DA: Eski dilde hastalık , dert.
DA: Rus dilinde evet.
DA: " Hastalık anlamında eski sözcük./ Rusça'da ""Evet"""
DAÇA: Büyük Rus kentlerinin yakınındaki tatil evlerine verilen ad.
DADACILIK: Dil ve estetik kurallarını tanımayıp, kapalılığa yönelen bir çığır.
DADAMIK: Avı çekmek için dökülen yem.
DADAMIK: Avı çekmek için dökülen yem.
DADAŞ: Erkek kardeş.
DADI: Taya.
DAFİK: Fışkıran su.
DAFİK: Fışkıran su, Sel.
DAGİ: Asi, Baş kaldıran.
DAĞ: Tur, Kuh, Cebel.
DAĞA: Bir tür bıçak.
DAĞAR: Deriden yapılmış torba.
DAĞAR: Ağzı yayvan bir tür toprak kap./ Deriden yapılmış torba.
DAĞARCIK: Meşin torba.
DAĞCILIK: Alpinizm.
DAĞDAĞA: Gürültü patırtı.
DAĞDAĞA: Gürültü,patırtı,telaş,karmakarışık durum.
DAĞI: Dağ türkülerinin makamı.
DAĞILMA: İnhilal.
DAĞINIK: Şetit, Tarımar.
DAĞITILMIŞ: Mefsut
DAĞITMA: Tevzi, İsale, Fesih.
DAĞLIÇ: Bir koyun türü.
DAĞLIÇ: Melez bir koyun cinsi.
DAHİ: Öke.
DAHOMEY: Benin’in eski adı.
DAİ: Davet eden,çağıran.
DAİ: Duacı.
DAİ: Çağıran, Davet eden, Duacı.
DAİM: Sürekli,sonsuz.
DAİMA: Her zaman.
DAİMA: Bengi, Baki, Ebedi, Daim, Hep.
DAİN: Borç veren,alacaklı
DAİR: Konuyla ilgili, Ait.
DAİRE: Saz takımında usul vurmaya yarayan tef.
DAK: Anadolu’nun çeşitli yörelerinde genellikle kadınların vücutlarının çeşitli yerlerine yaptırdıkları dövme.
DAK: Doğu Anadolu'da kadınların yaptırdığı bir tür dövme.
DAKAR: Senegal’in başkenti.
DAKRİYOLİT: Gözyaşı kanalcığı içinde oluşan taş.
DAKTİLOSKOPİ: Parmak izine dayanarak kimlik belirleme yöntemi.
DAL: Kol, Fer, Şah, Seçen, Bal.
DALABA: Bir cins koyun.
DALAK: Bal peteği.
DALAK: Tekerlek biçimindeki kaşar peyniri.
DALAK: Bal peteği.
DALAKOTU: Akdeniz çevresinde bol yetişen,ateşe ve öksürüğe karşı sağaltıcı bir etkisi bulunan,uyarıcı,güçlendirici,yara sağaltıcı olarak da yararlanılan bir bitki.
DALALET: Sapkınlık.
DALAN: Bir yapıda dış kapıyla odalar arasındaki giriş bölümü.
DALAN: Lobi.
DALASİ: Gambiya’nın para birimi.
DALAŞ: Kavga, Hır, Arbede.
DALAVERE: Gizli oyun.
DALDIZ: Ağaçtan yapılmış oyuk yayık.
DALGA: Mevc, Talaz, Ondüle.
DALGALANMA: Temevvüç.
DALGIÇ: Balık adam.
DALGIN: Gafil, Aymaz.
DALIZ: İç kulakta kemik dolambacın orta bölümü.
DALKAVUK: Yaltakçı.
DALKAVUK: Yalaka.
DALKAVUKLUK: Tekapu, Hulûskârlık,Eteklemek
DALTABAN: Yalınayak kimse.
DALTONİZM: Renk körlüğü.
DALYA: Yıldız çiçeği.
DALYAN: Balıkların sürü halinde geçeceği yerlere ağlarla kurulan geniş ve sabit bir tuzak türü.
DALYAN: Deniz,göl ve ırmaklarda kıyılara yakın yerlerde ağ ve kazıklarla oluşturulan,balık avlama yeri.
DAM: Çatı, Ruf, Şatu, Sakaf. / Dansta kavalyenin eşi.
DAM: Argoda hapishane
DAMA: On altı taşla oynanan bir zeka oyunu.
DAMACANA: Büyük su şişesi.
DAMAK: Hanek.
DAMALİS: Kız Kulesinin eski adı.
DAMAN: Bir çok bedensel özelliğiyle file benzeyen,tavşan iriliğinde memeli bir hayvan.
DAMAN: İsrail Kuzusu’da denilen tavşan iriliğinde bir memeli hayvan.
DAMAR: Rek, Reg.
DAMASKO: Çoğunlukla döşemelik olarak kullanılan,keten veya ipek karışımı bir kumaş.
DAMEN: Eski dilde etek.
DAMITIK: Mukattar.
DAMITMA: Taktir.
DAMIZ: Ahır.
DAMLA: Katre, Zerre.
