12 Ağustos 2012 Pazar

Bulmaca Sözlüğü -Ş-

ŞABAŞ: Düğünde oyundan sonra davulcunun topladığı para.

ŞABAŞ:  Düğünde oyundan sonra davulcunun topladığı parsa.
ŞABEZE: Eski dilde hokkabazlık,el çabukluğu.
ŞABEZE:  Hokkabazlık, El çabukluğu.
ŞAD: Sevinçli.
ŞAD:  Sevinçli, Neşeli, Şadan.
ŞADIRVAN: Camilerde iç avluda yer alan,havuz biçiminde bir haznenin çevresinde bulunan musluklardan oluşan,üstü kapalı yada açık çeşme.
ŞAFUL: Bal konulan ufak tekne.
ŞAFUL:  Ufak bal teknesi.
ŞAHAP:  Akan yıldız.
ŞAHDAMAR:  Şahrek.
ŞAHİKA: Zirve,doruk.
ŞAİBE:  Leke.
ŞAİR:  Ozan, Kafıyeperdaz.
ŞAİRE:  Kadın ozan.
ŞAK: Yarık,çatlak.
ŞAK:  Çatlak, Yarık, Eşik, Fay.
ŞAKA:  Latife, Lag, Baraka, Alay.
ŞAKACI:  Muzip, Nekre, Nüktedan.
ŞAKAYIK: Bir süs bitkisi.
ŞAKİ: Haydut,eşkıya.
ŞAKİK:  İkiye bölünmüş bir şeyin yansı.
ŞAKİRT: Çırak.
ŞAKİRT.: Eski dilde öğrenci.
ŞAKŞAK: Hokkabazların kullandıkları tahta maşa.
ŞAKŞAK: Tahta maşa.
ŞAL: Genellikle Hindistan’da dokunan,özel motifleri olan değerli bir yün kumaş.
ŞALAK: Yetişmemiş karpuz.
ŞALE: İsviçre’ye  özgü  ,ağaç  kütüklerinden  yapılma   uzun   saçaklı   çatısı   olan  dağ  evi .Kır  köşkü.
ŞALE: Villa tipi küçük ev.
ŞALE:  Villa tipi küçük bir ev adı.
ŞALİ: Tiftikten yapılan bir cins ince kumaş.
ŞALLAK:  Giyimine özen göstermeyen kimse.
ŞALÜMO: Klarnetin atası olan eski müzik aleti.
ŞALÜMO:  Soğuk içecekler içmekde kullanılan saman ya da saz çöpü.
ŞAMA: Bal mumuna veya parafine batırılmış fitil.
ŞAMA: Muma batırılmış fitil.
ŞAMA:  Balmumuna batırılmış fitil.
ŞAMAMA: Güzel kokulu bir kavun türü.
ŞAMANDIRA: Denizde yol göstermeye,bir tehlikeyi veya geçiş yolunu haber vermeye yarayan yüzer cisim.
ŞAMANDIRA: Seyir   işaretlerini    taşımaya,   bir    geçidi   bir   tehlikeyi   belirtmeye   yarayan   yüzer   cisim.
ŞAMPİYON:  Böke.
ŞAMUA: Avrupa ve Kafkasya’nın yüksek dağlarında yaşayan bir cins dağ keçisi.
ŞANE: Eski dilde tarak.
ŞANE:  Tarak.
ŞANO: Tiyatroda sahne.
ŞAP: Döşeme sıvası.
ŞAP:  Döşeme sıvası.
ŞAPEL: Hıristiyanlıkta küçük kilise yapısı veya büyük bir kilisenin içinde bir azize adanmış ibadet yeri.
ŞAR: Eski dilde şehir.
ŞAR: Şehir.
ŞARABİ: Şarap rengi.
ŞARAP:  Ab, Bade, Çağır, Mey.
ŞARAPHANE:  Misar.
ŞARAPNEL: Eski   toplarda   kullanılan   mermi   ve   demir   parçalarını   taşıyan   silindir   biçiminde  kap.
ŞARİ:  Kanun koyan.
ŞARKICI:  Hanende, Muganni, Serayende, Muganniye, Solist.
ŞARKİYAT: Oryantalizm.
ŞARLATAN:  Kaltaban.
ŞARPİ: Altı düz,üçgen biçiminde yelkenli iki kişilik tekne.
