12 Ağustos 2012 Pazar

Bulmaca Sözlüğü -D-

DA: Eski dilde hastalık , dert.
DA: Rus dilinde   evet. 
DA: " Hastalık anlamında eski sözcük./  Rusça'da ""Evet"""
DAÇA: Büyük Rus kentlerinin yakınındaki tatil evlerine verilen ad.

DADACILIK:  Dil ve estetik kurallarını tanımayıp, kapalılığa yönelen bir çığır.
DADAMIK: Avı çekmek için dökülen yem.
DADAMIK:  Avı çekmek için dökülen yem.
DADAŞ: Erkek kardeş.
DADI:  Taya.
DAFİK: Fışkıran su.
DAFİK:  Fışkıran su, Sel.
DAGİ:  Asi, Baş kaldıran.
DAĞ:  Tur, Kuh, Cebel.
DAĞA: Bir tür bıçak. 
DAĞAR: Deriden yapılmış torba.
DAĞAR:  Ağzı yayvan bir tür toprak kap./ Deriden yapılmış torba.
DAĞARCIK: Meşin torba.
DAĞCILIK:  Alpinizm.
DAĞDAĞA: Gürültü patırtı.
DAĞDAĞA: Gürültü,patırtı,telaş,karmakarışık durum.
DAĞI:  Dağ türkülerinin makamı.
DAĞILMA:  İnhilal.
DAĞINIK:  Şetit, Tarımar.
DAĞITILMIŞ:  Mefsut
DAĞITMA:  Tevzi, İsale, Fesih.
DAĞLIÇ: Bir koyun türü.
DAĞLIÇ: Melez bir koyun cinsi.
DAHİ:  Öke.
DAHOMEY: Benin’in eski adı.
DAİ: Davet eden,çağıran.
DAİ: Duacı.
DAİ:  Çağıran, Davet eden, Duacı.
DAİM: Sürekli,sonsuz.
DAİMA: Her zaman.
DAİMA:  Bengi, Baki, Ebedi, Daim, Hep.
DAİN: Borç veren,alacaklı 
DAİR:  Konuyla ilgili, Ait.
DAİRE: Saz takımında usul vurmaya yarayan tef.
DAK: Anadolu’nun çeşitli yörelerinde genellikle kadınların vücutlarının çeşitli yerlerine yaptırdıkları dövme. 
DAK:  Doğu Anadolu'da kadınların yaptırdığı bir tür dövme.
DAKAR: Senegal’in başkenti.
DAKRİYOLİT: Gözyaşı kanalcığı içinde oluşan taş.
DAKTİLOSKOPİ: Parmak izine dayanarak kimlik belirleme yöntemi.
DAL:  Kol, Fer, Şah, Seçen, Bal.
DALABA: Bir cins koyun.
DALAK: Bal peteği. 
DALAK: Tekerlek biçimindeki kaşar peyniri.
DALAK:  Bal peteği.
DALAKOTU: Akdeniz çevresinde bol yetişen,ateşe ve öksürüğe karşı sağaltıcı bir etkisi bulunan,uyarıcı,güçlendirici,yara sağaltıcı olarak da yararlanılan bir bitki.
DALALET: Sapkınlık.
DALAN: Bir yapıda dış kapıyla odalar arasındaki giriş bölümü.
DALAN:  Lobi.
DALASİ: Gambiya’nın para birimi. 
DALAŞ:  Kavga, Hır, Arbede.
DALAVERE: Gizli oyun.
DALDIZ:  Ağaçtan yapılmış oyuk yayık.
DALGA:  Mevc, Talaz, Ondüle.
DALGALANMA:  Temevvüç.
DALGIÇ: Balık adam.
DALGIN:  Gafil, Aymaz.
DALIZ: İç kulakta kemik dolambacın orta bölümü.
DALKAVUK: Yaltakçı.
DALKAVUK:  Yalaka.
DALKAVUKLUK:  Tekapu, Hulûskârlık,Eteklemek
DALTABAN: Yalınayak kimse.
DALTONİZM: Renk körlüğü.
DALYA: Yıldız çiçeği.
DALYAN: Balıkların sürü halinde geçeceği yerlere ağlarla kurulan geniş ve sabit bir tuzak türü.
DALYAN: Deniz,göl ve ırmaklarda kıyılara yakın yerlerde ağ ve kazıklarla oluşturulan,balık avlama yeri.
DAM:  Çatı, Ruf, Şatu, Sakaf. /  Dansta kavalyenin eşi.
DAM: Argoda hapishane
DAMA: On altı taşla oynanan bir zeka oyunu.
DAMACANA:  Büyük su şişesi.
DAMAK:  Hanek.
DAMALİS: Kız Kulesinin eski adı.
DAMAN: Bir çok bedensel özelliğiyle file benzeyen,tavşan iriliğinde memeli bir hayvan.
DAMAN: İsrail Kuzusu’da denilen tavşan iriliğinde bir memeli hayvan.
DAMAR:  Rek, Reg.
DAMASKO: Çoğunlukla döşemelik olarak kullanılan,keten veya ipek karışımı bir kumaş.
DAMEN: Eski dilde etek.
DAMITIK:  Mukattar.
DAMITMA:  Taktir.
