12 Ağustos 2012 Pazar

Bulmaca Sözlüğü -O-, -Ö-

OB: Hint okyanusunda denizaltı dağı.
OBA: En küçük izci kuruluşu.

OBA:  Antalya yöresindeki tahtadan yapılmış deniz kıyısı kulübesi. / En küçük izci topluluğu.
OBELİSK: Dikilitaş.
OBELİSK:  Dikilitaş, Stel.
OBERJ:  Doğal ortamdan faydalanmak veya spor amacıyla yapılmış tesis.
OBEŞE: Kerestesinden yararlanılan bir tropikal bölge ağacı.
OBEŞE: Tropikal bölgelerde yetişen bir ağaç.
OBEZİTE: Aşırı şişmanlık.
OBEZİTE:  Aşırı şişmanlık.
OBİ: Asya’da bir ırmak.
OBİ: Kimononun üzerine bağlanan Japon kemeri.
OBJEKTİVİS:  Nesnellikle ilgili.
OBLİGASYON:  Yükümlülük.
OBLOMOV: Gonçarov’un,uyuşuk ve iradesiz bir toprak sahibinin portresini çizdiği ünlü romanı.
OBRUK: Huni biçiminde çukur yer.İç bükey.
OBRUK: İçine su biriken doğal çukur.
OBRUK:  Huni şeklinde çukur yer.
OBSERVATUAR: Gözlemevi.
OBSERVATUAR: Rasathane.
OBUA: Orkestrada yer alan çift kamışlı, tahtadan yapılmış üflemeli çalgı
OBUR:  Arık, Ekül, Hıra, Harın.
OBÜS: Yüksek  ve  alçaktan  mermi  atabilen  top  ve  havanların  bazı  özellilerine  sahip  kısa namlulu top.
OCUMAK: Bir şeyden korkmak,ürkmek,çekinmek.
OCUMAK: Korkmak,ürkmek,çekinmek.
OD: Aşk ateşi.
OD:  Ateş./  Bestelenmiş her tür şiire batıda verilen genel ad
ODABAŞI: Yeniçeri kuruluşunda görevi alaylarda selam törenlerini düzenlemek ve yönetmek olan subay.
ODABAŞI:  İş hanlarında çalışanların şefi.
ODALIK: Eskiden nikahsız olarak alınan cariyelere verilen ad.
ODEON: Antik Yunan’da,konserler verilen,şiirler okunan,oyunlar oynanan,genellikle dikdörtgen biçiminde,üzeri kapalı yapı.
ODİN: Eski İskandinav mitolojisinde baş tanrı.
ODİTORYUM: Dinlenme salonu.
ODİTORYUM: Konferans,konser veya tiyatro gösterilerinin yapılabileceği gibi düzenlenmiş büyük salon.
ODİTORYUM:  Dinlenme salonu
ODUNCU:  Hattab.
ODYOVİZÜEL:  ses ve görüntünün bir arada olduğu sistemler, Görselişitsel
OFLAS: Mükemmel.
OFLAZ: Güzel,hoş,nefis.
OFLAZ: İyi,güzel,mükemmel.
OFLAZ:  Güzel, İyi, Mükemmel.
OFRİS: Çiçekleri sinek örümcek gibi kimi böcekleri andıran otsu bir bitki.
OFTALMOLOG:  Göz doktoru
OFTALMOSKOP: Gözün   içini   aydınlatıp   görmek   ve   gözü   muayene   etmek   için   kullanılan   aynaya verilen ad.
OGRATEN: Üstü galeta unu veya rendelenmiş peynirle kaplanarak fırına verilen yemekler için kullanılan sözcük.
OĞAN: Eski Türklerde Tanrı.
OĞLAK: Keçi yavrusu 
OĞUR:  Yapılacak şey için ele geçen uygun zaman, Fırsat, Vesile.
OĞUZ: Temiz kalpli.
OĞUZ:  Temiz kalpli kimse.
OHEL: İskambillerle oynanan bir oyun.
OHRANA: Çarlık Rusya’sında gizli ve siyasi polis birliği.
OİL: Fransa’nın kuzey yarısında konuşulan Roman dili lehçeleri.
