KEM: Tartısı düşük.
KEMAL: En yüksek değer. Bilgi ve erdem bakımından olgunluk.
KEMALETTİN TUĞCU: Öğrenim görmeyen,kendi kendini yetiştiren,çocuklara yönelik öyküler ve romanlarıyla tanınan,1996 yılında hayatını kaybeden yazarımız.
KEMANE: Keman yayı.
KEMANKEŞ: Eski dilde ok atıcı,okçu.
KEME: Büyük sıçan.
KEME: Domalan’da denilen ve patatese benzeyen bir tür mantar.
KEME: Yer mantarı,domalan.
KEME: Yer mantarı.
KEMERE: Gemi güvertesinin enine konmuş kirişlerinden her biri.
KEMHA: Bir çeşit ipek kumaş.
KEMİK: Argo’da tavla oyununda kullanılan zar.
KEMİRDEK: Kuyruğun iskeleti.
KEMİRDEK: Kuyruğun iskeleti.
KEMİYET: Bir şeyin niteliği, niceliği. Kantite.
KEMOTERAPİ: Hastalıkların kimyasal maddelerle tedavi yöntemi.
KEMOTERAPİ: İlaç tedavisi.
KEMRE: Gübre,tezek.
KEMRE: Tezek, Gübre.
KEN: Halk dilinde ekilmeden bırakılmış tarlaya verilen ad.
KEN: Üflemeli bir çalgı.
KEN: Ekilmemiş tarla.
KENAN: Adanmış ülke yada İsrail ülkesinin eski adı.
KENDO: Tahta kılıçlarla yapılan Japon dövüş sporu.
KENE: Sakırga.
KENEFİ: Çorum bezi de denilen ve geleneksel el tezgahlarında dokunan bir tür bez.
KENEVİR: Kendirgillerden, sapındaki liflerden halat, ip, çuval gibi kaba örgüler yapılan bitkiye verilen ad.
KENEVİR: Sapındaki liflerden halat,çuval gibi kaba örgüler yapılan bir bitki.
KENGER: Bir çeşit sakız.
KENİZEK: Küçük cariye.
KENİZEK: Küçük cariye.
KENOFOBİ: Boş alan korkusu.
KENT: Pokerde,sırayla birbirini izleyen değişik renkten beş karta verilen ad.
KENT: Site, Şar, Şehir, İl, El.
KENTET: Müzikte beşli.
KEPAZE: Atıcılıkta kullanılan gevşek ok yayına eskiden verilen ad.
KEPEK: Sekebe.
KEPENEK: Çobanların omuzlarına aldıkları dikişsiz,kolsuz,keçeden üstlük
KEPENEK: Harmaniye.
KEPEZ: Dağların oyuk,kuytu yerleri.
KEPEZ: Gelin başlığı.
KEPEZ: Koyunların başlarındaki kabarık yün.
KEPEZ: Yüksek tepe,dağ.
KEPEZ: Gelin duvağı.
KEPİR: Çorak toprak.
KEPİR: Verimsiz, çorak toprak.
KER: Kulağı duymayan.
KERAHET: İğrenme,tiksinme.
KERATA: Ayakkabı çekeceği.
KERATİN: Tırnak,boynuz,kıl gibi üst deri ürünü olan yapıları oluşturan proteinli madde.
KEREBİÇ: Hatay yöresine özgü,cevizli bir hamur tatlısı.
KEREM: Soyluluk,ululuk.
KERES: Büyük ve derin karavana,kazan.
KERES: Büyük ve derin karavana.
KEREVET: Teneşir,sedir,peyke.
KEREVET: Üzerine şilte serilerek yatmaya veya oturmaya yarayan sedir.
KEREVET: Divan, Sedir.
KEREVİT: Tatlı su ıstakozu.
KEREVİZ: Maydanozgillerden,kökleri ve yaprakları sebze olarak kullanılan bir bitki.
KERİM: Eli açık,cömert.
KERİM: İyilik sahibi.
KERİME: Kız evlat.
KERKENEZ: Kartalgillerden,leşle beslenen bir kuş.
KERKENEZ: Leşle beslenen bir kuş.
KERKES: Akbaba.
KERKİ: Halk dilinde keser.
KERKİ: Keser.
KERKİ: Büyük balta.
KERMES: Bir çalışmaya yardım sağlamak için,genellikle açık havada yapılan eğlentili toplantı.
KERMES: Yardım amaçlı,eğlenceli toplantı.
KERMES: Yardım amaçlı satışlı eğlence.
KERPİÇ: Saman ve çamur karışımı ilkel tuğla.
KERTE: İşaret için yapılmış çentik veya iz.
KERTİ: Bayat ekmek,yemek.
KERTİ: Bayat ekmek ya da yemek.
KERVAN: Uzak yerlere yolcu ve ticaret eşyası taşıyan yük hayvanı katarı.
KERVAN: Rahile.
KERVANKIRAN: Çoban yıldızı.
KERYE: Bir tür kilit.
KES: Genellikle yakmak için kullanılan iri saman.
KES: Kapalı jimnastik ayakkabısı.
KES: İri saman.
KESAN: Eski dilde kimseler,insanlar.
KESAT: Alışverişte durgunluk
KESE: Banyo temizlik aracı.
KESE: Kısa,kestirme yol.
KESE: Ormanlara zararlı bir böcek.
KESEDAR: Eskiden esnafların gelirlerini toplayıp satan kimse.
KESEDAR: Esnafın gelirini toplayıp saklayan kişi.
KESEK: Bel,çapa veya sabanın toprakta kaldırdığı iri parça.
KESEK: Sabanın kaldırdığı toprak.
KESEK: Sabanın topraktan kaldırdığı parça.
KESENE: Toptan,götürü iş,yazılı anlaşma.
KESENE: Abone, Sürdürüm. / Toptan iş, Kabala, Götürü.
KESENEK: Gelir kaynağı olan işlerin gelirini satın alma işi.
KESF: Eski dilde güneş yada ay tutulması.
KESİ: Bir atımlık barut.
KESİ: Kadeh.
