OB: Hint okyanusunda denizaltı dağı.
OBA: En küçük izci kuruluşu.
OBA: Antalya yöresindeki tahtadan yapılmış deniz kıyısı kulübesi. / En küçük izci topluluğu.
OBELİSK: Dikilitaş.
OBELİSK: Dikilitaş, Stel.
OBERJ: Doğal ortamdan faydalanmak veya spor amacıyla yapılmış tesis.
OBEŞE: Kerestesinden yararlanılan bir tropikal bölge ağacı.
OBEŞE: Tropikal bölgelerde yetişen bir ağaç.
OBEZİTE: Aşırı şişmanlık.
OBEZİTE: Aşırı şişmanlık.
OBİ: Asya’da bir ırmak.
OBİ: Kimononun üzerine bağlanan Japon kemeri.
OBJEKTİVİS: Nesnellikle ilgili.
OBLİGASYON: Yükümlülük.
OBLOMOV: Gonçarov’un,uyuşuk ve iradesiz bir toprak sahibinin portresini çizdiği ünlü romanı.
OBRUK: Huni biçiminde çukur yer.İç bükey.
OBRUK: İçine su biriken doğal çukur.
OBRUK: Huni şeklinde çukur yer.
OBSERVATUAR: Gözlemevi.
OBSERVATUAR: Rasathane.
OBUA: Orkestrada yer alan çift kamışlı, tahtadan yapılmış üflemeli çalgı
OBUR: Arık, Ekül, Hıra, Harın.
OBÜS: Yüksek ve alçaktan mermi atabilen top ve havanların bazı özellilerine sahip kısa namlulu top.
OCUMAK: Bir şeyden korkmak,ürkmek,çekinmek.
OCUMAK: Korkmak,ürkmek,çekinmek.
OD: Aşk ateşi.
OD: Ateş./ Bestelenmiş her tür şiire batıda verilen genel ad
ODABAŞI: Yeniçeri kuruluşunda görevi alaylarda selam törenlerini düzenlemek ve yönetmek olan subay.
ODABAŞI: İş hanlarında çalışanların şefi.
ODALIK: Eskiden nikahsız olarak alınan cariyelere verilen ad.
ODEON: Antik Yunan’da,konserler verilen,şiirler okunan,oyunlar oynanan,genellikle dikdörtgen biçiminde,üzeri kapalı yapı.
ODİN: Eski İskandinav mitolojisinde baş tanrı.
ODİTORYUM: Dinlenme salonu.
ODİTORYUM: Konferans,konser veya tiyatro gösterilerinin yapılabileceği gibi düzenlenmiş büyük salon.
ODİTORYUM: Dinlenme salonu
ODUNCU: Hattab.
ODYOVİZÜEL: ses ve görüntünün bir arada olduğu sistemler, Görselişitsel
OFLAS: Mükemmel.
OFLAZ: Güzel,hoş,nefis.
OFLAZ: İyi,güzel,mükemmel.
OFLAZ: Güzel, İyi, Mükemmel.
OFRİS: Çiçekleri sinek örümcek gibi kimi böcekleri andıran otsu bir bitki.
OFTALMOLOG: Göz doktoru
OFTALMOSKOP: Gözün içini aydınlatıp görmek ve gözü muayene etmek için kullanılan aynaya verilen ad.
OGRATEN: Üstü galeta unu veya rendelenmiş peynirle kaplanarak fırına verilen yemekler için kullanılan sözcük.
OĞAN: Eski Türklerde Tanrı.
OĞLAK: Keçi yavrusu
OĞUR: Yapılacak şey için ele geçen uygun zaman, Fırsat, Vesile.
OĞUZ: Temiz kalpli.
OĞUZ: Temiz kalpli kimse.
OHEL: İskambillerle oynanan bir oyun.
OHRANA: Çarlık Rusya’sında gizli ve siyasi polis birliği.
OİL: Fransa’nın kuzey yarısında konuşulan Roman dili lehçeleri.
OKALİPTÜS: Boyu yüz metreyi aşabilen bir ağaç.
