KA: Eski bir hacim ölçüsü.
KA: Eski Mısır’da üretici güç.
KA: Eski Mısır'da insanoğlunun hayati dayanağı olan üretici güç./ Mezopotamya'da kullanılmış eski bir hacim ölçüsü birimi.
KAA: Mısır ve Suriye’deki geleneksel konutlarda sofa benzeri mekan.
KAAG: On yedinci asırdan On dokuzuncu asra kadar kıyı taşımacılığında ve iç sularda kullanılan küçük Hollanda yelkenlisi.
KAAMA: Afrika’da yaşayan İnek antilobu.
KAAT: Eski Türk kâğıt oymacılığı.
KAB: Eski dilde uzaklık,ara.
KABA: Hoyrat, Nadan, Nobran, Anif, Kubal, Zahit.
KABADDİ: Hindistan’a özgü,güreşle ragbinin karışımı olan bir spor.
KABAK: Esrarkeşlerin kullandığı bir çeşit nargile.
KABAK: Bir tür reçine./ Çiçeği saran kabuk.
KABAKA: Afrika kabilelerinde krala verilen ad.
KABAKA: Afrika kabilelerinde krala verilen ad.
KABAKULAK: Yazma.
KABALA: Götürü,toptan.
KABALA: Yahudilerde Tevrat’ın gizli anlamlarını araştırma işi.
KABALA: Doğa üstü varlıklarla ilişki kurma sanatı./ Götürü, Toptan iş, Kesene Götürü.
KABALAK: Bir tür başlık.
KABALAK: Birinci Dünya Savaşında Osmanlı ordusunda kullanılan bir tür başlık.
KABALAK: Kabak yapraklarını andıran geniş ve etli yaprakları olan bir kır bitkisi.
KABAN: Dik yokuş.
KABARA: Nalıncı çivisi.
KABARCIK: Domur.
KABARE: Çeşitli gösterilerin yapıldığı eğlence yeri.
KABAŞ: Dalsız budaksız ağaç.
KABATASLAK: Bir şeyin ayrıntılarına girmeden ana çizgilerini belirten.
KABİLE: Aşiret, Uruk, Boy, Şab, Cemaat.
KABİLİYET: Yetenek, Maharet, Yeti.
KABİR: Mezar,gömüt.
KABLELVUKU: Önceden hissetme, İçine doğma.
KABOTAJ: Bir ülkenin iskeleleri arasında gemi işletebilme hakkı.
KABUK: Kavkı.
KABUKİ: Japon tiyatro türü.
KABUS: Karabasan.
KABZA: Tutak,sap.
KABZA: Balçak.
KACARA: Halk dilinde mızıkçı,yaygaracı,gürültücü anlamında kullanılan sözcük.
KAÇ: Batı Hindistan’da eski bir Hindu devleti.
KAÇABURUK: Bir ayakkabıya ağaç veya metal çivi çakmak için delik açmaya yarayan ayakkabıcı aleti.
KAÇAMAK: Mısır unuyla yapılan yağlı bir yemek.
KAÇAMAK: Toplumca hoş görülmeyen bir şeyi arasıra yapmak.
KAÇARULA: Büyük tencere.
KAÇARULA: Saplı tencere.
KAÇINIK: Yalnız kalarak, toplumdan uzak kalmayı seven, Münzevi.
KAÇINMA: İmtina, Çekinme.
KAÇMA: Giriz, Fertik, Firar.
KAD: Eski dilde boy,endam.
KADA: Halk dilinde kardeş.
KADDAHE: Çakmak taşı.
KADE: Oturuş.Namazda,rekat sonlarında belli bir süre oturma.
KADEM: Ayak
KADEM: Ayak, Pa.
KADEMBUS: Ayak öpen.
KADEMİYE: Ayak bastı parası.
KADER: Fatalite, Yazgı.
KADERCİ: Fatalist.
KADERCİLİK: Fatalizm.
KADET: En küçük boylu yarış yelkenlisi.
KADI: Hükümdar vekili, Niyabet, Naip.
KADIN: Fem, Zen, Nisa, Şuy, Banu, Hatun, Zenne, Kübra.
KADINLAR: Nisa, Zenan, Nisvan.
KADINSI: Efemine.
KADIZ: Hep aynı yerinde duran büyük fıçı.
KADİFE: Pelüş, Velur.
KADİM: Eski,ezeli.
KADİM: Başlangıcı olmayan, Ezeli, Bayrı.
KADİRİLİK: Şeyh Abdülkadir Geylani tarafından on birinci yüzyılda kurulan bir tarikat.
KADİT: Güneşte veya hafif alevde kurutulmuş et.
KADRİL: Eski bir salon dansı.
KADRİL: Eski salon danslarından biri.
KADRON: Yapı kerestesi.
KADÜK: Değerini,önemini yitirmiş.
KADÜK: Değerini yitirmiş.
KAFADAR: Kafa dengi yakın arkadaş.
KAFAKOL: Güreşte bir oyun.
KAFES: Ahşap ve çubuklarla yapılan ve pencerelere takılan siper.
KAFİLE: Birlikte yolculuk eden insan topluluğu, Konvoy, Kortej, Filo, Katar. Kervan, Mevkip.
KAFTAN: Eskiden giyilen kolsuz,önden açık,uzun ve geniş kesimli giysi.
KAGİR: Taş veya tuğladan yapılmış olan.
