12 Ağustos 2012 Pazar

Bulmaca Sözlüğü -KA-, -KEL-

KA: Eski bir hacim ölçüsü.
KA: Eski Mısır’da üretici güç.

KA:  Eski Mısır'da insanoğlunun hayati dayanağı olan üretici güç./  Mezopotamya'da kullanılmış eski bir hacim ölçüsü birimi.
KAA: Mısır ve Suriye’deki geleneksel konutlarda sofa benzeri mekan.
KAAG: On yedinci asırdan On dokuzuncu asra kadar kıyı taşımacılığında ve iç sularda kullanılan küçük Hollanda yelkenlisi.
KAAMA: Afrika’da yaşayan İnek antilobu.
KAAT:  Eski Türk kâğıt oymacılığı.
KAB: Eski dilde uzaklık,ara.
KABA:  Hoyrat, Nadan, Nobran, Anif, Kubal, Zahit.
KABADDİ: Hindistan’a özgü,güreşle ragbinin karışımı olan bir spor.
KABAK: Esrarkeşlerin kullandığı bir çeşit nargile.
KABAK:  Bir tür reçine./ Çiçeği saran kabuk.
KABAKA: Afrika kabilelerinde krala verilen ad.
KABAKA:  Afrika kabilelerinde krala verilen ad.
KABAKULAK:  Yazma.
KABALA: Götürü,toptan.
KABALA: Yahudilerde Tevrat’ın gizli anlamlarını araştırma işi.
KABALA:  Doğa üstü varlıklarla ilişki kurma sanatı./ Götürü, Toptan iş, Kesene Götürü.
KABALAK: Bir tür başlık. 
KABALAK: Birinci Dünya Savaşında Osmanlı ordusunda kullanılan bir tür başlık.
KABALAK: Kabak yapraklarını andıran geniş ve etli yaprakları olan bir kır bitkisi.
KABAN:  Dik yokuş.
KABARA: Nalıncı çivisi.
KABARCIK:  Domur.
KABARE: Çeşitli gösterilerin yapıldığı eğlence yeri.
KABAŞ: Dalsız budaksız ağaç. 
KABATASLAK: Bir şeyin ayrıntılarına girmeden ana çizgilerini belirten.
KABİLE:  Aşiret, Uruk, Boy, Şab, Cemaat.
KABİLİYET:  Yetenek, Maharet, Yeti.
KABİR: Mezar,gömüt.
KABLELVUKU:  Önceden hissetme, İçine doğma.
KABOTAJ: Bir ülkenin iskeleleri arasında gemi işletebilme hakkı.
KABUK:  Kavkı.
KABUKİ: Japon tiyatro türü. 
KABUS:  Karabasan.
KABZA: Tutak,sap.
KABZA:  Balçak.
KACARA: Halk dilinde mızıkçı,yaygaracı,gürültücü anlamında kullanılan sözcük.
KAÇ: Batı Hindistan’da eski bir Hindu devleti.
KAÇABURUK: Bir ayakkabıya ağaç veya metal çivi çakmak için delik açmaya yarayan ayakkabıcı aleti.
KAÇAMAK: Mısır unuyla yapılan yağlı bir yemek.
KAÇAMAK:  Toplumca hoş görülmeyen bir şeyi arasıra yapmak.
KAÇARULA: Büyük tencere. 
KAÇARULA: Saplı tencere.
KAÇINIK:  Yalnız kalarak, toplumdan uzak kalmayı seven, Münzevi.
KAÇINMA:  İmtina, Çekinme.
KAÇMA:  Giriz, Fertik, Firar.
KAD: Eski dilde boy,endam.
KADA: Halk dilinde kardeş.
KADDAHE:  Çakmak taşı.
KADE: Oturuş.Namazda,rekat sonlarında belli bir süre oturma.
KADEM: Ayak
KADEM:  Ayak, Pa.
KADEMBUS:  Ayak öpen.
KADEMİYE: Ayak bastı parası.
KADER:  Fatalite, Yazgı.
KADERCİ:  Fatalist.
KADERCİLİK:  Fatalizm.
KADET: En küçük boylu yarış yelkenlisi.
KADI:  Hükümdar vekili, Niyabet, Naip.
KADIN:  Fem, Zen, Nisa, Şuy, Banu, Hatun, Zenne, Kübra.
KADINLAR:  Nisa, Zenan, Nisvan.
KADINSI:  Efemine.
KADIZ:  Hep aynı yerinde duran büyük fıçı.
KADİFE:  Pelüş, Velur.
KADİM: Eski,ezeli.
KADİM:  Başlangıcı olmayan, Ezeli, Bayrı.
KADİRİLİK: Şeyh Abdülkadir Geylani tarafından on birinci yüzyılda kurulan bir tarikat.
KADİT: Güneşte veya hafif alevde kurutulmuş et.
KADRİL: Eski bir salon dansı.
KADRİL: Eski salon danslarından biri. 
KADRON:  Yapı kerestesi.
KADÜK: Değerini,önemini yitirmiş. 
KADÜK:  Değerini yitirmiş.
KAFADAR:  Kafa dengi yakın arkadaş.
KAFAKOL: Güreşte bir oyun.
KAFES: Ahşap ve çubuklarla yapılan ve pencerelere takılan siper.
KAFİLE:  Birlikte yolculuk eden insan topluluğu, Konvoy, Kortej, Filo, Katar. Kervan, Mevkip.
KAFTAN: Eskiden giyilen kolsuz,önden açık,uzun ve geniş kesimli giysi. 