KESİ: Uygur Türklerince 11. asra kadar Çin’de dokunan çok ince kalite ipek duvar halılarına verilen ad.
KESİ: Bir atımlık barut miktarı.
KESİF: Yoğun.
KESİF: Yoğun.
KESİK: Ekşimik.
KESİT: Makta.
KESKİN: Tiz, İti, Sertiz.
KESMELİK: Taş ocağı.
KESMİK: Başakla karışık iri saman.
KESRET: Çokluk.
KESTANBOLU: Çanakkale’nin Ezine ilçesinde bir kaplıca.
KESTANE: Kayıngillerden bir orman ağacı.
KESTERE: Kitre.
KESTERE: KİTRE de denilen bir zamk.
KESTİRME: Kese.
KEŞ: Yağı alınmış sütten yada yoğurttan yapılan peynir.
KEŞEN: Zincirden yapılmış yular.
KEŞİDE: Kura çekilişi.
KEŞK: Siirt yöresine özgü,kurut da denilen kurutulmuş yoğurt.
KEŞKEK: İyice dövülmüş ve uzun süre birlikte kaynatılmış et ve buğdayla yapılan bir tür yemek
KEŞKÜL: Dilenci çanağı.
KET: Engel.
KET: Nişasta.
KET: Nişasta.
KETAL: Çirişli bir çeşit parlak bez.
KETAL: Yazılı kağıt.
KETE: Külde pişen çörek.
KETE: Yağsız ve mayasız hamurdan yapılan ve külde pişirilen çörek.
KETEN: Kendir dokuma.
KETENPERE: Argo’da dolap.
KETHÜDA: Kahya.
KETHÜDA: Kâhya sözcüğünün eski söylenişi.
KETUM: Ağzı sıkı.
KETUM: Ağzı sıkı, sır saklayan.
KETZALİ: Guatemala’nın para birimi.
KEVAŞE: Argo’da fahişe.
KEVDERE: Ur Keklik’de denilen ve Doğu Anadolu’da yaşayan keklik cinsi.
KEVEL: Koyun postundan kürk.
KEVEN: Dikenli çalı.
KEVGİR: Delikli kepçe.
KEVKEP: Tek ve belirli bir yıldız.
KEVSER: Cennette bulunduğuna inanılan kutsal su.
KEVSER: Cennet'te bulunduğuna inanılan kutsal su.
KEZA: Aynı şekilde, Aynı surette.
KEZZAP: Nitrik asidin halk arasındaki adı.
KIĞ: Koyun,keçi veya deve pisliği.
KIL: Mu, Muy, Rış, Veber.
KILAĞI: Kesici aletlerin bilenmesiyle oluşan madeni talaş, Zağ.
KILAPTAN: Sırmalı ip.
KILAVUZ: Delil, Rehber, Rehnüma, Mihmandar.
KILLIK: Kisve.
KIMIZ: Kısrak sütünün mayalanmasıyla yapılan eski Türk içkisi.
KINAKINA: Hindistan ve Endonezya’da yetişen,kabuğundan kinin çıkarılan bir ağaç.
KINAKINA: Kabuğundan kinin çıkarılan bir ağaç.
KINAMA: Takbih, Yerme, Telin, Muahaze.
KIPTİ: Çingene.
KIPTİ: Eskiden Mısır halkından olan kimse.
KIRAÇA: İstavrit balığının küçüğü.
KIRAN: Birbirine paralel olarak uzanan iki akarsu arasında kalmış dağ sırtı.
KIRANTA: Argo da orta yaşlı erkek.
KIRANTA: Saç ve bıyığına ak düşmüş orta yaşlı erkek.
KIRBA: Çocuklarda,karın şişmesiyle beliren bir hastalık.
KIRBA: Çok su içen kimse. / Deriden yapılmış bir su kabı.
KIRCA: Sert ve ufak taneli kar.
KIRÇ: Kışın sisli havalarda ,ağaç dallarını,toprak yıkıntılarını kaplayan buz tabakası.
KIRÇIL: Kır renkli.
KIRD: Maymun.
KIRIK: Şak.
KIRIMTARTAR: Şarap tortusu.
KIRKAMBAR: Bilgi küpü insanlar için söylenen bir sözcük.
KIRKAYAK: Kasık biti.
KIRKBİRBUÇUK: İlhan Selçuk ve Turhan Selçuk tarafından 1952’de çıkarılan siyasi mizah dergisinin adı.
KIRLANGIÇ: Köylerde dolaşıp körleri iyileştirdiğini önü süren sahte doktor.
KIRLENT: Bir tür yastık.
KIRMA: Kaba un.
KISA: Kasire.
KISALTMA: Taksim.
KISIR: Akim, Akir, Verimsiz.
KISIRLIK: Akamet.
KISKANÇ: Hasut.
KISMET: Nasip, Vaye.
KISRAK: Dişi at.
KISSA: Hikaye,fıkra.
KISTAK: Berzah.
KISTI: İnci,boncuk,deniz kabuğu gibi malzemeyi ipe dizip kelep haline getirdikten sonra birbirine dolaşarak yapılan kısa gerdanlık.
KIŞ: Şita, Serma.
KIŞIR: Kabuk.
KITAL: Vuruşma,savaş.
KITAL: Savaşma, Vuruşma, Kavga.
KITIPİYOZ: Argoda değersiz,kötü.
KITIR: Argoda uydurma söz,yalan.
KITMİR: Efsane köpek.
KITMİR: Eshabı Kehf’de yedi uyuyanların köpeğinin adı.
KIVACA: Malavi para birimi.
KIVILCIM: Şerare, Çakım, Çıngı, Şihab Şehab.
KIYA: Cinayet.
KIYAM: Ayağa kalkmak.
KIYAM: Namazda ayakta durma.
KIYAM: Ayakta durma.
KIYAMET: Tame, Haşir.
KIYAT: Birmanya (Myanmar) para birimi.
KIYIKIŞLACIK: Güllük körfezi kıyısında,Milas ilçesine bağlı turistik bir köy.