OKALİPTÜS: Boyu  yüz metreyi aşabilen bir ağaç.
OKALİPTÜS: Toprağın suyunu çekerek yerin bataklık duruma gelmesini önleyen bir ağaç.
OKAN: Tropikal Afrika’da yetişen bir ağaç.
OKAN:  Anlayışlı, Zeki.
OKAPİ: Kongo’nun yağmur ormanlarında yaşayan memeli bir hayvan. Bir cins antilop.
OKAR: Telli balıkçıl.
OKARİNA: Küre biçimli flüt.
OKARİNA: Yumurta biçimli ve sekiz delikli bir flüt.
OKEANOS: Yunan mitolojisinde düz olduğuna inanılan yer çevresinde akan ırmak.
OKEY: Yüz altı taşla oynanan bir oyun.
OKKA: Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü birimi.
OKLOFOBİ: Kalabalık korkusu.
OKR: Aşı boyası.
OKRA: Bir cins bamya.
OKRA:  Kurt yenikleriyle deride oluşan iz.
OKRAMA: Atın kişnemesi.
OKSER: At yarışlarında kullanılan klasik engele verilen ad.
OKSİMORON: Korkunç güzel ,erkek hemşire örneğinde olduğu gibi,birleşemeyecek ters kavramların bir araya  getirilmesine verilen ad.
OKŞAMA: Denizli yöresinde kına gecesinde gelin için okunan  maniye verilen ad.
OKTANT: Yıldızların yüksekliğini ve açı uzaklığını gözlemeye yarayan alet.
OKTANT: Yıldızların yüksekliğini ve açı uzaklığını gözlemeye yarayan alet.
OKTAV: Sekiz sesten oluşan ses dizisi.
OKUMA:  Kıraat.
OKUMAK:  Bir yere çağrılmak, Davet edilmek.
OKUME: Afrika’da yetişen ve parlak kerestesi mobilyacılıkta kullanılan bir ağaç.
OKUME: Kerestesi makbul bir Afrika ağacı.
OKUNTU: Çağrı kağıdı.
OKUR:  Kari.
OKUTMAN:  Üniversite öğretim üyesi yardımcısı, Lektör.
OKUYUCU:  Kari.
OKÜLER: Optik aletlerde objektiften aldığı ışınları göze veren mercek sistemi.
OKYILANI: Başı pullu,boyu 2 m kadar olan,zehirli ve tehlikeli bir yılan.
OLAĞAN: SIK SIK OLAGELEN, DOĞAL
OLAMAN: Tuzlanmış ve deri tuluma bastırılmış peynir.
OLANAK: İmkan
OLASI:  Muhtemel, Olması kuvvetle tahmin edilen, İhtimali, Mümkün.
OLASILIK:  İhtimal, Muhtemel, Mümkünlük.
OLAY:  Hadise, Vaka.
OLAYCILIK:  Fenomenizm.
OLBA: Mersin’in Silifke ilçesinde antik bir kent.
OLCUM:  Hekimlik taslama.
OLÇUM: Hekimlik taslama.
OLÇUM: Kendini becerikli,usta gösteren kimse.
OLGUN:  Ergin, Baliğ, Yetik.
OLGUNLAŞMA:  Tekemmül.
OLİFANT: Ortaçağda,şövalyelerin savaşta ve avda kullandığı,çoğu zaman zengin oymalarla işlenmiş fildişi boru.
OLİGARŞİ: Siyasal erkin birkaç kişilik bir kümenin elinde bulunduğu yönetim.
OLİNGO: Tropikal Amerika ormanlarında yaşayan bazı etçil küçük memelilerin ortak adı.
OLİVİN: Değerli olan,zebercet adını taşıyan silikat.
OLİVİN.: Sarımsı yeşil renkli cam parıltılı magnezyum ve demirli silikat.
OLU: Felsefede bir durumdan diğerine geçiş.
OLU:  Bir durumdan başka bir duruma geçme
OLUS:  Kafatasının Capitolium'da bulunduğuna inanılan dev.
OLUŞMA:  Teşekkül, Seyruret, Tevekkün, Teşkil.