DAMIZ:  Ahır.
DAMLA:  Katre, Zerre.
DAMLATAŞ: Antalya’da tanınmış bir mağara.
DANAKIRANOTU: Salepgillerden,bataklık yerlerde yetişen bir bitki.
DANDİ: Züppe.
DANDİK: Düşük nitelikli,kötü anlamında argo sözcük.
DANDİNİ:  Düzensiz, Karışık.
DANİSKA:  En iyi.
DANİŞ: Bilgi,ilim,irfan.
DANİŞMENT: Bilgi ve düşüncesi alınmak üzere kendisine danışılan kimse,bilgili.
DANS:  Raks.
DANSİMETRE: Yoğunluk ölçer.
DANTEL: Elbise,çamaşır ve örtü gibi şeylere süs olarak dikilen seyrek örgü,tentene.
DANTEL:  Tentene.
DAR: Eski dilde duvar.
DAR: İdam mahkumlarının asıldığı ağaç.
DAR: İdam mahkûmlarının asıldığı direk./  Yurt, Yuva.
DARA:  Kap ağırlığı.
DARA: Kap ağırlığı
DARABA: Tahta perde.
DARABAN: Yürek atışı. 
DARABAN:  (Yürek için) Vurma.
DARAÇ:  Sıkışık, Dar.
DARADAR:  Ancak, Ucu ucuna.
DARAKA: Deriden yapılmış kalkan.
DARAKA: Eski dilde deri kalkan.
DARAKA:  Deriden yapılmış kalkan.
DARBIMESEL: Eski dilde atasözü.
DARBIZ: Toprak nemi.
DARDANİZM: Fiyatların düşmesini önlemek için ürünlerin piyasaya sürülmeyip tahrip edilmesine verilen ad
DAREYN: Dünya ile ahret.
DARIBEKA: Öbür dünya.
DARICAN: Halk dilinde serçeye verilen ad.
DARILTMA:  Tahmis, Tahşim.
DARİ:  Birdenbire çıkan.
DARİDAS: Hindistan’da bitkisel elyafla dokunan bir cins tafta.
DARİR: Doğuştan kör.
DARİR:  Anadan doğma kör, Ekme.
DARMADAĞINIK:  Hercümerç.
DARP: Vurma.
DARÜLACEZE: Düşkünler evi.
DARÜLBEDAYİ: Güzel sanatlar evi.
DARÜLFÜNUN: Yetimhane.
DARÜSSAADE: Saray.
DARÜSSELAM:  Eski Bağdat şehri.
DARÜŞŞAFAKA: Yetimler okulu.
DARÜŞŞİFA: Sağlık yurdu,hastane.
DASA:  Köle.
DATİF:  Gramerde yönelme durumu.
DAÜSSILA: Yurt,sıla özlemi.
DAV: Postu kaplan postu gibi  çizgili  bir tür Afrika zebrası./Antilop.
DAVA:  Aranç.
DAVAR: Koyun yada keçi sürüsü. 
DAVAR: Küçükbaş hayvan.
DAVAVEKİLİ: Avukat   sayısı   beşten   az   olan   yerlerde   avukat   yetkisini    taşıyan   meslek   adamına verilen ad
DAVER: Adil hükümdar.
DAVER: Namuslu.
DAVER:  Doğru, Adil, Namuslu.
DAVETİYE:  Okuntu, Celpname.
DAVLUMBAZ: Dumanı toplayıp bacaya vermeye yarayan çıkıntı.
DAVRANIŞÇILIK:  Behavyorizm.
DAVRANIŞLAR:  Ahval, Harekat.
DAVUDİ: Gür erkek sesi.
DAVUDİ: Tok ve kalın ses.
DAVUL:  Tabl.
DAYAK:  Yıkılmayı önlemek için konulan ağaç destek.
DAYANAK:  İstinatgah, Mesnet.
DAYANIKLI:  Kavi, Rasif, Mukavim, Resanetli, Kunt, Berk, Pek.
DAYANIKSIZ:  Yalınkat, Çürük
DAYANIŞMA:  Tesanüt.
DAYANMA:  Sekime.
DAYİN: Borç veren.
DAYİN:  Borç veren.
DAZ: Çıplak toprak./Kel.
DAZ:  Çıplak toprak./  Saçı dökülmüş baş
DB: Desibel. 
DBUÇAN: Tibetlilerin alfabelerine verdikleri ad.
DE:  Adın durum eklerinden biri.
DEB: Eskiden adet,tören.
DEB:  Adet, Tören.
DEBBAĞ: Deriyi kullanılabilecek duruma getiren kişi,sepici,tabak.
DEBBE: Bakraç.
DEBBE: Kulplu ve ağzı kapaklı,bakırdan yapılmış su kabı,güğüm.
DEBBE:  Bakraç.
DEBDEBE.: Görkem,ihtişam,şatafat,tantana.
DECCAL: Dinsel inanışlara göre kıyamete yakın bir zamanda çıkacağına inanılan yalancı.
DEDEKTİF:  Ajan, Hafiye.
DEDİKODU:  Kıylükal, Fış.
DEFATEN:  Bir seferde, Bir kerede.
DEFATİR: Defterler.
DEFİN: Bir ölüyü toprağa gömme.