KAGİR: Taş veya tuğladan yapılmış olan.
KAGURA: Çok eski bir geçmişi olan ve kimi Şinto törenlerinde yapılan dinsel Japon dansı.
KAHİR: Ezici.
KAHİT:  Kıtlık yılı.
KAHKAHAÇİÇEĞİ: Gündüz sefası.
KAHKE: Gaziantep yöresine özgü bir cins çörek.
KAHRAMAN:  Alp, Bahadır, Hero, Yiğit,Konur.
KAHRAMANLIK:  Hamaset, Heroluk.
KAHVALTI:  Ahar.
KAHYA:  Kethüda.
KAİL: Aklı yatmış.
KAİM: Ayakta duran.
KAİM:  Yerini alan, Yerine konan.
KAİNAT:  Alem, Evren, Hilkat, Mevcudat, Acun, Felak, Arz.
KAK: Kaya ve ağaç kovuklarında su birikintisi.
KAK: Meyve kurusu.
KAK:  Elma-Armut kurutulmuşu./  Yağmur suyunun biriktiği çukur.
KAKAÇ: Manda pastırması. / Tuzlanıp kurutulmuş yiyecek
KAKADU: Papağana benzer bir kuş. 
KAKAK:  Tuzlanıp kurutulmuş yiyecek.
KAKALAK: Hamam böceği.
KAKAO: Amerika’nın sıcak bölgelerinde yetişen bir ağaç,hint bademi.
KAKAO: Hint bademi.
KAKAPO: Yeni Zelanda’nın nemli ormanlarında yaşayan,yeşilimsi papağan.
KAKAVAN: Kendini beğenmiş.
KAKIM: As.
KAKİ: Trabzon hurması da denilen tropikal bir meyve.
KAKNEM: Çirkin.
KAKNEM: Kuru,sıska.
KAKNEM:  Huysuz, Çirkin, Abus.
KAKTÜS: Atlas çiçeği.
KAKULE: Sıcak iklimlerde yetişen bir  bitki.İlaç olarak kullanılan bir baharat.
KAKULE: Tadı ve kokusu karabibere benzeyen bir tür baharat.
KAKULE: Zencefilgillerden ıtırlı bir bitki.
KAKÜL: Alnın üzerine düşen kısa kesilmiş saç.
KAKÜL: Perçem. 
KAL: Laf,söz.
KAL: Maden külçelerinin eritilip arındırılması.
KAL:  Madenleri birbirinden ayırma işi.
KALA: Eski dilde kumaş.
KALA: Gelin çiçeği.
KALA: İri ve boru biçiminde beyaz veya sarı renkli çiçeği olan bir süs bitkisi.
KALAAZAR: Malta humması.
KALABALIK:  Alay
KALAFAT: Tekne ziftleme. 
KALAK: Büyümemiş karpuz.
KALAK: Eski dilde burun ucu. / Hayvanların burun ucu.
KALAK: Gelin tacı.
KALAK:  Burun ucu./ Gelin tacı.
KALAMAR: Eti yenen bir çeşit mürekkep balığı.
KALAMAZO: Bir tür sıralaç.
KALAN:  Mütebaki.
KALANTOR: Gösterişi seven,varlıklı kimse.
KALANTOR:  Gösterişi seven varlıklı kimse.
KALAR: Uçurum. 
KALAS: Kalın biçilmiş uzun tahta.
KALAS:  Kaba, görgüsüz kimse./ Uzun, kalın, enli tahta.
KALAVRA: Bir tür ökçesiz ayakkabı,yemeni.
KALAY: Argo’da sövme,sövgü.
KALBUR: Elek. 
KALDIRAÇ:  Kriko, Manivela.
KALDIRIM:  Rasaf.
KALDIRMA:  İlga.
KALE:  Kirman, Hisar, Germen, Dulda, Bari, Kırman, Kurgan.
KALEB: Musa’nın gönderdiği 12 kaşiften biri. 
KALEBENT:  Kale dışına çıkmamaya mahkûm edilmiş hükümlü.
KALEM:  Mikram.
KALEMBEK: Bir cins kokulu sandal ağacı. Bir cins mısır.
KALEMİS: Afrika misk kedisi.
KALEMŞOR:  Yazılarıyla başkalarına saldıran yazar.
KALENDER: Gösterişsiz,sade yaşamaktan yana olan.
KALENDER:  Rind, Alicenap.
KALENSÖVE:  Sivri tepeli külah
KALESKA: Dört tekerlekli,hafif,bir tür gezinti arabası.
KALEVİ: Alkalik.
KALGAY: Tarihte Kırım Hanlığında veliahta verilen unvan.
KALGAY:  İzci kumandanı.
KALICI:  Baki, Payidar, Statik, Daim.
KALIK: Evde kalmış kız.
KALIK:  Evlenmeyip evde kalmış kız, Terike.
KALIN:  Damat adayının gelin olacak kıza verdiği hediye.
KALINTILAR:  Bakaya
KALİBRE: Ateşli silah çapı. 
KALİKO: Bir cins pamuklu kumaş. 
KALİNİS: Su tavuğu.
KALİNİS: Yağmur kuşu. 
KALİNOS: Levreğe benzeyen bir balık.
KALİPSO: Jamaika’dan yayılmış iki zamanlı bir dans.
KALİTE:  Nitelik, Vasıf.
KALİTEA: Şeker kamışından elde edilen sert bir içki.
KALK:  Bir dilden başka bir dile olduğu gibi çevrilen terim.