OLUŞTURMA:  Tekvin, Teşkil, Tevlit.
OLUT:  Vaka, Olay.
OM: Elektrik direnç birimi.
OM: Kemiklerin toparlak ucu,
OM:  Kemiklerin toparlak ucu /  Kutsal Hint metinlerinin baş ve sonlarında tekrarlanan mistik hece
OMA: Kalça kemiği,bel kemiği.
OMA:  Kalça kemiği. ORE
OMACA: İri kemik.
OMACA: Kesilmiş ağaç kökü.
OMACA:  Ağaç kesildikten sonra toprakta kalan kökü./ İri kemik.
OMBRA:  Doğramaları kahverengine boyayan toprak boya.
OMBUDSMAN: İsveç’te ortaya çıkan ,daha sonra başka ülkelerde de uygulanan ve yurttaşların idareden olan şikayetlerini inceleyen kamu denetçisi.
OMBUDSMAN: Kamu görevlilerinin işlem ve davranışlarının yasalara uygun olup olmadığını araştırmaya ve uygunluğu sağlayıcı yolları önermeye yetkili denetçi.
OMCA: Bağ kütüğü.
OMÇA:  Bağ kütüğü.
OMERTA: Mafyada suskunluk yasası.
OMERTA:  Mafya'nın suskunluk yasası.
OMMATİDYUM:  Görme gözesi.
OMNİBÜS: Dolmuş yapan büyük at arabası.
ONAÇ: Burdur’da bir baraj.
ONALIM:  Şufa.
ONANİZM: Kendi kendini tatmin.
ONAT: Düzgün.
ONAT:  Düzenli, Düzgün.
ONDÜLE:  Saç kıvrımı, Lüle, Piçan.
ONGUN: Çok verimli,bol,eksiksiz.
ONGUN:  Çok verimli.
ONGUN:  Arife, Arefe.
ONİKOFAJİ: Tırnak kemirme hastalığı.
ONİKOFAJİ:  Tırnak yeme alışkanlığı
ONİKS: Balgam taşı.
ONİKS: Damarlı ve yarı saydam bir taş,balgam taşı.
ONİKS:  Kadıköytaşı, Balgamtaşı, Korindon.
ONİROLOJİ: Rüyaları inceleyen bilim dalı.
ONKOLOJİ: Urları inceleyen bilim dalı.
ONOMATOPE: Doğa seslerine benzer seslerle yapılan sözcük ses yansıması,yansıma.
ONOMATOPE:  Doğal seslerden elde edilen sözcük.
ONS: İngiltere’de kullanılan bir ağırlık ölçüsü.
ONTOLOJİ: Varlık bilim.
ONUM:  Kötü bir durumdan kurtulma, Felah.
ONURSAL: Fahri.
OPAL: İnce,düzgün dokunmuş pamuklu kumaş.
OPAL: Silis grubundan değerli bir mineral.
OPALİN: Kalay oksit katılarak donuklaştırılmış veya kemik tozu katılarak yarı donuk hale getirilmiş cama verilen ad.
OPERA: Sözlerinin bütünü veya çoğu şarkı olarak söylenen müzikli tiyatro eseri.
OPERAKOMİK: Konuşmalı ve şarkılı bölümleri bir arada olan oyun.
OPERATÖR: İşletmen.
OPERET: Eğlenceli,hafif konulu,içinde bestesiz konuşmalar da bulunan sahne yapıtı.
OPERET: Müzikli ve konuşmalı bölümlerin bir arada olduğu hafif konulu sahne gösterisi.
OPOSSUM: Amerika ve Avustralya’da yaşayan,kürkü değerli memeli bir hayvan.
OPS: Roma mitolojisinde bereket ve toprak ürünleri tanrıçası.
OPTİK: Fizik biliminin ışık olaylarını inceleyen kolu.
OPTİMUM: En elverişli,en iyi olan.
OPUS: Müzikte yapıt.
OPYA:  Bir tür macun ismi,
OR: Müstahkem  mevki.
ORAÇLAMA: Halk dilinde atasözüne verilen ad.
ORAK:  Kalıç.
ORAKAYI.: Halk dilinde Temmuz ayı.
ORAKBÖCEĞİ: Ağustos böceği.