KAGURA: Çok eski bir geçmişi olan ve kimi Şinto törenlerinde yapılan dinsel Japon dansı.
KAHİR: Ezici.
KAHİT: Kıtlık yılı.
KAHKAHAÇİÇEĞİ: Gündüz sefası.
KAHKE: Gaziantep yöresine özgü bir cins çörek.
KAHRAMAN: Alp, Bahadır, Hero, Yiğit,Konur.
KAHRAMANLIK: Hamaset, Heroluk.
KAHVALTI: Ahar.
KAHYA: Kethüda.
KAİL: Aklı yatmış.
KAİM: Ayakta duran.
KAİM: Yerini alan, Yerine konan.
KAİNAT: Alem, Evren, Hilkat, Mevcudat, Acun, Felak, Arz.
KAK: Kaya ve ağaç kovuklarında su birikintisi.
KAK: Meyve kurusu.
KAK: Elma-Armut kurutulmuşu./ Yağmur suyunun biriktiği çukur.
KAKAÇ: Manda pastırması. / Tuzlanıp kurutulmuş yiyecek
KAKADU: Papağana benzer bir kuş.
KAKAK: Tuzlanıp kurutulmuş yiyecek.
KAKALAK: Hamam böceği.
KAKAO: Amerika’nın sıcak bölgelerinde yetişen bir ağaç,hint bademi.
KAKAO: Hint bademi.
KAKAPO: Yeni Zelanda’nın nemli ormanlarında yaşayan,yeşilimsi papağan.
KAKAVAN: Kendini beğenmiş.
KAKIM: As.
KAKİ: Trabzon hurması da denilen tropikal bir meyve.
KAKNEM: Çirkin.
KAKNEM: Kuru,sıska.
KAKNEM: Huysuz, Çirkin, Abus.
KAKTÜS: Atlas çiçeği.
KAKULE: Sıcak iklimlerde yetişen bir bitki.İlaç olarak kullanılan bir baharat.
KAKULE: Tadı ve kokusu karabibere benzeyen bir tür baharat.
KAKULE: Zencefilgillerden ıtırlı bir bitki.
KAKÜL: Alnın üzerine düşen kısa kesilmiş saç.
KAKÜL: Perçem.
KAL: Laf,söz.
KAL: Maden külçelerinin eritilip arındırılması.
KAL: Madenleri birbirinden ayırma işi.
KALA: Eski dilde kumaş.
KALA: Gelin çiçeği.
KALA: İri ve boru biçiminde beyaz veya sarı renkli çiçeği olan bir süs bitkisi.
KALAAZAR: Malta humması.
KALABALIK: Alay
KALAFAT: Tekne ziftleme.
KALAK: Büyümemiş karpuz.
KALAK: Eski dilde burun ucu. / Hayvanların burun ucu.
KALAK: Gelin tacı.
KALAK: Burun ucu./ Gelin tacı.
KALAMAR: Eti yenen bir çeşit mürekkep balığı.
KALAMAZO: Bir tür sıralaç.
KALAN: Mütebaki.
KALANTOR: Gösterişi seven,varlıklı kimse.
KALANTOR: Gösterişi seven varlıklı kimse.
KALAR: Uçurum.
KALAS: Kalın biçilmiş uzun tahta.
KALAS: Kaba, görgüsüz kimse./ Uzun, kalın, enli tahta.
KALAVRA: Bir tür ökçesiz ayakkabı,yemeni.
KALAY: Argo’da sövme,sövgü.
KALBUR: Elek.
KALDIRAÇ: Kriko, Manivela.
KALDIRIM: Rasaf.
KALDIRMA: İlga.
KALE: Kirman, Hisar, Germen, Dulda, Bari, Kırman, Kurgan.
KALEB: Musa’nın gönderdiği 12 kaşiften biri.
KALEBENT: Kale dışına çıkmamaya mahkûm edilmiş hükümlü.
KALEM: Mikram.
KALEMBEK: Bir cins kokulu sandal ağacı. Bir cins mısır.
KALEMİS: Afrika misk kedisi.
KALEMŞOR: Yazılarıyla başkalarına saldıran yazar.
KALENDER: Gösterişsiz,sade yaşamaktan yana olan.
KALENDER: Rind, Alicenap.
KALENSÖVE: Sivri tepeli külah
KALESKA: Dört tekerlekli,hafif,bir tür gezinti arabası.
KALEVİ: Alkalik.
KALGAY: Tarihte Kırım Hanlığında veliahta verilen unvan.
KALGAY: İzci kumandanı.
KALICI: Baki, Payidar, Statik, Daim.
KALIK: Evde kalmış kız.
KALIK: Evlenmeyip evde kalmış kız, Terike.
KALIN: Damat adayının gelin olacak kıza verdiği hediye.
KALINTILAR: Bakaya
KALİBRE: Ateşli silah çapı.
KALİKO: Bir cins pamuklu kumaş.
KALİNİS: Su tavuğu.
KALİNİS: Yağmur kuşu.
KALİNOS: Levreğe benzeyen bir balık.
KALİPSO: Jamaika’dan yayılmış iki zamanlı bir dans.
KALİTE: Nitelik, Vasıf.
KALİTEA: Şeker kamışından elde edilen sert bir içki.
KALK: Bir dilden başka bir dile olduğu gibi çevrilen terim.
KALKAN: Türs.
KALKER: Kireç taşı.