DEFİNE:  Gömü.
DEFO: Özür,kusur,bozukluk.
DEFO:  Kumaş veya dikim hatası.
DEFORME:  Görünüşü ve şeklinde bozukluk bulunan, Bozulmuş olan.
DEFTERDAR: Bir ilin en yüksek maliye görevlisi.
DEGAJ: Futbolda kalecinin, topu sert bir ayak vuruşuyla uzağa atması
DEGÜSTASYON: Tadarak kontrol etmek.
DEGÜSTASYON:  Tadarak kontrol etme,Tadım.
DEGÜSTATÖR: Şarap tadıcısı.
DEGÜSTATÖR:  Şarabı tadarak kalitesini belirleyen kimse.
DEĞER:  Seman, Eder, Paha, Tutar, Fiyat
DEĞERLİ:  Semin, Zikıymet, Aziz, Kıymettar.
DEĞERSİZ:  Hor, Kemter, Kof, Naçiz. Turfa, Zelil, Hakir, Iskarta, Marda.
DEĞİRMEN:  Asıvab, Tahun.
DEĞİRMENCİ:  Tahhar.
DEĞİŞİKLİK:  Tadilât
DEĞİŞME:  Mübadele, Trampa, Trok, Takas./ Tagayyür.
DEĞİŞTİRİLMİŞ:  Muaddel.
DEĞİŞTİRME:  Tebdil.
DEĞİŞTOKUŞ:  Mübadele, Transandantalizm.
DEĞNEK:  Çevgen, Matrak, Mitrak, Sopa.
DEHALET:  Birine sığınma.
DEHEN: Eski dilde ağız.
DEHLİZ: Koridor.
DEJENERE:  Yoz.
DEK: Düzen,hile.
DEK: Hile,düzen. 
DEK:  Aldatma, Hile, Al, Fukus, Entrika, Desise, Riv., Fent, Mekr.
DEKA: Birimlerin başına konulduğunda on katı gösteren bir ek.
DEKADAN: Aşırı sembolist sanatçılara verilen isim.(19. Asır sonlarında görüldü).
DEKADAN: On dokuzuncu asır sonlarında Fransa’da natüralistlere karşı çıkan sembolizm akımına öncülük etmiş olan sanatçılara verilen ad.
DEKATLON: Atletizmde on ayrı dalda yapılan yarışma.
DEKBAZ: Hileci.
DEKLARE:  İlân edilmiş.
DEKOVİL: Küçük demiryolu treni.
DEKOVİL: Ray aralığı 60 cm eninde veya daha az olan,arabaları buhar,hayvan ve insan gücüyle yürütülen küçük demiryolu.
DEKOVİL:  Küçük demiryolu.
DELEGASYON: Resmi temsilci heyeti.
DELEGASYON:  Resmi temsilci heyeti.
DELEGE:  Murahhas, Temsilci.
DELFİNARYUM: Yunus balıklarının yetiştirildiği ve seyircilere gösteri yaptırıldığı deniz suyuyla doldurulmuş havuz.
DELİCE: Aşılanmamış zeytin ağacı,yabani ağaç.
DELİCE: Yabani zeytin 
DELİK:  Nukbe, Surah.
DELİŞMEN:  Zıpır, Zirzop, Delifişek.
DELME:  Perforaj.
DEM: Eski dilde kan. 
DEM:  Soluk, Nefes, Koku, İçki, Kan,Tav.
DEMADEM:  Her zaman, Sık sık.
DEMAGOG:  Halk avcısı.
DEMAGOJİ:  Halk avcılığı.
DEME:  Atasözü, Sav, Mesel,Darbımesel.
DEMEK:  Eyitmek.
DEMENİ:  Kanı fazla insan.
DEMETER: Yunan mitolojisinde toprak ve tarım tanrıçası.
DEMEVİ:  Kanla ilgili, Kana ait.
DEMİRHİNDİ: Sıcak bölgelerde yetişen ve keçiboynuzu’na benzer meyveleri reçel ve şerbet yapımında kullanılan bir ağaç.
DEMİRKAPAN: Mıknatıs.
DEMİRKAZIK: Kutup Yıldızı.
DEMO: Bir şarkının,bir filmin deneme kaydı yada çekimi.
DEMOGRAFİ: İnsan nüfusunu yapı,gelişme ve dağılım açısından inceleyen bilim.
DEMOKRASİ:  Elerki.
DEMOS: Eski Yunanistan sitelerinin özelliklede Atina’nın yönetsel bölümü.
DEN:  Çeşit, Tür anlamında sözcük.
DENASANİ:  Beden rahatlığı. 
DENDROLOJİ: Ağaç bilimi.
DENEKTAŞI:  Mihenk.
DENEME:  Ese, Prova, Tecrübe, Sını, Azmayiş, Talim, Deney, Sınama.
DENETÇİ:  Murakıp, Müfettiş.
DENETİM:  Tecrip.
DENETLEYİCİ:  Müfettiş, Murakıp
DENEYİMCİLİK:  Ampirizm.
DENEYSELCİLİK:  Eksperimantalizm.
DENGE:  Balans, Muvazene, Takt.
DENİ: Alçak   kimse.
DENİZ:  Bahr, Yem, Derya, Bahri, Bahir, Umman.