KALKAN:  Türs.
KALKER: Kireç taşı. 
KALLAVİ: Sadrazam kavuğu.
KALLAVİ: Vezir kavuğu.
KALOMA: Gemi zincirinin su içindeki bölümü.
KALOMEL: Tatlı sülümen.
KALORİ:  Isın.
KALP:  Sahte, Taklit.
KALPAK: Hayvan postundan başlık. 
KALSİT: Billurlaşmış doğal kalsiyum karbonat.
KALTABAN: Şarlatan,yalancı,hileci.
KALTABAN: Yalancı,hileci.
KALTAK: Üzeri meşin,halı gibi şeylerle kaplanmamış olan eyerin bölümü.
KAM: Dilek.
KAM: Eski dilde dilek.
KAM: Şaman.
KAM:  Şaman.
KAMA: Oyunda kazanılan her parti.
KAMA: Topun gerisini kapayan kapak.
KAMA:  Aynı kuşaktan.
KAMARİLLA: Bir büyük güç sahibini perde arkasından yöneten kimse.
KAMARİLLA:  Büyük bir yetke sahibini perde arkasından yöneten kimse.
KAMASUTRA:  Hint kenevirinden elde edilen uyuşturucu bir madde.
KAMAYÖ: Aynı rengin çeşitli tonlarıyla yapılan resim. 
KAMBAT:  Kahramanlık bestesi.
KAMBRİYEN: Birinci çağın ilk dönemi ve bu dönemde oluşmuş yer katmanları.
KAMBUR:  Kuhan, Domalıç, Fırlak.
KAME: Değişik renklerde üst üste iki katmandan oluşan ve üstteki katmanına bir desen yapılan değerli taş.
KAME: Değişik renkli üst üste iki katmandan oluşan ve üstteki katmanına kabartma bir desen yapılan değerli bir taş..
KAMELYA: Çin gülü.
KAMER:  Ay, Mah.
KAMERİYE: Bahçelerde yazın oturmak için yapılan kafes biçiminde kubbeli,üstü yeşilliklerle sarılan süslü çardak.
KAMERİYE:  Bahçelerde kurulan süslü çardak.
KAMET: Boy,endam.
KAMET: Camide namaza kalkmak için okunan ezan.
KAMET:  Boy, Pos, Endam.
KAMEYÖ:  Aynı rengin çeşitli tonlarıyla yapılan resim.
KAMIŞ:  Kiliz, Kofa, Saz.
KAMİ: Japonca yaratıcı anlamında sözcük.
KAMİKAZE: Japon intihar uçağı.
KAMİL: Yetkin,olgun. 
KAMİNETO: Küçük ispirto ocağı.
KAMİNETO:  Küçük ispirto ocağı.
KAMİS: Gömlek. 
KAMPANA:  Büyük çan.
KAMRAN: İsteğine kavuşmuş olan,mutlu.
KAMU:  Amme, Halkın bütünü.
KAMUS:  Büyük sözlük.
KANA: Geminin çektiği suyu göstermek için baş ve kıç bodoslamaları üzerine konulan işaretler.
KANA: Güzel çiçekli bir süs bitkisi.
KANAAT: Kanı, düşünce
KANADİYEN: Yaz aylarında giyilen bol ve geniş dikimli astarsız hafif ceket.
KANAĞAN:  Kolayca kandırılan.
KANALET:  Küçük kanal.
KANAMİSİN: Tüberküloz tedavisinde kullanılan bir antibiyotik. 
KANARA: Kesimevi.,mezbaha.
KANASTA: Bir kağıt oyunu.
KANATA: Ağzı geniş,tek kulplu su kabı
KANATA:  Ağzı geniş su kabı.
KANAVA: Kanaviçe,el işleri için kullanılan seyrek dokunmuş keten bezi.
KANAVİÇE: El işleri için kullanılan seyrek dokunmuş keten bezi.
KANAVİÇE:  Labo.
KANCABAŞ: Altı veya sekiz çift kürekle çekilen dar,uzun bir çeşit kayık
KANÇILAR:  Konsolosluklarda evrak görevlisi.
KANÇILARYA: Elçilik ve konsolosluklarda yönetimle ilgili olan görevli. 
KANDELA: Işık yoğunluğu birimi.mum. 
KANDİL: Bir kap içinde sıvı yağ ve fitilden oluşmuş aydınlatma aracı.
KANDİL:  Çerağ, Pesüs, Iştın.
KANGAL: Tel,kurşun boru gibi uzun ve bükülebilir şeylerin halka biçiminde sarılmasıyla yapılan bağ.
KANGAL.: Bir köpek cinsi.
KANI:  Kanaat, Zan, Sanı, San, Zehap.
KANIT:  Delil, İspat, Tanıt, Burhan.
KANİŞ: Bir köpek cinsi.
KANİŞ: Uzun,kıvırcık tüylü bir cins köpek.
KANKA: Kan kardeşi. 
KANLIBASUR: Dizanteri.
KANO: Kürekle yürütülen dar,uzun,hafif tekne.
KANOTİYE: Düz kenarlı şapka. 
KANPHATAYOGİ: Büyük küpeleriyle tanınan ve dinsel inançlarında Hindu,Şiva,Tandra Budhacılığı ve Hathayoga’ya özgü ögeleri birleştiren Şivacı çileciler tarikatı.
KANSIZLIK:  Anemi, Kloroz.
KANTARİYE: Çarşıya,pazara getirilen şeylerden alınan tartı vergisi.