KALLAVİ: Sadrazam kavuğu.
KALLAVİ: Vezir kavuğu.
KALOMA: Gemi zincirinin su içindeki bölümü.
KALOMEL: Tatlı sülümen.
KALORİ: Isın.
KALP: Sahte, Taklit.
KALPAK: Hayvan postundan başlık.
KALSİT: Billurlaşmış doğal kalsiyum karbonat.
KALTABAN: Şarlatan,yalancı,hileci.
KALTABAN: Yalancı,hileci.
KALTAK: Üzeri meşin,halı gibi şeylerle kaplanmamış olan eyerin bölümü.
KAM: Dilek.
KAM: Eski dilde dilek.
KAM: Şaman.
KAM: Şaman.
KAMA: Oyunda kazanılan her parti.
KAMA: Topun gerisini kapayan kapak.
KAMA: Aynı kuşaktan.
KAMARİLLA: Bir büyük güç sahibini perde arkasından yöneten kimse.
KAMARİLLA: Büyük bir yetke sahibini perde arkasından yöneten kimse.
KAMASUTRA: Hint kenevirinden elde edilen uyuşturucu bir madde.
KAMAYÖ: Aynı rengin çeşitli tonlarıyla yapılan resim.
KAMBAT: Kahramanlık bestesi.
KAMBRİYEN: Birinci çağın ilk dönemi ve bu dönemde oluşmuş yer katmanları.
KAMBUR: Kuhan, Domalıç, Fırlak.
KAME: Değişik renklerde üst üste iki katmandan oluşan ve üstteki katmanına bir desen yapılan değerli taş.
KAME: Değişik renkli üst üste iki katmandan oluşan ve üstteki katmanına kabartma bir desen yapılan değerli bir taş..
KAMELYA: Çin gülü.
KAMER: Ay, Mah.
KAMERİYE: Bahçelerde yazın oturmak için yapılan kafes biçiminde kubbeli,üstü yeşilliklerle sarılan süslü çardak.
KAMERİYE: Bahçelerde kurulan süslü çardak.
KAMET: Boy,endam.
KAMET: Camide namaza kalkmak için okunan ezan.
KAMET: Boy, Pos, Endam.
KAMEYÖ: Aynı rengin çeşitli tonlarıyla yapılan resim.
KAMIŞ: Kiliz, Kofa, Saz.
KAMİ: Japonca yaratıcı anlamında sözcük.
KAMİKAZE: Japon intihar uçağı.
KAMİL: Yetkin,olgun.
KAMİNETO: Küçük ispirto ocağı.
KAMİNETO: Küçük ispirto ocağı.
KAMİS: Gömlek.
KAMPANA: Büyük çan.
KAMRAN: İsteğine kavuşmuş olan,mutlu.
KAMU: Amme, Halkın bütünü.
KAMUS: Büyük sözlük.
KANA: Geminin çektiği suyu göstermek için baş ve kıç bodoslamaları üzerine konulan işaretler.
KANA: Güzel çiçekli bir süs bitkisi.
KANAAT: Kanı, düşünce
KANADİYEN: Yaz aylarında giyilen bol ve geniş dikimli astarsız hafif ceket.
KANAĞAN: Kolayca kandırılan.
KANALET: Küçük kanal.
KANAMİSİN: Tüberküloz tedavisinde kullanılan bir antibiyotik.
KANARA: Kesimevi.,mezbaha.
KANASTA: Bir kağıt oyunu.
KANATA: Ağzı geniş,tek kulplu su kabı
KANATA: Ağzı geniş su kabı.
KANAVA: Kanaviçe,el işleri için kullanılan seyrek dokunmuş keten bezi.
KANAVİÇE: El işleri için kullanılan seyrek dokunmuş keten bezi.
KANAVİÇE: Labo.
KANCABAŞ: Altı veya sekiz çift kürekle çekilen dar,uzun bir çeşit kayık
KANÇILAR: Konsolosluklarda evrak görevlisi.
KANÇILARYA: Elçilik ve konsolosluklarda yönetimle ilgili olan görevli.
KANDELA: Işık yoğunluğu birimi.mum.
KANDİL: Bir kap içinde sıvı yağ ve fitilden oluşmuş aydınlatma aracı.
KANDİL: Çerağ, Pesüs, Iştın.
KANGAL: Tel,kurşun boru gibi uzun ve bükülebilir şeylerin halka biçiminde sarılmasıyla yapılan bağ.
KANGAL.: Bir köpek cinsi.
KANI: Kanaat, Zan, Sanı, San, Zehap.
KANIT: Delil, İspat, Tanıt, Burhan.
KANİŞ: Bir köpek cinsi.
KANİŞ: Uzun,kıvırcık tüylü bir cins köpek.
KANKA: Kan kardeşi.
KANLIBASUR: Dizanteri.
KANO: Kürekle yürütülen dar,uzun,hafif tekne.
KANOTİYE: Düz kenarlı şapka.
KANPHATAYOGİ: Büyük küpeleriyle tanınan ve dinsel inançlarında Hindu,Şiva,Tandra Budhacılığı ve Hathayoga’ya özgü ögeleri birleştiren Şivacı çileciler tarikatı.
KANSIZLIK: Anemi, Kloroz.
KANTARİYE: Çarşıya,pazara getirilen şeylerden alınan tartı vergisi.
