığı.
SETER: Uzun tüylü İngiliz köpeği.
SETH: Mısır tanrısı.
SETİR:  Örtme, Gizleme.
SETR: Eski dilde örtme,gizleme.
SETR: Gizleme,örtme.
SETR: Örtme,kapatma.
SETR:  Gizleme, Örtme, Setir.
SETRE: Düz yakalı,önü ilikli bir tür ceket
SETRE: Eskiden giyilen düz yakalı,önü ilikli bir tür ceket.
SETTAR: Örten,bağışlayan.
SETULA: Kaktüslerde bulunan dikenli iğne.
SEVAP:  Ecir, Hayır, Kayra.
SEVB:  Elbise.
SEVGİ:  Ved.
SEVGİLİ:  Maşuk, Dilara.
SEVİ: Aşk.
SEVİMLİ:  Melih.
SEVİMLİLİK:  Halavet.
SEVİMSİZ:  Kakavan, Gudubet.
SEVİNÇ:  Şetaret, Yahey, Sürür, Meserret.
SEVİNÇLİ:  Şad, Şadan, Şadnak, Ferhan.
SEVİYE:  Had, Düzey, Kerte, Derece.
SEYELAN:  Akı, Akıntı, Seylap, Lığ. Alüvyon, Akma.
SEYF:  Kılıç.
SEYİS: Ata bakan,tımar eden kimse,at bakıcısı.
SEYİS:  Simen.
SEYİT:  İleri gelen kişi.
SEYLANTAŞI:  Almandin.
SEYRETME:  Temaşa.
SEYRÜSEFER: Trafik.
SEYYAL:  Akan, Akıcı.
SEZGİ:  Feraset.
SEZÜ: Mantar meşesi.Mantar katmanı çok gelişen bir tür meşe.
SF: Finlandiya’nın plaka işareti.
SFENKS: Eski Mısır ve Yunan kültürlerinde önemli bir yeri olan insan başlı aslan gövdeli mitolojik yaratık.
SFENKS: Mısır’da eski Mısırlılar çağından kalma kadın başlı aslan vücutlu heykel.
SFİGMOGRAF: Nabız atışlarını kaydeden alet.
SHAKER: Soğutulmuş olarak sunulmak üzere içinde buzla kokteyl malzemelerin çalkalandığı çift çeperli kapalı maşrapa.
SIBT:  Torun.
SICAKNAL: Cemal Süreya’nın şiir kitabı.
SIĞA: Elektriksel kapasite.
SIĞA:  Elektriksel kapasite.
SIĞINAK:  Melce, Barınak.
SIĞINMA:  Penah, Dehalet.
SIHHİ:  Hijyenik.
SIKICI:  MÜZİÇ.
SIKINTI:  Bun, Zor, Tab, Gaile, Mihnet.
SIKMAÇ: Cendere.
SILA: Memleket.
SIMAK:  Bozmak, Kırmak.
SIMT:  Dizi.
SINIR:  Hudut, Serhad.
SIPA: Eşek yavrusu.
SIR:  Giz, Raz.
SIRA:  Saf, Dizi.
SIRACA: Deri tüberkülozu.
SIRALAÇ: Klasör.
SIRALAÇ:  Klasör.
SIRÇA:  Cam.
SIRIM: Bazı işlerde sicim yerine kullanılan,ince ve uzun,esnek deri parçası.
SIRIM:  İp yerine kullanılan ince, uzun deri parçası.
SIRMA: İşlemede kullanılan altın suyuna batırılmış ince gümüş tel.
SIRTIKARA: Lüferin bir türü.
SIVAĞ:  İlacın alınmasını sağlamak için içine katılan nötr madde.
SIYGA: Eski dilde kip.
SIYRINTI:  Tabakta kalan yemek artığı.
SIZGIT:  Kıyma.
SİB: Eski dilde elma
SİB:  Elma.
SİBAK:  Bir şeyin geçmişi.
SİBERNETİK: Canlılarda ve makinelerde kontrol,iletişim ve işleyişi inceleyen bilim.