KIZAK: Kar veya buz üzerinde kayarak yol alan tekerleksiz taşıt
KIZALAK: Gelincik çiçeği.
KIZAN: Acemi zeybek.
KIZAN: Erkek çocuk.
KIZARTMA: Tahmir.
KIZILAYAK: Anadolu’da seyirlik köy oyunlarını düzenleyen kişiye verilen ad.
KIZILŞAP: Açık eflatun renk.
Kİ: İlgi eki.
KİBELE: Anadolu halklarının ana tanrıçası.
KİBİR: Nahvet, Böbür, Gururlanma.
KİBİRLİ: Fodul, Şamih.
KİBUTZ: İsrail’de ortak çalışma esaslarına göre oluşturulmuş tarımsal topluluk.
KİÇ: Yoz beğeni.
KİEV: Ukrayna’nın başkenti.
KİF: Kuzey Afrika ülkelerinde kullanılan bir uyuşturucu madde.
KİF: Kuzey Afrika ülkelerinde kullanılan sarhoşluk verici toz.
KİFAF: Ancak yetecek kadar.
KİFAYET: Yeterlilik.
KİGALİ: Ruanda’nın başkenti.
KİK: Futa.
KİKİRİK: Uzun boylu,zayıf,ince kimse.
KİKLA: Lapinagillerden,güzel renkli,50 cm uzunluğunda bir balık.
KİLE,: Eski bir tahıl ağırlık ölçüsü.
KİLER: Erzak odası.
KİLER: Erzak odası.
KİLERMENİ: Kırmızı renkli bir kil türü.
KİLİ: Bir günlüğüne kiralanan çiftçi.
KİLİSTRA: Konya’nın Meram ilçesinde,2.Kapadokya da denilen,tüf kayalara oyulmuş antik kent.
KİLİSTRA: Konya’nın Meram ilçesinde,ikinci Kapadokya olarak da adlandırılan,tüf kayalara oyulmuş antik kent.
KİLİT: Atların alnından alt çenesine uzanan beyazlık.
KİLİZ: Hasırotu, Kofa, Saz, Kamış.
KİLİZMAN: Sazlık,kamışlık.
KİLS: Kireç,sönmemiş kireç.
KİLS: Sönmemiş kireç.
KİLS: Sönmemiş kireç.
KİLT: İskoç erkeklerin giydiği kısa eteklik.
KİMERA: Değişik genetik kökenli çeşitli hücrelerden oluşan organizma.
KİMSE: Kimesne.
KİMSESİZ: Bikes.
KİMYONİ: Kahverengiye çalan yeşil renkte olan.
KİNA: Papua Yeni Gine’nin para birimi.
KİNETİK: Kimyasal tepkimelerin hızlarını inceleyen bilim dalı.
KİNETİK: Kimyasal tepkimelerin hızlarını inceleyen bilim dalı.Devinim bilim.
KİNETİK: Hareketle ilgili.
KİNEZİ: Kas faaliyeti.
KİNG: Bir deste (52’lik) kağıtla oynanan bir iskambil oyunu.
KİNİN: Sulfata,sıtma ilacı.
KİNİŞ: Marangozlukta tahta üzerine boydan boya açılan,kesiti kare veya dikdörtgen biçiminde kanal.
KİNŞASA: Kongo Demokratik Cumhuriyetinin başkenti.
KİOS: Bursa’nın Gemlik ilçesinin antik dönemdeki adı.
KİP: Felsefede değişebilen,geçici nitelik.
KİP: Fiillerin zaman ve kişilere göre aldıkları biçim.
KİPE: Yer jimnastiğinde,vücudun yatış pozisyonundan ayaküstü duruma geçme hareketi.
KİPE: Vücuda seri hareketler yaptırma.
KİPPA: Dindar Yahudilerin başlarını örttükleri takke.
KİPU: İknalar tarafından kullanılan ve iplerin üstüne atılmış her düğümün rengine göre bir anlamı olan düğüm-yazı.
KİR: Çirk, Çefel, Pasak, Leke.
KİRA: İcar.
KİRAM: Soylular.
KİRDE: Mısır unundan yapılan pide.
KİREBOLU: Arıların kovan deliğini kapatmak için kullandıkları sarı ve yumuşak madde,balmumu.
KİREÇ: Ahek, Küs.
KİRİK: Yurdumuzun sularında yaşayan ördeğe benzer bir kuş.
KİRİL: Rus alfabesi.
KİRİL: Slav alfabesi.
KİRİL: Slav alfabesi.
KİRİŞ: Bazı telli çalgılarda kullanılan hayvan bağırsağından tel.Çalgı teli.
KİRİZMA: Toprağı derince kazarak altını üstüne getirmek.
KİRİZMAN: Sazlık, Kamışlık.
KİRKİT: Dokumacılıkta atkı ipliğini sıkıştırmak için kullanılan,demirden veya ağaçtan yapılmış dişli araç.
KİRKİT: Halıcılıkta iplik düğümlerini sıkıştırma topağı.
KİRKİT: Halıcılıkta iplik düğümlerini sıkıştırma tarağı.
KİRLETME: Telvis.
KİRMAN: Elde yün eğirmeye ve bükmeye yarayan ve ipliğin yumak halinde elde edilmesini sağlayan ağaçtan yapılmış bir tür iğ.
KİRMASTİ: Bursa ili Mustafakemalpaşa ilçesinin eski adı.
KİRMEN: Yün eğirme aracı.
KİRPİ: Refik Halit Karay’ın mizah yazılarında kullandığı takma ad.
KİRŞ: Kirazın mayalanması ve damıtılmasıyla yapılan bir tür içki.
KİRTİL: Deniz avcılığında kullanılan ince daldan örülü sepet.
KİRU: Tibet antilobu.
KİRVE: Sünnet olan çocuğun elini kolunu tutan ve çocuk üzerinde babaya yakın bir hak taşıyan kimse.
KİSB: Kazanma,edinme,iş.
KİSBİ: Sonradan edinilmiş.
KİSRA: İran’da Sasani hükümdarlarına verilen unvan.
KİST: İçi kaloit veya yağ gibi sıvı veya yarı sıvı bir madde ile dolu patolojik torba.
