M: Romen rakamında bin.
MA: Anadolu halklarının en eski ana tanrıçası,
MA: Fas’ın plaka işareti.
MAADA: Başka,fazla.
MAAR: Düşük sıcaklıklı bir yanardağ patlaması sonucunda ortaya çıkan küçük krater.
MAAR: Patlak çukur.
MAARİF: Eğitim ve öğretim sistemi.
MAAŞ: Ratibe, Tayın.
MABET: Tapınak.
MABEYİN: Eski konaklarda harem ile selamlık arasındaki daire.
MABEYİN: Padişah sarayında harem dairesi ile dış daireleri arasındaki bölüm.
MABLAK: Aşure kazanını karıştırmak için kullanılan uzun saplı,yayvan uçlu kepçe.
MABLAK: Aşure kazanlarını karıştırmakta kullanılan tahta kepçe.
MACAR: Argoda bit.
MACERA: Serüven, Avantür, Sergüzeşt.
MACUN: Bir tür şekerleme.
MAÇUNA: İslimle çalışan ağırlık kaldırma makası.
MADA: Beyşehir gölünde bir ada.
MADAMA: Halk dilinde abla.
MADARA: Kötü,sevimsiz.
MADARA: Kötü ve sevimsiz.
MADDECİLİK: Materyalizm.
MADIMAK: İlkbaharda kırlarda yetişen,ufak yeşil yapraklı,ıspanak gibi yenilen bir bitki.
MADİK: Miskete fiske vurarak oynanan zıpzıp oyunu.
MADONNA: Hıristiyan sanatında,Meryem Ana ile çocuk İsa’yı gösteren heykel veya resim.
MADRABAZ: Hayvan,balık,sebze,meyve gibi yiyecekleri,yerinden getirerek toptan satan kimse.
MADRAN: Aydın ilinde bir baraj.
MADU: Sayılmış.
MADUN: Ast.
MADUN: Alt, Zir, Ast.
MAFSAL: Eklem
MAG: Eriyen elektrotla,karbondioksit koruması altında uygulanan ark kaynağı.
MAGMA: Lav.
MAGNACARTA: On üçüncü asırda İngiltere’de despot kralların yetkilerini büyük oranda daraltan siyasal bir anlaşmaya ve belgeye verilen ad.
MAGRİ: Yılanbalığıgillerden,Avrupa kıyılarında yaşayan,eti lezzetli büyük bir balık.
MAĞ: Başıyla kanat ve kuyruk uçları aynı renkte olan güvercin.
MAĞARA: Gaar, İn, Kovuk.
MAĞLOVA: İstanbul’un Ali Bey Deresi üzerinde,Mimar Sinan’ın en önemli yapıtlarından biri sayılan su kemeri
MAĞMUM: Kederli, Gamlı.
MAĞRİP: Güneşin battığı yer, batı.
MAĞRİP: Batı, Garp.
MAH: Gökteki ay.
MAHAL: Yer.
MAHARANİ: Mihrace.
MAHİ: Balık.
MAHİ: Eski dilde balık.
MAHİ: Balık, Nun.
MAHİR: Becerikli,usta.
MAHİYET: Nelik.
MAHLAS: Takma isim, Lâkap.
MAHLUL: Eriyik.
MAHNA: Halk dilinde bahane.
MAHRA: Üzüm taşımaya yarayan tahta kap..
MAHREÇ: Çıkılacak yer.
MAHRUKAT: Yakıt.
MAHRUMİYET: Hırman.
MAHRUTİ: Konik.
MAHŞER: Yoğun insan topluluğu
MAHUT: Bilinen,adı geçen,sözü edilen.
MAHZ: Katışıksız,saf. yalın.
MAİ: Mavi.
MAİDE: Çok acıklı olay./ Kurulu sofra.
MAİLE: Sularını bir denize veya göle gönderen bölge.
MAİN: Eşkenar dörtgen.
MAİN: Eşkenar dörtgen.
MAİŞET: Geçim.