ORAMAK: Toprağı kazıp siper yapmak.
ORAMAK:  Ölçüp biçmek.
ORAN:  Mevki, Kat.
ORANLANAN:  Muhammen.
ORANS: Hıristiyan  sanatında  ellerini  kaldırmış dua eder durumda canlandırılmış insan figürüne verilen ad.
ORANSA: Tuna ırmağında kullanılan bir çeşit yolcu gemisi.
ORATORYO: Dinsel  yada  yarı dinsel  bir  konu  üzerine   bestelenen  büyük  ölçekli  müzik yapıtına verilen ad.
ORATORYO: Kutsal nitelikte müzik eseri.
ORDİNARYÜS: Türk Üniversitelerinde en az beş yıl profesörlük yapmış,bilimsel çalışmalarıyla kendini tanıtmış öğretim üyeleri arasından seçilerek bir kürsünün yönetimiyle görevlendirilen kimseye verilen unvan.
ORDİNO: Bir poliçenin arkasına ciro edildiği kişiye ödenmesi için yazılan havale emri.
ORDÖVR: Yemek altı.
ORDUBOZAN:  Mızıkçı, Dönek, Kaypak, Oyunbozan
ORESTES: Miken kralı.
OREY:  Bir tür kereste.
ORFOZ: Hanigillerden bir balık türü.
ORG:  Erganun.
ORGAN:  Uzuv, Örgen, Eleman.
ORHANKEMAL: Ahmet Raşit Öğütçü.
ORHANSELİM: Nazım     Hikmet’in       Akşam     gazetesine    yazdığı      yazılarda     kullandığı     takma    ad .
ORİK:  Üç değerli altın.
ORİON: Eski Yunan mitolojisinde,Artemis tarafından öldürülen ve takım yıldıza dönüştürülen,Poseidon’un oğlu olan dev avcı.
ORKİNOS: Ton balığı.
ORKİNOS: Uskumrugillerden bir balık.
ORLON: Yapay dokuma ipliği.
ORMAN:  Bişe.
ORNİTOLOJİ: Kuş bilimi.
OROS: Bir tuzla ürününün satıldığı bölgeler.
OROS:  Tuzla ürünlerinin satıldığı yer.
ORSA: Geminin rüzgar alan yönü.
ORTAK:  Şerik.
ORTAKLIK:  Müşareket.
ORTAM: Canlı bir varlığın içinde bulunduğu doğal veya maddi koşulların tümü.
ORTAY: Bir düzlem şeklin aynı yöndeki paralel bütün kirişlerini eşit parçalara bölen çizgi.
ORUK: Dövülmüş et,bulgur ve soğanla yapılan ızgara köfte.
ORUN: Kat,makam.
ORUN: Makam,kat,özel yer.
ORÜR: Altın alaşımı.
ORÜR:  Altın alaşımı.
ORYA: İskambil kağıtlarında karoya verilen ad.
ORYA: İskambildeki karo rengine verilen bir başka ad.
ORYANTAL:  Doğuya özgü.
OS: Kat kat çakıl ve kumdan oluşmuş yer kıvrımı.
OS: Osmiyumun simgesi.
OS:  Kat-kat kum ve çakıldan oluşmuş yer kıvrımı.
OSAKA: Japonya’da bir kent.
OSELO: Amerika’da   yaşayan,  avlanması   ve  postlarının  satılması  yasak  olan  memeli  bir  hayvan.
OSİRİS: Mısır mitolojisinde ölülerin koruyucusu olan tanrı.
OSKİ: Argo’da lira anlamında kullanılan sözcük.
OSKİ: Argoda altın lira.
OSMOS: Geçişme.
OSTOTEK:  Ölü küllerinin bulunduğu kavanozun konduğu sandık.
OŞİNOGRAFİ: Deniz bilim.
OŞİNOGRAFİ: Okyanus bilimi.
OT: Argo da esrar.
OT: Küçük bitkilere verilen ad.
OT:  Kiyah
OTAĞ:  Büyük ve süslü çadır.
OTALAMAK: Zehirlemek,ağılamak.
OTANTİK: Gerçek olan,gerçeğe yada aslına dayanan.