OKALİPTÜS: Toprağın suyunu çekerek yerin bataklık duruma gelmesini önleyen bir ağaç.
OKAN: Tropikal Afrika’da yetişen bir ağaç.
OKAN: Anlayışlı, Zeki.
OKAPİ: Kongo’nun yağmur ormanlarında yaşayan memeli bir hayvan. Bir cins antilop.
OKAR: Telli balıkçıl.
OKARİNA: Küre biçimli flüt.
OKARİNA: Yumurta biçimli ve sekiz delikli bir flüt.
OKEANOS: Yunan mitolojisinde düz olduğuna inanılan yer çevresinde akan ırmak.
OKEY: Yüz altı taşla oynanan bir oyun.
OKKA: Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü birimi.
OKLOFOBİ: Kalabalık korkusu.
OKR: Aşı boyası.
OKRA: Bir cins bamya.
OKRA: Kurt yenikleriyle deride oluşan iz.
OKRAMA: Atın kişnemesi.
OKSER: At yarışlarında kullanılan klasik engele verilen ad.
OKSİMORON: Korkunç güzel ,erkek hemşire örneğinde olduğu gibi,birleşemeyecek ters kavramların bir araya getirilmesine verilen ad.
OKŞAMA: Denizli yöresinde kına gecesinde gelin için okunan maniye verilen ad.
OKTANT: Yıldızların yüksekliğini ve açı uzaklığını gözlemeye yarayan alet.
OKTANT: Yıldızların yüksekliğini ve açı uzaklığını gözlemeye yarayan alet.
OKTAV: Sekiz sesten oluşan ses dizisi.
OKUMA: Kıraat.
OKUMAK: Bir yere çağrılmak, Davet edilmek.
OKUME: Afrika’da yetişen ve parlak kerestesi mobilyacılıkta kullanılan bir ağaç.
OKUME: Kerestesi makbul bir Afrika ağacı.
OKUNTU: Çağrı kağıdı.
OKUR: Kari.
OKUTMAN: Üniversite öğretim üyesi yardımcısı, Lektör.
OKUYUCU: Kari.
OKÜLER: Optik aletlerde objektiften aldığı ışınları göze veren mercek sistemi.
OKYILANI: Başı pullu,boyu 2 m kadar olan,zehirli ve tehlikeli bir yılan.
OLAĞAN: SIK SIK OLAGELEN, DOĞAL
OLAMAN: Tuzlanmış ve deri tuluma bastırılmış peynir.
OLANAK: İmkan
OLASI: Muhtemel, Olması kuvvetle tahmin edilen, İhtimali, Mümkün.
OLASILIK: İhtimal, Muhtemel, Mümkünlük.
OLAY: Hadise, Vaka.
OLAYCILIK: Fenomenizm.
OLBA: Mersin’in Silifke ilçesinde antik bir kent.
OLCUM: Hekimlik taslama.
OLÇUM: Hekimlik taslama.
OLÇUM: Kendini becerikli,usta gösteren kimse.
OLGUN: Ergin, Baliğ, Yetik.
OLGUNLAŞMA: Tekemmül.
OLİFANT: Ortaçağda,şövalyelerin savaşta ve avda kullandığı,çoğu zaman zengin oymalarla işlenmiş fildişi boru.
OLİGARŞİ: Siyasal erkin birkaç kişilik bir kümenin elinde bulunduğu yönetim.
OLİNGO: Tropikal Amerika ormanlarında yaşayan bazı etçil küçük memelilerin ortak adı.
OLİVİN: Değerli olan,zebercet adını taşıyan silikat.
OLİVİN.: Sarımsı yeşil renkli cam parıltılı magnezyum ve demirli silikat.
OLU: Felsefede bir durumdan diğerine geçiş.
OLU: Bir durumdan başka bir duruma geçme
OLUS: Kafatasının Capitolium'da bulunduğuna inanılan dev.
OLUŞMA: Teşekkül, Seyruret, Tevekkün, Teşkil.
OLUŞTURMA: Tekvin, Teşkil, Tevlit.