SİCİM:  Kınnap.
SİFİLİS: Frengi.
SİFR:  Yazılmış şey, Kitap cildi.
SİFTAH: Satışa başlamak.
SİGAR: Yaprak sigara.
SİGAR:  Yaprak sigara.
SİĞİR:  Taşsız yüzük.
SİH: Demir şiş.
SİH: Kebaplık demir şiş.
SİH:  Demir şiş.
SİKALAR: Açık tohumlardan parklarda süs bitkisi olarak yetiştirilen,yurdu Güney Asya olan,palmiyeye benzer ağaç. 
SİKATİF: Çabuk kurumasını sağlamak için boyaya az miktarda katılan madde.
SİKATİF:  Çabuk kuruması için boyaya katılan bir madde.
SİKKE: Madeni para.
SİKLAMAT:  Yapay bir şeker cinsi.
SİKLAMEN: Kırmızıya çalan eflatun renk.
SİL:  Barışıklık.
SİLA:  Bedendeki ur.
SİLAH:  Cebe, Pusat, Savut, Zırh.
SİLİ: Gine’nin para birimi.
SİLİ: Namuslu,iffetli. Temiz.
SİLİ: Temiz,namuslu.
SİLİ: Yünden dokunmuş yaygı,kilim.
SİLİ:  Bir tür kilim./Saf, Temiz, Afif.
SİLİNDİR:  Üstüvane.
SİLO:  Hububat ambarı, Sargın, Sarpın.
SİMA:  Çalgılı tören./ Yüz, Ru, Beniz, İnsap, Çehre, Surat, Tip.
SİMENA: Antalya ilinde antik bir kent.
SİMENLİK: Yeşilırmak    deltasının   kuzeydoğu   kesiminde,  yüzlerce   kuş   türünü   barındıran   küçük  göl. 
SİMETRİK:  Mütenazır, Bakışımlı.
SİMGE:  Rumuz, Timsal.
SİMHAK:  Kemikleri örten ince deri.
SİMSAR: Komisyoncu.
SİMSAR:  Komisyoncu, Alım-satım uzmanı.
SİMURG: Efsanevi bir kuş.
SİMÜLTANE: Anında çeviri.
SİMÜLTANE:  Aynı zamanda olan, Birlikte yapılan.
SİMYA:  Alşimi.
SİN: Mezar.
SİNAGOG: Yahudi tapınağı.
SİNAMEKİ: Baklagillerden,sıcak bölgelerde yetişen,bir çok türü bulunan bir bitki.
SİNAMEKİ: Mızmız,sevimsiz.
SİNAMEKİ:  Mızmız ve sevimsiz kimse.
SİNARA: Büyük zoka.
SİNARA:  Büyük zoka.
SİNARİT: Akdeniz’de yaşayan,pullu,eti beğenilen bir balık.
SİNE:  Uyuklama.
SİNEMATEK: Sinema filmlerinin kültür,eğitim amacıyla korunduğu,saklandığı yer.
SİNERAMA: Üç boyutlu sinema tekniği.
SİNERJİ: Bir görevin yerine getirilmesinde iş ortaklığı.
SİNGLE: Tekli.
SİNİ: Metal büyük tepsi.
SİNOFOBİ: Köpekten aşırı korkmak.
SİNONİM: Eş anlamlı.
SİNONİM:  Eşanlamlı, Müteradif, Anlamdaş.
SİNSİ:  Yab.
SİNSİN: Geceleyin, ateş  çevresinde  genç  erkeklerin  davul, zurna  eşliğinde  oynadıkları  bir  halk oyunu.
SİNTİNE: Geminin içindeki en alt bölüm.
SİNTZ: Parlak perkal olarak da adlandırılan,çok ince pamuklu bez.
SİPARİŞ:  Ismarlama, Ön istek.
SİPARONER: Maltalıların altı düz,pruva tarafında bir direği olan,küçük teknelerine verilen ad.
SİPENC:  Konaklama yeri.