OTANTİK:  Gerçek, Gerçeğe dayanan, Asıl kaynaktan gelen.
OTARİ: Deniz ayısı da denilen ve soğuk güney denizlerinde yaşayan fok türü.
OTARİ: Soğuk denizlerde yaşayan bir fok türü.
OTARMAK: Hayvanı otlatmak.
OTARMAK: Otlatmak.
OTARŞİ:  Bir ülkenin kendi kendine yetmesi düşüncesine yönelik rejim biçimi.
OTÇU: Halk dilinde köylerde hekimlik yapan kimselere verilen ad.
OTÇU:  Köylerde hekimlik yapan kimse.
OTİ: Batı Afrika da bir ırmak.
OTİNA: Uzun kavkılı deniz yumuşakçası.
OTİT: Kulak iltihabı.
OTİZM: İçe kapanıklılık.
OTİZM:  İçe kapanıklık.
OTLAK:  Mera, Örü, Haymana, Çera, Mezraa, Mezrah, Merta, Nergzar, Çeraça, Çerageh, Salmalık.
OTLAKİYE: Osmanlı da devlet malı otlaklardan alınan vergi.
OTOBİYOGRAFİ:  Özyaşam öyküsü.
OTOJESTİYON:  Özyönetim.
OTOKAR: Toplu geziler için yapılmış büyük otobüs.
OTOKAR:  Turist gezileri için düzenlenmiş büyük otobüs.
OTOKO: Japon Tiyatrosu Go’da erkek oyuncunun maskesi.
OTOKOLİMATÖR:  Öz denetleyici.
OTOKRASİ: Hükümdarın,bütün siyasal kudreti elinde bulundurduğu yönetim biçimi.
OTOKRAT: " ""Başına buyruk hükümdar"" anlamında sözcük."
OTOLİT: İşitme taşı.
OTOMAN:  Bir kanepe türü.
OTOMASYON:  Bazı iş kollarında, insanla görülen işlerin azaltılması veya ortadan kaldırılması
OTOMATİKMAN:  İnsan müdahalesi olmadan, Kendiliğinden, Otomasyon.tarihinde romantizmden önce gelen ve onu hazırlayan döneme verilen ad.
OTOTROF: Besinini bağımsız olarak sağlayan bitki,kendi belsek.
OTURAK: Arkalıksız küçük iskemle.
OTURAK:  Anadolu'da içkili kadınlı eğlence alemi.
OTURUM:  Birleşim, Celse.
OVA:  Step, Bozlar, Yazı, Deşt, Mela.
OVAL:  Beyzi, Söbe, Elips.
OVİT: Rize-Erzurum karayolunda bir dağ ve geçit.
OVMAÇ: Hamuru ovalayarak yapılmış kırıntılarla pişirilen çorba.
OVMAÇ:  Taze tarhana.
OVOLİT: İç içe mineral kabuklardan oluşan balık yumurtası biçiminde kalker.
OVOLİT:  Bir kalker türü.
OVUŞTURMA:  Friksiyon.
OXALAT:  Böbreğin oluşturduğu bir taş.
OYA: Dar tentene.
OYA:  Dar tentene, İnce dantel.
OYAN: Atın başındaki süsler.
OYLAT: Balıkesir’in İnegöl ilçesi yakınlarındaki ünlü kaplıca.
OYLUK:  Ran.
OYLUM:  Cirim, Hacim.
OYLUMLAMA:  Modelaj.
OYMACI:  Hakkak, Hakak.
OYMAK: Aşiret.
OYMAK:  Aşiret, Kabile.
OYMAPINAR: Antalya’da Manavgat çayı üzerinde bir baraj ve hidroelektrik santralı.
OYNATAN:  Muharrik.
OYULGA: Elle seyrek dikiş.
OYULGU:  Düz dikiş (OYULGA da denir).
OYUM: Ağaç veya fidan dikmeye yarayan yer.
OYUM:  Ağaç veya fidan dikilmeye ay rılan yer.
OYUNCAK:  Baziçe.
OZ:  Kimyada basit şekerlere verilen ad.