MAİZ: Bir tür ilaç.
MAJÖR: Büyük ve önemli olan.
MAKADAM: Kırık taş döşeli yol.
MAKADU: Tepelikli bir papağan.
MAKAK: Güneydoğu Asya’da yaşayan kuyruklu bir maymun.
MAKAM: Kat, Orun, Mevki, Mansıp.
MAKAS: Sındı.
MAKAT: Minderli alçak sedir.
MAKBUZ: Alındı belgesi.
MAKİNETA: Ayakkabıcılıkta kenar düzeltmek için kullanılan metal alet.
MAKORE: Tropikal Afrika’da yetişen ve odunu marangozlukta ve kaplamacılıkta kullanılan çok büyük ağaç.
MAKSAT: Zımn, Erek, Amaç, Gaye.
MAKSİM: Bentlerde toplanan suyun şehre verilmeden önce toplandığı hazne.
MAKSURE: Camilerde parmaklıklarla çevrilmiş yer.
MAKTA: Kesit.
MAKTUL: Öldürülmüş.
MAKUL: Akla ve gerçeğe uygun olan.
MAL: Meta.
MALAFA: Önceden delinmiş parçaları tornalamaya özgü torna tezgahı bağlama aleti.
MALAGA: İri taneli misket üzümü.
MALAGA: İri taneli misket üzümü.
MALAK: Manda yavrusu.
MALAKARİ: Alçıdan kabartma süsler.Süslemecilik sanatında alçak kabartma tekniğinde,mala ile yapılan alçı süslemeye verilen ad.
MALAKİT: Bakır taşı.
MALAKİT: Bakır taşı.
MALAMA: Samanla karışık tahıl.
MALAMA: Samanla karışık tahıl.
MALAYANİ: Boş,yararsız
MALAYANİ: Boş, yararsız, Saçma.
MALAZ: Sürülmemiş,ot bürümüş toprak.
MALAZ: Su basmış tarla.
MALE: Maldivler’in başkenti.
MALEK: Sessiz sinemanın üç büyük komedyeninden biri olan gülmeyen adam Buster Keaton’un Avrupa’da yaygın olarak bilinen adı.
MALHITA: Kırmızı mercimekle yapılan çorba veya pilav.
MALİ: Parasal
MALİK: Cehennem bekçisi.
MALİKANE: Geniş topraklı köşk, Yurtluk.
MALİSOR: Katolik Arnavutlar.
MALKIRAN: Hayvan vebası.
MALT: Bira yapmak için çimlendirilip kurutularak hazırlanmış arpa veya başka taneler.
MALT: Biralık arpa.
MALTAHUMMASI: Akdeniz ülkelerinde görülen, en çok keçi sütü ile bulaşan ateşli bir hastalık.
MALTIZ: Ayaklı,taşınır ocak.
MALTIZ: Çoğunlukla yemek pişirmekte kullanılan,içinde ızgarası bulunan,ayaklı ve taşınır ocak.
MALTIZ: Yemek pişirmek için kullanılan ızgaralı,ayaklı taşınabilir ocak.
MALTIZ: Taşınabilir ayaklı kömür ocağı.
MALUMAT: Bilgi, Haber, Havadis, Bili.
MALUMATFURUŞ: Eski dilde bilgiçlik taslayan.
MALUMATFURUŞ: Bilgiçlik taslayan,Bilecen, Ukala, Argon
MAMA: Genelev işleten kadın.
MAMAFİH: Bununla beraber, Bununla birlikte.
MAMALİGA: Kaynar suda haşlanıp üzerine yağ gezdirilen mısır unu yemeği.
MAMALİKA: Mısır unu yemeği.
MAMBO: Haiti kökenli bir dans ve müzik.
MAMBO: Haiti kökenli,rumba ve çaça’ya benzeyen bir dans.
MAMELEK: Kişinin tüm varlığı.
MAMUR: Bayındır, Abat.
MAMURE: Bayındır yer, Kalkınmış yöre.
MANA: İlkel toplumlarda doğa üstü güç.