KİST: Patolojik torba.
KİŞİLER: Zatlar, Zevat.
KİŞİSEL: Kişi ile ilgili, kişiye ilişkin, şahsi
KİŞMİŞ: Küçük taneli bir tür çekirdeksiz siyah üzüm.
KİŞNİŞ: Maydanozgillerden 20-60 cm boyunda bir bitki,kara kimyon.
KİŞT: Ekin, Tarla.
KİT: Kısık sesli küçük keman.
KİT: Macun.
KİTABET: Kompozisyon.
KİTAKSE: Bakma, Gözetleme.
KİTAKSİ: Argo’da,şuna bak,hale bak anlamında bir sözcük.
KİTİN: Eklembacaklıların ve kabukluların örteneğini oluşturan madde.
KİTİN: Selülozun bir türevi.
KİTRE: Bir tür zamk.
KİTRE: Gevenden çıkarılan ve kestere de denilen bir tür zamk.
KİTRE: Bir tür zamk.
KİVİ.: Kanatları küt olduğu için uçamayan,bacakları güçlü,Yeni Zelanda’da yaşayan bir kuş.
KİYAH: Ot.
KİYASET: Akıllıca davranış.
KİZİR: Eskiden köy muhtarının yardımcısı.
KİZİR: Köy muhtarı yardımcısı.
KİZİR: Köy muhtarı yardımcısı.
KLAKÖR: Tiyatrolarda oyunu alkışlamak için parayla tutulan kimse.
KLAN: Aynı toteme inanan geniş kitle.
KLAPA: Yakanın devrik bölümü.
KLAS: Kaliteli, Üstün yetenekli.
KLASİK: Geleneksel, Alışılmış şeklini koruyan.
KLASÖR: Sıralaç.
KLASÖR: Sıralaç.
KLAVSEN: Klavyeli ve telli bir çalgı.
KLAZOMENDİ: İzmir’in ilçesi Urla’nın eski adı.
KLEPS: Bilardoda ,oyunculardan birinin topunun öteki toplardan birine değdikten sonra geri dönmesini sağlayacak şekilde yapılan vuruş.
KLEPTOKRASİ: Rüşvetin devlet düzenine hakim olması.
KLEPTOMANİ: Hırsızlık yapma şeklinde beliren hastalık.
KLİK: Hizip.
KLİK: Hizip.
KLİNKER: Çimento yapımında fırından ezilmeden çıkan pişirme ürünü.
KLİNOMETRE: Eğim ölçer.
KLİP: Görüntüleme.
KLİPS: Yaylı bir pensle tutturulmuş küpe,iğne vs.
KLİŞE: Kalıplaşmış,basmakalıp.
KLİŞE: Tipo baskıda kullanılmak amacıyla,üzerine kabartma olarak bir kompozisyon yada resim kopya edilmiş madeni levha.
KLOROFİL: Güneş ışığını soğurarak bitkilerde karbon özümlemesini sağlayan ve bitkilere yeşil renklerini veren madde.
KLOROZ: Kanda alyuvar sayısının azalmasından ileri gelen,genellikle genç kızlarda görülen kansızlık.
KLOSTROFOBİ: Dar ve kapalı yerlerde duyulan kaygı veya korku,kapalı yer korkusu.
KLOŞ: Altı çan biçiminde genişleyen etekler için kullanılan sözcük.
KNESSET: İsrail parlamentosuna verilen ad.
KNİDOS: Datça’daki eski çağ kenti.
KO: Dört Japon çiçek süsleme okulundan biri.
KOALA: Avustralya’da yaşayan keseli ağaççıl memeli hayvan.
KOALA: Keseli ayı.Amerika etçil memelisi.
KOB: Afrika’da yaşayan bir antilop.
KOBA: Yakın arkadaşları tarafından Stalin’e verilen ad.
KOBALT: Boyacılıkta kullanılan,nikel ve demire benzeyen,gümüşi renkte bir element.
KOCAKARI: Pirezen.
KOCAMAN: Kazulet, Azman.
KOÇAK: Eli açık,cömert.
KOÇAŞ: Arabacı.
KOÇU: Direkler üstüne kurulu zahire ambarı.
KOD: Bilgileri gösteren simgeler dizesi.
KOD: Bilgileri gösteren simgeler dizesi.
KODEİN: Afyondan çıkarılan,öksürüğü kesmek için hekimlikte kullanılan bir madde.
KODEKS: İlaçların formüllerini gösteren resmi kitap.
KODEKS: İlaç formüllerini gösteren resmi kitap.
KOF: Kurumuş veya içi çürümüş boşluk.
KOFA: Hasırotu,saz,kamış.
KOFA: Saz,kamış,hasır otu.
KOFA: Hasırotu.
KOFANA: Lüfer balığının irisi.
KOFRA: Binada genel elektrik sigortası.
KOFUL: Hücre sitoplazmasında oluşan cansız yapı.
KOKARAĞAÇ: Aylandız da denilen ve gölge ağacı olarak dikilen kötü kokulu bir ağaç.
KOKART: Asker şapkalarına takılan ve rengi uluslara göre değişen işaret.
KOKART: Belli bir topluluğa özgü işaret
KOKET: Çok süslü giyinen ve modaya düşkün kadın.
KOKET: Yosma.
KOKET: Çok süslü ve oynak kadın.
KOKONA: Süslü ve oynak kadın.
KOKOROZ: Argo’da çirkin kimseye verilen ad.
KOKOROZ: Argoda cebi delik.
KOKOROZ: Mısır.
KOKPİT: Uçaklarda pilot kabini .
KOKPİT: Uçağın pilot kabini.
KOKU: Aroma, Bu, Itır, Rayiha, Nefha, Esans.
KOLAÇAN: Belli etmeden çevreyi dolaşarak kontrol etmek.
KOLAJ: Çeşitli malzemelerin sanatsal amaçla bir araya getirildiği ürün.
KOLAY: Asan.
KOLAYLIKLA: Şenlen.
KOLEKSİYON: Derlem.