DENİZBÖRÜLCESİ: Genellikle haşlandıktan sonra salata olarak yenilen,deniz kenarlarında ve tuzlu topraklarda yetişen otsu bir bitki.
DENİZCİLİK:  Bahriye.
DENK:  Hemayar, Tay, Küfüv, Öğür, Akran.
DENLİ: Ağırbaşlı,sözleri ve davranışları ölçülü olan kimse.
DENSİZ: Yakışıksız ve saygısızca davranan.
DEPARTMAN:  Bölüm, Devre, Fasıl.
DEPONİ:  Sanayi atıkları deposu.
DERA: Çan,çıngırak.
DERADAP: Eski dilde arkası sıra.
DERAKAP:  Hemen ardından, Müteakiben.
DERBENT: Dar geçit,boğaz.
DERBY: İngiltere’de at yarışı.
DERDEST: Yakalama,tutma,ele geçirme.
DERE: Genellikle kışın akan,yazın kuruyan küçük çay 
DERE:  Öz, Sulak, Çay.
DEREBEYLİK:  Feodalite.
DERECE:  Kerte, Perese, Radde, Rütbe, Aşama, Mertebe, Merhale, Kat, Orun, Mevki, Had, Hadde.
DEREKE: Aşağı derece.
DEREKE:  Aşağı derece.
DEREOTU: Maydanozgillerden,ince yapraklı,bazı yemeklere konulan güzel kokulu bir bitki.
DERGAH: Dervişlerin bulunduğu yer. 
DERGAH: Eskiden dervişlerin oturduğu yer,tekke.
DERGAH: Tarikattan olanların barındıkları, ibadet ve törenleri yaptıkları yer.
DERİ:  Dağ eteği.
DERİLMİŞ:  Çide.
DERİN:  Amik, Jerf, Umk, Amak.
DERİNLEŞTİRME:  Tamik, İkar
DERİNLİĞİNE:  Arızamik.
DERİNLİK:  Umk.
DERİNLİKLER:  Amak.
DERİNTİ: Gelişigüzel toplanmış eşya.
DERLEM: Koleksiyon.
DERMAN:  Mecal, Takat.
DERNEK:  Cemiyet.
DERSİAM: Camide verilen ders.
DERUN:  İç taraf, Dahil.
DERUNİ:  İçle ilgili, İçten.
DERVAZE:  Şehir veya kale kapısı.
DERVİŞ: Kırlangıç balığı küçüğü.
DERVİŞ:  Torlak.
DERZ: Tuğlaların harçla doldurulup düzeltilen aralığı.
DERZ:  Duvar yapımında, üzerinden mala geçirilip düzeltilen aralıklar.
DESİ: Ölçülerin başına konulduğunda onda bir anlamını veren bir önek.
DESİKATÖR: Kurutma kabı.
DESİSE: Aldatma,oyun,düzen.
DESİSE:  Hile, Al, Düzen, Dek, Entrika.
DESTAN: Belli belirsiz tarih olaylarına ve efsane motiflerine dayanılarak halkın hayal gücüyle meydana gelmiş eser,epope.
DESTAN: Tarih  öncesi dinsel  konu  ve  kahramanlarla  ilgili  olağanüstü  olayları konu alan şiire verilen ad. 
DESTAN:  Epope, Dasitan.
DESTANSI:  Epik.
DESTAR: Sarık.
DESTE: Matematikte,aynı cinsten onluk bir küme.
DESTEKLEYEN:  Müzahir, Zahir.
DESTROYER: Hız ve manevra yeteneği bakımından üstün niteliklere sahip küçük savaş gemisi,muhrip.
DETANT: Yumuşama.
DETANT:  Barış için yaşam politikasının uluslararası söylenişi.
DETAY:  Ayrıntı, Teferruat.
DEVAİMİSK: Bitki kökleri,şeker,misk,dövülmüş ceviz veya fındık içi ile yapılan bir tür şekerleme.
DEVAİMİSK:  Hoş kokulu bir helva türü
DEVASA:  Heybetli, Mücessem, Azman, Mega.
DEVEDİKENİ: Yol ve tarla kenarlarında yetişen otsu bir bitki.
DEVETABANI: Geniş yapraklı bir süs bitkisi.
DEVİR:  Çağ, Dem, Kan, Tav.
DEVLETÇİLİK:  Etatizm.
DEVLETLER:  Düvel.
DEVRAN: Devirler,çağlar.
DEVRE:  Dönem, Faz, Süreç, Vetire.
DEVRİYE: Tekke edebiyatında,insanın Tanrıdan çıkıp tekrar Tanrıya döneceğini işleyen şiir türü.
DEVŞİRME: Asker yetiştirilmek üzere Yeniçeri ocağına alınacak çocukları seçip toplama işi.
DEY:  Güneş yılının onuncu ayı.
DEYİ:  Logos.
DEYİM:  Istılah, Terim, Tabir, Ekspresyon.
DIHK:  Gülme.
DILAK: Halk dilinde klitoris,bızır.
DILI:  Karekök.
DIŞALIM:  İthalat.
DIŞBÜKEY:  Muhaddep, Konveks.
DIŞEVLİLİK:  Egzogami.