MANAMA: Bahreyn’in başkenti.
MANAS: Kırgızların ünlü destanı.
MANAS: Tarıma zararlı bir böcek.
MANASTIR: Deyr, Abbaye.
MANAT: Azerbaycan’ın para birimi.
MANAZAN: Karaman’ın Taşkale beldesinde,dik bir kaya kütlesine kat kat odacıklar biçiminde oyulmuş mağaralara verilen ad.
MANCINIK: Kozadan ipek sağma işi.
MANDAL: Ut,kanun,keman gibi çalgıların tellerini geren düğme.
MANDAPOST: Posta havalesi.
MANDAR: Küçük makara.
MANDARİN: Avrupalıların Çin devlet memurlarına verdikleri ad.
MANDARİN: Parlak renkli tüyleri olan çok küçük bir kuş.
MANDIRA: Süt mamulleri imalathanesi.
MANEJ: At eğitimi ve bu eğitimin yapıldığı yer.
MANEJ: At eğitimi yapılan alan.
MANES: Romalılarda tanrı olarak düşünülen ölü ruhları.
MANEVİYAT: Moral.
MANİDAR: Anlamlı.
MANİFATURA: Fabrika yapımı her türlü kumaş,bez gibi dokumalar.
MANİFESTO: Bir gemideki malların gösterildiği,boşaltma işlerinin yapılacağı liman idaresine verilecek liste./Bildiri.
MANİKA: Gemide hava bacaları.
MANİLAKETENİ: Filipinler’de yetişen,dokuma maddesi elde edilen bir tür muz ağacı.
MANİPLE: Telgraf işaretlerini göndermek için,bir devredeki akımı kesmekte veya yeniden vermekte kullanılan araç.
MANİTA: Argo’da tanışıyormuş gibi yaparak para sızdırma.
MANİVELA: Kaldıraç.
MANO: Kumar oynatanın oynayanlardan,kazançtan aldığı para,pay.
MANTALİTE: Düşünüş biçimi.
MANTIK: Eseme, Es.
MANTİNOTA: Argo’da metres.
MANU: Hint mitolojisinde ilk insan.
MANUSMRİTİ: Manavadharmaşastra diye de adlandırılan Hindu yasalarının en önemli metnine verilen ad.
MANÜFAKTÜR: Yapım evi İmalâthane.
MANYAT: Alamanadan küçük,üç çifte balıkçı kayığı.
MAORİ: Yeni Zelanda’nın yerli halkı.
MAPA: Ucu halkalı cıvata.
MAPA: Siperli fener.
MAPUTO: Mozambik’in başkenti.
MAR: Eski bir çalgı.
MAR: Eski dilde yılan.
MARABA: Başkasının toprağını işleyerek ürüne ortak olan kişi.
MARABU: Afrika’da yaşayan bir leylek türü.
MARABUT: Eskiden Kuzey Afrika’daki dervişlere verilen ad.
MARAKAS: Kurutulmuş su kabakları içine çakıl taşı doldurularak yapılan ritim sazı.
MARAL: Dişi geyik.
MARANGOZ: Ağaç işleriyle uğraşan ve ağaçtan çeşitli eşya yapan usta.
MARANTA: Antiller’de ve bütün tropikal bölgelerde yetiştirilen,kökündeki yumrulardan ararot çıkarılan bir kamış çeşidi.
MARANTA: Ararot kamışı.
MARAZİ: Hastalık seviyesinde olan.
MARDA: Iskarta mal.
MARDA: Iskarta mal.
MAREKE: Savaş meydanı.
MARENOSTRUM: Can Yücel’in,Deniz Gezmiş’i anlattığı ünlü şiiri.
MARİ: Türkmenistan’da bir kent.
MARİANA: Büyük Okyanus da yer alan,dünyanın en derin çukuru.
MARİFET: Ustalık, hüner
MARİNA: Yat limanı.
MARİNE: Salamuraya yatırılmış yiyecekler için kullanılan sözcük.