OLUT: Vaka, Olay.
OM: Elektrik direnç birimi.
OM: Kemiklerin toparlak ucu,
OM: Kemiklerin toparlak ucu / Kutsal Hint metinlerinin baş ve sonlarında tekrarlanan mistik hece
OMA: Kalça kemiği,bel kemiği.
OMA: Kalça kemiği. ORE
OMACA: İri kemik.
OMACA: Kesilmiş ağaç kökü.
OMACA: Ağaç kesildikten sonra toprakta kalan kökü./ İri kemik.
OMBRA: Doğramaları kahverengine boyayan toprak boya.
OMBUDSMAN: İsveç’te ortaya çıkan ,daha sonra başka ülkelerde de uygulanan ve yurttaşların idareden olan şikayetlerini inceleyen kamu denetçisi.
OMBUDSMAN: Kamu görevlilerinin işlem ve davranışlarının yasalara uygun olup olmadığını araştırmaya ve uygunluğu sağlayıcı yolları önermeye yetkili denetçi.
OMCA: Bağ kütüğü.
OMÇA: Bağ kütüğü.
OMERTA: Mafyada suskunluk yasası.
OMERTA: Mafya'nın suskunluk yasası.
OMMATİDYUM: Görme gözesi.
OMNİBÜS: Dolmuş yapan büyük at arabası.
ONAÇ: Burdur’da bir baraj.
ONALIM: Şufa.
ONANİZM: Kendi kendini tatmin.
ONAT: Düzgün.
ONAT: Düzenli, Düzgün.
ONDÜLE: Saç kıvrımı, Lüle, Piçan.
ONGUN: Çok verimli,bol,eksiksiz.
ONGUN: Çok verimli.
ONGUN: Arife, Arefe.
ONİKOFAJİ: Tırnak kemirme hastalığı.
ONİKOFAJİ: Tırnak yeme alışkanlığı
ONİKS: Balgam taşı.
ONİKS: Damarlı ve yarı saydam bir taş,balgam taşı.
ONİKS: Kadıköytaşı, Balgamtaşı, Korindon.
ONİROLOJİ: Rüyaları inceleyen bilim dalı.
ONKOLOJİ: Urları inceleyen bilim dalı.
ONOMATOPE: Doğa seslerine benzer seslerle yapılan sözcük ses yansıması,yansıma.
ONOMATOPE: Doğal seslerden elde edilen sözcük.
ONS: İngiltere’de kullanılan bir ağırlık ölçüsü.
ONTOLOJİ: Varlık bilim.
ONUM: Kötü bir durumdan kurtulma, Felah.
ONURSAL: Fahri.
OPAL: İnce,düzgün dokunmuş pamuklu kumaş.
OPAL: Silis grubundan değerli bir mineral.
OPALİN: Kalay oksit katılarak donuklaştırılmış veya kemik tozu katılarak yarı donuk hale getirilmiş cama verilen ad.
OPERA: Sözlerinin bütünü veya çoğu şarkı olarak söylenen müzikli tiyatro eseri.
OPERAKOMİK: Konuşmalı ve şarkılı bölümleri bir arada olan oyun.
OPERATÖR: İşletmen.
OPERET: Eğlenceli,hafif konulu,içinde bestesiz konuşmalar da bulunan sahne yapıtı.
OPERET: Müzikli ve konuşmalı bölümlerin bir arada olduğu hafif konulu sahne gösterisi.
OPOSSUM: Amerika ve Avustralya’da yaşayan,kürkü değerli memeli bir hayvan.
OPS: Roma mitolojisinde bereket ve toprak ürünleri tanrıçası.
OPTİK: Fizik biliminin ışık olaylarını inceleyen kolu.
OPTİMUM: En elverişli,en iyi olan.
OPUS: Müzikte yapıt.
OPYA: Bir tür macun ismi,
OR: Müstahkem mevki.
ORAÇLAMA: Halk dilinde atasözüne verilen ad.
ORAK: Kalıç.
ORAKAYI.: Halk dilinde Temmuz ayı.