DIŞGÖRÜNÜŞ:  Şemail.
DIŞIK: Cüruf.
DIŞIK:  Cüruf.
DIŞSATIM:  İhracat.
DIZMAN:  İri yapılı, uzun boylu ve şişmen.
DİA: Slayt.
DİA:  Slayt, Diapozitif, Saydam.
DİANA: Eski Roma’da vahşi hayvan ve av tanrıçası.
DİANA: Roma iffet tanrıçası.
DİBA: Altın ve gümüş işlemeli bir tür ipekli kumaş. İpekten sarımtırak dallı nakışlarla işlenmiş bir tür beyaz kumaş.
DİBEK: Büyük havan.
DİBEK: Taş veya ağaçtan yapılmış büyük havan.
DİBEK:  Büyük havan. / Dink.
DİDAKTİK: Öğretici.
DİDAR: Güzel yüz.
DİDAR:  Güzel yüz.
DİDE: Göz.
DİDİŞİMCİLİK:  Eristik.
DİDON: Eski dilde halkın İstanbul’daki yabancılara,özellikle Fransızlara verdiği ad.
DİFANA: Üç katlı bir balık ağı.
DİJİTAL: Sayısal.
DİK: Eski dilde horoz.
DİK:  Yalman.
DİKDÖRTGEN:  Mustatil
DİKEÇ: Fide dikilirken kullanılan ucu çatallı çubuk.
DİKELEN:  Ayakta dik duran.
DİKEN:  Har, Şevk.
DİKENLİK:  Siyeş.
DİKİLİTAŞ:  Obelisk, Stel.
DİKME: Fidan,yeni dikilmiş fidan.
DİKME:  Amut.
DİKSİYON:  Söyleyim, Konuşma güzelliği.
DİKTAFON: Bir tür ses alma cihazı.
DİL: Denize uzanan dar ve alçak kara parçası.
DİL:  Sorguya çekilmek üzere yakalanmış esir./  Zeban, Lisan, Ağız, Lehçe, Şive.
DİLARA:  Gönül bezeyen.
DİLBAZ: Güzel söz söyleyen,konuşkan.
DİLBAZ:  Konuşkan.
DİLEME:  Temenni.
DİLEMMA: İkilem.
DİLENCİ:  Dek, Geda, Sail, Nancu, Nanhor.
DİLİ: Doğu Timor’un başkenti.
DİLİJANS: Eskiden Avrupa’da kentler arasında yolcu taşımakta kullanılan kapalı ve dört tekerlekli at arabası.
DİLİM:  Şerha.
DİLLİDÜDÜK: Borusunun içinde,ağız deliğinin altında bir tapa (blok veya dil ) bulunan ve ucundan üflenerek çalınan kavallara verilen ad.
DİLME:  Dört köşe kesilmiş uzun direk.
DİLSİZ:  Ebkem, Lal.
DİMAĞ: Beyin.
DİMİ: Sıkı dokunmuş bir tür, ağır pamuklu kumaş.
DİMNİT: Erken olgunlaşan ince kabuklu bir siyah üzüm çeşidi.
DİMYAT: Seyrek ve yuvarlak taneli bir çeşit üzüm.
DİN: Bir şeyin en yüksek ve sivri noktası.
DİN:  Bir şeyin en yüksek, en sivri tepesi./  İlmek.
DİNAMİK: Devinbilimi.
DİNÇ:  Tüvana.
DİNERİ: İskambilde karo.
DİNGİ: Bir çifte kürekli küçük patalya.
DİNGİL:  Aks.
DİNGİN: Hareket etmeyen,kımıldamayan,sakin.
DİNGİN:  Duruk, Statik, Hareketsiz, Asude.
DİNK: Pirinci kabuğundan ayırmak için kullanılan dibek.
DİNK: Pirinç ayıklamaya yarayan taş silindir.
DİNK:  Bulgur dövmede kullanılan dibek.
DİNOT: Bir elektron tüpünde temel işlevi ikincil yayım üretmek olan elektrot. 
DİP:  Deh, Umk, Teh.
DİPFRİZ: Yiyecekleri dondurarak saklayan buzdolabı.
DİPLOMA:  İcazet, Bröve, Sertifika, Şahadetname, Ehliyet, Karne.
DİRAHŞAN: Parıldayan.
DİRAHT:  Ağaç.
DİREKTİF:  Yönerge, Talimat.
DİRENME:  Taannüt.
DİRGER: Hekim,otacı.
DİRGER:  Hekim, Savman, Otacı, Tabip, Otçu, Savman, Ataraç.
DİRHEM: Eski ağırlık ölçüsü okkanın dört yüzde biri.
DİRLİK: Huzur,erinç
DİRMİT: Uzun ve beyaz taneli bir üzüm cinsi.
DİRSEK:  Mirfak.
DİSİPLİN:  Zapturapt.
DİSK:  İplikçilikte ağırşak.
DİSKET: Bilgisayarda bir depolama ortamı olarak yararlanılan,belli sığası olan,plastik manyetik araçlara verilen ad. 
DİTİRAMP: Eski Yunanlıların Dionysos şerefine okudukları tören şarkısı. 
DİVA: Üstün nitelikte kadın sanatçı.
DİVAL: Altı mukavva ile beslenmiş,üstü sırmalı işleme.