KANTARMA: Azılı atları zaptetmek için dillerini bastıracak biçimde yapılmış demir araç.
KANTAŞI: Hematit.
KANTAT: Kahramanlık yada din konularında yazılıp bestelenmiş şiir
KANTİYANE: Hekimlikte iştah açıcı olarak kullanılan bir bitki.
KANTO: On dokuzuncu asırda İstanbul tiyatrolarında ortaya çıkan eğlendirici şarkı.
KANUNİ: Yasal
KANUNUESASİ: Anayasa
KANUR: Esmer,açık kestane rengi rengi.
KANYON: Derin vadi.
KAOLİN: Arı kil.
KAOLİN: Porselen yapımında kullanılan bir çeşit beyaz ve gevrek kil.
KAOLİN: Arıkil.
KAP: Aşık kemiği.
KAPA: Ticari değer taşıyan yaprak tütünlerin düşük kaliteli olanı.
KAPALI: Puside, Muğlak.
KAPAMA: Bir tür kuzu eti yemeği.
KAPAMA: Taze soğan ve marulla pişirilmiş kuzu eti yemeği.
KAPANCA: Tütün fidelerini örtmek için kullanılan hasır veya ottan örtü.
KAPARİ: Gebre otu.
KAPARO: Peşinat. Bir kimseye, pazarlığında anlaşılmış bir paranın küçük bir bölümünü önceden vermek.
KAPAROZ: Argo’da yolsuzca veya zorla elde edilen mal.
KAPÇAK: Büyük çengel.
KAPELA: Şapka.
KAPELA: Şapka.
KAPI: Tavla oyununda pul dizilen yer.
KAPI: Eşik, Südde.
KAPICI: Bevvap.
KAPIKULU: Ücretli Osmanlı askeri.
KAPIZ: Kanyon.
KAPİTONE: İçi pamuk yada yün vatka ile doldurularak dikilmiş,döşemelik veya giyim eşyası yapımında kullanılan kumaş.
KAPİTÜLASYON: Yabancılara tanınan ayrıcalıklar.
KAPİTÜLASYON: Bir ülkede yabancılara verilen geniş ayrıcalık haklan
KAPTAN: Atilla İlhan’ın lakabı
KAPUSKA: Etli lahana yemeği.
KAPUZ: Sık orman.
KAR: Ası, Yarar, Fayda, Menfaat, Çıkar.
KARA: Anarşizmin rengi.
KARABACAK: Bir pancar hastalığı.
KARABAŞ: Çoban köpeği.
KARABAŞ: Halk dilinde çoban köpeği.
KARABAŞ: Rahip,keşiş.
KARABİNA: Eski bir tüfek.
KARABİNA: Namlusu genellikle yivli,kısa ve hafif bir tüfek.
KARABOYA: Zaç yağı,sülfirik asit.
KARACA: Gümüşhane ilinde,sarkıt ve dikitleriyle ünlü bir mağara.
KARAÇOR: Daha çok Türkmen oymakları arasında rastlanan bir tür kukla oyunu.
KARADUL: Zehirli bir örümcek türü.
KARAFA: Uzun boyunlu,kulpsuz,küçük rakı sürahisi.
KARAFAKİ: Rakı konan 15- 20 cl’lik kulpsuz sürahilere verilen ad.
KARAGEVREK: Bir üzüm türü.
KARAGÖL: Artvin ilinde,Sahara yaylası ile birlikte ulusal park kapsamına alınan ve doğal güzelliğiyle tanınan bir göl.
KARAGÖZ: İzmaritgillerden,boz renkli,beyaz etli bir balık.
KARAĞI: Bakınız (KÖSEĞİ).
KARAİMLER: Çoğunluğu Türk soyundan olan ve Polonya topraklarında oturan Musevi topluluğu.
KARAİN: Antalya’da bir mağara.
KARAKAÇAN: Eşek.
KARAKAVZA: Yaban havucu.
KARAKEÇİ: Bir cins, sazana benzer tatlı su balığı.
KARAKEÇİ: Sazana benzer bir tatlı su balığı.
KARAKEÇİLİ: Kayı boyuna bağlı olan ve Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yaşayan büyük bir aşiret.
KARAKIŞ: Zemheri.
KARAKO: Eskiden kullanılan,kolları ve etek uçları bazen bol ama genellikle bele oturan kadın korsajına verilen ad.
KARAKONCOLOS: Çocukları korkutmak için kendisinden söz edilen bir yaratık,umacı,hayalet.
KARAKONCOLOS: Çocuk korkutmakta kullanılan uydurma yaratığın adı
KARAKTER: Seciye, Ira, Kişilik, Ben Siret.
KARAKUCAK: Bir güreş türü.
KARAKUCAK: Kökeni Orta Asya’ya kadar uzanan,en eski,serbest biçimdeki Türk güreşi.
KARAKUCAK: Serbest biçimdeki geleneksel Türk güreşi.
KARAKULAK: Çakala benzer vahşi bir hayvan.
KARAKULAK: Haberci,ulak.
KARAKULAK: Kedigillerden,çakala benzer bir hayvan.
KARAKUNA: Bazı Anadolu yörelerinde insanları korkuttuğuna inanılan düşsel varlık.
KARAKUŞİ: Kural, yasa ve normlara dayanmayan.
KARAMAK: Hor görmek.
KARAMANDOLA: Bir cins parlak kumaş.