KANTARMA: Azılı atları zaptetmek için dillerini bastıracak biçimde yapılmış demir araç.
KANTAŞI:  Hematit.
KANTAT: Kahramanlık yada din konularında yazılıp bestelenmiş şiir
KANTİYANE: Hekimlikte iştah açıcı olarak kullanılan bir bitki. 
KANTO: On dokuzuncu asırda İstanbul tiyatrolarında ortaya çıkan eğlendirici şarkı. 
KANUNİ: Yasal
KANUNUESASİ:  Anayasa
KANUR: Esmer,açık kestane rengi rengi.
KANYON: Derin vadi.
KAOLİN: Arı kil.
KAOLİN: Porselen yapımında kullanılan bir çeşit beyaz ve gevrek kil.
KAOLİN:  Arıkil.
KAP: Aşık kemiği.
KAPA: Ticari değer taşıyan yaprak tütünlerin düşük kaliteli olanı.
KAPALI:  Puside, Muğlak.
KAPAMA: Bir tür kuzu eti yemeği.
KAPAMA: Taze soğan ve marulla pişirilmiş kuzu eti yemeği.
KAPANCA: Tütün fidelerini örtmek için kullanılan hasır veya ottan örtü.
KAPARİ: Gebre otu. 
KAPARO: Peşinat. Bir kimseye, pazarlığında anlaşılmış bir paranın küçük bir bölümünü önceden vermek.
KAPAROZ: Argo’da yolsuzca veya zorla elde edilen mal.
KAPÇAK:  Büyük çengel.
KAPELA: Şapka.
KAPELA: Şapka.
KAPI: Tavla oyununda pul dizilen yer.
KAPI:  Eşik, Südde.
KAPICI:  Bevvap.
KAPIKULU: Ücretli Osmanlı askeri.
KAPIZ: Kanyon.
KAPİTONE: İçi pamuk yada yün vatka ile doldurularak dikilmiş,döşemelik veya giyim eşyası yapımında kullanılan kumaş.
KAPİTÜLASYON: Yabancılara tanınan ayrıcalıklar.
KAPİTÜLASYON:  Bir ülkede yabancılara verilen geniş ayrıcalık haklan
KAPTAN: Atilla İlhan’ın lakabı 
KAPUSKA: Etli lahana yemeği.
KAPUZ:  Sık orman.
KAR:  Ası, Yarar, Fayda, Menfaat, Çıkar.
KARA: Anarşizmin rengi.
KARABACAK: Bir pancar hastalığı. 
KARABAŞ: Çoban köpeği.
KARABAŞ: Halk dilinde çoban köpeği.
KARABAŞ: Rahip,keşiş. 
KARABİNA: Eski bir tüfek.
KARABİNA: Namlusu genellikle yivli,kısa ve hafif bir tüfek.
KARABOYA: Zaç yağı,sülfirik asit.
KARACA: Gümüşhane ilinde,sarkıt ve dikitleriyle ünlü bir mağara.
KARAÇOR: Daha çok Türkmen oymakları arasında rastlanan bir tür kukla oyunu. 
KARADUL: Zehirli bir örümcek türü. 
KARAFA: Uzun boyunlu,kulpsuz,küçük rakı sürahisi.
KARAFAKİ: Rakı konan 15- 20 cl’lik kulpsuz sürahilere verilen ad.
KARAGEVREK: Bir üzüm türü.
KARAGÖL: Artvin ilinde,Sahara yaylası ile birlikte ulusal park kapsamına  alınan ve doğal güzelliğiyle tanınan bir göl.
KARAGÖZ: İzmaritgillerden,boz renkli,beyaz etli bir balık.
KARAĞI:  Bakınız (KÖSEĞİ).
KARAİMLER: Çoğunluğu Türk soyundan olan ve Polonya topraklarında oturan Musevi topluluğu.
KARAİN: Antalya’da bir mağara.
KARAKAÇAN: Eşek.
KARAKAVZA: Yaban havucu.
KARAKEÇİ: Bir cins, sazana benzer tatlı su balığı.
KARAKEÇİ: Sazana benzer bir tatlı su balığı.
KARAKEÇİLİ: Kayı boyuna bağlı olan ve Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yaşayan büyük bir aşiret.
KARAKIŞ:  Zemheri.
KARAKO: Eskiden kullanılan,kolları ve etek uçları bazen bol ama genellikle bele oturan kadın korsajına verilen ad. 
KARAKONCOLOS: Çocukları korkutmak için kendisinden söz edilen bir yaratık,umacı,hayalet.
KARAKONCOLOS:  Çocuk korkutmakta kullanılan uydurma yaratığın adı
KARAKTER:  Seciye, Ira, Kişilik, Ben Siret.
KARAKUCAK: Bir güreş türü.
KARAKUCAK: Kökeni Orta Asya’ya kadar uzanan,en eski,serbest biçimdeki Türk güreşi.
KARAKUCAK: Serbest biçimdeki geleneksel Türk güreşi.
KARAKULAK: Çakala benzer vahşi bir hayvan.
KARAKULAK: Haberci,ulak.
KARAKULAK: Kedigillerden,çakala benzer bir hayvan.
KARAKUNA:  Bazı Anadolu yörelerinde insanları korkuttuğuna inanılan düşsel varlık.
KARAKUŞİ:  Kural, yasa ve normlara dayanmayan.
KARAMAK: Hor görmek. 
KARAMANDOLA: Bir cins parlak kumaş.