SİPOLİN: Katmanlarında iç içe daireler bulunan billurlu bir kalker türü.
SİPSİ: Gemici düdüğü.
SİPSİ: Zurnanın dudaklara gelen kamış bölümü.
SİPSİ:  Ağaç dallarından yapılan düdük.
SİRE: Parafinli veya plastikli kumaştan su geçirmez giysi.
SİRER: Deniz kızı.
SİRESATEN: Beyaz iş işlemekte kullanılan beyaz ve parlak iplik.
SİRKAT: Çalma,hırsızlık.
SİRKE: Bit,tahta kurusu gibi böceklerin yumurtası.
SİRKEN: Yabani ıspanak.
SİROKO: Akdeniz yöresinde görülen  çok sıcak rüzgar.
SİRTAKİ: Yunan dansı.
SİRTO: Türk müziğinde bir oyun havası.
SİSAL: Tropikal  bölgelerde   yetişen   ve   yapraklarından  değerli  bir  tekstil  elyafı  elde  edilen  bitki.
SİSMİK:  Depremle ilgili.
SİSMOLOJİ: Deprem bilim.
SİSMOLOJİ: Yer sarsıntılarının oluş kökenini,deprem işleyişini,boyutunu,etkilerini ve alt yapısını  araştıran jeofiziğin bir alt kolu.
SİSTİT: İdrar kesesi iltihabı.
SİSTOL: Kalb  kasının kasılması.
SİT: Devletçe koruma altına alınmış tarihi yer veya bölge.
SİT:  Korunmaya alınmış alan ya da eser. /  Olgunlaşma öncesi ana cinsiyet hücresi.
SİTAR: Kuzey Hindistan’a özgü,lavta ailesinden telli çalgı.
SİTARE: Eski dilde yıldız.
SİTCOM: Tek bir mekanda geçen TV komedi dizilerine verilen ad.
SİTİL: Büyük bakraç.Su kovası.
SİTİL:  Büyük bakraç.
SİTKA: Siyaha boyanmış Sibirya tilkisi kürküne verilen ad.
SİTOLOJİ: Hücrebilim.
SİTTİNSENE: Altmış yıl.
SİTTİNSENE:  Altmış yıl.
SİVA: Gayrı,başka anlamında eski sözcük.
SİYA: Kürekleri tersine kullanarak sandalı geriye yürütme.
SİYAK:  Sözün gelişi.
SİYAKAT:  Çengelli, çarpık, noktasız bir yazı türü.
SİYAM: Tayland’ın eski adı.
SİYER: Hazreti Muhammed’in hayatını anlatan kitap.
SİYEŞ: Halk dilinde dikenlik anlamında kullanılan sözcük.
SİYRET:  Bir kimsenin tabiatı, Huy, Şemail.
SK: Slovakya’nın plaka işareti.
SKA: Altmışlı yılların başlarında doğan bir Jamaika müziği.
SKA: Jamaika’da 1960’lı yıllarda doğan ve daha sonra reggae’ye dönüşen müzik türü.
SKALA: Bir müzik yapıtında kullanılmaya elverişli tüm seslerin oluşturduğu dizi.
SKALA: Genellikle ölçü aygıtlarında gösterge çizelgesi.
SKALA.: Bir bestede kullanılabilecek aynı türden sesler kümesi.
SKALP:  Düşman kafasından bir tutam saçı altındaki deriyle birlikte kesme işi.
SKAVUT: Çok hızlı gidebilen bir tür keşif gemisi.
SKAY: Modacılıkta ve dekorasyonda kullanılan,deri taklidi sentetik malzeme.
SKEÇ: Daha çok radyo ile yayımlanmak için hazırlanmış,genellikle güldürü niteliğinde kısa oyun.
SKEÇ: Diyalog halinde yazılmış,genellikle eğlendirici sahne eseri
SKEÇ: Kısa,güldürücü oyun.
SKEET.: Atıcılık sporunda bir dal.
SKENE: Eski Yunan tiyatrolarında sahneye verilen ad.