KOLİBRİ: Geriye doğru uçabilen küçük bir kuş.
KOLİFORM: Deniz suyunda bulunan bir basil türü.
KOLİT: Kalın bağırsak iltihabı
KOLİVA: Karadeniz yöresinde haşlanmış mısıra verilen ad.
KOLLEKSİYON: Derlem.
KOLO: Yugoslav ulusal dansı.
KOLOFAN: Bir reçine adı.
KOLOFONDUM: Kırılgan, Sarımtırak renkte, saydam doğal bir reçine.
KOLOKYUM: Doçentlik sınavı.
KOLONİ: Sömürge.
KOLZA: Tohumlarından elde edilen yağ,yapay kauçuk yapımında kullanılan bir bitki.
KOLZA: Turpgillerden,yağlı tohumlu mevsimlik bir bitki
KOM: Davar ağılı.
KOM: Yayla evi
KOM: Yayla evi.
KOMA: Eski Yunanlılarda, eşit olmayan iki ses arasında kulakla seçilebilecek en küçük aralığa verilen ad.
KOMAR: Doğu Karadeniz dağlarında,fundalıklarda yetişen,2-3 m boyunda,kışın yaprak dökmeyen,çok iri ve mor çiçekler açan ve yaprakları halk hekimliğinde kullanılan bir ağaççık,orman gülü.
KOMAR: Kışın yapraklarını dökmeyen mor çiçekli bir ağaççık.
KOMAR: Kuzey Anadolu dağlarında yetişen mor çiçekli bir ağaççık.
KOMBİNA: Birbirleriyle ilgili kuruluşların tümüne verilen ad.
KOMBİNE: Düzenli, Tertipli.
KOMEDİN: Komot.
KOMET: Kuyruklu yıldız.
KOMET: Ressam Gürkan Coşkun’un bilinen adı.
KOMİSYON: Komite, Yarkurul, Encümen.
KOMİSYONCU: Simsar.
KOMODOR: Bir kuruluşa bağlı yolcu gemilerinin en eski kaptanı.
KOMPLEKS: Karmaşık.
KOMPLİKASYON: Yan etki.
KOMPLİKASYON: Yan etki, Karışıklık.
KOMŞU: Mücavir, Hemsaye, Hemcivar.
KOMUTA: Askeri birliği ve onunla ilgili işleri yönetme görevi
KONAK: Büyük ve görkemli ev.
KONAK: Kundak çocuklarının başlarında oluşan kepek tabakası.
KONALGA: Konak yeri
KONÇİNA: İskambilde ikiliden altılıya kadar olan kağıtlara verilen ad.
KONDANSATÖR: Yoğunlaç.
KONFEKSİYON: Hazır giyim eşyası
KONFORMİZM: Uymacılık, Riayetçilik
KONGRE: Kurultay.
KONİ: Mahrut.
KONİN: Nemli toprak.
KONKASÖR: Yapı vs yapımında kullanılacak çakılları,taşları elde etmek için,büyük kayaları kırıp ufalamaya yarayan makine.
KONKASÖR: Yol,yapı v.s. yapımında kullanılacak çakılları,taşları kırıp ufalamaya yarayan makine.
KONMA: Vaz.
"KONSA;KURSAK": Kuşların taşlık,katı gibi adlar da verilen midesi.
KONSANTRASYON: Değişme, Yoğunlaşma, Dikkat toplama.
KONSEPTUALİZM: Kavramcılık.
KONSEY: Şura, Kurul, Komite.
KONSOLOS: Şehbender.
KONSOME: Süzülmüş et veya tavuk suyu.
KONSOME: Süzülmüş et veya tavuk suyu.
KONSORSİYUM: Çeşitli sanayi dallan ve bankalarla, ulaşım ve sigorta şirketlerini birbirine bağımlı ve ortak kılar uluslararası ticari birlik
KONTAK: " Günlük kullanımda ""deli"" sözcüğü."
KONTRALTO: Kadın seslerinin en kalını ve sesi böyle olan sanatçı.
KONTROL: Teftiş, Denetim.
KONU: Mesele, Mevzu, Bahis.
KONUR: Esmer açık kestane renginde olan.
KONUT: Dar, Ev, Lane, Yuva, Mesken, Aşiyan.
KONVANSİYON: Bir anayasa yapmak veya bir anayasayı değiştirmek için toplanan olağanüstü ve geçici meclis.
KONVEKSİYON: İletim.
KONVEKSİYON: Isı yayım, İletim
KONVOY: Aynı yere giden taşıt veya yolcu topluluğu.
KOORDİNASYON: Eşgüdüm.
KOORDİNASYON: Eşgüdüm.
KOP: İnsan ve hayvan vücudunda çıkan kabarcık,şiş.
KOPAL: Cila yapmakta kullanılan bir çeşit reçine.
KOPAL: Tropik bölgelerde yetişen,bazı erguvangillerden çıkarılan ve cila yapımında kullanılan bir çeşit reçine.
KOPAL: Bir tür reçine.
KOPANAKİ: Bir tür işleme.
KOPANAKİ: El ile bir çeşit dantel örmek için kullanılan silindir biçimli araç.
KOPARAN: Kolları geriye sarkık cepken biçiminde,beyaz keçeden yapılmış kaytanla işlemeli bir çeşit ceket
KOPİL: Arsız sokak çocuğu,piç.
KOPOY: Orta boylu,düşük kulaklı,tüyleri kısa bir tür av köpeği.
KOPUK: Ailesini dinlemeyen başına buyruk erkek çocuk.
KOPUZ: Ozanların çaldığı telli bir Türk sazı.
KOR: Ateş.
KORA: Başlıca belirtisi kısa,çabuk,değişken güçte irade dışı hareketler olan bir hastalık.
KORAL: Dini ezgi veya kaynağı dini olan orkestra parçası.
KORAL: Dini ezgi yada kaynağı dini ezgi olan orkestra parçası.
KORAL: Kilise müziği
KORD: Halı ve jakar dokuma sanayinde çözgü ipliği.
KORDON: İpekten, kalın örme ip.
KORELASYON: Ulaşım.