ORAKBÖCEĞİ: Ağustos böceği.
ORAMAK: Toprağı kazıp siper yapmak.
ORAMAK: Ölçüp biçmek.
ORAN: Mevki, Kat.
ORANLANAN: Muhammen.
ORANS: Hıristiyan sanatında ellerini kaldırmış dua eder durumda canlandırılmış insan figürüne verilen ad.
ORANSA: Tuna ırmağında kullanılan bir çeşit yolcu gemisi.
ORATORYO: Dinsel yada yarı dinsel bir konu üzerine bestelenen büyük ölçekli müzik yapıtına verilen ad.
ORATORYO: Kutsal nitelikte müzik eseri.
ORDİNARYÜS: Türk Üniversitelerinde en az beş yıl profesörlük yapmış,bilimsel çalışmalarıyla kendini tanıtmış öğretim üyeleri arasından seçilerek bir kürsünün yönetimiyle görevlendirilen kimseye verilen unvan.
ORDİNO: Bir poliçenin arkasına ciro edildiği kişiye ödenmesi için yazılan havale emri.
ORDÖVR: Yemek altı.
ORDUBOZAN: Mızıkçı, Dönek, Kaypak, Oyunbozan
ORESTES: Miken kralı.
OREY: Bir tür kereste.
ORFOZ: Hanigillerden bir balık türü.
ORG: Erganun.
ORGAN: Uzuv, Örgen, Eleman.
ORHANKEMAL: Ahmet Raşit Öğütçü.
ORHANSELİM: Nazım Hikmet’in Akşam gazetesine yazdığı yazılarda kullandığı takma ad .
ORİK: Üç değerli altın.
ORİON: Eski Yunan mitolojisinde,Artemis tarafından öldürülen ve takım yıldıza dönüştürülen,Poseidon’un oğlu olan dev avcı.
ORKİNOS: Ton balığı.
ORKİNOS: Uskumrugillerden bir balık.
ORLON: Yapay dokuma ipliği.
ORMAN: Bişe.
ORNİTOLOJİ: Kuş bilimi.
OROS: Bir tuzla ürününün satıldığı bölgeler.
OROS: Tuzla ürünlerinin satıldığı yer.
ORSA: Geminin rüzgar alan yönü.
ORTAK: Şerik.
ORTAKLIK: Müşareket.
ORTAM: Canlı bir varlığın içinde bulunduğu doğal veya maddi koşulların tümü.
ORTAY: Bir düzlem şeklin aynı yöndeki paralel bütün kirişlerini eşit parçalara bölen çizgi.
ORUK: Dövülmüş et,bulgur ve soğanla yapılan ızgara köfte.
ORUN: Kat,makam.
ORUN: Makam,kat,özel yer.
ORÜR: Altın alaşımı.
ORÜR: Altın alaşımı.
ORYA: İskambil kağıtlarında karoya verilen ad.
ORYA: İskambildeki karo rengine verilen bir başka ad.
ORYANTAL: Doğuya özgü.
OS: Kat kat çakıl ve kumdan oluşmuş yer kıvrımı.
OS: Osmiyumun simgesi.
OS: Kat-kat kum ve çakıldan oluşmuş yer kıvrımı.
OSAKA: Japonya’da bir kent.
OSELO: Amerika’da yaşayan, avlanması ve postlarının satılması yasak olan memeli bir hayvan.
OSİRİS: Mısır mitolojisinde ölülerin koruyucusu olan tanrı.
OSKİ: Argo’da lira anlamında kullanılan sözcük.
OSKİ: Argoda altın lira.
OSMOS: Geçişme.
OSTOTEK: Ölü küllerinin bulunduğu kavanozun konduğu sandık.
OŞİNOGRAFİ: Deniz bilim.
OŞİNOGRAFİ: Okyanus bilimi.
OT: Argo da esrar.
OT: Küçük bitkilere verilen ad.
OT: Kiyah
OTAĞ: Büyük ve süslü çadır.
OTALAMAK: Zehirlemek,ağılamak.
OTANTİK: Gerçek olan,gerçeğe yada aslına dayanan.