KARAMANDOLA: Daha çok ayakkabı yapılan bir çeşit sağlam ve parlak kumaş.
KARAMELA: Şekerin yakılmasıyla yapılan şekerleme.
KARAMİZAH: Yalnız güldürmeyi değil,daha çok düşündürmeyi ve yergiyi amaçlayan mizah.
KARAMSAR:  Bedbin, Pesimist.
KARAMSARLIK:  Pessimizm.
KARAMUK: Koyunlarda görülen bir tür hastalık.
KARAMUK: Zararlı bir bitki./Koyunlarda görülen bir hastalık.
KARANLIK:  Tar-Zifir, Zulmet.
KARAOKE: Bir televizyon ekranına bağlanan mikrofon yardımıyla,ekrandaki görüntüler eşliğinde şarkı söyleme esasına dayanan oyun.
KARAR: BİR İŞ VEYA SORUN HAKKINDA DÜŞÜNÜLEREK VERİLEN KESİN YARGI
KARARSIZ:  Mütereddit, İkirci.
KARARSIZLIK:  İkircik, Tereddüt.
KARASAKIZ: Şarap üretiminde kullanılan yerli bir üzüm cinsi. 
KARASAL:  Kara ile ilgili, Beni.
KARASEVDA:  Malihulya, Melankoli.
KARASU: Ağır akan su.
KARATAVUK: Meyve ve böceklerle beslenen ötücü bir kuş.
KARATAVUK: Tüyleri kara,meyve ve böceklerle beslenen ötücü bir kuş.
KARATEPE: Osmaniye ilinde,ulusal park kapsamına alınan ünlü Hitit yerleşmesi.
KARAVAN: Bir otomobilin arkasına takılan,insan taşımaya yarayan,tekerlekli,üstü kapalı araç.
KARAVANA: İnce yassı elmas.
KARAVAŞ: Savaşta tutsak edilen veya satın alınan ve sahibinin üzerinde tam bir kullanım hakkı bulunan kadın.
KARAVELA: Gemilerde denizcilik kurallarına aykırı durum.
KARAYA: Eczacılıkta kullanılan ve çürümeyen  bir bitki.
KARAYA:  Eczacılıkta kullanılan, çürümez bitkisel zamk.
KARAYAKA: Doğu Karadeniz  kıyı bölgesinde yetişen bir koyun türü.
KARAYAKA: Doğu Karadeniz kıyı bölgesinde yetişen,uzun kuyruklu,beyaz renkli bir koyun ırkına verilen ad.
KARAYANIK: Şarbon.
KARAYEL: Keşişleme karşıtı rüzgar.
KARCIĞAR: Türk müziğinde bir makam adı. 
KARDELEN: Baharda çok erken çiçek açan ve eczacılıkta kullanılan soğanlı bir bitki.
KARE:  Dördül, Murabba.
KAREOGRAFİ: Bir baleyi oluşturan adım,figür ve anlatımların bütünü.
KARESİ: Balıkesir’in eski adı.
KARGAŞA:  Kaos.
KARGIŞ: Lanet.
KARHA: Ülser hastalığına verilen bir başka ad.
KARI:  Eş, Ayal, Refika, Zevce, Zevç./ Sürekli gazete okuyucusu, Okur.
KARIK: Bağ ve bahçe sulamak için açılmış su yolu,ark.
KARIK:  Bahçe sulamak için açılmış ark.
KARIN:  Batın, Şikem.
KARINSA: Kuşların tüy değiştirme zamanı.
KARIŞ: Baş parmak ve serçe parmağı uzaklığı. 
KARIŞIK:  Mağşuş, Girift.
KARIŞIKLIK:  Fesat, Kaos, Kargaşa, Keşmekeş, Karambol.
KARIŞTIRMA:  Tahlit.
KARİ: Okuyucu,okur.
KARİA: Anadolu’nun güneybatısının antik devirlerdeki adı.
KARİBU: Sibirya Ren geyiği./Amerika Ren geyiği. 
KARİHA: Düşünme gücü.
KARİHA:  Düşünme yeteneği.
KARİN: Eski dilde yakın,az aralıklı olan.
KARİNA: Gemi omurgası.
KARİNE: Büyük Menderes deltasında,zengin bir kuş yapısına sahip olan göl.
KARİNE: İpucu.
KARİNE:  Delil, İpucu, Tutanak, Burhan.
KARİTAS:  Tanrı'ya ve yarattığı insanlara sevgi duymak.
KARİYER: Meslek,uzmanlık. 
KARİZMA:  Büyüleyicilik, Etkileyicilik.
KARKARA: Turna türü.
KARMANYOLA: Issız yolda hırsızlık. 
KARMANYOLA:  Şehir içinde ıssız yolda korkutulmak yoluyla yapılan soygun
KARMAŞIK:  Müşevveş
KARMIK: Çay ağzında yapılmış olan balıkçı büğeti. 
KARMUK:  Büyük kanca.
KARN: Boynuz.
KARNAVAL:  Bir çok ülkenin ortak bayram veya şenliğinin adı.
KARNİ: Laboratuarda damıtma işlerinde kullanılan geniş karınlı ve eğri boyunlu cam kap.
KAROÇA: Çift atlı binek arabası. 
KAROTEN: Havuca renk veren madde. 
KARRA: Kuranı usulüne göre ve güzel okuyan.
KARSAK: Köpekgillerden,postundan kürk yapılan bir memeli türü.
KARSAK: Soluk kahverengi,karnı beyaz tüylü,kısa kulaklı,postundan kürk yapılan memeli bir hayvana verilen ad.