MARJ: Kâğıt kenarındaki boşluk.
MARJİNAL: Kenarda, Uçta, Sınırda olan, Toplum dışı, Toplumla bütünleşmemiş.
MARJİNALİZM: Bir ürünün değişim değerini kullanabilecek son birimin faydalı olabileceğiyle açıklanan kavram
MARK: Sıkılmış üzümün cibresinden yapılan sert bir Fransız içkisi.
MARKİZ: İki kişilik,alçak,oldukça geniş koltuk.
MARKİZ: İki kişilik geniş koltuk.
MARKİZET: Bir çeşit ince,çoğu kez çiçekli pamuklu kumaş.
MARLEY: Döşeme gereci plastik madde.
MARMELAT: Şeker karıştırılarak pişirilmiş meyve ezmesi.
MARN: Pekmez toprağı da denilen ve üzüm şırasının tortularını çökeltmekte kullanılan kille karışık kireçli toprak.
MARN: Kil ve kireç karışımı toprak.
MAROKEN: Fas’ta işlenen yumuşak bir tür keçi derisi.
MARON: Kestane rengi.
MARPUÇ: Nargileyi kolayca içmeyi sağlayan ve nargileye takılan hortum biçiminde uzun ve bükülgen boru.
MARPUÇ: Nargile borusu.
MARSIK: Niteliksiz odun kömürü.
MARŞANDİZ: Yük treni.
MARTİN: Tek kurşun atan bir çeşit tüfek.
MARUF: Tanınmış,bilinen.
MARUNİLER: Lübnan ve Suriye’de oturan Katolik Süryani topluluğu.
MARYA: Beş yaşından büyük veya damızlık dışı bırakılmış dişi koyun.
MAS: Soğurma,emme.
MASAİLER: Doğu Afrika’da yaşayan göçebe bir halk.
MASALLAR: Esmar.
MASARA: Oltaya yerleştirilen düzenek.
MASARİKA: Bağırsakları tutan karın içi zarı.
MASARİKA: Bağırsak askısı.
MASAT: Bıçak bilemeye yarayan çelikten,çubuk biçiminde araç.
MASERU: Lesotho’nun başkenti.
MASİF: Kaplama yada doldurma olmayan.
MASİF: Som, kaplama olmayan.
MASİKO: Rengi kırmızı ile sarı arasında değişen doğal kurşun oksit.
MASİVA: Dünya ve dünya ile ilgili her şey.
MASİVA: Bir şeyin dışında kalan şeylerin tümü./ Tanrı'dan başka herkes.
MASK: İnsan yüzü kalıbı.
MASKARA: Kaş boyası.
MASKARA: Karnaval maskesi.
MASKARATA: Ayakkabının ön tarafında dikişle ayrılmış burun bölümü.
MASLAHATGÜZAR: Bir büyükelçinin temsilci olarak bulunduğu ülke dışına çıkması durumunda veya o ülkeye gelmesinden önce ona vekalet eden diplomat.
MASLAK: Sürekli su akan boru.
MASLAK: Sürekli su akan boru.
MASTİKA: Sakızla tatlandırılmış rakı.
MASTURİ: Geminin en geniş yeri.
MASURA: Çeşme zıvanası.
MASURA: İplik sarılan zıvana.
MASURA: Çeşme zıvanası.
MAŞ: Bir cins börülce.
MAŞ: Bir çeşit börülce.
MAŞ: Çok zaman tahıl,kepek ve keten tohumu karışımından oluşan at yemi.
MAŞALA: Evlek.
MAŞATLIK: Gayrı müslim mezarlığı.
MAŞER: Kalabalık,yoğun insan topluluğu.
MAŞİ: Yürüyen, Revan.
MAŞİZM: Erkeğin toplumsal bakımdan kadına egemen olduğu ve bu nedenle efendilik ayrıcalıklarını hak ettiği düşüncesine dayanan ideoloji.
MAŞLAH: İnce kumaştan yapılan bir tür kadın üstlüğü.