ŞARPİ: Yarış teknesi.
ŞASE: İçine mendil,gecelik gibi şeylerin konulduğu kumaş bohça.
ŞAST:  Başparmak.
ŞAŞAKALMA:  Tahayyur.
ŞAŞAKALMAK:  Taaccüp.
ŞAŞAKALMIŞ:  Mütehayyir.
ŞAŞIRMA:  Abendan.
ŞAŞKIN:  Hemec.
ŞAŞLIK: Baharatlı sirkeye yatırılmış koyun etinden yapılan şiş.
ŞAT: Büyük ırmak.
ŞAT: Sığ sularda ağır yükleri taşımak için kullanılan altı düz tekne.
ŞATAF:  Eğik kesilmiş kenar, Pah.
ŞATIR: Tören ve alaylarda padişahın,vezirin yanında yürüyen görevliler.
ŞATKA: İstekli.
ŞATO:  Avrupa Ortaçağı'nda derebeyi konağı.
ŞATU: Düz dam,taraça.
ŞAVALAK:  Akılsız, Aptal, Sersem.
ŞAVK: Işık.
ŞAVK:  Işık.
ŞAVUL: Halk dilinde çekül sözcüğünün aldığı biçim.
ŞAYAK: Kaba dokunmuş bir tür kalın yün kumaş
ŞAYESTE:  Yaraşır, Reva, Evlâ.
ŞAYET:  Saci.
ŞAYİ:  Yaygınlaşmış haber.
ŞAZ:  Kural dışı, Ayrık.
ŞEAMET: Uğursuzluk.
ŞEB: Eski dilde gece.
ŞEBBOY: Güzel kokulu,değişik renkli çiçekleri olan bir süs bitkisi.
ŞEBİSTAN:  Yatak odası.
ŞEBİYELDA:  En uzun gece.
ŞEBNEM:  Çiy, Jale.
ŞECERE: Soy ağacı.
ŞED: Ahi kuruluşlarına girenlerin törenle bellerine bağlanan kuşak.
ŞEDDE:  Bir Arap yazısı şekli.
ŞEFAAT:  Bir kimsenin bağışlanması için kendisine yapılan yardım.
ŞEFFAF:  Bir tarafından bakıldığında diğer tarafı görünebilen, Saydam.
ŞEFT:  Suç bağışlanması için araya giren kişi.
ŞEHBENDER: Konsolos .
ŞEHEVİ:  Erotik, Kösnül, Cinsel.
ŞEHİR:  Diyar, İl, Belde, Yöre, Şar.
ŞEHR:  Kameri senenin aylan.
ŞEHREMANETİ: Bu günkü belediyenin Türkiye’de ilk kurulan biçimi.
ŞEHRİR: İran takviminde 6. ay.
ŞEHVAR:  Hükümdara yakışır biçimde.
ŞEK: Şüphe.
ŞEKA:  Bahtı karalık.
ŞEKEL: İsrail’in para birimi.
ŞEKER:  Sükker.
ŞEKERAB:  İki dost arasındaki kırgınlık.
ŞEKİLSİZ:  Amorf, Biçimsiz.
ŞELALE:  Cavlan, Çağlayan.
ŞELEK: Sırtta taşınan yük.
ŞELEK:  Sırtta taşınan yük.
ŞELEL:  Topal, Aksak, Leng, Lenk, Arec. Lenk, Çolpa.
ŞELF: Karaları  çevreleyen  ve  karalardan  sayılan,  200  metre  derinliğe  kadar  olan  sığ  deniz dipleri.
ŞELF:  Geniş ve düz kaya.
ŞELLAK: Gomalak’da denilen ve cilacılıkta kullanılan hayvansal kökenli reçine.
ŞELPE: Bağlamayı mızrap yerine parmaklarla çalmak.
ŞEM: Eski dilde mum,balmumu.
ŞEM: Mum.
ŞEMA: Bir aletin çizimi
ŞEMS:  Güneş, Afitap, Yuh, Mihr, Hurşit.
ŞENDERE:  Kaplamacılıkta kullanılan ince tahta.
ŞENİ: Kötü,çirkin.
ŞENİ:  Utanç verici.
ŞENLENDİRME:  Tenşit.
ŞENLİKLİ:  Tenşit.