KORELASYON: Uzlaşım, Anlaşma
KORENT: Mora yarımadasını Yunanistan’dan ayıran boğaz.
KOREOGRAFİ: Dans düzenleme sanatı.
KORİDA: Boğa güreşi.
KORİFA: Asya’da ve Malezya takımadalarında yetişen yelpaze yapraklı büyük boylu palmiye.
KORİNDON: Sert bir metal.
KORKU: Tıraka.
KORKUSUZ: Serbaz.
KORLUK: Mangal.
KORNİŞ: Sarp kayalık çıkıntı.
KORNİŞON: Küçük hıyar turşusu.
KORNİŞON: Lezzetli bir tür turşuluk hıyar.
KORNO.: Üflemeli bir çalgı.
KOROPSİYON: Devleti yönetenlerin rüşvetle iş görmeleri.
KORTE: Flört etmek.
KORTİZON: Bir böbrek üstü hormonu.
KORU: Küçük boyutta orman.
KORUK: Ham üzüm.
KORUK: Henüz olgunlaşmamış ekşi üzüm.
KORUMA: Sıyanet, Vikaye.
KORUN: Üst derinin en dış tabakası.
KORUNCAK: Koza.
KORUNGA: Yabani yonca,tirfil.
KORUNMUŞ: Masun.
KOSA: Bir cins küçük orak.
KOSTER: Küçük tonajlı yük gemisi.
KOŞAM: İki avuç dolusu.
KOŞO: Japon mitolojisinde zenaatkar sınıfı.
KOŞUCU: Tazende.
KOŞULLAR: Şerait.
KOŞUN: Asker dizisi.
KOT: Bir bilgiyi gösteren simgeler dizisi.
KOTAN: Büyük saban.,pulluk anlamında yerel sözcük.
KOTLET: Pirzola.
KOTLETPANE: Galeta ununa bulanarak yağda kızartılmış pirzola.
KOTO: Japon müziğine özgü telli bir çalgı.
KOV: Yerme.
KOV: Yerme, Çekiştirme, Aşağılama,Gıybet, Zem.
KOVA: Helke, Bakraç.
KOVADA: Isparta ilinde,doğal değerlerin korunması amacıyla ulusal park kapsamına alınan göl.
KOVALIK: Halk dilinde sazlık yer.
KOYAK: Vadi.
KOYAR: İki akarsuyun birleştiği yer.
KOYUNTU: Sıkıntı,üzüntü.
KOZ: Ceviz.
KOZ: Ceviz.
KOZA: İçinde tohum veya krizalit bulunan koruncak.
KOZAK: Hükümdar mektuplarının konduğu süslü kutu.
KOZAN: Halk arasında ekini biçilip kaldırılmış tarlaya verilen ad.
KOZMOLOJİ: Evren bilim.
KOZMOPOLİT: Çeşitli ulustan insanları bünyesinde bulunduran
KÖBETE: Kuş başı etle yapılan bir tür börek.
KÖÇEK: Kadın elbiseleriyle çengi gibi oynayan erkek.
KÖFTER: Bir tür pestil.
KÖHNE: Eskimiş, Yıpranmış.
KÖK: Sazı kurmaya yarayan burgu,kulak.
KÖK: Irk, Menşe, Orijin, Öz, Soy, Töz. Cezir, Üs, Nüve, Eşme, Membağ./ Sazı kurmaya yarayan burgu, Kulak, Eşme, Membağ.
KÖKEN: Kavun,karpuz,kabak gibi bitkilerin toprak üstünde yayılan dalları.
KÖKERE: Üç dönümlük boş tarla.
KÖKLEME: Tarla yapmak amacıyla ormanda açılan yer.
KÖKNAR: Çamgillerden,yüksek bölgelerde yetişen,kozalaklı bir orman ağacı.
KÖLE: Bende, Kul, Çaker, Karavaş, Rakabe, Cariye, Odalık, Esir, Dil.
KÖLELİK: Ubudiyet, Kulluk.
KÖLEMEN: Tarihte kölelerden kurulu bir asker sınıfı.
KÖLÜKAŞI: Güneydoğu Anadolu’ya özgü,çekilmiş mercimek,bulgur ve soğanla yapılan bir yemek.
KÖMÜREN: Dağlarda yetişen,rengi hafif yeşil bir çeşit yaban soğanı.
KÖNEZ: Yozgat, İhtiyar.
KÖNİ: Hak ve adalete uygun hareket eden, Könü.
KÖPRÜ: Pül.
KÖPÜK: Kef.
KÖR: Ama, Görmez, Ekme, Darir.
KÖRE: Karınca yuvası.
KÖRELTME: Tamiye.
KÖREN: Bir reçine adı.
KÖREŞE: Yerdeki karın yüzünde buz tutmuş olan tabaka.
KÖREŞE: Kar'ın üstündeki buz tabakası.
KÖRİ: Baharatlarla oluşturulan karışım.
KÖRKANDİL: Çok sarhoş.
KÖRLÜK: Karağı.
KÖS: Eskiden savaşlarda işaret vermek için kullanılan büyük davul.
KÖSEĞİ: Ateş karıştıracak demir kol.
KÖSKELMEK: Bir yere yaslanarak oturmak.
KÖSNÜ: Erotik, Şehvetle ilgili.
KÖSNÜL: Erotik,şehevi
KÖSTERE: Musluk taşı.
KÖŞE: İbik.
KÖTÜ: Bet, Fena, Kem, Şom, Meşum, Kerih, Muzır, Şer, Avara, Fasit.
KÖTÜLÜK: Habeset.
KÖY: Karye, Tol.
KRAAL: Afrika’da çitle çevrili bir hayvan barınağı ile çevresindeki evlerden oluşan yerleşme biçimi.
KRAK: Bir işletmenin ani batışı.
KRAK: Bir şirketin ani batışı.
KRAKELE: Sıcak parçanın ansızın suyun içine daldırılmasıyla elde edilen çatlak cam türü.
KRAKELE: Çatlak şekilli bir cam türü.
KRAMP: Kasınç.