DAMLATAŞ: Antalya’da tanınmış bir mağara.
DANAKIRANOTU: Salepgillerden,bataklık yerlerde yetişen bir bitki.
DANDİ: Züppe.
DANDİK: Düşük nitelikli,kötü anlamında argo sözcük.
DANDİNİ: Düzensiz, Karışık.
DANİSKA: En iyi.
DANİŞ: Bilgi,ilim,irfan.
DANİŞMENT: Bilgi ve düşüncesi alınmak üzere kendisine danışılan kimse,bilgili.
DANS: Raks.
DANSİMETRE: Yoğunluk ölçer.
DANTEL: Elbise,çamaşır ve örtü gibi şeylere süs olarak dikilen seyrek örgü,tentene.
DANTEL: Tentene.
DAR: Eski dilde duvar.
DAR: İdam mahkumlarının asıldığı ağaç.
DAR: İdam mahkûmlarının asıldığı direk./ Yurt, Yuva.
DARA: Kap ağırlığı.
DARA: Kap ağırlığı
DARABA: Tahta perde.
DARABAN: Yürek atışı.
DARABAN: (Yürek için) Vurma.
DARAÇ: Sıkışık, Dar.
DARADAR: Ancak, Ucu ucuna.
DARAKA: Deriden yapılmış kalkan.
DARAKA: Eski dilde deri kalkan.
DARAKA: Deriden yapılmış kalkan.
DARBIMESEL: Eski dilde atasözü.
DARBIZ: Toprak nemi.
DARDANİZM: Fiyatların düşmesini önlemek için ürünlerin piyasaya sürülmeyip tahrip edilmesine verilen ad
DAREYN: Dünya ile ahret.
DARIBEKA: Öbür dünya.
DARICAN: Halk dilinde serçeye verilen ad.
DARILTMA: Tahmis, Tahşim.
DARİ: Birdenbire çıkan.
DARİDAS: Hindistan’da bitkisel elyafla dokunan bir cins tafta.
DARİR: Doğuştan kör.
DARİR: Anadan doğma kör, Ekme.
DARMADAĞINIK: Hercümerç.
DARP: Vurma.
DARÜLACEZE: Düşkünler evi.
DARÜLBEDAYİ: Güzel sanatlar evi.
DARÜLFÜNUN: Yetimhane.
DARÜSSAADE: Saray.
DARÜSSELAM: Eski Bağdat şehri.
DARÜŞŞAFAKA: Yetimler okulu.
DARÜŞŞİFA: Sağlık yurdu,hastane.
DASA: Köle.
DATİF: Gramerde yönelme durumu.
DAÜSSILA: Yurt,sıla özlemi.
DAV: Postu kaplan postu gibi çizgili bir tür Afrika zebrası./Antilop.
DAVA: Aranç.
DAVAR: Koyun yada keçi sürüsü.
DAVAR: Küçükbaş hayvan.
DAVAVEKİLİ: Avukat sayısı beşten az olan yerlerde avukat yetkisini taşıyan meslek adamına verilen ad
DAVER: Adil hükümdar.
DAVER: Namuslu.
DAVER: Doğru, Adil, Namuslu.
DAVETİYE: Okuntu, Celpname.
DAVLUMBAZ: Dumanı toplayıp bacaya vermeye yarayan çıkıntı.
DAVRANIŞÇILIK: Behavyorizm.
DAVRANIŞLAR: Ahval, Harekat.
DAVUDİ: Gür erkek sesi.
DAVUDİ: Tok ve kalın ses.
DAVUL: Tabl.
DAYAK: Yıkılmayı önlemek için konulan ağaç destek.
DAYANAK: İstinatgah, Mesnet.
DAYANIKLI: Kavi, Rasif, Mukavim, Resanetli, Kunt, Berk, Pek.
DAYANIKSIZ: Yalınkat, Çürük
DAYANIŞMA: Tesanüt.
DAYANMA: Sekime.
DAYİN: Borç veren.
DAYİN: Borç veren.
DAZ: Çıplak toprak./Kel.
DAZ: Çıplak toprak./ Saçı dökülmüş baş
DB: Desibel.
DBUÇAN: Tibetlilerin alfabelerine verdikleri ad.
DE: Adın durum eklerinden biri.
DEB: Eskiden adet,tören.
DEB: Adet, Tören.
DEBBAĞ: Deriyi kullanılabilecek duruma getiren kişi,sepici,tabak.
DEBBE: Bakraç.
DEBBE: Kulplu ve ağzı kapaklı,bakırdan yapılmış su kabı,güğüm.
DEBBE: Bakraç.
DEBDEBE.: Görkem,ihtişam,şatafat,tantana.
DECCAL: Dinsel inanışlara göre kıyamete yakın bir zamanda çıkacağına inanılan yalancı.
DEDEKTİF: Ajan, Hafiye.
DEDİKODU: Kıylükal, Fış.
DEFATEN: Bir seferde, Bir kerede.
DEFATİR: Defterler.
DEFİN: Bir ölüyü toprağa gömme.
DEFİNE: Gömü.