KARSAMBAÇ: Pekmezle kar karıştırılarak yapılan kar helvası.
KARST: Çoğunlukla yüzey sularından yoksun mağaralarla ve yer altı ırmaklarıyla örülü kıraç ve kayalık arazi. 
KARST: Kayaçların erimesiyle yer altı akıntıları olan kireç taşı ve dolomit bölgesi.
KARŞILAŞTIRMA:  Mukayese.
KARŞILIĞINDA:  Mukabil.
KARŞITLIK:  Tezat, Zıtlık, Aksilik.
KART:  Anaç, İri.
KARTALKAYA: Bolu yakınlarındaki kayak merkezi.
KARTEL: Gemilerde kullanılan küçük su fıçısı. 
KARTELA: Tombala kartı.
KARTOGRAF: Haritacı.
KARTUK:  Büyük tarla tarağı.
KARUÇA: Bir çift at tarafından çekilen,üstü kapalı,yaylı ve dört tekerlekli binek arabası.
KARUM: Asurlular tarafından kurulan ticaret kolonilerine verilen ad.
KARUN:  Çok zengin.
KARYA: Yunan mitolojisinde Dionysos’un ceviz ağacına dönüştürdüğü Lakonia’lı genç kız.
KARYOKİNEZ: Çok hücreli canlılarda hücrenin belli evrelerden geçerek çoğalması.
KARZ:  Ödünç verme.
KASABA: Nuri Bilge Ceylan’ın bir filmi.
KASALAK: Kibirli.
KASAP:  Cezzar.
KASAR: Pamuk ipliğini veya bezini bol ve soğuk su ile yıkayarak ağartma işi.
KASEM:  Yemin, Ant.
KASINMA:  Büyüklenme, Kibir.
KASIRGA: Çok şiddetli ve çevrintili bir yel.
KASİDE: On beş beyitten az olmayan,bütün beyitlerin ikinci dizeleri en baştaki beyit ile uyaklı bulunan ve çoğu kez büyükleri övmek için yazılan divan edebiyatı manzumesi.
KASİS: Yol çukuru.
KASİS: Yol üzerinde oluşmuş çukur.
KASİS:  Yol çukuru.
KASNAK: Enli çember.
KASNI:  Bir tür zamk.
KASR: Küçük saray.
KASSAM: Mirasçılar arasında mirası paylaştıran ve yetimlerin hakkını koruyup idare eden şeriat memuru.
KASTABALA: Osmaniye ilinde antik bir kent.
KASTANYET: Parmaklara takılarak çalınan bir tür zil.
KASTANYOLA: Güverte locasının altındaki demir kol.
KASTOR: Kunduz kürkü. 
KASVETLİ:  Mukassi.
KAŞA: Boyacılık ve sepicilikte kullanılan tanence zengin bitkisel özüt. 
KAŞA: Rusya’ya özgü,taze krema ile birlikte yada yahninin yanı sıra sunulan veya yağda pişirilmiş,ayıklanmış karabuğday irmiği.
KAŞALOT: İspermeçet balinası.
KAŞANE: Köşk.
KAŞANE:  Büyük ve süslü köşk.
KAŞE: Bir tür yünlü kumaş.
KAŞEKSİ: Bütün beslenme işlevlerinin bozulmasıyla oluşan ileri derecede zayıflık.
KAŞEKSİ: Bütün beslenme işlevlerinin bozulmasıyla oluşan ileri derecede zayıflık.
KAŞEKSİ:  İleri derecede zayıflık.
KAŞMER: Soytarı. 
KAŞMİR: Çok ince bir yün cinsi. 
KAŞU:  Tanence zengin bitkisel özüt.
KAT: Yemen ve Etiyopya’da yetişen,yaprakları uzun süre çiğnenince sarhoşluk veren bir ağaç.
KAT:  Giyeceklerde takım.
KATA: Judo ve karatede hareketleri çabuklaştırmak içi n yapılan bir dizi egzersiz. 
KATAKULLİ: Yalan dolan.
KATALİK:  At arabalarında tekerleğin çıkmasını önleyen demir bilezik.
KATALİZ: Bir maddenin kimyasal bir tepkimede hiçbir değişmeye uğramadan tepkimenin olmasını veya hızının değişmesini sağlayan etkisi.
KATALOG: Fihrist. 
KATAMARAN: İki  gövdeli  (birbirine  paralel  tutturulmuş  iki  kütükten  yapılmış) deniz  taşıt  aracına verilen ad.
KATAPULT:  Uçakların denizden kalkışını sağlayan teknolojik aksam.
KATARAKT: Aksu,ak basma,perde.
KATARAKT: Gözdeki billur cismin saydamlığını yitirerek ağarmasından ileri gelen körlük,aksu.
KATAVASYA: Göçücü balıkların Karadeniz’den Akdeniz’e geçmesi. 
KATEGORİ:  Sınıf, Ulam, Zümre.
KATETER: Kullanım alanına göre bir çok modeli olan sondalara verilen ortak ad.
KATETER: Sonda. 
KATGÜT: Bağırsaktan yapılmış ameliyat ipliği.
KATGÜT:  Ameliyat ipliği.
KATI:  Sert, Kulb, Pek, Bek, Rijit, Bulbe./ Kesin, Mutlak, Salt.
KATIKSIZ:  Sırf, Halis, Sırfa, Saf, Rafine, Sek.
KATILIK:  Şümul, Salabet.
KATILIM:  İştirak, Duhul.