SKİ: Kayak.
SKİF: İçine yalnız kürek çekenin girebildiği uzun ve dar yarış kayığı.
SKİNK: Çöl bölgelerinde yaşayan  bir sürüngen türü.
SKİP:  Çıkrık düzeniyle çalışan yük aktarma sistemi.
SKLEROZ: Bir dokunun sertleşmesi.
SKLEROZ: Organ katılaşması.
SKOLASTİK: İnanç ve bilgiyi kiliseyle,özellikle Aristoteles’in bilimsel sistemini uyumlu bir biçimde birleştirmeye çalışan Ortaçağ felsefesi.
SLAV: Rus, Leh, Sırp, Hırvat, Bulgar  ve  Çek  halklarına  dillerindeki  yakınlık  dolayısıyla  verilen ad.
SLAYT:  Dia, Diya.
SLİCE: Tenis ve golfde,topa yanlamasına vurulan darbe.
SLİP: Kredi kartlı alışverişlerde ödemenin daha sonra denetlenmesi için verilen fiş.
SLOGAN:  Kısa ve çarpıcı propaganda sözü.
SM: Samaryumun simgesi.
SMAÇ: Voleybolda yukarıdan aşağıya topu sertçe yere vurmak.
SME: Surinam plakası.
SMOG:  Büyük kentlerin üstünde kümelenen kirli hava.
SMOKİN: Gece ziyafetlerinde,galalarda ve gece eğlencelerinde erkeklerin giydikleri,önü açık,ceketi daha çok atlas yakalı takım elbise.
SMYRNA: İzmir’in eski adı.
SN: Kalayın simgesi.
SNACK: Büyük bölümü hazır olarak buzdolaplarında saklanan,sonradan birleştirilip çabucak hazırlanabilen basit ve standart yiyecek servisinde uzmanlaşmış lokanta.
SNACKBAR: Atıştırmalık.
SNİPE: Bir yarış  yelkenlisi.
SOAP-OPERA: Pembe dizi de denilen,gerçek yaşamdan kopuk TV dizilerine verilen ad.
SOBA:  Isınak.
SODRA: Milas ovasında bir dağ.
SOF: Astarlık bir kumaş türü.
SOF: Bir çeşit sertçe,ince yünlü kumaş.
SOF: Ham ipekten yapılmış astarlık kumaş.
SOFA:  Hanay, Hol.
SOFİSTİKE:  Çok karmaşık şeyler için kullanılan sözcük
SOFİZM: Bilgicilik.
SOFRA:  Miz, Simat.
SOGMATAR: Harran ovasında ünlü bir ören yeri.
SOĞUK:  Berd, Burudet.
SOĞUKSU: Ankara’nın Kızılcahamam ilçesinde ulusal park kapsamına alınan orman alanı.
SOĞURMA:  Emme, Mas.
SOĞUTMA:  Tebrid.
SOHBET:  Hasbihal, Söyleşi.
SOKU: Dibek.
SOKU: Taş dibek.
SOKU:  Taşdibek.
SOKUR:  Bir gözü kör.
SOL:  Yesar.
SOLARYUM: Güneş odası.
SOLDUÇ:  Sağdıç'ın işini paylaşan.
SOLFEJ: Notaları değerlerine göre seslendirmeyi amaçlayan müzik çalışması.
SOLİDARİZM:  Bir kitlenin tüm bireyleri arasında bir dayanışma olması ve bunu toplu halde yaşamayı savunan öğreti
SOLİTER: Tek başına oynanan bir iskambil oyunu.
SOLT: Pokerde rest.
SOLUĞAN:  Nefes güçlüğü çeken kimse.
SOLUNGAÇ:  Galsama.
SOM: Kaplama olmayan.
SOM: Kırgızistan’ın para birimi.
SOM: Masif.
SOM: Rıhtımın su üstünde kalan bölümü.
SOM:  İçi dolu ve kaplama olmayan.
SOMA: Hint mitolojisinde ayin içkisinin elde edildiği bitkiyi kutsallaştırma.