DİVAN: Sedir.
DİVANIHARP: Askeri mahkeme.
DİVANİ: Osmanlılarda yaygınlık kazanmış bir yazı türü.
DİYAGONAL: Köşegen.
DİYAGONAL:  Köşegen, Verev.
DİYAGRAM: Değişim cetveli,grafik.
DİYALEKT: Lehçe.
DİYALEKTİK: Eytişim. 
DİYALEKTİK: Gerçekliği ve onun çelişmelerini incelemeye yarayan ve bu çelişmeleri aşmaya yarayan yolları aramayı öngören akıl yürütme yöntemi.
DİYALEKTİK:  Eytişim, Cedel
DİYALEKTOLOJİ: Lehçebilim.
DİYAPOZON: Titreştirilince ana seslerden birini veren çelik alet.
DİYARE: Tıp dilinde ishal. 
DİYET:  Kontrollü beslenme.
DİYEZ: Notada bir sesin yarım ton inceltildiğini gösteren işaret.
DİYEZ: Yarım ton ince ses.
DİZ:  Rükbe, Zanu.
DİZAYN:  Tasarım, Tasarı, Çizim.
DİZDAR: Kale muhafızı.
DİZEM:  Ritim, Tartım.
DİZİ:  Saf, Sıra.
DİZİN:  İndeks, Fihrist.
DMO: Devlet Malzeme Ofisi
DNA: Kalıtımın maddi temeli olan ve kromozomları oluşturan madde.
DODO: Soyu tükenmiş bir kuş.
DODURCUK: Küçük testi.
DOĞAL:  Natürel, Tabii.
DOĞALCILIK:  Natüralizm.
DOĞAÜSTÜ:  Fevkalbeşer, Metafizik.
DOĞAÜSTÜCÜLÜK:  Sürnatüralizm.
DOĞMA:  İnak, Nas, Tulu.
DOĞRULAMA:  Tadil.
DOĞU:  Maşrık, Şark.
DOĞUM:  Veladet.
DOĞURGAN:  Velut.
DOĞURTMA:  Tevlit.
DOĞUŞTAN:  Vilâdi.
DOHA: Katar’ın başkenti.
DOK: Gemi yapım yeri.Gemilerin yükleme ve boşaltma yapması için rıhtımlarla çevrili havuza verilen ad.
DOK: İçinde gemi yapılan veya onarılan üstü örtülü büyük havuz.
DOK: Ticaret mallarını saklamak için rıhtımda yapılan büyük depo.
DOK:  Ticari mal konan rıhtım deposu.
DOKTOR:  Hekim, Atasagun, Otacı, Tabib, Otçu, Ataraç, Dirger, Savman.
DOKTRİN: Dini,felsefi ve politik bir öğretim sistemini meydana getiren dogma ve kavramların bütünü,öğreti.
DOKU:  Nesiç.
DOKUMACI:  Beft.
DOKUNAN:  Muhil.
DOKUNCA:  Zarar.
DOKUNMA:  Temas, Lemis, Mes.
DOKUNULMAZLIK:  Masuniyet.
DOKÜMANTER: Belgesel.
DOKÜMANTER:  Belgesel
DOLAK: Baş örtüsü,yazma.
DOLAMA: Parmaklarda oluşan iltihap.,tırnakta ağrılı şiş.
DOLAMIK:  Bir tür avcı tuzağı.
DOLANDIRICI:  Ayyar.
DOLAŞIK:  Teltik.
DOLAŞIM:  Deveran.
DOLAYISIYLA:  Bilvasıta, Hasebiyle,Zımnen, Zımmında.
DOLGUN:  Tıkız.
DOLİKOSEFAL:  Uzun kafalı
DOLİN: Kalkerli ve jipsli kayaçlarda oluşan,huni yada çanak benzeri çöküntü. 
DOLMAKALEM:  Stilo.
DOLMEN: İkisi dikili,üçüncüsü de bunların üzerine kapak gibi yatırılmış üç büyük taştan oluşturulmuş taş devri mezarı.
DOLU:  Pür.
DOLUNAY:  Bedir, Tamay.
DOM: Yuvarsı kemer.
DOM:  Yuvarsı kemer.
DOMALAN: Toprak içinde yumru biçiminde yetişen,yenilebilen bir bitki,yer mantarı,keme.
DOMALAN: Yer mantarı,keme.
DOMİNANT: Baskın.
DOMİNANT: Hakim,başat,başta gelen.
DOMİNO: Maskeli balolarda giyilen kukuletalı uzun giysi.
DOMİNO: Üzerleri  noktalarla  işaretli, dikdörtgen  biçiminde, 28  taşla  masa  üzerinde  oynanan  bir oyun.
DOMİNO: Üzerleri noktalı 28 dikdörtgen taşla oynanan bir oyun.
DOMİNYON: İngiliz uluslar topluluğuna üye olan bağımsız ülkelere verilen ad.
DOMUR:  Boncuk gibi taneler halinde olan.
DON: At tüyünün rengi.
DON:  Batıda bir soyluluk unvanı.
DONA: İspanya’da soylu kadınlara verilen onur unvanı. 
DONANIM:  Teçhizat, Tesisat, Döşem.