MAŞRAPA: Metal,toprak gibi şeylerden yapılmış,ağzı açık,kulplu,bardağa benzeyen küçük kap.
MAŞRAPA: Ağzı açık, kulplu, küçük su kabı.
MAŞRIK: Güneşin doğduğu yer,doğu.
MATA: Yelkenin ucunda ip geçirmek üzere yapılmış göz.
MATAFORA: Sandalları asmaya yarayan ve gemilerin bordalarında bulunan dikmelere verilen ad.
MATAMATA: Amerikanın ekvator bölgesindeki tatlı sularda yaşayan bir kaplumbağa.
MATARA: Yolculukta veya askerlikte kullanılan,boyuna veya bele asılı olarak taşınan,genellikle aba veya deri kaplı,metal su kabı.
MATBAA: Basımevi.
MATBUAT: Basım, Tab.
MATE: Kahve kreması.
MATE: Paraguay çayı.
MATE: Yaprakları çay gibi haşlanarak içilen bir Güney Amerika bitkisi.
MATEMATİK: Riyaziye.
MATİNE: Herhangi bir eserin tanıtılması,okunması,yorumlanması veya bir sanatçıyı anma amacıyla düzenlenen toplantı.
MATİZ: Denizcilikte iki halatı ek yeri kalınlaşmayacak biçimde birbirine ekleme işi.
MATKAP: Delgeç.
MATLA: Divan edebiyatında kaside veya gazelin ilk beyti.
MATLA: Gazel ve kasidenin ilk beytine verilen ad.
MATLUP: Alacak.
MATOLEN: Damar sakızı.
MATRAK: Kalın sopa,değnek.
MATRAK: Kalın sopa.
MATRİS: Hesap ve kumanda işlerini gerçekleştirmeye yarayan elektronik devre.
MATRİS: İstatistikte,bir elemanlar topluluğunun düzenlenmiş biçimi.
MATRİYOŞKA: İçine birbirinin aynı gittikçe küçülen bir dizi bebek yerleştirilen oyuncak bebek
MATTA: İlk İncil’in yazarı sayılan, İsa’nın on iki havarisinden biri.
MATUF: Bir yöne eğilmiş.
MATUH: Bunamış.
MAUN: Akaju.
MAUSOLOS: Dünyanın Yedi harikasından biri sayılan Bodrum’daki anıtmezarıyla ünlü Kayra kralı.
MAVARE: Keten.
MAVERA: Görülen alemin ötesi.
MAVERA: Öte.
MAVERA: Öte, Dünya ötesi.
MAVİTİZM: Doğuştancılık.
MAVNA: Motorsuz büyük tekne.
MAY: Konya’da bir baraj.
MAYA: Bir halk türküsü.
MAYA: Dişi deve. NAKA
MAYALANMA: Fermantasyon
MAYASIL: Ekzama.
MAYASIL: Egzama.
MAYE: Bir şeyin özü,aslı.
MAYHOŞ: Ekşimsi, Acımtırak.
MAYNA: Denizcilik dilinde yelken indirmeye verilen ad.
MAYNA: Yelken indirme.(Fora karşıtı).
MAYONEZ: Yumurta sarısı,zeytinyağı ve limonla yapılan bir tür koyu soğuk salça.
MAYŞOR: Alman gümüşü.
MAYTAP: Yandığında renkli ve parlak ışıklar saçan,şenlik gecelerinde yakılan havai fişek.
MAZAK: Akdeniz ve Marmara’da yaşayan kırmızı renkli,eti lezzetli bir balık.
MAZALLAH: Tanrı korusun.
MAZET: Avda hiçbir şey öldüremeyen veya tutamayan avcı için kullanılan sözcük.
MAZI: Dipten dallanan bir süs bitkisi.
MAZI: Kağnı ve arabalarda iki tekerleği birbirine bağlayan ağaç dingil.
MAZI: Servigillerden,dipten dallanan bir süs bitkisi.
MAZİN: Arabistan yarımadasında yaşayan bir çok Arap kabilesinin ortak adı.