SOMA:  Cinsiyet hücreleri dışındaki diğer tüm vücut hücreleri.
SOMAK: Antepfıstığıgillerden,sıcak bölgelerde yetişen,kabuğu hekimlikte,yaprakları dericilikte kullanılan bir ağaç.
SOMAKİ: Kızıl veya yeşil renkte sert bir mermer.
SOMAKİ:  Bir mermer cinsi.
SOMATA: Badem sübyesi.Bademden yapılan şerbet.
SOMATA:  Bademden yapılan şerbet.
SOMELİYE: Görevi sadece şarap dağıtmak olan garson.
SOMRUK:  Çocuk emziği.
SOMUN:  Civata ucuna geçirilen yivli başlık.
SOMUT:  Cismani, Konkre, Amigi, Mücessem, Müşahhas.
SOMYA: Yaylı kerevet.
SON:  Hitam, Bitim, Encam, Nihayet, Uç, Akıbet, Serencam, Akab.
SONAR: Denizaltında dinleme aygıtı.
SONAR: Denizde batmış olan bir geminin,bir nesnenin yerini ve durumunu ses dalgalarıyla saptayan sistem.
SONAT: Bir veya iki çalgı için yazılmış,üç veya dört bölümden oluşan müzik eseri.
SONAT: Bir yada iki çalgı için yazılmış üç yada dört bölümden oluşan müzik eseri.
SONBAHAR:  Güz, Hazan, Payiz.
SONDA: Derinlik ölçme aracı.
SONE: İki dörtlü ve iki üçlüden oluşan,on dört dizeli bir Batı şiir türü.
SONSUZ:  Ezel, Ebedi, Namütenahi.
SONURTU: Mantıkta,birbirine bağlı iki önermeden sonraki.
SOP:  Ayrı toteme tapan geniş kitle.
SORBİTOL:  Yapay bir şeker türü.
SORGUÇ:  At kılından yapılı bir süs, Tuğ
SORGUN: Taneleri için yetiştirilen ve dıştan bakıldığında mısırı andıran tarım bitkisi.
SORGUN:  Sepetçi söğüdü.
SORMACA: Anket.
SORORAT:  Erkeğin karısı öldükten sonra baldızıyla evlenmesi hali.
SORUMSUZ:  Layüsel.
SORUŞTURMA:  Tahkik.
SORUŞTURMACI:  Muhakkik.
SOSİS: Kıyılmış,baharat katılmış etle,tütsüleme ve pişirme gibi işlemlerden sonra yapılan bir tür sucuk.
SOTA: Argoda gizli yer.
SOTE: Küçük parçalar halinde doğranmış et ve sebzelerin kızgın yağda karıştırılarak kısa sürede pişirilmesi.
SOY:  Irs, Kan, Köken, Menşe, Nesil, Orijin, Sülâle, Uruk, Kök, Cibil, Silsile.
SOYKA:  Ölen kimsenin üzerindeki eşya ya da giysi.
SOYLULUK:  Necabet, Vakaar.
SOYMA:  Tariye, İra.
SOYMUK:  Çam ağacının reçineli kabuğu.
SOYSUZ:  Fürumaye, Sütübozuk.
SOYTARI:  Yalaka, Kaşmer, Dalkavuk.
SOYUT:  Abstre, Mücerret, Nominatif Sanal, Tinsel.
SOYUTLAMA:  Abstraksiyon, Tecrid.
SÖBE: Yumurta biçiminde olan,oval,beyzi.
SÖKEL: Sakat,malul.
SÖLPÜK:  Gevşemiş, Kendini bırakmış,
SÖMESTİR:  Öğretim yılının ikiye ayrılan hizmet dışı her iki bölümü.
SÖMİKOK:  Bir tür yakıt.
SÖMÜRGE:  Koloni, Müstemleke.
SÖNDÜRME:  İtfa.
SÖR: Katoliklerde kendini dine adayan ve manastırda yaşayan kadın.