KATIRTIRNAĞI: Baklagillerden,bazı türleri hekimlikte idrar söktürücü olarak kullanılan bir bitki.
KATİBİADİL: Noter.
KATİP:  Yazman.
KATİPLER:  Ketebe.
KATKÜT: Ameliyat ipliği.
KATLAMA: Mayasız hamurdan yapılan,peynirli veya peynirsiz pide,yufka.
KATMER:  Bir tabakayı oluşturan katlardan her biri.
KATOLO: Dişi bizon ile boğanın çiftleşmesinden doğan melez hayvan.
KATOT: Negatif uç.
KATRANCI: Fethiye ilçesi yakınlarında,doğal güzelliğiyle tanınmış bir koy ve ada.
KATRANCI: Muğla’da koy. 
KATRE: Damla.
KATYON: Katotta toplanmış iyon. 
KAUNOS: Köyceğiz’in eski adı. 
KAUNOS: Muğla’nın Köyceğiz ilçesine bağlı Dalyan köyü yakınlarındaki antik kent.
KAUR: Çölde fırtına sonucu tepecikler halinde yığılan kum kütlesi.
KAUR:  Çok derin.
KAV: Bir cins antilop.
KAV: İçki mahzeni.
KAV: Şarap mahzeni.
KAV:  Çabuk tutuşan bir süngerimsi madde./  Yılanın deri değiştirirken attığı kabuk.
KAVA: Aynı adlı karabiberden elde edilen bir tür içki. 
KAVAF: Ucuz,özenmeden ve bayağı cins ayakkabı yapan veya satan esnaf.
KAVAF:  Ayakkabı satıcısı esnaf.
KAVAK: Botanikte populus olarak tanımlanan söğütgillerden uzun orman ağacı.
KAVAL: Saçma atan av  tüfeği.
KAVALA: Deniz kenarında salaş ve dam gibi barınılacak yer.
KAVALA:  Deniz kıyısında barınılan yer.
KAVALAK: Öksürük otu da denilen ve sarı çiçekler açan otsu bir bitki.
KAVALYE:  Dansta kadına eşlik eden erkek.
KAVANİN: Yasalar.
KAVARA: Balı alınmış petek.
KAVARA: Balı alınmış petek.
KAVARA:  Balı alınmış petek.
KAVAS: Elçilik veya konsolosluklarda çalışan koruma memuru.
KAVAS:  Konsolosluklardaki özel koruma görevlisi.
KAVATA: Bir tür sert ve fazla kızarmayan domates.
KAVAZ: Halk dilinde semavere verilen ad.
KAVELA: Halatların dikişlerinde kullanılan demir veya ağaç kama.
KAVELA:  Ağaç çivi.
KAVELE: Ağaç çivi. 
KAVGA:  Dalaş, Hır, Niza, Haraza, Maraza, Takaza, Tenazu.
KAVİL: Söz,sözleşme. 
KAVİM:  Budun.
KAVİMLER:  Akvam.
KAVİTE: Boşluk.
KAVLAK:  Kabuğu dökülmüş.
KAVLEN:  Sözlü olarak.
KAVRAM:  Nosyon.
KAVRAYIŞLI:  İhatalı, Zekavetli.
KAVSARA: Hurma dalı veya kamıştan yapılan iki yanı kulplu meyve sepeti.
KAVSARA:  İki kulplu meyve sepeti.
KAVŞAK:  Çat.
KAVURMA:  Tahmis.
KAVVALİ: Pakistan’da müzik eşliğinde ve koro halinde söylenen şiirlerden oluşan tasavvuf musikisi türü.
KAY:  Kusma.
KAYABAŞI: Çoban türküsü.
KAYAÇ: Yer kabuğunun maddesi. 
KAYAÇ:  Sahre, Külte.
KAYAHANİSİ: Lagos balığı.
KAYAKELERİ: Bukalemun.
KAYAN:  Dağdan inen sel.
KAYAR: Hayvanların eskiyen nallarının çivilerini değiştirme işlemi.
KAYARTO: Argo da ahlaksız kimse. 
KAYDETME:  Derç.
KAYEN: Acı biber.
KAYGANA: Omlet .
KAYILAR: Oğuzların Bozok kolundan bir Türkmen boyu olarak Selçuklularla birlikte Anadolu’ya gelen ve Osmanlı hanedanının kökenini oluşturan konar göçer topluluk.
KAYINBA:  Yakılmış tütün.
KAYIR:  İri kum, Çakıl.
KAYIRMA:  İltimas.
KAYIŞ:  Rihat.
KAYIŞDİLİ:  Kaba ve çirkin sözcüklerle konuşulan dil.
KAYIT:  Kapı ve pencere doğramalarının her bir parçası.
KAYITMAK:  Bir şeyi yapmaktan vazgeçmek, Caymak.
KAYMAKTAŞI:  Albatr, Su mermeri.
KAYNAÇ:  Gayzer.
KAYNAK:  Bulak, Göze, Cevher, Eşme Orijin, Öz, Pınar, Mehaz.
KAYNAKÇA:  Bibliyografya.
KAYNE:  İslâmlık öncesi Arap kadın şarkıcılarının adı.
KAYRAK: Yassı ve düz taş.
KAYŞA: Heyelan.
KAYTAN: İpek sargılı ip.Pamuk veya ipekten sicim. 
KAYTAN:   İp yerine kullanılan ince uzun deri parçası.
KAYYUM: Belli bir malın yönetilmesi veya belli bir işin yapılması için görevlendirilen kimse.