KRANİYOLOJİ: Kafatasının içgüdü ve yeteneklerle olan ilgisini inceleyen bilim dalı.
KRANK: Bir motorda bilyelerin almaşık devinimini dairesel devinime çeviren dingil.
KRANK: Bir motorda bilyelerin almaşık devinimini dairesel devinime çeviren mil.
KRATER: Yanardağ ağzı.
KREMA: Sütün yağlı katmanı
KREMATORYUM: Ölülerin yakıldığı yer.
KREP: Çok bükümlü ipliklerle dokunan ve kendine özgü dalgalı bir görünümü olan kumaş.
KREP: Yumurta,süt ve un ile hazırlanan tatlı veya tuzlu hamur.
KREPON: Kıvrımları olan yün,pamuk veya ipek kumaş.
KRETON: Bir tür keten patiska veya basma.
KRETON: Bir tür keten,patiska veya basma.
KRİKO: Ağır bir yükün yerden yükseltilmesini sağlayan alet.
KRİPPEL: İstanbul Sarayburnu,Ankara Ulus,Konya ve Samsun’daki Atatürk anıtları ile Afyon’daki zafer anıtını yapan ünlü Avusturyalı heykeltıraş.
KRİPTO: Siyasal inancını gizleyen kişi.
KRİSTAL: Billur.
KRİTER: Ölçü,kıstas.
KRİTER: Miyar, Kıstas.
KRİTİK: Eleştiri, tenkit
KRİZ: Nöbet, Akse, Keşik, Sıra.
KRİZALİT: Kozadaki kurtçuk.
KRİZANTEM: Kasımpatına verilen bir başka ad.
KROKET: Galeta ununa bulanarak yağda kızartılan bir çeşit köfte,patates v.s.
KROKET: Tahtadan topları,tokmaklar yardımıyla bazı kurallara uyarak ve belli bir yolu izleyerek küçük kemerlerin altından geçirmeye dayanan oyun.
KROKODİL: İşlenmiş timsah derisi.
KROM: Havada oksitlenmeyen bir element.
KROMATİK: Renkser.
KROMOSFER: Renk yuvarı,renk küre.
KRON: Danimarka’nın para birimi.
KRONİK: Müzmin, Süreğen, Uzun süre iyileşmeyen, Akut, Devasız, Naçar.
KRONOLOJİ: Tarihi olayların zaman bakımından sırası.
KRONOLOJİ: Zamanbilimi.Zaman dizini.
KRONOLOJİ: Zamansıra, Zamandizin.
KRONOMETRE: Süre ölçer.
KROPİ: Halatta kaymayı önleyen bir düğüm biçimi.
KRUPİYE: Kumar oyununu yöneten.
KRUTON: Değişik şekillerde kesilmiş,yağda veya fırında kızartılmış ekmek.
KSA: Arabistan plakası.
KSENON: Havada on milyonda bir oranında bulunan bir asal gaz.
KSEROGRAFİ: Zeroks adlı makinede çekilen bir tür fotokopi tekniği.
KSİLOFON: Değişik sayıda akortlu tahta yada metal çubukların gam sırasıyla dizilmesinden oluşan iki değnekle vurularak çalınan bir çalgı.
KU: Hawai inanışında savaş tanrısı.
KUALALUMPUR: Malezya’nın başkenti.
KUANTERNER: Dördüncü jeolojik zaman.
KUARTET: Müzikte dörtlü.
KUATERNER: Dördüncü Jeolojik Dönem
KUBAT: Kaba,biçimsiz.
KUBUR: Bora biçiminde uzun kap.
KUÇE: Dar sokak, küçük köy.
KUDUMİYE: Padişah ve devlet ileri gelenlerinin seferden dönmeleri dolayısıyla yazılan şiire verilen ad.
KUFA: Yılanbalığına benzer,eti lezzetli bir balık.
KUFİ: Arap yazısının düz ve köşeli çizgilerle yazılan eski bir biçimi.
KUFİ: Bir tür arap yazısı.
KUKA: Bir çocuk oyunu.
KUKA: Dantel ve nakış ipliği yumağı.
KUKAL: Tropikal bölgelerde bulunan asalak olmayan guguk kuşu.
KUKARMA: Trabzon ve Rize yöresinde karabatak denilen deniz kuşuna verilen ad.
KUKRİ: Nepal ve Tibet’te silah olarak kullanılan ağır pala.
KUKULETA: Yağmur,soğuk gibi dış etkilere karşı başa geçirilen,giysiye dikili veya ayrı olarak kullanılan başlık.
KUKUMAV: Baykuşgillerden,Avrupa-Asya ve Kuzey Afrika’da yaşayan bir kuş.
KUKUMAV: Bir tür baykuş.
KUL: Abd.
KULAK: Varlıklı eski Rus köylülerine verilen ad.
KULAK: Üzn, Misma.
KULLANILMAYAN: Metruk.
KULUÇKA: Gurk, Kurk.
KULUN: At ve eşek yavrusu.
KULUN: Doğumdan altı ay sonraya kadar olan erkek yada dişi at yada eşek yavrusu.
KUMA: Aynı erkekle evli kadınların birbirlerine göre adı.
KUMANDAN: Salar, Mir, Serdar, Noyan.
KUMKUMA: Küçük testi,çömlek.
KUMLA: Kumluk yer.
KUMLA: Kumluk yer, Kumsal, Kumul.
KUMPAS: Dizicilerin harfleri içine yerleştirdikleri demir yuva.
KUMRAL: Koyu sarı veya açık kestane rengi.
KUMUÇ: Bir tür börek.
KUMUK: Sivrisineğe benzer çok küçük bir sinek türü.
KUMUL: Çöllerde veya deniz kıyılarında rüzgarların yığdığı kum tepesi.
KUNDA: Bir çeşit büyük ve zehirli örümcek.
KUNDUZ: Su kıyılarında setler kuran,kürkü değerli bir hayvan.
KUNT: Ağır,kalın,dayanıklı ve sağlam.
KUNT: Ağır, Kalın, Dayanıklı, Kavi.
KUNUT: Ümidi kesme.