SÖR:  Kendini dine adamış manastır kadını.
SÖVE: Eşik.
SÖVE:  Kapı pencere doğramalarının yerleştirildiği kasa.
SÖVEN: Çit yapmakta kullanılan büyük kızak.
SÖVEN:  Büyük sopa.
SÖVME:  Tan, Şetm.
SÖYLEME:  Makal.
SÖYLENMEMİŞ:  Meskut.
SÖYLENTİ:  Rivayet, Şayia.
SÖYLEŞİ:  Diyalog, Mülakat, Sohbet.
SÖYLEV:  Nutuk, Diskur.
SÖZ:  Lâf, Kal, Kelâm, Lafız, Lakırdı, Be yan, Kil.
SÖZDİZİMİ:  Sentaks, Nahv, Nahiv
SÖZLEŞME:  Akit, Kesene, Mukavele.
SPARADRAP: Kağıt,kumaş veya plastik madde gibi değişik maddelerden yapılan ve deri üzerine gelecek yüzüne etken madde sıvanmış olan sargı.
SPAZM: Kasların,özellikle diz kaslarının iradesiz kasılması.
SPEKÜLATÖR: Alavereci.
SPEKÜLATÖR:  Elindeki malı piyasa değeri arttığında sürmek üzere elinde bekleten kimse.
SPELEOLOJİ: Mağaraları inceleyen bilim dalı.
SPESİFİK: Bir türün,bir olayın karakteristik yönünü veren.
SPESİFİK:  Bir türe, bir şeye özgü olan.
SPİRAL: Sarmal, helezoni
SPONTANE:  Kendiliğinden olan.
SPOR:  Çiçeksiz bitkilerde üreme organı.
SR: Stronsiyum’un simgesi.
SRİLANKA: Eski adı Seylan olan ülke.
SS: Nazi partisinin askeri polis örgütünü simgeleyen harfler.
SS:  Nazi polis örgütü
STABİLİZASYON: İstikrar.
STABİLİZE:  Kumlu, çakıllı ve killi topraktan karıştırılarak, sıkışma yöntemiyle yapılan karayolu.
STALAKTİK: Sarkıt.
STANDART: Örnek veya temel olarak alınan tek biçim.
STAND-UP: Sözçatar.
STAR: Mesleğinde zirvede olan ses veya sinema sanatçısı
STARKİNG: Kırmızı renkli bir elma cinsi.
STARLİÇE: Cennetkuşu da denilen ve gösterişli çiçekleri olan bir süs bitkisi.
STATİK:  Dingin, Devinimsiz, Hareketsiz, Duruk, Asude.
STATOR:  Dinamolarda rotoru tutan sabit kısım.
STATÜ:  Toplum tüzüğü. Pozisyon
STATÜKO: Yürürlükte bulunan antlaşmalara göre olması gereken veya süregelen durum
STAVANGER: Norveç’te kent.
STAZ: Organizmada oluşan bir sıvının akışının durması.
STEL: Antik çağda daha çok mezar taşı işlevi gören ama adak,anı veya sınır taşı olarak da dikilen taş levha.
STEL: Üzerinde yazıt veya kabartmalar bulunan dikilitaş.
STEN: Dokuz milimetre çapında,İngiliz yapısı,hafif,kullanışı kolay bir tür makineli tüfek.
STENO: Kısa ve yalın işaretlerden oluşan bir yazı yönteminin kısa yazılışı.
STEP:  Bozkır.
STEPNE: Motorlu taşıtlarda yedek olarak bulundurulan tekerlek.
STEPS: Basketbolde hatalı yürümeye verilen ad.
STER: Bir metreküp odun ölçü birimi.
STETESKOP: Doktorların kulaklarına takarak insanların iç organlarını dinlemek için kullandıkları tıbbi alet.
STETESKOP: Hasta dinleme aleti.
STİL: Tarz.
STİL:  Usul, Tarz, Biçim, Üslup, Biçem.
STİLİST: Giyim eşyası alanında uzmanlaşmış moda desinatörü.