DEFO: Özür,kusur,bozukluk.
DEFO: Kumaş veya dikim hatası.
DEFORME: Görünüşü ve şeklinde bozukluk bulunan, Bozulmuş olan.
DEFTERDAR: Bir ilin en yüksek maliye görevlisi.
DEGAJ: Futbolda kalecinin, topu sert bir ayak vuruşuyla uzağa atması
DEGÜSTASYON: Tadarak kontrol etmek.
DEGÜSTASYON: Tadarak kontrol etme,Tadım.
DEGÜSTATÖR: Şarap tadıcısı.
DEGÜSTATÖR: Şarabı tadarak kalitesini belirleyen kimse.
DEĞER: Seman, Eder, Paha, Tutar, Fiyat
DEĞERLİ: Semin, Zikıymet, Aziz, Kıymettar.
DEĞERSİZ: Hor, Kemter, Kof, Naçiz. Turfa, Zelil, Hakir, Iskarta, Marda.
DEĞİRMEN: Asıvab, Tahun.
DEĞİRMENCİ: Tahhar.
DEĞİŞİKLİK: Tadilât
DEĞİŞME: Mübadele, Trampa, Trok, Takas./ Tagayyür.
DEĞİŞTİRİLMİŞ: Muaddel.
DEĞİŞTİRME: Tebdil.
DEĞİŞTOKUŞ: Mübadele, Transandantalizm.
DEĞNEK: Çevgen, Matrak, Mitrak, Sopa.
DEHALET: Birine sığınma.
DEHEN: Eski dilde ağız.
DEHLİZ: Koridor.
DEJENERE: Yoz.
DEK: Düzen,hile.
DEK: Hile,düzen.
DEK: Aldatma, Hile, Al, Fukus, Entrika, Desise, Riv., Fent, Mekr.
DEKA: Birimlerin başına konulduğunda on katı gösteren bir ek.
DEKADAN: Aşırı sembolist sanatçılara verilen isim.(19. Asır sonlarında görüldü).
DEKADAN: On dokuzuncu asır sonlarında Fransa’da natüralistlere karşı çıkan sembolizm akımına öncülük etmiş olan sanatçılara verilen ad.
DEKATLON: Atletizmde on ayrı dalda yapılan yarışma.
DEKBAZ: Hileci.
DEKLARE: İlân edilmiş.
DEKOVİL: Küçük demiryolu treni.
DEKOVİL: Ray aralığı 60 cm eninde veya daha az olan,arabaları buhar,hayvan ve insan gücüyle yürütülen küçük demiryolu.
DEKOVİL: Küçük demiryolu.
DELEGASYON: Resmi temsilci heyeti.
DELEGASYON: Resmi temsilci heyeti.
DELEGE: Murahhas, Temsilci.
DELFİNARYUM: Yunus balıklarının yetiştirildiği ve seyircilere gösteri yaptırıldığı deniz suyuyla doldurulmuş havuz.
DELİCE: Aşılanmamış zeytin ağacı,yabani ağaç.
DELİCE: Yabani zeytin
DELİK: Nukbe, Surah.
DELİŞMEN: Zıpır, Zirzop, Delifişek.
DELME: Perforaj.
DEM: Eski dilde kan.
DEM: Soluk, Nefes, Koku, İçki, Kan,Tav.
DEMADEM: Her zaman, Sık sık.
DEMAGOG: Halk avcısı.
DEMAGOJİ: Halk avcılığı.
DEME: Atasözü, Sav, Mesel,Darbımesel.
DEMEK: Eyitmek.
DEMENİ: Kanı fazla insan.
DEMETER: Yunan mitolojisinde toprak ve tarım tanrıçası.
DEMEVİ: Kanla ilgili, Kana ait.
DEMİRHİNDİ: Sıcak bölgelerde yetişen ve keçiboynuzu’na benzer meyveleri reçel ve şerbet yapımında kullanılan bir ağaç.
DEMİRKAPAN: Mıknatıs.
DEMİRKAZIK: Kutup Yıldızı.
DEMO: Bir şarkının,bir filmin deneme kaydı yada çekimi.
DEMOGRAFİ: İnsan nüfusunu yapı,gelişme ve dağılım açısından inceleyen bilim.
DEMOKRASİ: Elerki.
DEMOS: Eski Yunanistan sitelerinin özelliklede Atina’nın yönetsel bölümü.
DEN: Çeşit, Tür anlamında sözcük.
DENASANİ: Beden rahatlığı.
DENDROLOJİ: Ağaç bilimi.
DENEKTAŞI: Mihenk.
DENEME: Ese, Prova, Tecrübe, Sını, Azmayiş, Talim, Deney, Sınama.
DENETÇİ: Murakıp, Müfettiş.
DENETİM: Tecrip.
DENETLEYİCİ: Müfettiş, Murakıp
DENEYİMCİLİK: Ampirizm.
DENEYSELCİLİK: Eksperimantalizm.
DENGE: Balans, Muvazene, Takt.
DENİ: Alçak kimse.
DENİZ: Bahr, Yem, Derya, Bahri, Bahir, Umman.