KUP: Giysi kesimi,kesimle verilen biçim.
KUP: Giysi kesimi.
KUPA: İskambil kağıtlarının dört grubundan benekleri kırmızı,kalp biçiminde olanı.
KUPES: İzmarit türü bir balık.
KUPES: İzmaritgillerden,ılıman denizlerde yaşayan bir balık.
KUPON: Yalnız bir giysilik dokunmuş,üstün nitelikte kumaş parçası.
KURADA: Yıpranmış, Eski, Kötü durumda.
KURADA.: İşe yaramaz,yıpranmış,bozulmuş,eskimiş eşya.
KURAM: Teori.
KURAN: Kelamıkadim.
KURANDERE: Açık kapı ve pencereler arasında oluşan hava cereyanı.
KURANIKERİM: Kelâmı kadim, Mushafışerif, Fürkanıkerim
KURAR: Afrika yerlilerinin ok ucuna sürdükleri çok kuvvetli bir zehir.
KURAŞ: Özbek güreşi,yada ayakta judo’da denilen spor dalı.
KURDEŞEN: Ürtiker.
KURENA: Padişaha yakın olan görevliler,mabeyinciler.
KURMAY: Harp akademisinden mezun olmuş subay.
KURNA: Hamamlarda musluk altında bulunan ve su biriktirmek için kullanılan mermer veya taş tekne.
KURS: Yuvarlak ve yassı biçimli nesne,ağırsak.
KURS: İplikçilikte ağırşak malzemesi.
KURŞUN: Sürb, Rasa.
KURTARICI: Halaskar.
KURTARMA: Tahlisiye.
KURTÇUK: Larva, Sürfe.
KURTPENÇESİ: Sap ve kökünde bol tanen bulunan çok yıllık bir bitki.
KURTULMUŞ: Vareste.
KURTULUŞ: Halas, Reha, Se, Onum, Lâmet, Necat, Felah, Selâmet.
KURUCU: Bani, İmam, Pir.
KURUL: Asamble, Cemiyet, Heyet,Komite, Yarkurul.
KURULMA: İnikat.
KURULMUŞ: Mebni.
KURULUŞ: Teşekkül, Tesis, Bina, Müessese, Hilkat, Ordugâh.
KURUNTU: Evham, Vesvese, İşkil, Vehim, Hemeze.
KURUT: Kurutulmuş süt.
KUSKUS: Un,süt,yumurta ile yapılan,ufak ve yuvarlak taneler biçiminde kurutulan hamur.
KUSMA: Kay, İstifra.
KUSTERE: Bir çeşit uzun rende.
KUSUR: Ağman, Defo, Ağdık, Arıza, Sakamet, Araz, Kemine.
KUŞAT: Bir tür tavla oyunu.
KUŞATMA: İhata, Muhasara.
KUŞE: Parlak,kaymak kağıt.
KUŞET: Gemi yada tren yatağı.
KUŞLUK: Sabah ve öğle arası.
KUŞMAR: Kuş tuzağı.
KUŞPALAZI: Difteri.
KUT: Uğur, Talih, Baht, Yom.
KUTAN: Büyük pulluk.Kotan.
KUTAN: Saka kuşu.
KUTAN: Büyük pulluk.
KUTNU: Pamuk yada ipekle karışık,pamuktan kalın,ensiz kumaş çeşidi.
KUTSAMA: Takdis, Taktis.
KUVVET: Güç, Tab, Zor, Mecal, Takat, Erk, Efor.
KUYRUK: Dünbal, Dünbe.
KUYRUKSUZ: Ebter.
KUYRUKSÜREN: Afrika’da gruplar halinde yaşayan ve boyu 30 cm kadar olan memeli bir hayvan.
KUZ: Gölgede kalan taraf.
KUZ: Gölgede kalan taraf.
KUZEN: Kardeş çocuklarının birbirlerine göre adı.
KUZEY: Şimal.
KUZİNE: Hem ısıtmaya,hem de üzerinde yemek pişirmeye yarayan büyük mutfak sobası.
KUZUKULAĞI: Sulak yerlerde yetişen,yaprakları salata olarak kullanılan bir bitki.
KÜÇÜK: Sagir.
KÜF: Pas.
KÜHEYLAN: Soylu Arap atı.
KÜKÜRT: Arus.
KÜL: Bütün, Tüm.
KÜLEK: Bal,yağ,yoğurt gibi şeyler koymaya yarar tahta kova.
KÜLEK: Bal,yoğurt koymaya yarayan tahta kova.
KÜLEK: Bal, yoğurt gibi şeyler konan tahta kova.
KÜLHANBEYİ: Apaş, Bıçkın, Bitirim.
KÜLTÜR: Ekin, Hars.
KÜLÜNK: Sivri kaya parçası.
KÜLÜSTÜR: Yıpranmış, çok eski, Kelepir, Kadim.
KÜM: Küçük ağıl.
KÜM: Küçük ağıl.
KÜMBET: Kubbe.
KÜNEFE: Sıcak yenilen bir çeşit peynirli tel kadayıf.
KÜNEY: Güneşi gören taraf.
KÜNYE: Bir kimsenin kimlik bilgilerini gösteren kayıt.
KÜP: Mikap.
KÜPE: Asırga.
KÜPLEĞİ: Küreğin sap takılan yeri.
KÜR: İyi bakım ve ilâç tedavisi.
KÜRAR: Güney Amerika yerlilerinin oklarına sürdükleri çok güçlü bitkisel zehir.
KÜRATER: Genellikle uluslar arası bir serginin yapımcılığını üstlenen kişi.
KÜRE: Maden fırını.
KÜRE: Demirci ocağı.
KÜRTAJ: Kazıma.
KÜRTÜN: Hantal semer./ Rüzgârın biriktirdiği kar yığını.
KÜSKÜN: Kırgın, Rencide.
KÜSPE: Suyu alınmış meyve artığı.
KÜSTERE: Bileği çarkı.
KÜSUF: Güneş tutulması.
KÜSÜ: Küskünlük.
KÜŞAT: Açma,açılış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.