OZALİT: Özgün çizim,harita,plan gibi şeylerin fotoğraf tekniğiyle çoğaltılması yöntemi.Kalıptan çekilen resim kopyası.
OZOKERİT:  Yer mumu.
ÖBÜR:  Sair, Diğer, Öteki, Başka.
ÖCEŞ:  Bahis, İddia, Rihan.
ÖD: Safra.Karaciğerin salgıladığı acı su.
ÖD: Yanarken güzel koktuğu için tütsü olarak kullanılan bir ağaç.
ÖDAĞACI: Sıcak ülkelerde yetişen,dini törenlerde yakılan ve yanarken güzel koku veren,odunu ve kabuğu hoş kokulu bir ağaç.
ÖDEME:  Eda, İta, Tediye.
ÖDENEK:  Tahsisat.
ÖDÜL:  Taltif, Mükâfat, Armağan.
ÖDÜN:  Taviz, İvaz.
ÖDÜNÇ:  Karz, Muar, Borç.
ÖDÜNLEME:  Taviz, İvaz.
ÖFKE:  Gazap, Kakınç, Servet. Kızen
ÖGE: Eleman,unsur.
ÖĞE:  Eleman, Unsur, Anasır.
ÖĞLE:  Zuhr.
ÖĞRENCİ:  Şakirt, Talebe, Tilmiz, Kursiyer.
ÖĞRENME:  Ittıla.
ÖĞRETMEN:  Muallim.
ÖĞÜR: Yaşça yakın,boydaş,yaşıt.
ÖĞÜR:  Yaşıt, Akran, Denk, Hemayar, Tay.
ÖĞÜT:  Mevize, Tembih.
ÖKE: Dahi.
ÖKE:  Dahi.
ÖKSE: Kuş tutmakta kullanılan,aynı adlı macunla bulanmış değnek.
ÖKÜLTİZM: Doğanın bilgisine büyüsel işlemlerle varılabileceği inancı. 
ÖKÜZSOGUĞU:  Sitteisevr, Sitteisevir
ÖL: Toprağın nemi.
ÖLÇEK:  Mikyas.
ÖLÇER:  Ateş karıştıracak demir kol.
ÖLÇÜT:  Kriter, Miyar.
ÖLDÜRME:  İtap, İtas, Tenlik, İtlaf.
ÖLET: Öldürücü hastalık salgını.
ÖLET:  Öldürücü hastalık.
ÖLMEK:  Bevar.
ÖLMÜŞ:  Mürd.
ÖLÜ:  Mevta, Naaş, Ceset.
ÖLÜLER:  Mevta.
ÖLÜM:  Fevt, Mevt, Merk, Demar, Garam, Rahil, Memat.
ÖLÜMLÜ:  Fani.
ÖLÜMSÜZ:  Ebedi, Baki, Layemut, Bengi, Cavidan, Daim.
ÖLÜMSÜZLÜK:  Beka, Ölmezlik.
ÖNCESİZLİK:  Ezel.
ÖNCÜ:  Talia, Pîşdar.
ÖNDERİŞTİRME:  Bir karışımın içindeki oranı daha çok artırmak için yapılan ilk işlem.
ÖNEL: Vade.
ÖNEL:  Bir işin tamamlanması için verilen ek süre, Mehil, Önsüre.
ÖNEM:  Ehemmiyet, Umur.
ÖNEMLİ:  Mühim, Ehemmiyetli.
ÖNERGE:  Takrir.
ÖNERME:  Kaziye.
ÖNEZE: Avcıların av beklemek için taş yığınlarından yaptıkları pusu.
ÖNEZE:  Avcının av beklediği yer.
ÖNGÖRÜLÜ:  Durendiş.
ÖNLÜK:  Prostela.
ÖNROMANTİZM:  Sanat ve edebiyat       
ÖNSEL:  Apriori.
ÖNSEZİ:  İçe doğma, Hissikablelvuku.
ÖR: Çit,perde.
ÖR:  Perde, Çit, Çeper, Revk, Mizar
ÖRCİN:  İp merdiveni.
ÖRDEK:  Badi.
ÖRDEKBAŞI: Yeşille lacivert arası renk.
ÖRE: Danimarka,İsveç ve Norveç’in küçük para birimi.