DENİZBÖRÜLCESİ: Genellikle haşlandıktan sonra salata olarak yenilen,deniz kenarlarında ve tuzlu topraklarda yetişen otsu bir bitki.
DENİZCİLİK: Bahriye.
DENK: Hemayar, Tay, Küfüv, Öğür, Akran.
DENLİ: Ağırbaşlı,sözleri ve davranışları ölçülü olan kimse.
DENSİZ: Yakışıksız ve saygısızca davranan.
DEPARTMAN: Bölüm, Devre, Fasıl.
DEPONİ: Sanayi atıkları deposu.
DERA: Çan,çıngırak.
DERADAP: Eski dilde arkası sıra.
DERAKAP: Hemen ardından, Müteakiben.
DERBENT: Dar geçit,boğaz.
DERBY: İngiltere’de at yarışı.
DERDEST: Yakalama,tutma,ele geçirme.
DERE: Genellikle kışın akan,yazın kuruyan küçük çay
DERE: Öz, Sulak, Çay.
DEREBEYLİK: Feodalite.
DERECE: Kerte, Perese, Radde, Rütbe, Aşama, Mertebe, Merhale, Kat, Orun, Mevki, Had, Hadde.
DEREKE: Aşağı derece.
DEREKE: Aşağı derece.
DEREOTU: Maydanozgillerden,ince yapraklı,bazı yemeklere konulan güzel kokulu bir bitki.
DERGAH: Dervişlerin bulunduğu yer.
DERGAH: Eskiden dervişlerin oturduğu yer,tekke.
DERGAH: Tarikattan olanların barındıkları, ibadet ve törenleri yaptıkları yer.
DERİ: Dağ eteği.
DERİLMİŞ: Çide.
DERİN: Amik, Jerf, Umk, Amak.
DERİNLEŞTİRME: Tamik, İkar
DERİNLİĞİNE: Arızamik.
DERİNLİK: Umk.
DERİNLİKLER: Amak.
DERİNTİ: Gelişigüzel toplanmış eşya.
DERLEM: Koleksiyon.
DERMAN: Mecal, Takat.
DERNEK: Cemiyet.
DERSİAM: Camide verilen ders.
DERUN: İç taraf, Dahil.
DERUNİ: İçle ilgili, İçten.
DERVAZE: Şehir veya kale kapısı.
DERVİŞ: Kırlangıç balığı küçüğü.
DERVİŞ: Torlak.
DERZ: Tuğlaların harçla doldurulup düzeltilen aralığı.
DERZ: Duvar yapımında, üzerinden mala geçirilip düzeltilen aralıklar.
DESİ: Ölçülerin başına konulduğunda onda bir anlamını veren bir önek.
DESİKATÖR: Kurutma kabı.
DESİSE: Aldatma,oyun,düzen.
DESİSE: Hile, Al, Düzen, Dek, Entrika.
DESTAN: Belli belirsiz tarih olaylarına ve efsane motiflerine dayanılarak halkın hayal gücüyle meydana gelmiş eser,epope.
DESTAN: Tarih öncesi dinsel konu ve kahramanlarla ilgili olağanüstü olayları konu alan şiire verilen ad.
DESTAN: Epope, Dasitan.
DESTANSI: Epik.
DESTAR: Sarık.
DESTE: Matematikte,aynı cinsten onluk bir küme.
DESTEKLEYEN: Müzahir, Zahir.
DESTROYER: Hız ve manevra yeteneği bakımından üstün niteliklere sahip küçük savaş gemisi,muhrip.
DETANT: Yumuşama.
DETANT: Barış için yaşam politikasının uluslararası söylenişi.
DETAY: Ayrıntı, Teferruat.
DEVAİMİSK: Bitki kökleri,şeker,misk,dövülmüş ceviz veya fındık içi ile yapılan bir tür şekerleme.
DEVAİMİSK: Hoş kokulu bir helva türü
DEVASA: Heybetli, Mücessem, Azman, Mega.
DEVEDİKENİ: Yol ve tarla kenarlarında yetişen otsu bir bitki.
DEVETABANI: Geniş yapraklı bir süs bitkisi.
DEVİR: Çağ, Dem, Kan, Tav.
DEVLETÇİLİK: Etatizm.
DEVLETLER: Düvel.
DEVRAN: Devirler,çağlar.
DEVRE: Dönem, Faz, Süreç, Vetire.
DEVRİYE: Tekke edebiyatında,insanın Tanrıdan çıkıp tekrar Tanrıya döneceğini işleyen şiir türü.
DEVŞİRME: Asker yetiştirilmek üzere Yeniçeri ocağına alınacak çocukları seçip toplama işi.
DEY: Güneş yılının onuncu ayı.
DEYİ: Logos.
DEYİM: Istılah, Terim, Tabir, Ekspresyon.
DIHK: Gülme.
DILAK: Halk dilinde klitoris,bızır.
DILI: Karekök.
DIŞALIM: İthalat.
DIŞBÜKEY: Muhaddep, Konveks.
DIŞEVLİLİK: Egzogami.
DIŞGÖRÜNÜŞ: Şemail.