MAZNUN: Eski dilde sanık.
MAZNUN: Sanık.
MAZRUF: Zarflanmış.
MAZURKA: Bir çeşit Leh dansı.
MBİRA: Bir dizi metal yada bambu dilden oluşan Afrika’ya özgü bir çalgı.
ME: Kuzu sesi.
MEAL: ANLAM, KAVRAM
MEBDE: Başlangıç.
MEBZUL: Bol, Zengin, Bereketli.
MECAZ: Gerçek anlamından başka anlamda kullanılan söz.
MECELLE: Kitap.
MECİDİYE: Osmanlı Devletinde 1840 yılında basılmış 20 kuruş değerinde gümüş sikke.
MECUSİ: Ateşperest.
MECUSİ: Ateşperest.
MECZUP: Aklını yitirmiş, Deli.
MEÇ: Saçın küçük tutamlar biçiminde değişik renklerde boyanmış durumu.
MEDAR: Dayanak,yardımcı.
MEDAR: Eski dilde dönence.
MEDİD: Uzun süreli.
MEDÜZ: Deniz anası.
MEFHUM: Kavram Kavram.
MEFLUÇ: Felçli.
MEGALİT: Tarih öncesi büyük taş anıtlar.
MEGATON: Nükleer bir bombanın veya merminin gücünü ölçmeye yarayan birim.
MEHALİK: Korkulu yerler veya işler.
MEHARİ: Afrika’nın hızlı koşular için yetiştirilmiş evcil hecin devesi.
MEHAZ: Bir eserin yazımında başvurulan kaynak.
MEHEL: Uygun,yerinde,denk.
MEHEL: Kişiye yaraşır, Uygunluk, Layık.
MEHİL: Önel,vade .
MEHİL: Bir işin bitirilmesi için tanınan ek süre, Önel, Vade.
MEHİP: Korkutucu.
MEHMETFERDA: Uğur Mumcu’nun Politika ve Çivi gazetelerinde yazdığı yazılarda kullandığı takma ad.
MEHTAP: Ay'ışığı.
MEKE: İç Anadolu’da volkanik bir göl.
MEKE: Konya’nın Karapınar ilçesinde bir göl.
MEKE: Ördeğe benzer bir su kuşu.,av kuşu.
MEKMEN: Pusu yeri.
MEKTUP: Name, Biti.
MELA: Eski dilde dolum,dolma,doluluk.
MELAL: Usanç,can sıkıntısı.
MELAL: Can sıkıntısı.
MELAMİLİK: Her türlü gösteriş ve dünya kaygılarından uzak kalmayı öğütleyen Sünni tarikatı.
MELANET: Büyük kötülük.
MELANKOLİ: Karasevda.
MELAS: Şeker posası.
MELAS: Şekerden geriye kalan posa.
MELAZ: Sığınak.
MELDA: Çok genç kadın.
MELE: Çocuk oyunlarında kale olarak kullanılan çukur.
MELE: Kale çukuru.
MELE: Çocuk oyunlarında kale olarak kullanılan çukur.
MELEK: Nurdan varlık.
MELEK: Firişte.
MELEME: Ağırkanlı, Rahatına düşkün.
MELENGİÇ: Çitlembik.
MELEZ: Kırma, Metris, Hibrit, Azma, Metis.
MELİ: Avustralya tavuğu’da denilen bir kuş.
MELİKE: Kral karısı.
MELİKE: Kral karısı.
MELİNİT: Pikrik asitten elde edilen patlayıcı madde.
MELİSA: Oğul otu.
MELODİ: Ezgi.
MELON: Yuvarlak ve bombeli bir tür şapka.
MELON: Yuvarlak ve bombeli bir tür şapka.
MEMALİK: Ülkeler.
MEMALİK: Memleketler.
MEMAT: Ölüm.
MEMAT: Ölüm,
MEMLEHA: Tuzla.
MEMUNİYE: Un,süt ve balla yapılan bir tatlı.