ŞEOL:  Ruhların gittiği yer.
ŞER: Kötülük.
ŞERAİT: Koşullar.
ŞERAİT: Şartlar,içinde bulunulan koşullar.
ŞERARE: Ark.Kıvılcım.
ŞEREF:  Boş yere harcama.
ŞEREF:  Onur, Vüceha.
ŞEREFLİ:  Nebin.
ŞEREH:  Açgözlülük.
ŞEREMET: Edepsiz,şamatacı.
ŞERGİL:  Askıntı, Başbelâsı.
ŞERH: Yorumlama.
ŞERH:  Açma, Yayma.
ŞERİR:  Yatacak yer.
ŞERİT:  Bant.
ŞEŞPER:  Dilli topuz.
ŞET: Eski dilde ayrı  durma.Sıkma,sıkarak bağlama.
ŞET: Sıkma,sıkarak bağlama.
ŞET:  Sıkarak bağlama.
ŞETARET: Neşeli olmak.
ŞETARET: Türk  müziğinde  bir  makamı, kendi  perdelerinden  daha  tiz  yada  pes  perdelerde  çalma işi.
ŞETARET:  Neşeli olma hali.
ŞEV: Bayır.
ŞEV: İnişli yer,bayır.
ŞEV:  Bayır, İnişli yer.
ŞEVKETİBOSTAN: Akkız otu,mübarek dikeni gibi adlar da verilen ve çiçekli dalları halk hekimliğinde kullanılan otsu bitki.
ŞEY:  Nesne, Nen.
ŞEYB: Eski dilde ihtiyarlık.
ŞEYB:  İhtiyarlık.
ŞEYDA: Çılgın,divane.
ŞEYTAN:  İblis, Vesves, Belial, Belzebut. Leviathan, Lilit, Satana.
ŞEYTANSOFRASI: Ayvalık ilçesindeki ünlü turistik tepe.
ŞILLIK: Şanlıurfa yöresine özgü,dürüm gibi sarılmış yufka arasına ceviz doldurularak yapılan bir tür hamur tatlısı
ŞINA: At arabalarının tekerleğine geçirilen demir çember.
ŞIPIDIK: Ökçesiz ve arkalıksız terlik veya pabuç.
ŞIRA: Henüz mayalanmamış üzüm suyu.
ŞIRLAĞAN:  Susamyağı.
ŞIVGIN:  Karla karışık ve rüzgârla birlikte yağan yağmur.
ŞİA:  Taraftarlar topluluğu.
ŞİAR: Eski dilde ayırıcı özellik.
ŞİAR:  Belgi, Ayırıcı özellik.
ŞİDDETLİ:  Şedit, Yeğin.
ŞİF: Pamuk kozası.
ŞİF:  Pamuk kozası.
ŞİFLE:  Aşağılık, Alçak.
ŞİKAN: Briçte oyunculardan birinin elinde bir renkten hiç kağıt bulunmaması.
ŞİKAR: Av.
ŞİKAR:  Av.
ŞİKAYET:  Eman, Şekva, Sızıltı, Serzeniş, Yakınma, Sitem.
ŞİKAYETÇİ:  Müşteki.
ŞİKE:  Danışıklı dövüş.
ŞİKOKU: Japonya’yı oluşturan dört adanın en küçüğü.
ŞİLE: Mercan köşk.
ŞİLE:  Mercanköşk.
ŞİLEBEZİ: Gecelik,gömlek,peçete yapımında kullanılan bir tür ince,yıkanabilir pamuklu kumaş.
ŞİLT: Hediye verilen levha.
ŞİLTE: Üstünde oturulan,yatılan,içi yünle,pamukla doldurulmuş döşek.
ŞİMALİŞARKİ: Kuzeydoğu.
ŞİMŞEK: Sağanak sırasında atmosfer elektriğinin boşalmasındaki parlak ışık.
ŞİMŞEK:  Berk, Barika.
ŞİMŞİR: Odunundan tarak,kaşık yapılan çok sert kereste veren bir ağaç.
ŞİNA:  Yüzme.
ŞİNAB:  (ŞİNAH) Suda yüzme.
ŞİNANAY:  İdare lâmbası, İlikmen.
ŞİNEL: Yakası kürklü ve kolsuz kaput.
ŞİNEL: Yakası kürklü ve kolsuz kaput.