KARAMANDOLA: Daha çok ayakkabı yapılan bir çeşit sağlam ve parlak kumaş.
KARAMELA: Şekerin yakılmasıyla yapılan şekerleme.
KARAMİZAH: Yalnız güldürmeyi değil,daha çok düşündürmeyi ve yergiyi amaçlayan mizah.
KARAMSAR: Bedbin, Pesimist.
KARAMSARLIK: Pessimizm.
KARAMUK: Koyunlarda görülen bir tür hastalık.
KARAMUK: Zararlı bir bitki./Koyunlarda görülen bir hastalık.
KARANLIK: Tar-Zifir, Zulmet.
KARAOKE: Bir televizyon ekranına bağlanan mikrofon yardımıyla,ekrandaki görüntüler eşliğinde şarkı söyleme esasına dayanan oyun.
KARAR: BİR İŞ VEYA SORUN HAKKINDA DÜŞÜNÜLEREK VERİLEN KESİN YARGI
KARARSIZ: Mütereddit, İkirci.
KARARSIZLIK: İkircik, Tereddüt.
KARASAKIZ: Şarap üretiminde kullanılan yerli bir üzüm cinsi.
KARASAL: Kara ile ilgili, Beni.
KARASEVDA: Malihulya, Melankoli.
KARASU: Ağır akan su.
KARATAVUK: Meyve ve böceklerle beslenen ötücü bir kuş.
KARATAVUK: Tüyleri kara,meyve ve böceklerle beslenen ötücü bir kuş.
KARATEPE: Osmaniye ilinde,ulusal park kapsamına alınan ünlü Hitit yerleşmesi.
KARAVAN: Bir otomobilin arkasına takılan,insan taşımaya yarayan,tekerlekli,üstü kapalı araç.
KARAVANA: İnce yassı elmas.
KARAVAŞ: Savaşta tutsak edilen veya satın alınan ve sahibinin üzerinde tam bir kullanım hakkı bulunan kadın.
KARAVELA: Gemilerde denizcilik kurallarına aykırı durum.
KARAYA: Eczacılıkta kullanılan ve çürümeyen bir bitki.
KARAYA: Eczacılıkta kullanılan, çürümez bitkisel zamk.
KARAYAKA: Doğu Karadeniz kıyı bölgesinde yetişen bir koyun türü.
KARAYAKA: Doğu Karadeniz kıyı bölgesinde yetişen,uzun kuyruklu,beyaz renkli bir koyun ırkına verilen ad.
KARAYANIK: Şarbon.
KARAYEL: Keşişleme karşıtı rüzgar.
KARCIĞAR: Türk müziğinde bir makam adı.
KARDELEN: Baharda çok erken çiçek açan ve eczacılıkta kullanılan soğanlı bir bitki.
KARE: Dördül, Murabba.
KAREOGRAFİ: Bir baleyi oluşturan adım,figür ve anlatımların bütünü.
KARESİ: Balıkesir’in eski adı.
KARGAŞA: Kaos.
KARGIŞ: Lanet.
KARHA: Ülser hastalığına verilen bir başka ad.
KARI: Eş, Ayal, Refika, Zevce, Zevç./ Sürekli gazete okuyucusu, Okur.
KARIK: Bağ ve bahçe sulamak için açılmış su yolu,ark.
KARIK: Bahçe sulamak için açılmış ark.
KARIN: Batın, Şikem.
KARINSA: Kuşların tüy değiştirme zamanı.
KARIŞ: Baş parmak ve serçe parmağı uzaklığı.
KARIŞIK: Mağşuş, Girift.
KARIŞIKLIK: Fesat, Kaos, Kargaşa, Keşmekeş, Karambol.
KARIŞTIRMA: Tahlit.
KARİ: Okuyucu,okur.
KARİA: Anadolu’nun güneybatısının antik devirlerdeki adı.
KARİBU: Sibirya Ren geyiği./Amerika Ren geyiği.
KARİHA: Düşünme gücü.
KARİHA: Düşünme yeteneği.
KARİN: Eski dilde yakın,az aralıklı olan.
KARİNA: Gemi omurgası.
KARİNE: Büyük Menderes deltasında,zengin bir kuş yapısına sahip olan göl.
KARİNE: İpucu.
KARİNE: Delil, İpucu, Tutanak, Burhan.
KARİTAS: Tanrı'ya ve yarattığı insanlara sevgi duymak.
KARİYER: Meslek,uzmanlık.
KARİZMA: Büyüleyicilik, Etkileyicilik.
KARKARA: Turna türü.
KARMANYOLA: Issız yolda hırsızlık.
KARMANYOLA: Şehir içinde ıssız yolda korkutulmak yoluyla yapılan soygun
KARMAŞIK: Müşevveş
KARMIK: Çay ağzında yapılmış olan balıkçı büğeti.
KARMUK: Büyük kanca.
KARN: Boynuz.
KARNAVAL: Bir çok ülkenin ortak bayram veya şenliğinin adı.
KARNİ: Laboratuarda damıtma işlerinde kullanılan geniş karınlı ve eğri boyunlu cam kap.
KAROÇA: Çift atlı binek arabası.
KAROTEN: Havuca renk veren madde.
KARRA: Kuranı usulüne göre ve güzel okuyan.
KARSAK: Köpekgillerden,postundan kürk yapılan bir memeli türü.