DIŞIK: Cüruf.
DIŞIK: Cüruf.
DIŞSATIM: İhracat.
DIZMAN: İri yapılı, uzun boylu ve şişmen.
DİA: Slayt.
DİA: Slayt, Diapozitif, Saydam.
DİANA: Eski Roma’da vahşi hayvan ve av tanrıçası.
DİANA: Roma iffet tanrıçası.
DİBA: Altın ve gümüş işlemeli bir tür ipekli kumaş. İpekten sarımtırak dallı nakışlarla işlenmiş bir tür beyaz kumaş.
DİBEK: Büyük havan.
DİBEK: Taş veya ağaçtan yapılmış büyük havan.
DİBEK: Büyük havan. / Dink.
DİDAKTİK: Öğretici.
DİDAR: Güzel yüz.
DİDAR: Güzel yüz.
DİDE: Göz.
DİDİŞİMCİLİK: Eristik.
DİDON: Eski dilde halkın İstanbul’daki yabancılara,özellikle Fransızlara verdiği ad.
DİFANA: Üç katlı bir balık ağı.
DİJİTAL: Sayısal.
DİK: Eski dilde horoz.
DİK: Yalman.
DİKDÖRTGEN: Mustatil
DİKEÇ: Fide dikilirken kullanılan ucu çatallı çubuk.
DİKELEN: Ayakta dik duran.
DİKEN: Har, Şevk.
DİKENLİK: Siyeş.
DİKİLİTAŞ: Obelisk, Stel.
DİKME: Fidan,yeni dikilmiş fidan.
DİKME: Amut.
DİKSİYON: Söyleyim, Konuşma güzelliği.
DİKTAFON: Bir tür ses alma cihazı.
DİL: Denize uzanan dar ve alçak kara parçası.
DİL: Sorguya çekilmek üzere yakalanmış esir./ Zeban, Lisan, Ağız, Lehçe, Şive.
DİLARA: Gönül bezeyen.
DİLBAZ: Güzel söz söyleyen,konuşkan.
DİLBAZ: Konuşkan.
DİLEME: Temenni.
DİLEMMA: İkilem.
DİLENCİ: Dek, Geda, Sail, Nancu, Nanhor.
DİLİ: Doğu Timor’un başkenti.
DİLİJANS: Eskiden Avrupa’da kentler arasında yolcu taşımakta kullanılan kapalı ve dört tekerlekli at arabası.
DİLİM: Şerha.
DİLLİDÜDÜK: Borusunun içinde,ağız deliğinin altında bir tapa (blok veya dil ) bulunan ve ucundan üflenerek çalınan kavallara verilen ad.
DİLME: Dört köşe kesilmiş uzun direk.
DİLSİZ: Ebkem, Lal.
DİMAĞ: Beyin.
DİMİ: Sıkı dokunmuş bir tür, ağır pamuklu kumaş.
DİMNİT: Erken olgunlaşan ince kabuklu bir siyah üzüm çeşidi.
DİMYAT: Seyrek ve yuvarlak taneli bir çeşit üzüm.
DİN: Bir şeyin en yüksek ve sivri noktası.
DİN: Bir şeyin en yüksek, en sivri tepesi./ İlmek.
DİNAMİK: Devinbilimi.
DİNÇ: Tüvana.
DİNERİ: İskambilde karo.
DİNGİ: Bir çifte kürekli küçük patalya.
DİNGİL: Aks.
DİNGİN: Hareket etmeyen,kımıldamayan,sakin.
DİNGİN: Duruk, Statik, Hareketsiz, Asude.
DİNK: Pirinci kabuğundan ayırmak için kullanılan dibek.
DİNK: Pirinç ayıklamaya yarayan taş silindir.
DİNK: Bulgur dövmede kullanılan dibek.
DİNOT: Bir elektron tüpünde temel işlevi ikincil yayım üretmek olan elektrot.
DİP: Deh, Umk, Teh.
DİPFRİZ: Yiyecekleri dondurarak saklayan buzdolabı.
DİPLOMA: İcazet, Bröve, Sertifika, Şahadetname, Ehliyet, Karne.
DİRAHŞAN: Parıldayan.
DİRAHT: Ağaç.
DİREKTİF: Yönerge, Talimat.
DİRENME: Taannüt.
DİRGER: Hekim,otacı.
DİRGER: Hekim, Savman, Otacı, Tabip, Otçu, Savman, Ataraç.
DİRHEM: Eski ağırlık ölçüsü okkanın dört yüzde biri.
DİRLİK: Huzur,erinç
DİRMİT: Uzun ve beyaz taneli bir üzüm cinsi.
DİRSEK: Mirfak.
DİSİPLİN: Zapturapt.
DİSK: İplikçilikte ağırşak.
DİSKET: Bilgisayarda bir depolama ortamı olarak yararlanılan,belli sığası olan,plastik manyetik araçlara verilen ad.
DİTİRAMP: Eski Yunanlıların Dionysos şerefine okudukları tören şarkısı.
DİVA: Üstün nitelikte kadın sanatçı.
DİVAL: Altı mukavva ile beslenmiş,üstü sırmalı işleme.