DONANMA:  Armada.
DONANMIŞ:  Murassa, Tarsi.
DONAR:  Saç kepeği.
DONATA: Süsleme,tezyin.
DONCUMA:  Kış uykusu.
DONE:  Veri, Muta, Data.
DONG: Vietnam’ın para birimi.
DONMA:  İncimat.
DONRA: Saç kepeği,baş konağı.
DONUK:  Mat, Flu.
DORADO: Güney Amerika ırmaklarında yaşayan bir balık.
DORE: Yaldızlı.
DORE:  Yaldızlı.
DORU: Gövdesi kızıl kırmızı,ayakları ve yelesi siyah renkli olan at.
DORUK:  Şahika, Zirve, Kerempe.
DOSA: İskele gibi yerlere yanaşan teknelere girip çıkmayı sağlayan tahta köprü,gemi merdivenine verilen ad.
DOST:  Enis, Refik, Yaren.
DOSTLAR:  Yaren, Yaran, Kafadar.
DOSTLUK:  Ülfet.
DOYMUŞ:  Meşbu, Tok, Satüre, Sir.
DOYURMA:  İşba.
DOZ:  Bir defada alının ilaç miktarı. Düze.
DOZER: Önünde çelik kanadı bulunan paletli traktör.
DÖKÜLEN:  Rizan.
DÖLEK: Ağır başlı,uslu.
DÖLEK: Düz,engebesiz toprak parçası.
DÖLEK:  Ağırbaşlı, Uslu, Selek, Eslek.
DÖLEŞİ:  Gelişimini tamamlamamış cenin, Etene, Plesenta, Meşime.
DÖLLENME:  İlkah.
DÖLÜT:  Ana rahminde çocuk.
DÖNEM:  Periyot.
DÖNEMEÇ:  Bük, Kavis, Viraj.
DÖNENCE:  Medar.
DÖNGELORUCU: Sürekli olarak aç kalma.
DÖNGELORUCU:  Sürekli açlık hali.
DÖNME:  Havelan, Ricat.
DÖNÜ:  Tövbe.
DÖNÜM: Bin metrekarelik bir alan ölçüsü birimi.
DÖNÜŞÜM:  Tahavvül.
DÖNÜŞÜMCÜLÜK:  Transformizm.Bunların hayvansal ve bitkisel çevreleri arasındaki ilişkilerini ele alan inceleme.
DÖPİYES: Etek ceketten oluşan iki parçalı kadın giysisi.
DÖRDÜL.: Kare
DÖRDÜNCÜ:  Rabi, Rabia.
DÖRTLEME:  Terbi.
DÖŞ: Göğüs,bağır.
DÖŞ: Kaburga altı. 
DÖŞ:  Göğüs, Bağır, Sine, Sadr.
DÖŞEK:  Firaş, Refref.
DÖŞEM:  Tesisat, Donanım, Teçhizat.
DÖŞEME:  Tefriş. yüzyıl süvari birliği.
DÖVEÇ:  Ağaçtan yapılmış havan.
DÖVÜLMÜŞ:  Madrup.
DRA: Bir tür kumaş.
DRA: Saf yün,pamuk ve sentetik elyaf karışımı bir tür sert kumaş.
DRAGON: Ejderha.
DRAHOMA: Hıristiyan ve Musevilerde gelinin güveye verdiği para veya mal.
DRAHOMA:  Hristiyanlarda, gelinin damada verdiği para ya da mal.
DRAJE: Hap.
DRAKONİT:  Eski tabiat bilginleri inancına göre, ejderhanın başında bulunan değerli taş.
DRAKULA: Bram Stoker’ın sinemaya da uyarlanmış ünlü korku romanı.
DRAM: Ermenistan’ın para birimi.
DRAM: Sahnede oynanmak için yazılmış oyun.
DRAMATİK: Acıklı
DRAMATURGİ: Tiyatro oyunları yazma sanatı.
DRAMATURJİ:  Dram yazma sanatı.
DRAVİD: Hindistan’ın güneyinde konuşulan bir dil.
DREN: Akaç.
DREN:  Akaç.
DRENAJ:  Fazla su akıtımı, Akaçlama.
DRETNOT: Bir zırhlı gemi türü.
DREZİN: Yol bakımı ve kontrolü için demir yollarında kullanılan küçük araba.
DREZİN: Yol kontrol ve bakımı için demiryollarında kullanılan küçük araba.
DREZİN:  Yol kontrolünde kullanılan küçük demiryolu arabası.
DRİPLİNG: Topu kısa aralıklarla veya yavaş yavaş vurarak ileri götürmek.
DROSERA: Topuz biçiminde yaprakları olan,yapraklarının üst yüzeyi,böcekleri yakalayan yapışkan tüylerle örtülü bitki.
DUA: Yakarı.
DUA:  Niyaz, Yakan.
DUACI:  Dai.
DUAHAN:  Dua okuyan, Duacı, Dai.
DUAYEN: Kıdem bakımından başta gelen.
DUAYEN:  Kıdem önceliğiyle başta gelen kordiplomat.
DUBAR: Bir balık türü.
DUÇAR:  Tutulmuş, Yakalanmış.
DUDAK:  Leb, Şefe.
DUDE:  Mürekkep yapılan çıra isi.