KAYYUM:  Cami görevlisi.
KAZAKA: Orta  Karadeniz  yöresinde  dokunan  kalın  ve  dayanıklı  bir  tür  kumaşa
KAZAMAT: Bombalardan korunmak için yerin altına kazılmış siper.
KAZAMAT: Siper.
KAZAMAT:  Top yuvası.
KAZAN:  Dik, Mircel.
KAZANMA:  Edinim, İktisap.
KAZASKER: Osmanlı  devletinin  yargı  sisteminde  Şeyhülislamdan  sonra  gelen  en  yüksek  görevliye verilen ad.
KAZAZ: Ham ipeği iplik ve ibrişim durumuna getiren kimse.
KAZAZ: İpek ibrişim yapan kişi. 
KAZAZ:  Ham ipeği işleyerek satan kimse.
KAZEİN: Sütte bulunan protein. 
KAZEVİ:  Sazdan örülü sepet.
KAZGAL: Kaba ayakkabı. 
KAZİYE: Önerme.
KAZİYE:  Önermek.
KE: Arapça zarf yapan gibi anlamında benzetme öneki.
KEBABE: Kuyruklu biber’de denilen ve karabibere benzer bir tür baharat.
KEBD:  Karaciğer.
KEBE: Kısa kepenek. 
KEBE:  Bir tür kilim.
KEBERE: Akdeniz  yöresinde  yetişen  ve  çiçek  tomurcukları  turşu  yapımında  kullanılan  bir  bitkiye verilen ad.
KEBİRE:  Büyük günah.
KEBİSE:  Bir gün fazlası olan yıl.
KEBUTER: Güvercin.
KEÇ: Yelkenli bir tekne. 
KEÇE: Keçi kılından yapılmış kumaş. 
KEÇE: Yapağı veya keçi kılının dokunmadan,yalnızca dövülmesiyle elde edilen kaba kumaş.
KEÇİKIRAN: Van  gölünün  kuzey  batısında  Muradiye  ovasında  Urartu  döneminden  kalma  kaleye verilen ad. 
KEÇİMEMESİ: Sert kabuklu,iri ve uzunca taneli bir üzüm cinsi. 
KEÇİYEMİŞİ: Yaban mersini.
KEDİBALI: Erik,kayısı gibi ağaçlardan sızan bir tür zamk.
KEDİBATMAZ: Pekmezle yapılan bir tür tatlı.
KEDİDİLİ: Genellikle dondurmanın yanında yenilen bir tatlı bisküvi.
KEDİNANESİ: Yaban sümbülü adıyla da bilinen bir kır bitkisi.
KEF: Et haşlanırken su üzerinde biriken tortu.
KEF: Köpük.
KEF: Yumurtadan yeni çıkmış civcivin ağzının kıyısında bulunan ve zamanla kaybolan sarı renk.
KEFAL: Çok pullu,gümüş renkte,beyaz etli bir balık.
KEFE: Terazi gözü.
KEFEKİ: Diş diplerinde ve kaplarda oluşan kireç tabakası. 
KEFEKİ:  Bir taş türü. / Diş diplerinde oluşan kireç.
KEFERE: Müslüman olmayanlar.
KEFERE:  (KÜFFAR) Gayri müslimler.
KEFİR: Özel bir maya mantarıyla keçi veya inek sütünün mayalanmasıyla hazırlanan ekşi içecek.
KEFİYE: Arapların başlarındaki serpuş. 
KEHANET:  Evliyalarda rastlanabilen olağandışılık hali.
KEHF: Mağara.
KEHKEŞAN: Samanyolu.
KEHLE: Bit.
KEJDÜM:  Akrep.
KEKA: Yan gelip yatma. 
KEKA: " ""Ne güzel"" anlamına gelen bir sözcük."
KEKEME:  Kekeç, Rekik.
KEKEMELİK:  Rekâket, Pepelik.
KEKRE: Tadı ekşimiş ve buruk olan. 
KEKRE:  Acı ve ekşimtırak tadı olan.
KELALAKA: Alakasız.(Mecazi).
KELAM: Söz. 
KELAMIKEBİR:  Atasözü niteliği kazanmış büyükler sözü.
KELAMIKİBAR: Özdeyiş. 
KELAYNAK: Fırat vadisini çeviren kayalarda  yaşayan ve soyu tükenme tehlikesi gösteren,uzun gagalı bir kuş.
KELAYNAK: Yeryüzünde yalnız Birecik’te Fırat vadisini çeviren kayalarda yaşayan uzun gagalı bir kuş.
KELE: Bağa,tosun.
KELE: Boğa,tosun.
KELEFE:  İplik çilesi.
KELEME: Sürülmemiş tarla.Bakımsız bağ,bahçe.  
KELEME:  Bakımsız bahçe veya bağ. / İki yıl sürülmemiş tarla.
KELEP: Büyük iplik çilesi.
KELEP: Büyük yün çilesi.
KELEP:  İplik çilesi.
KELEPİR:  Değerinin altında satın alınan kullanılmış eşya ya da mülk.
KELER: Sürüngen hayvanların genel adı. 
KELEŞ: Yiğit,cesur,bahadır.
KELET: İki kulplu ve küfe biçimindeki  büyük sepete halk dilinde verilen ad.
KELETE: Halk dilinde çuvala verilen ad.
KELETE:  Bir çuval türü.
KELİK: Eski ayakkabı.
KELLE: Ekinlerde başak.
KELP: Köpek.
KELPE:  Bağ hereği.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.