STOMATİT: Ağız yangısı.
STOPAJ: Vergide kaynaktan kesme.
STOR: Ağaç veya kumaştan yapılmış bir kanal içinde hareket ederek açılıp kapanan perde.
STOR: Bir tür perde.
STOR:  Bir tür açılır kapanır perde.
STRATEJİ: Önceden belirlenen bir amaca ulaşmak için tutulan yol.
STRATUS: Gri renkli,sise benzeyen fakat yere kadar inmeyen bulut tabakası,katmanbulut.
STRES: Kaygı,üzüntü.
STRİKNİN: Kargabükenden çıkarılan etkili bir zehir.
STRİKNİN:  Çok etkili bir tür zehir.
STRİPTİZ: Genellikle gece kulüplerinde,pavyonlarda genç bir kadının müzik eşliğinde dans edip soyunarak yaptığı gösteri.
STRÜKTÜRALİZM:  Yapısalcılık.
STRÜKTÜREL: Yapısal.
STÜDYO: Tek odalı daire.
SU: Kenar süsü.Mendil ve peçetelerde kenara yapılan işleme.
SU:  Ab, Ma /  Kenar süsü
SUAL:  Öksürük.
SUARE: GECE GÖSTERİMİ
SUBA: Hindistan’da Ekber döneminde büyük eyaletlere verilen ad.
SUBAŞI:  Çiftlik kâhyası.
SUÇ:  Töhmet, İsm, Cürm.
SUÇLAMA:  İtham.
SUÇLU:  Mücrim.
SUÇLULUK:  Töhmet.
SUÇÜSTÜ:  Cürmümeşhut.
SUDA:  Baş ağnsı.
SUDAK: Eti beyaz ve lezzetli bir balık.
SUDAK: Levrekgillerden bir balık.
SUDUR:  Meydana çıkma.
SUĞRA:  Çok küçük, Daha küçük.
SUHUNET: Isı derecesi,sıcaklık.
SUK: Arabistan’da çeşitli yerlerde kurulan pazarlar.
SUK:  Çarşı.
SUKUT: Düşme.
SULA:  Başın kılsız yeri.
SULAWESİ: Cava ve Bali gibi,Endonezya adalarından biri.(Eski adı Selebes).
SULB:  Belkemiği.
SULTANLAR:  Selatin.
SUMO: Japonlara özgü bir güreş türü.
SUMUHALLEBİSİ: Nişasta,süt ve su karışımının önce pişirilmesi,buz dolabında katılaşmasından sonra ceviz büyüklüğünde kesilip şeker ve gül suyu içinde üzerine fıstık serpilerek sunulan bir tatlı türü.
SUNA: Erkek ördek.
SUNA:  Erkek ördek.
SUNAK: Dini tören masası.
SUNAK: Tören yapılan taş masa.
SUNAK:  Altar.
SUNDURMA: Evlerin önündeki taşlık. Üstü kapalı balkon
SUNDURMA: Ticari malların geçici olarak konulduğu yer.
SUNMA:  Arz, Sunu, Takdim, Lanse.
SUNTA: Doğramacılıkta kereste olarak kullanılan,sıkıştırılmış talaş ve yongadan yapılan tahta.
SUNTALAM: Formika görünümlü  sunta .
SUNU:  Arz, Lanse, Takdim.
SUPARA: Osmanlı imparatorluğunda okul kitaplarının genel adı.
SUPARA: Osmanlı İmparatorluğunda okul kitaplarının genel adı.
SUR: Kıyamet günü İsrafil’in öttüreceği borunun adı.
SUR:  Kale duvarı.
SURA: Koyun veya kuzu kaburgası içine pirinç doldurularak yapılan bir yemek.
SURATSIZ:  Turş.
SUREZENESİ: Su baldıranı da denilen bir bitki.
SURNAME: Divan edebiyatında şehzadelerin sünnet düğünleriyle hanım sultanların doğum ve evlenme törenlerini anlatan yapıtlara verilen ad.