KARSAK: Soluk kahverengi,karnı beyaz tüylü,kısa kulaklı,postundan kürk yapılan memeli bir hayvana verilen ad.
KARSAMBAÇ: Pekmezle kar karıştırılarak yapılan kar helvası.
KARST: Çoğunlukla yüzey sularından yoksun mağaralarla ve yer altı ırmaklarıyla örülü kıraç ve kayalık arazi.
KARST: Kayaçların erimesiyle yer altı akıntıları olan kireç taşı ve dolomit bölgesi.
KARŞILAŞTIRMA: Mukayese.
KARŞILIĞINDA: Mukabil.
KARŞITLIK: Tezat, Zıtlık, Aksilik.
KART: Anaç, İri.
KARTALKAYA: Bolu yakınlarındaki kayak merkezi.
KARTEL: Gemilerde kullanılan küçük su fıçısı.
KARTELA: Tombala kartı.
KARTOGRAF: Haritacı.
KARTUK: Büyük tarla tarağı.
KARUÇA: Bir çift at tarafından çekilen,üstü kapalı,yaylı ve dört tekerlekli binek arabası.
KARUM: Asurlular tarafından kurulan ticaret kolonilerine verilen ad.
KARUN: Çok zengin.
KARYA: Yunan mitolojisinde Dionysos’un ceviz ağacına dönüştürdüğü Lakonia’lı genç kız.
KARYOKİNEZ: Çok hücreli canlılarda hücrenin belli evrelerden geçerek çoğalması.
KARZ: Ödünç verme.
KASABA: Nuri Bilge Ceylan’ın bir filmi.
KASALAK: Kibirli.
KASAP: Cezzar.
KASAR: Pamuk ipliğini veya bezini bol ve soğuk su ile yıkayarak ağartma işi.
KASEM: Yemin, Ant.
KASINMA: Büyüklenme, Kibir.
KASIRGA: Çok şiddetli ve çevrintili bir yel.
KASİDE: On beş beyitten az olmayan,bütün beyitlerin ikinci dizeleri en baştaki beyit ile uyaklı bulunan ve çoğu kez büyükleri övmek için yazılan divan edebiyatı manzumesi.
KASİS: Yol çukuru.
KASİS: Yol üzerinde oluşmuş çukur.
KASİS: Yol çukuru.
KASNAK: Enli çember.
KASNI: Bir tür zamk.
KASR: Küçük saray.
KASSAM: Mirasçılar arasında mirası paylaştıran ve yetimlerin hakkını koruyup idare eden şeriat memuru.
KASTABALA: Osmaniye ilinde antik bir kent.
KASTANYET: Parmaklara takılarak çalınan bir tür zil.
KASTANYOLA: Güverte locasının altındaki demir kol.
KASTOR: Kunduz kürkü.
KASVETLİ: Mukassi.
KAŞA: Boyacılık ve sepicilikte kullanılan tanence zengin bitkisel özüt.
KAŞA: Rusya’ya özgü,taze krema ile birlikte yada yahninin yanı sıra sunulan veya yağda pişirilmiş,ayıklanmış karabuğday irmiği.
KAŞALOT: İspermeçet balinası.
KAŞANE: Köşk.
KAŞANE: Büyük ve süslü köşk.
KAŞE: Bir tür yünlü kumaş.
KAŞEKSİ: Bütün beslenme işlevlerinin bozulmasıyla oluşan ileri derecede zayıflık.
KAŞEKSİ: Bütün beslenme işlevlerinin bozulmasıyla oluşan ileri derecede zayıflık.
KAŞEKSİ: İleri derecede zayıflık.
KAŞMER: Soytarı.
KAŞMİR: Çok ince bir yün cinsi.
KAŞU: Tanence zengin bitkisel özüt.
KAT: Yemen ve Etiyopya’da yetişen,yaprakları uzun süre çiğnenince sarhoşluk veren bir ağaç.
KAT: Giyeceklerde takım.
KATA: Judo ve karatede hareketleri çabuklaştırmak içi n yapılan bir dizi egzersiz.
KATAKULLİ: Yalan dolan.
KATALİK: At arabalarında tekerleğin çıkmasını önleyen demir bilezik.
KATALİZ: Bir maddenin kimyasal bir tepkimede hiçbir değişmeye uğramadan tepkimenin olmasını veya hızının değişmesini sağlayan etkisi.
KATALOG: Fihrist.
KATAMARAN: İki gövdeli (birbirine paralel tutturulmuş iki kütükten yapılmış) deniz taşıt aracına verilen ad.
KATAPULT: Uçakların denizden kalkışını sağlayan teknolojik aksam.
KATARAKT: Aksu,ak basma,perde.
KATARAKT: Gözdeki billur cismin saydamlığını yitirerek ağarmasından ileri gelen körlük,aksu.
KATAVASYA: Göçücü balıkların Karadeniz’den Akdeniz’e geçmesi.
KATEGORİ: Sınıf, Ulam, Zümre.
KATETER: Kullanım alanına göre bir çok modeli olan sondalara verilen ortak ad.
KATETER: Sonda.
KATGÜT: Bağırsaktan yapılmış ameliyat ipliği.
KATGÜT: Ameliyat ipliği.
KATI: Sert, Kulb, Pek, Bek, Rijit, Bulbe./ Kesin, Mutlak, Salt.
KATIKSIZ: Sırf, Halis, Sırfa, Saf, Rafine, Sek.
KATILIK: Şümul, Salabet.