ÖREK: Başıboş gezen hayvan sürüsü.
ÖREK:  Başıboş hayvan sürüsü./ Yüksek kale duvarı.
ÖREKE: Eğrilmekte olan yün,keten gibi şeylerin tutturulduğu,bir ucu çatal değnek.
ÖREKE:  Eğrilen yünün tutturulduğu ucu çatallı değnek.
ÖREN:  Antik kalıntı bölgesi.
ÖRF:  Gelenek, Teamül, Adet, Töre.
ÖRGE: Motif.
ÖRGENCİLİK:  Organizmacılık.
ÖRK: Hayvanları çayıra bağlamaya yarayan kalın ip.Hayvan bağlanan ip.
ÖRME:  Örü, Refu.
ÖRNEK:  Misal, Emsal, Numune, kip.Kalıp, Eşantiyon, Mostra.
ÖRNEKSEME:  Analoji, Kıyas.
ÖRS: Demirci aracı.
ÖRS: Üzerinde maden dövülen,çelik yüzeyli,demir araç.
ÖRTME:  Setir.
ÖRTÜ:  Dam, Rida, Puş, Gışa, Sütre, Revk, Mizar.
ÖRTÜKENGEBE:  Alttaki sağlam kayaç dokanağında, ayrışma ve ufalanma sınırının düzensiz uzanışı.
ÖRTÜLÜ:  Puside, Muğlak, Setr.
ÖRTÜNME:  Tesettür.
ÖRÜ: Halk dilinde otlak.
ÖRÜ: Otlak.
ÖSTAKİ: Burun boşluğu ile orta kulağı birleştiren boru biçimindeki yola verilen ad.
ÖTANAZİ: Yaşamından umut kesilen,öleceği kesinlikle bilinen bir hastanın acısını bir an önce dindirmek amacıyla ve hastanın isteği üzerine doktorlar tarafından öldürülmesi.
ÖTDEN:  Özvarhkla ilgili.
ÖTE:  Mavera.
ÖTRE:  Bir arap yazı çeşidi.
ÖTÜMLÜLEŞMEK:  Ötümsüz bir ünsüz harf söz konusuysa kendisine karşılık düşen ötümlü ünsüze geçmek.
ÖVEÇ: İki veya üç yaşındaki erkek koyun.
ÖVME:  Sena, Sitayiş, Met, Medih.
ÖVÜNCELER:  Mefahir.
ÖZDEŞ:  İdentik.
ÖZDEŞLİK:  Ayniyat, Eşitlik.
ÖZDEYİŞ:  Vecize, Aforizma.
ÖZDÜZELTİCİ:  Bir tür kodlama yöntemi
ÖZE: Has,mahsus.
ÖZE:  Has, Özgü, Ait.
ÖZEK: Merkez.
ÖZEK:  Merkez.
ÖZEL:  Hususi, Mahsus.
ÖZELGE:  Bir kimsenin sahip olduğu menkul mal.
ÖZEMEK: Yoğurt,pekmez gibi koyu şeyleri suyla inceltmek,sulandırmak.
ÖZEN:  İhtimam, İtina.
ÖZENDİRME:  Teşvik.
ÖZENLİ:  Düzgün, Onat.
ÖZERK:  Otonom, Otonal, Muhtar.
ÖZET:  Hülasa, İcmal, Fezleke.
ÖZGÜ:  Has, Ait, Öze, Münhasır.
ÖZGÜL:  Bir türe ait.
ÖZGÜN:  Orijinal. o
ÖZGÜR:  Azade, Erkin, Serazat, Saltık.
ÖZİ: Osmanlı Devletinin Karadeniz’in kuzeyinde kalan sınır eyaleti.
ÖZOFAGOSKOPİ:  Yemek borusunun içten muayenesi.
ÖZSU:  Usare.
ÖZÜR:  Mazeret, Bahane.
ÖZVERİ:  Fedakârlık, Feragat.
ÖZYÖNETİM: Öğretim kuruluşlarında,öğrencilerin yönetmeliklere ve okul kurallarına göre söz ve karar sahibi olmaları ilkesine dayanan yönetim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.