OTANTİK: Gerçek, Gerçeğe dayanan, Asıl kaynaktan gelen.
OTARİ: Deniz ayısı da denilen ve soğuk güney denizlerinde yaşayan fok türü.
OTARİ: Soğuk denizlerde yaşayan bir fok türü.
OTARMAK: Hayvanı otlatmak.
OTARMAK: Otlatmak.
OTARŞİ: Bir ülkenin kendi kendine yetmesi düşüncesine yönelik rejim biçimi.
OTÇU: Halk dilinde köylerde hekimlik yapan kimselere verilen ad.
OTÇU: Köylerde hekimlik yapan kimse.
OTİ: Batı Afrika da bir ırmak.
OTİNA: Uzun kavkılı deniz yumuşakçası.
OTİT: Kulak iltihabı.
OTİZM: İçe kapanıklılık.
OTİZM: İçe kapanıklık.
OTLAK: Mera, Örü, Haymana, Çera, Mezraa, Mezrah, Merta, Nergzar, Çeraça, Çerageh, Salmalık.
OTLAKİYE: Osmanlı da devlet malı otlaklardan alınan vergi.
OTOBİYOGRAFİ: Özyaşam öyküsü.
OTOJESTİYON: Özyönetim.
OTOKAR: Toplu geziler için yapılmış büyük otobüs.
OTOKAR: Turist gezileri için düzenlenmiş büyük otobüs.
OTOKO: Japon Tiyatrosu Go’da erkek oyuncunun maskesi.
OTOKOLİMATÖR: Öz denetleyici.
OTOKRASİ: Hükümdarın,bütün siyasal kudreti elinde bulundurduğu yönetim biçimi.
OTOKRAT: " ""Başına buyruk hükümdar"" anlamında sözcük."
OTOLİT: İşitme taşı.
OTOMAN: Bir kanepe türü.
OTOMASYON: Bazı iş kollarında, insanla görülen işlerin azaltılması veya ortadan kaldırılması
OTOMATİKMAN: İnsan müdahalesi olmadan, Kendiliğinden, Otomasyon.tarihinde romantizmden önce gelen ve onu hazırlayan döneme verilen ad.
OTOTROF: Besinini bağımsız olarak sağlayan bitki,kendi belsek.
OTURAK: Arkalıksız küçük iskemle.
OTURAK: Anadolu'da içkili kadınlı eğlence alemi.
OTURUM: Birleşim, Celse.
OVA: Step, Bozlar, Yazı, Deşt, Mela.
OVAL: Beyzi, Söbe, Elips.
OVİT: Rize-Erzurum karayolunda bir dağ ve geçit.
OVMAÇ: Hamuru ovalayarak yapılmış kırıntılarla pişirilen çorba.
OVMAÇ: Taze tarhana.
OVOLİT: İç içe mineral kabuklardan oluşan balık yumurtası biçiminde kalker.
OVOLİT: Bir kalker türü.
OVUŞTURMA: Friksiyon.
OXALAT: Böbreğin oluşturduğu bir taş.
OYA: Dar tentene.
OYA: Dar tentene, İnce dantel.
OYAN: Atın başındaki süsler.
OYLAT: Balıkesir’in İnegöl ilçesi yakınlarındaki ünlü kaplıca.
OYLUK: Ran.
OYLUM: Cirim, Hacim.
OYLUMLAMA: Modelaj.
OYMACI: Hakkak, Hakak.
OYMAK: Aşiret.
OYMAK: Aşiret, Kabile.
OYMAPINAR: Antalya’da Manavgat çayı üzerinde bir baraj ve hidroelektrik santralı.
OYNATAN: Muharrik.
OYULGA: Elle seyrek dikiş.
OYULGU: Düz dikiş (OYULGA da denir).
OYUM: Ağaç veya fidan dikmeye yarayan yer.
OYUM: Ağaç veya fidan dikilmeye ay rılan yer.
OYUNCAK: Baziçe.
OZ: Kimyada basit şekerlere verilen ad.