DİVAN: Sedir.
DİVANIHARP: Askeri mahkeme.
DİVANİ: Osmanlılarda yaygınlık kazanmış bir yazı türü.
DİYAGONAL: Köşegen.
DİYAGONAL: Köşegen, Verev.
DİYAGRAM: Değişim cetveli,grafik.
DİYALEKT: Lehçe.
DİYALEKTİK: Eytişim.
DİYALEKTİK: Gerçekliği ve onun çelişmelerini incelemeye yarayan ve bu çelişmeleri aşmaya yarayan yolları aramayı öngören akıl yürütme yöntemi.
DİYALEKTİK: Eytişim, Cedel
DİYALEKTOLOJİ: Lehçebilim.
DİYAPOZON: Titreştirilince ana seslerden birini veren çelik alet.
DİYARE: Tıp dilinde ishal.
DİYET: Kontrollü beslenme.
DİYEZ: Notada bir sesin yarım ton inceltildiğini gösteren işaret.
DİYEZ: Yarım ton ince ses.
DİZ: Rükbe, Zanu.
DİZAYN: Tasarım, Tasarı, Çizim.
DİZDAR: Kale muhafızı.
DİZEM: Ritim, Tartım.
DİZİ: Saf, Sıra.
DİZİN: İndeks, Fihrist.
DMO: Devlet Malzeme Ofisi
DNA: Kalıtımın maddi temeli olan ve kromozomları oluşturan madde.
DODO: Soyu tükenmiş bir kuş.
DODURCUK: Küçük testi.
DOĞAL: Natürel, Tabii.
DOĞALCILIK: Natüralizm.
DOĞAÜSTÜ: Fevkalbeşer, Metafizik.
DOĞAÜSTÜCÜLÜK: Sürnatüralizm.
DOĞMA: İnak, Nas, Tulu.
DOĞRULAMA: Tadil.
DOĞU: Maşrık, Şark.
DOĞUM: Veladet.
DOĞURGAN: Velut.
DOĞURTMA: Tevlit.
DOĞUŞTAN: Vilâdi.
DOHA: Katar’ın başkenti.
DOK: Gemi yapım yeri.Gemilerin yükleme ve boşaltma yapması için rıhtımlarla çevrili havuza verilen ad.
DOK: İçinde gemi yapılan veya onarılan üstü örtülü büyük havuz.
DOK: Ticaret mallarını saklamak için rıhtımda yapılan büyük depo.
DOK: Ticari mal konan rıhtım deposu.
DOKTOR: Hekim, Atasagun, Otacı, Tabib, Otçu, Ataraç, Dirger, Savman.
DOKTRİN: Dini,felsefi ve politik bir öğretim sistemini meydana getiren dogma ve kavramların bütünü,öğreti.
DOKU: Nesiç.
DOKUMACI: Beft.
DOKUNAN: Muhil.
DOKUNCA: Zarar.
DOKUNMA: Temas, Lemis, Mes.
DOKUNULMAZLIK: Masuniyet.
DOKÜMANTER: Belgesel.
DOKÜMANTER: Belgesel
DOLAK: Baş örtüsü,yazma.
DOLAMA: Parmaklarda oluşan iltihap.,tırnakta ağrılı şiş.
DOLAMIK: Bir tür avcı tuzağı.
DOLANDIRICI: Ayyar.
DOLAŞIK: Teltik.
DOLAŞIM: Deveran.
DOLAYISIYLA: Bilvasıta, Hasebiyle,Zımnen, Zımmında.
DOLGUN: Tıkız.
DOLİKOSEFAL: Uzun kafalı
DOLİN: Kalkerli ve jipsli kayaçlarda oluşan,huni yada çanak benzeri çöküntü.
DOLMAKALEM: Stilo.
DOLMEN: İkisi dikili,üçüncüsü de bunların üzerine kapak gibi yatırılmış üç büyük taştan oluşturulmuş taş devri mezarı.
DOLU: Pür.
DOLUNAY: Bedir, Tamay.
DOM: Yuvarsı kemer.
DOM: Yuvarsı kemer.
DOMALAN: Toprak içinde yumru biçiminde yetişen,yenilebilen bir bitki,yer mantarı,keme.
DOMALAN: Yer mantarı,keme.
DOMİNANT: Baskın.
DOMİNANT: Hakim,başat,başta gelen.
DOMİNO: Maskeli balolarda giyilen kukuletalı uzun giysi.
DOMİNO: Üzerleri noktalarla işaretli, dikdörtgen biçiminde, 28 taşla masa üzerinde oynanan bir oyun.
DOMİNO: Üzerleri noktalı 28 dikdörtgen taşla oynanan bir oyun.
DOMİNYON: İngiliz uluslar topluluğuna üye olan bağımsız ülkelere verilen ad.
DOMUR: Boncuk gibi taneler halinde olan.
DON: At tüyünün rengi.
DON: Batıda bir soyluluk unvanı.
DONA: İspanya’da soylu kadınlara verilen onur unvanı.
DONANIM: Teçhizat, Tesisat, Döşem.