ŞİNİK: Tahıl için kullanılan sekiz kiloluk ölçek.
ŞİR: Eski dilde aslan.
ŞİR:  Aslan, Esed.
ŞİRA:  Satın alma.
ŞİRAZE: Ciltcilikte kitap yapraklarını düzgün tutmaya yarayan ince örülmüş şerit.Pehlivan kispetinin paçası.
ŞİRDEN: Geviş getiren hayvanlarda,dört bölümlü midenin dördüncü bölümü.
ŞİRK: Tanrıya eş koşma.
ŞİRPENÇE: Kızılyara adıyla da bilinen bir tür kan çıbanı.
ŞİRVANİ: Osmanlı  mimarlığında  çatı  arasında  veya  dükkanların  üstünde  yer  alan  alçak tavanlı asma kat.
ŞİRZİME: Eski dilde herhangi bir şeyin küçük parçası.
ŞİŞEK: Bir-iki yaşında koyun.
ŞİŞMAN:  Etleç, Obezite, Tumbadız.
ŞİT: Adem ile Havva’nın üçüncü oğlu.
ŞİTA: Kış.
ŞİTA:  Kış mevsimi, Serma.
ŞİVA: Hinduizmin en büyük tanrılarından biri.
ŞİVE: Söyleyiş özelliği.
ŞİVE:  Konuşmada söyleyiş özelliği.
ŞİZOFRENİ: Erken bunama.
ŞLAM:  Yıkanan kömürün artığı.
ŞLEM: Briçte karşı tarafa ancak bir el vererek çıkarılan oyun.
ŞLOKA: Sekizer hecelik dört dizeden oluşan Hint edebiyatına özgü şiir türü.
ŞNİTZEL: Tavuk yada dana etiyle yapılan bir tür yemek.
ŞNORKEL:  Baş sudayken hava almayı sağlayan düzenek.
ŞOEN: Japon tarihinde,özel malikane veya çiftliklere verilen ad.
ŞOGUN: Japon mitolojisinde askeri diktatör.(1192-1867 arasındaki dönem.
ŞOM: Uğursuz.
ŞOP: Büyük bira bardağı.
ŞOSE:  Bir tür kara yolu.
ŞOSET: Kısa çorap.
ŞOSON: Kumaş veya ince deriden,çoğunlukla düz topuklu,ayağı bütünüyle saran ayakkabı.
ŞOT:  Bir cins tuzlu toprak cinsi.
ŞOVENİZM: Aşırı ulusçuluk.
ŞOVENİZM:  Aşın ulusçuluk akımı.
ŞÖLEN:  Toy.
ŞÖVALYE: Atlı savaşçı.
ŞU: Mısır hava tanrısı.
ŞU: Pasta hamuru.
ŞU: Saka Türklerinin ünlü destanı,
ŞU:  Antik bir Japon parası /  Saka Türklerinin ünlü destanı.
ŞUA:  Işın.
ŞUBARA: Eskiden kullanılan tepesi yuvarlak,dilimli çuha başlık.
ŞUBE:  Branş, Bayi, Kol, Dal.
ŞUFA: Bir mülk kaça satın alınmışsa,o mülke o para ile sahip olma,önalım.
ŞUFA: Önalım.
ŞUFA:  Onalım.
ŞUNE:  Ambar.
ŞUR:  Tuzlu.
ŞURA: Danışma kurulu.
ŞURA:  Danışma kurulu.
ŞURUP: Çok kaynatılarak koyulaştırılmış şerbet.
ŞUŞE:  Altın ya da gümüş külçesi.
ŞUUN:  İşler, Olaylar.
ŞUUR:  Bilinç, Es.
ŞÜKUFE: Çiçek.
ŞÜKÜR:  Sipas, Hamd etmek.
ŞÜMUL: Kapsam.
ŞÜPHE:  Şek, Septi, İşkil, Endişe, Kuşku, Reyb.
ŞÜPHECİLİK:  Septizm.
ŞÜPHELENME:  Ribet.
ŞÜPHELİ:  Lebis, Zanlı.
ŞÜREKA: Ortaklar.
ŞÜRU:  Başlama.
ŞÜŞE: Tavan tahtaları arasına konulan ince tahta.
ŞÜTÜR: Eski dilde deve.
ŞÜVAZ:  Dumansız alev.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.