OZALİT: Özgün çizim,harita,plan gibi şeylerin fotoğraf tekniğiyle çoğaltılması yöntemi.Kalıptan çekilen resim kopyası.
OZOKERİT: Yer mumu.
ÖBÜR: Sair, Diğer, Öteki, Başka.
ÖCEŞ: Bahis, İddia, Rihan.
ÖD: Safra.Karaciğerin salgıladığı acı su.
ÖD: Yanarken güzel koktuğu için tütsü olarak kullanılan bir ağaç.
ÖDAĞACI: Sıcak ülkelerde yetişen,dini törenlerde yakılan ve yanarken güzel koku veren,odunu ve kabuğu hoş kokulu bir ağaç.
ÖDEME: Eda, İta, Tediye.
ÖDENEK: Tahsisat.
ÖDÜL: Taltif, Mükâfat, Armağan.
ÖDÜN: Taviz, İvaz.
ÖDÜNÇ: Karz, Muar, Borç.
ÖDÜNLEME: Taviz, İvaz.
ÖFKE: Gazap, Kakınç, Servet. Kızen
ÖGE: Eleman,unsur.
ÖĞE: Eleman, Unsur, Anasır.
ÖĞLE: Zuhr.
ÖĞRENCİ: Şakirt, Talebe, Tilmiz, Kursiyer.
ÖĞRENME: Ittıla.
ÖĞRETMEN: Muallim.
ÖĞÜR: Yaşça yakın,boydaş,yaşıt.
ÖĞÜR: Yaşıt, Akran, Denk, Hemayar, Tay.
ÖĞÜT: Mevize, Tembih.
ÖKE: Dahi.
ÖKE: Dahi.
ÖKSE: Kuş tutmakta kullanılan,aynı adlı macunla bulanmış değnek.
ÖKÜLTİZM: Doğanın bilgisine büyüsel işlemlerle varılabileceği inancı.
ÖKÜZSOGUĞU: Sitteisevr, Sitteisevir
ÖL: Toprağın nemi.
ÖLÇEK: Mikyas.
ÖLÇER: Ateş karıştıracak demir kol.
ÖLÇÜT: Kriter, Miyar.
ÖLDÜRME: İtap, İtas, Tenlik, İtlaf.
ÖLET: Öldürücü hastalık salgını.
ÖLET: Öldürücü hastalık.
ÖLMEK: Bevar.
ÖLMÜŞ: Mürd.
ÖLÜ: Mevta, Naaş, Ceset.
ÖLÜLER: Mevta.
ÖLÜM: Fevt, Mevt, Merk, Demar, Garam, Rahil, Memat.
ÖLÜMLÜ: Fani.
ÖLÜMSÜZ: Ebedi, Baki, Layemut, Bengi, Cavidan, Daim.
ÖLÜMSÜZLÜK: Beka, Ölmezlik.
ÖNCESİZLİK: Ezel.
ÖNCÜ: Talia, Pîşdar.
ÖNDERİŞTİRME: Bir karışımın içindeki oranı daha çok artırmak için yapılan ilk işlem.
ÖNEL: Vade.
ÖNEL: Bir işin tamamlanması için verilen ek süre, Mehil, Önsüre.
ÖNEM: Ehemmiyet, Umur.
ÖNEMLİ: Mühim, Ehemmiyetli.
ÖNERGE: Takrir.
ÖNERME: Kaziye.
ÖNEZE: Avcıların av beklemek için taş yığınlarından yaptıkları pusu.
ÖNEZE: Avcının av beklediği yer.
ÖNGÖRÜLÜ: Durendiş.
ÖNLÜK: Prostela.
ÖNROMANTİZM: Sanat ve edebiyat
ÖNSEL: Apriori.
ÖNSEZİ: İçe doğma, Hissikablelvuku.
ÖR: Çit,perde.
ÖR: Perde, Çit, Çeper, Revk, Mizar
ÖRCİN: İp merdiveni.
ÖRDEK: Badi.
ÖRDEKBAŞI: Yeşille lacivert arası renk.
ÖRE: Danimarka,İsveç ve Norveç’in küçük para birimi.