KATILIM: İştirak, Duhul.
KATIRTIRNAĞI: Baklagillerden,bazı türleri hekimlikte idrar söktürücü olarak kullanılan bir bitki.
KATİBİADİL: Noter.
KATİP: Yazman.
KATİPLER: Ketebe.
KATKÜT: Ameliyat ipliği.
KATLAMA: Mayasız hamurdan yapılan,peynirli veya peynirsiz pide,yufka.
KATMER: Bir tabakayı oluşturan katlardan her biri.
KATOLO: Dişi bizon ile boğanın çiftleşmesinden doğan melez hayvan.
KATOT: Negatif uç.
KATRANCI: Fethiye ilçesi yakınlarında,doğal güzelliğiyle tanınmış bir koy ve ada.
KATRANCI: Muğla’da koy.
KATRE: Damla.
KATYON: Katotta toplanmış iyon.
KAUNOS: Köyceğiz’in eski adı.
KAUNOS: Muğla’nın Köyceğiz ilçesine bağlı Dalyan köyü yakınlarındaki antik kent.
KAUR: Çölde fırtına sonucu tepecikler halinde yığılan kum kütlesi.
KAUR: Çok derin.
KAV: Bir cins antilop.
KAV: İçki mahzeni.
KAV: Şarap mahzeni.
KAV: Çabuk tutuşan bir süngerimsi madde./ Yılanın deri değiştirirken attığı kabuk.
KAVA: Aynı adlı karabiberden elde edilen bir tür içki.
KAVAF: Ucuz,özenmeden ve bayağı cins ayakkabı yapan veya satan esnaf.
KAVAF: Ayakkabı satıcısı esnaf.
KAVAK: Botanikte populus olarak tanımlanan söğütgillerden uzun orman ağacı.
KAVAL: Saçma atan av tüfeği.
KAVALA: Deniz kenarında salaş ve dam gibi barınılacak yer.
KAVALA: Deniz kıyısında barınılan yer.
KAVALAK: Öksürük otu da denilen ve sarı çiçekler açan otsu bir bitki.
KAVALYE: Dansta kadına eşlik eden erkek.
KAVANİN: Yasalar.
KAVARA: Balı alınmış petek.
KAVARA: Balı alınmış petek.
KAVARA: Balı alınmış petek.
KAVAS: Elçilik veya konsolosluklarda çalışan koruma memuru.
KAVAS: Konsolosluklardaki özel koruma görevlisi.
KAVATA: Bir tür sert ve fazla kızarmayan domates.
KAVAZ: Halk dilinde semavere verilen ad.
KAVELA: Halatların dikişlerinde kullanılan demir veya ağaç kama.
KAVELA: Ağaç çivi.
KAVELE: Ağaç çivi.
KAVGA: Dalaş, Hır, Niza, Haraza, Maraza, Takaza, Tenazu.
KAVİL: Söz,sözleşme.
KAVİM: Budun.
KAVİMLER: Akvam.
KAVİTE: Boşluk.
KAVLAK: Kabuğu dökülmüş.
KAVLEN: Sözlü olarak.
KAVRAM: Nosyon.
KAVRAYIŞLI: İhatalı, Zekavetli.
KAVSARA: Hurma dalı veya kamıştan yapılan iki yanı kulplu meyve sepeti.
KAVSARA: İki kulplu meyve sepeti.
KAVŞAK: Çat.
KAVURMA: Tahmis.
KAVVALİ: Pakistan’da müzik eşliğinde ve koro halinde söylenen şiirlerden oluşan tasavvuf musikisi türü.
KAY: Kusma.
KAYABAŞI: Çoban türküsü.
KAYAÇ: Yer kabuğunun maddesi.
KAYAÇ: Sahre, Külte.
KAYAHANİSİ: Lagos balığı.
KAYAKELERİ: Bukalemun.
KAYAN: Dağdan inen sel.
KAYAR: Hayvanların eskiyen nallarının çivilerini değiştirme işlemi.
KAYARTO: Argo da ahlaksız kimse.
KAYDETME: Derç.
KAYEN: Acı biber.
KAYGANA: Omlet .
KAYILAR: Oğuzların Bozok kolundan bir Türkmen boyu olarak Selçuklularla birlikte Anadolu’ya gelen ve Osmanlı hanedanının kökenini oluşturan konar göçer topluluk.
KAYINBA: Yakılmış tütün.
KAYIR: İri kum, Çakıl.
KAYIRMA: İltimas.
KAYIŞ: Rihat.
KAYIŞDİLİ: Kaba ve çirkin sözcüklerle konuşulan dil.
KAYIT: Kapı ve pencere doğramalarının her bir parçası.
KAYITMAK: Bir şeyi yapmaktan vazgeçmek, Caymak.
KAYMAKTAŞI: Albatr, Su mermeri.
KAYNAÇ: Gayzer.
KAYNAK: Bulak, Göze, Cevher, Eşme Orijin, Öz, Pınar, Mehaz.
KAYNAKÇA: Bibliyografya.
KAYNE: İslâmlık öncesi Arap kadın şarkıcılarının adı.
KAYRAK: Yassı ve düz taş.
KAYŞA: Heyelan.
KAYTAN: İpek sargılı ip.Pamuk veya ipekten sicim.
KAYTAN: İp yerine kullanılan ince uzun deri parçası.