DUDUK: Ermeni müziğine özgü,kavala benzer bir çalgı.
DUHAN: Duman.
DUHTER:  Kız çocuğu, Kerime, Nedime.
DUKA: Bir çeşit Venedik altın akçesine verilen ad. 
DUL:  Bive.
DUM: Bir palmiye türü.
DUMA: Rusya ikinci meclisi.
DUMAN:  Duhan.
DUMANLAMA:  Tadhin.
DUMUR: Körelme.
DUMUR:  Körelme.    
DUN:  Aşağılık, Terbiyesiz.
DUO: Müzikte ikili.
DUPNİSA: Kırklareli’nde Demirköy ilçesinde Türkiye’nin en uzun mağaralarından biri. 
DURAÇ: Heykel,sütun gibi şeylerin üstüne konulduğu parça,ayak,taban.
DURAKYERİ:  Sermenzil.
DURAL:  Değişmez durumunu koruyan,Aynı, Duruk.
DURENDİŞ: Sonucu önceden düşünüp önlem alan.
DURMAKSIZIN:  Vira
DURUK:  Stator.
DURUKSUN: Karar veremeyen,mütereddit.
DURUM: Makarna üretiminde kullanılan bir buğday türü.
DURUM:  Ahval. / Hal, Statü, Vaziyet.
DURUŞ:  Vakfe.
DUŞAK: Hayvanın iki ayağını iple bağlayarak yapılan köstek.
DUTAR: Orta Asya Türkleri ve Hintliler arasında yaygın olan telli bir çalgı.
DUVAR:  Çeper, Cidar, Örek.
DUYGULANIM:  Tahassüs
DUYGULANMIŞ:  Mütehassis
DUYGUSAL:  Santimantal.
DUYMAK:  Eslemek.
DUYULMA:  Zey, Şuyu.
DUYUMCULUK:  Sansüalizm.
DUYURU:  Anons, İlân, İleti, Mesaj.
DÜDEN:  Derin ve doğal kuyu.
DÜDÜK:  Nakur.
DÜELLO:  Belli kurallara bağlı, iki kişi arasındaki, birinin ölümüyle sonuçlanan silahlı dövüş biçimi.
DÜĞÜ:  Ufak taneli bulgur, Simit.
DÜĞÜM:  Best, Ukde, Tuber.
DÜĞÜMLER:  Ukad.
DÜĞÜN:  Sur.
DÜĞÜRCÜK:  İnce bulgur, Simit.
DÜLGER: Yapıların kaba ağaç ve tahta işlerini yapan kimse.
DÜMBAR:  Artçı.
DÜMBÜLDEK: Bursa – Mustafakemalpaşa’da bir kaplıca. 
DÜMÜ:  Gözyaşları.
DÜN:  Di.
DÜNİM:  İki parça.
DÜNÜR: Karı kocanın baba ve analarının her biri.
DÜNYA:  Şeşder, Acun, Kâinat, Arz.
DÜRBÜN:  Bakaç.
DÜRÜ: Düğüne çağrılanlara düğün sahibince verilen hediye.
DÜRÜ: Gelinin çeyizi.
DÜRÜ:  Düğün armağanı.
DÜRÜST:  Onat, İyi ahlâklı.
DÜSTUR: Kural.
DÜŞEN:  Sakıt.
DÜŞEY:  Şakuli
DÜŞKÜN:  Müptelâ, Şifte, Tutkun, Zebun.
DÜŞKÜNLÜK:  Zaaf, Nikbet, İnhimak.
DÜŞMAN:  Adu, Vaş, Yağı, Hasım, Rakip, Ado.
DÜŞMANLIK:  Adavet.
DÜŞMÜŞ:  Sakıt.
DÜŞSEL:  Alegorik.
DÜŞÜK:  Ceninisakıt.
DÜŞÜNCE:  Fikir, İde, Mülâhaza, İçtihat, Tefekkür, Telâkki.
DÜŞÜNCELER:  Havatır.
DÜŞÜNME:  Sigal.
DÜVE: Bir yaşını geçmiş inek yavrusu.
DÜVEL:  Devletler.
DÜVELİMUAZZAMA: Büyük devletler. (İngiltere,Fransa,Almanya ve Rusya).
DÜVELİMÜTTEFİKA: Bağlaşık devletler.(1.Dünya Savaşında  İttifak Devletleri).
DÜYUN: Borçlar.
DÜYUNUUMUMİYE: Osmanlı borçları yönetimi.
DÜZ:  Yalın, Sade.
DÜZE:  Bir kerede alınan ilaç miktarı, Doz.
DÜZELTİM:  Islahat, Reform, Tashih.
DÜZELTMEN:  Musahhih.
DÜZEN:  Dek, Hile, Riv, Al, Tertip, Öre,Fent, Fukus.
DÜZENCİ:  Dessas.
DÜZENLEMEK:  Örelemek.
DÜZENLİ:  Derneşik.
DÜZENSİZLİK:  Habal.
DÜZEY:  Had, Seviye, Kerte.
DÜZİKO: Anasonsuz üzüm rakısı.
DVARAPALA:  Kapı bekçisi anlamında bir sözcük.
DVD: Dijital Video Disk’in kısaltması.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.