ÖREK: Başıboş gezen hayvan sürüsü.
ÖREK: Başıboş hayvan sürüsü./ Yüksek kale duvarı.
ÖREKE: Eğrilmekte olan yün,keten gibi şeylerin tutturulduğu,bir ucu çatal değnek.
ÖREKE: Eğrilen yünün tutturulduğu ucu çatallı değnek.
ÖREN: Antik kalıntı bölgesi.
ÖRF: Gelenek, Teamül, Adet, Töre.
ÖRGE: Motif.
ÖRGENCİLİK: Organizmacılık.
ÖRK: Hayvanları çayıra bağlamaya yarayan kalın ip.Hayvan bağlanan ip.
ÖRME: Örü, Refu.
ÖRNEK: Misal, Emsal, Numune, kip.Kalıp, Eşantiyon, Mostra.
ÖRNEKSEME: Analoji, Kıyas.
ÖRS: Demirci aracı.
ÖRS: Üzerinde maden dövülen,çelik yüzeyli,demir araç.
ÖRTME: Setir.
ÖRTÜ: Dam, Rida, Puş, Gışa, Sütre, Revk, Mizar.
ÖRTÜKENGEBE: Alttaki sağlam kayaç dokanağında, ayrışma ve ufalanma sınırının düzensiz uzanışı.
ÖRTÜLÜ: Puside, Muğlak, Setr.
ÖRTÜNME: Tesettür.
ÖRÜ: Halk dilinde otlak.
ÖRÜ: Otlak.
ÖSTAKİ: Burun boşluğu ile orta kulağı birleştiren boru biçimindeki yola verilen ad.
ÖTANAZİ: Yaşamından umut kesilen,öleceği kesinlikle bilinen bir hastanın acısını bir an önce dindirmek amacıyla ve hastanın isteği üzerine doktorlar tarafından öldürülmesi.
ÖTDEN: Özvarhkla ilgili.
ÖTE: Mavera.
ÖTRE: Bir arap yazı çeşidi.
ÖTÜMLÜLEŞMEK: Ötümsüz bir ünsüz harf söz konusuysa kendisine karşılık düşen ötümlü ünsüze geçmek.
ÖVEÇ: İki veya üç yaşındaki erkek koyun.
ÖVME: Sena, Sitayiş, Met, Medih.
ÖVÜNCELER: Mefahir.
ÖZDEŞ: İdentik.
ÖZDEŞLİK: Ayniyat, Eşitlik.
ÖZDEYİŞ: Vecize, Aforizma.
ÖZDÜZELTİCİ: Bir tür kodlama yöntemi
ÖZE: Has,mahsus.
ÖZE: Has, Özgü, Ait.
ÖZEK: Merkez.
ÖZEK: Merkez.
ÖZEL: Hususi, Mahsus.
ÖZELGE: Bir kimsenin sahip olduğu menkul mal.
ÖZEMEK: Yoğurt,pekmez gibi koyu şeyleri suyla inceltmek,sulandırmak.
ÖZEN: İhtimam, İtina.
ÖZENDİRME: Teşvik.
ÖZENLİ: Düzgün, Onat.
ÖZERK: Otonom, Otonal, Muhtar.
ÖZET: Hülasa, İcmal, Fezleke.
ÖZGÜ: Has, Ait, Öze, Münhasır.
ÖZGÜL: Bir türe ait.
ÖZGÜN: Orijinal. o
ÖZGÜR: Azade, Erkin, Serazat, Saltık.
ÖZİ: Osmanlı Devletinin Karadeniz’in kuzeyinde kalan sınır eyaleti.
ÖZOFAGOSKOPİ: Yemek borusunun içten muayenesi.
ÖZSU: Usare.
ÖZÜR: Mazeret, Bahane.
ÖZVERİ: Fedakârlık, Feragat.
ÖZYÖNETİM: Öğretim kuruluşlarında,öğrencilerin yönetmeliklere ve okul kurallarına göre söz ve karar sahibi olmaları ilkesine dayanan yönetim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.