SUSAK: Su kabağından yada ağaçtan oyulmuş maşrapa.
SUSAMIŞ:  Nai.
SUSTURMA:  İskat, İlzam.
SUSUMYAĞI:  Şırlağan.
SUSUZLUK:  Atş.
SUTERAZİSİ: Çeşitli yüzeyleri istenilen konuma getirmek için kullanılan ölçü aleti.
SUTU:  Havada yayılma.
SUUD:  Mübarek sayılan.
SUZAN: Yakıcı.
SÜ: Asker.
SÜ: Asker.
SÜBHA:  Doksan dokuz taneli teşbih.
SÜBJEKTİF: Öznel.
SÜBVANSİYONEL:  Yardımsal.
SÜDREME:  Sarhoş'un konuşurken sözüne verdiği şive.
SÜET: Tüylü kundura derisi.
SÜHEYL: Güney yarımkürede bulunan parlak yıldız,Yıldırak.
SÜJE: Gramerde özne.
SÜKRE: Ekvator para birimi.
SÜLÜK:  Bir yola girme./ Alek.
SÜLÜS:  Üç'te bir.
SÜMBÜLTEBER: Zambakgillerden,beyaz renkli ve güzel kokulu bir çiçek.
SÜMEK:  Eğrilmeye hazır yün. / Temizlenip taranmış yün.
SÜMEN: Üzerinde yazı yazmaya,arasında evrak saklamaya yarayan deri kaplı altlık.
SÜMSÜK: Miskin,aptal,mıymıntı.
SÜNE: Yumurtalarını ekin yapraklarına bırakan zararlı bir böcek.
SÜNEPE:  Kılıksız.
SÜNGERTAŞI:  Ponza.
SÜNK:  Açık, Geniş yol.
SÜNNET:  Hitan.
SÜNNETGÖLÜ: Bolu’nun Göynük ilçesinde,doğal güzelliğiyle tanınmış bir göl.
SÜPÜRGE:  Canı, Carub, Mıknese.
SÜPÜRME:  Rub.
SÜRA: İlk kez Hindistan’da dokunan,yumuşak ve hafif bir çeşit ipekli kumaş.
SÜRA: Yumuşak ve hafif bir ipekli kumaş.
SÜRAT:  Hız, İvinti, Tezcan.
SÜRATLİ:  Tazlı, Seri, Hızlı.
SÜRE:  Miat, Mehil, Vade, Önel.
SÜREÇ:  Vetire, Proses, Vade.
SÜREKLİ:  Sivirya.
SÜRGÜN:  Linet.
SÜRH:  Bir tür mürekkep.
SÜRMENAJ:  Sürekli çalışmadan oluşan hastalığa yakın yorgunluk.
SÜRRE:  Para kesesi.
SÜRREALAYI: Mekke ve Medine’de  oturan ileri gelenlere dağıtılmak üzere törenle gönderilen parayı taşıyan topluluk.
SÜS:  Bezek, Ziynet, Cıcık, Zib, Ziver.
SÜSLEME:  Tezyin.
SÜSLENMİŞ:  Araste.
SÜSLÜ:  Balki.
SÜST:  Zayıf, Gevşek.
SÜT: Erkek balığın tohumu.
SÜT:  Şir, Leben.
SÜTLABİ: Yurdumuzun sulak alanlarında kışlayan,küçük bedenli bir ördek cinsi.
SÜTÜVEN: Balıkesir’de doğal güzelliğiyle ünlü bir şelale.
SÜUL: Etbeni.
SÜVETER: Genellikle altına gömlek veya bluz giyilen örgü kazak.
SÜZEN:  İğne.
SÜZENİ: Kasnağa gerilmiş kumaşa iğne veya tığla yapılan bir tür nakış.
SÜZÜM:  İğneye geçirilen bir sap iplik. Suyum.
SWAP: Bankalar arasında çeşitli paralar için ön mutabakat ve emaneten satışla sağlanan takas işlemi.
SYR: Suriye’nin plakası.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.