KAYYUM: Belli bir malın yönetilmesi veya belli bir işin yapılması için görevlendirilen kimse.
KAYYUM: Cami görevlisi.
KAZAKA: Orta Karadeniz yöresinde dokunan kalın ve dayanıklı bir tür kumaşa
KAZAMAT: Bombalardan korunmak için yerin altına kazılmış siper.
KAZAMAT: Siper.
KAZAMAT: Top yuvası.
KAZAN: Dik, Mircel.
KAZANMA: Edinim, İktisap.
KAZASKER: Osmanlı devletinin yargı sisteminde Şeyhülislamdan sonra gelen en yüksek görevliye verilen ad.
KAZAZ: Ham ipeği iplik ve ibrişim durumuna getiren kimse.
KAZAZ: İpek ibrişim yapan kişi.
KAZAZ: Ham ipeği işleyerek satan kimse.
KAZEİN: Sütte bulunan protein.
KAZEVİ: Sazdan örülü sepet.
KAZGAL: Kaba ayakkabı.
KAZİYE: Önerme.
KAZİYE: Önermek.
KE: Arapça zarf yapan gibi anlamında benzetme öneki.
KEBABE: Kuyruklu biber’de denilen ve karabibere benzer bir tür baharat.
KEBD: Karaciğer.
KEBE: Kısa kepenek.
KEBE: Bir tür kilim.
KEBERE: Akdeniz yöresinde yetişen ve çiçek tomurcukları turşu yapımında kullanılan bir bitkiye verilen ad.
KEBİRE: Büyük günah.
KEBİSE: Bir gün fazlası olan yıl.
KEBUTER: Güvercin.
KEÇ: Yelkenli bir tekne.
KEÇE: Keçi kılından yapılmış kumaş.
KEÇE: Yapağı veya keçi kılının dokunmadan,yalnızca dövülmesiyle elde edilen kaba kumaş.
KEÇİKIRAN: Van gölünün kuzey batısında Muradiye ovasında Urartu döneminden kalma kaleye verilen ad.
KEÇİMEMESİ: Sert kabuklu,iri ve uzunca taneli bir üzüm cinsi.
KEÇİYEMİŞİ: Yaban mersini.
KEDİBALI: Erik,kayısı gibi ağaçlardan sızan bir tür zamk.
KEDİBATMAZ: Pekmezle yapılan bir tür tatlı.
KEDİDİLİ: Genellikle dondurmanın yanında yenilen bir tatlı bisküvi.
KEDİNANESİ: Yaban sümbülü adıyla da bilinen bir kır bitkisi.
KEF: Et haşlanırken su üzerinde biriken tortu.
KEF: Köpük.
KEF: Yumurtadan yeni çıkmış civcivin ağzının kıyısında bulunan ve zamanla kaybolan sarı renk.
KEFAL: Çok pullu,gümüş renkte,beyaz etli bir balık.
KEFE: Terazi gözü.
KEFEKİ: Diş diplerinde ve kaplarda oluşan kireç tabakası.
KEFEKİ: Bir taş türü. / Diş diplerinde oluşan kireç.
KEFERE: Müslüman olmayanlar.
KEFERE: (KÜFFAR) Gayri müslimler.
KEFİR: Özel bir maya mantarıyla keçi veya inek sütünün mayalanmasıyla hazırlanan ekşi içecek.
KEFİYE: Arapların başlarındaki serpuş.
KEHANET: Evliyalarda rastlanabilen olağandışılık hali.
KEHF: Mağara.
KEHKEŞAN: Samanyolu.
KEHLE: Bit.
KEJDÜM: Akrep.
KEKA: Yan gelip yatma.
KEKA: " ""Ne güzel"" anlamına gelen bir sözcük."
KEKEME: Kekeç, Rekik.
KEKEMELİK: Rekâket, Pepelik.
KEKRE: Tadı ekşimiş ve buruk olan.
KEKRE: Acı ve ekşimtırak tadı olan.
KELALAKA: Alakasız.(Mecazi).
KELAM: Söz.
KELAMIKEBİR: Atasözü niteliği kazanmış büyükler sözü.
KELAMIKİBAR: Özdeyiş.
KELAYNAK: Fırat vadisini çeviren kayalarda yaşayan ve soyu tükenme tehlikesi gösteren,uzun gagalı bir kuş.
KELAYNAK: Yeryüzünde yalnız Birecik’te Fırat vadisini çeviren kayalarda yaşayan uzun gagalı bir kuş.
KELE: Bağa,tosun.
KELE: Boğa,tosun.
KELEFE: İplik çilesi.
KELEME: Sürülmemiş tarla.Bakımsız bağ,bahçe.
KELEME: Bakımsız bahçe veya bağ. / İki yıl sürülmemiş tarla.
KELEP: Büyük iplik çilesi.
KELEP: Büyük yün çilesi.
KELEP: İplik çilesi.
KELEPİR: Değerinin altında satın alınan kullanılmış eşya ya da mülk.
KELER: Sürüngen hayvanların genel adı.
KELEŞ: Yiğit,cesur,bahadır.
KELET: İki kulplu ve küfe biçimindeki büyük sepete halk dilinde verilen ad.
KELETE: Halk dilinde çuvala verilen ad.
KELETE: Bir çuval türü.
KELİK: Eski ayakkabı.
KELLE: Ekinlerde başak.
KELP: Köpek.
KELPE: Bağ hereği.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.