DONANMA: Armada.
DONANMIŞ: Murassa, Tarsi.
DONAR: Saç kepeği.
DONATA: Süsleme,tezyin.
DONCUMA: Kış uykusu.
DONE: Veri, Muta, Data.
DONG: Vietnam’ın para birimi.
DONMA: İncimat.
DONRA: Saç kepeği,baş konağı.
DONUK: Mat, Flu.
DORADO: Güney Amerika ırmaklarında yaşayan bir balık.
DORE: Yaldızlı.
DORE: Yaldızlı.
DORU: Gövdesi kızıl kırmızı,ayakları ve yelesi siyah renkli olan at.
DORUK: Şahika, Zirve, Kerempe.
DOSA: İskele gibi yerlere yanaşan teknelere girip çıkmayı sağlayan tahta köprü,gemi merdivenine verilen ad.
DOST: Enis, Refik, Yaren.
DOSTLAR: Yaren, Yaran, Kafadar.
DOSTLUK: Ülfet.
DOYMUŞ: Meşbu, Tok, Satüre, Sir.
DOYURMA: İşba.
DOZ: Bir defada alının ilaç miktarı. Düze.
DOZER: Önünde çelik kanadı bulunan paletli traktör.
DÖKÜLEN: Rizan.
DÖLEK: Ağır başlı,uslu.
DÖLEK: Düz,engebesiz toprak parçası.
DÖLEK: Ağırbaşlı, Uslu, Selek, Eslek.
DÖLEŞİ: Gelişimini tamamlamamış cenin, Etene, Plesenta, Meşime.
DÖLLENME: İlkah.
DÖLÜT: Ana rahminde çocuk.
DÖNEM: Periyot.
DÖNEMEÇ: Bük, Kavis, Viraj.
DÖNENCE: Medar.
DÖNGELORUCU: Sürekli olarak aç kalma.
DÖNGELORUCU: Sürekli açlık hali.
DÖNME: Havelan, Ricat.
DÖNÜ: Tövbe.
DÖNÜM: Bin metrekarelik bir alan ölçüsü birimi.
DÖNÜŞÜM: Tahavvül.
DÖNÜŞÜMCÜLÜK: Transformizm.Bunların hayvansal ve bitkisel çevreleri arasındaki ilişkilerini ele alan inceleme.
DÖPİYES: Etek ceketten oluşan iki parçalı kadın giysisi.
DÖRDÜL.: Kare
DÖRDÜNCÜ: Rabi, Rabia.
DÖRTLEME: Terbi.
DÖŞ: Göğüs,bağır.
DÖŞ: Kaburga altı.
DÖŞ: Göğüs, Bağır, Sine, Sadr.
DÖŞEK: Firaş, Refref.
DÖŞEM: Tesisat, Donanım, Teçhizat.
DÖŞEME: Tefriş. yüzyıl süvari birliği.
DÖVEÇ: Ağaçtan yapılmış havan.
DÖVÜLMÜŞ: Madrup.
DRA: Bir tür kumaş.
DRA: Saf yün,pamuk ve sentetik elyaf karışımı bir tür sert kumaş.
DRAGON: Ejderha.
DRAHOMA: Hıristiyan ve Musevilerde gelinin güveye verdiği para veya mal.
DRAHOMA: Hristiyanlarda, gelinin damada verdiği para ya da mal.
DRAJE: Hap.
DRAKONİT: Eski tabiat bilginleri inancına göre, ejderhanın başında bulunan değerli taş.
DRAKULA: Bram Stoker’ın sinemaya da uyarlanmış ünlü korku romanı.
DRAM: Ermenistan’ın para birimi.
DRAM: Sahnede oynanmak için yazılmış oyun.
DRAMATİK: Acıklı
DRAMATURGİ: Tiyatro oyunları yazma sanatı.
DRAMATURJİ: Dram yazma sanatı.
DRAVİD: Hindistan’ın güneyinde konuşulan bir dil.
DREN: Akaç.
DREN: Akaç.
DRENAJ: Fazla su akıtımı, Akaçlama.
DRETNOT: Bir zırhlı gemi türü.
DREZİN: Yol bakımı ve kontrolü için demir yollarında kullanılan küçük araba.
DREZİN: Yol kontrol ve bakımı için demiryollarında kullanılan küçük araba.
DREZİN: Yol kontrolünde kullanılan küçük demiryolu arabası.
DRİPLİNG: Topu kısa aralıklarla veya yavaş yavaş vurarak ileri götürmek.
DROSERA: Topuz biçiminde yaprakları olan,yapraklarının üst yüzeyi,böcekleri yakalayan yapışkan tüylerle örtülü bitki.
DUA: Yakarı.
DUA: Niyaz, Yakan.
DUACI: Dai.
DUAHAN: Dua okuyan, Duacı, Dai.
DUAYEN: Kıdem bakımından başta gelen.
DUAYEN: Kıdem önceliğiyle başta gelen kordiplomat.
DUBAR: Bir balık türü.
DUÇAR: Tutulmuş, Yakalanmış.
DUDAK: Leb, Şefe.
DUDE: Mürekkep yapılan çıra isi.
DUDUK: Ermeni müziğine özgü,kavala benzer bir çalgı.
DUHAN: Duman.
DUHTER: Kız çocuğu, Kerime, Nedime.
DUKA: Bir çeşit Venedik altın akçesine verilen ad.
DUL: Bive.
DUM: Bir palmiye türü.
DUMA: Rusya ikinci meclisi.
DUMAN: Duhan.
DUMANLAMA: Tadhin.
DUMUR: Körelme.
DUMUR: Körelme.
DUN: Aşağılık, Terbiyesiz.
DUO: Müzikte ikili.
DUPNİSA: Kırklareli’nde Demirköy ilçesinde Türkiye’nin en uzun mağaralarından biri.
DURAÇ: Heykel,sütun gibi şeylerin üstüne konulduğu parça,ayak,taban.
DURAKYERİ: Sermenzil.
DURAL: Değişmez durumunu koruyan,Aynı, Duruk.
DURENDİŞ: Sonucu önceden düşünüp önlem alan.
DURMAKSIZIN: Vira
DURUK: Stator.
DURUKSUN: Karar veremeyen,mütereddit.
DURUM: Makarna üretiminde kullanılan bir buğday türü.
DURUM: Ahval. / Hal, Statü, Vaziyet.
DURUŞ: Vakfe.
DUŞAK: Hayvanın iki ayağını iple bağlayarak yapılan köstek.
DUTAR: Orta Asya Türkleri ve Hintliler arasında yaygın olan telli bir çalgı.
DUVAR: Çeper, Cidar, Örek.
DUYGULANIM: Tahassüs
DUYGULANMIŞ: Mütehassis
DUYGUSAL: Santimantal.
DUYMAK: Eslemek.
DUYULMA: Zey, Şuyu.
DUYUMCULUK: Sansüalizm.
DUYURU: Anons, İlân, İleti, Mesaj.
DÜDEN: Derin ve doğal kuyu.
DÜDÜK: Nakur.
DÜELLO: Belli kurallara bağlı, iki kişi arasındaki, birinin ölümüyle sonuçlanan silahlı dövüş biçimi.
DÜĞÜ: Ufak taneli bulgur, Simit.
DÜĞÜM: Best, Ukde, Tuber.
DÜĞÜMLER: Ukad.
DÜĞÜN: Sur.
DÜĞÜRCÜK: İnce bulgur, Simit.
DÜLGER: Yapıların kaba ağaç ve tahta işlerini yapan kimse.
DÜMBAR: Artçı.
DÜMBÜLDEK: Bursa – Mustafakemalpaşa’da bir kaplıca.
DÜMÜ: Gözyaşları.
DÜN: Di.
DÜNİM: İki parça.
DÜNÜR: Karı kocanın baba ve analarının her biri.
DÜNYA: Şeşder, Acun, Kâinat, Arz.
DÜRBÜN: Bakaç.
DÜRÜ: Düğüne çağrılanlara düğün sahibince verilen hediye.
DÜRÜ: Gelinin çeyizi.
DÜRÜ: Düğün armağanı.
DÜRÜST: Onat, İyi ahlâklı.
DÜSTUR: Kural.
DÜŞEN: Sakıt.
DÜŞEY: Şakuli
DÜŞKÜN: Müptelâ, Şifte, Tutkun, Zebun.
DÜŞKÜNLÜK: Zaaf, Nikbet, İnhimak.
DÜŞMAN: Adu, Vaş, Yağı, Hasım, Rakip, Ado.
DÜŞMANLIK: Adavet.
DÜŞMÜŞ: Sakıt.
DÜŞSEL: Alegorik.
DÜŞÜK: Ceninisakıt.
DÜŞÜNCE: Fikir, İde, Mülâhaza, İçtihat, Tefekkür, Telâkki.
DÜŞÜNCELER: Havatır.
DÜŞÜNME: Sigal.
DÜVE: Bir yaşını geçmiş inek yavrusu.
DÜVEL: Devletler.
DÜVELİMUAZZAMA: Büyük devletler. (İngiltere,Fransa,Almanya ve Rusya).
DÜVELİMÜTTEFİKA: Bağlaşık devletler.(1.Dünya Savaşında İttifak Devletleri).
DÜYUN: Borçlar.
DÜYUNUUMUMİYE: Osmanlı borçları yönetimi.
DÜZ: Yalın, Sade.
DÜZE: Bir kerede alınan ilaç miktarı, Doz.
DÜZELTİM: Islahat, Reform, Tashih.
DÜZELTMEN: Musahhih.
DÜZEN: Dek, Hile, Riv, Al, Tertip, Öre,Fent, Fukus.
DÜZENCİ: Dessas.
DÜZENLEMEK: Örelemek.
DÜZENLİ: Derneşik.
DÜZENSİZLİK: Habal.
DÜZEY: Had, Seviye, Kerte.
DÜZİKO: Anasonsuz üzüm rakısı.
DVARAPALA: Kapı bekçisi anlamında bir sözcük.
DVD: Dijital Video Disk’in kısaltması.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.