MEN: Yasaklama,engelleme.
MEN: Bazı ağaçların şekerli maddesi.
MENAFİ: Faydalar.
MENAFİ: Faydalar,Yararlar.
MENAHA: Matem yeri.
MENAR: Fener kulesi.
MENDERES: Bir akarsu yatağının az eğimli vadi tabanlarında ve ova düzlüklerinde çizdiği “S” harfine benzer kıvrım.
MENEVİŞ: Dalga dalga renkli çizgiler.
MENEVİŞ: Hare.Bir yüzeyde renk dalgalanması sonucu görülen parlaklık.
MENEVİŞ: Terementi ağacının tohumu.
MENFAAT: Ası, Çıkar, Nef, Fayda, Yarar.
MENFEZ: Geçecek delik.
MENGEÇ: Büyük mekik.
MENGENE: Misar.
MENHUR: Burun deliği.
MENİKS: İç ve dışbükey mercek.
MENİSK: Bir yüzü içbükey,öbür yüzü dışbükey olan mercek.
MENİSKUS: Diz meniski travması.
MENKIBE: Din büyüklerinin yada tarihe geçmiş ünlü kimselerin yaşamları ve olağanüstü davranışlarıyla ilgili hikaye.
MENOPOZ: Kadınlarda doğurma yeteneğinin sona ermesi.
MENORA: Yahudiliğin simgesi olan yedi kollu şamdana verilen ad.
MENSTRUASYON: Adet görme.
MENŞUR: Neşrolunup dağıtılmış.
MENTEŞE: Reze, Kullup.
MENUS: Alışık.
MENZİL: Erim.
MENZİL: Erim, Konak.
MER: Adam.
MERALİT: Bir veya birkaç taş kütlesinden oluşan antik dönem anıtı.
MERAMET: Üstünkörü bir biçimde,geçici olarak onarma.
MERAMET: Geçici onarım, Meremet.
MERARE: Eski dilde öd kesesi.
MERASİM: Seremoni, Tören, Rasime.
MERBUT: İlişik.
MERBUT: Bağlı, İlişik, Vabeste.
MERCANADA: Atol.
MERCEK: Adese, Lens.
MERCİMEK: Yasmık.
MERDANE: Yuvak.
MERDİVEN: Miraç, Misad, Merkat, Mırkat, Örcil.
MEREK: Samanlık.
MEREK: Saman.
MERİ: Yürürlükte olan. Geçerli, Cari.
MERİDYEN: Boylam
MERİNOS: Uzun,çok ince,beyaz ve bol tüylü yapağısından dokumacılıkta yararlanılan bir koyun cinsi.
MERİSTEM: Sürgen doku.
MERKANTİL: Satılmak üzere istiflenmiş kereste.
MERKAT: Mezar,kabir.
MERKEZ: Özek, Odak, Mihver.
MERKEZEFENDİ: Mesir macununu bulan ve bunun dağıtımıyla ilgili törenler düzenleyen 16.yy Türk mutasavvıfı ve hekimi.
MERLANOS: Bir tür mezgit balığı.
MERMER: Genellikle beyaz renkli ve damalısı da olan cilalanabilen billurlaşmış kireç taşı.
MERMER: Ruham.
MERMERŞAHİ: Tülbent ile patiska arası ince patiska arası ince pamuklu bir bez.
MERSA: Liman.
MERTEK: Direk.Yapıda kullanılan dört köşe yada yuvarlak,kalınca sırık.
MERTEK: Yapıda kullanılan dört köşe veya yuvarlak,kalınca sırık.
MERTEK: Dön köşe yapı kerestesi.
MERV: Türkmenistan’da eski Orta Asya kenti.
MERVE: Mekke’de kutsal tepe.
MERYEMİYE: Ada çayı.
MERYEMİYE: Adaçayı
MESA: Düz tepeli,sarp yamaçlı dağ,masadağ.
MESABESİNDE: Yerinde, Değerinde.
MESAHA: Yüzölçümü.
MESAİ: Çalışma, emek
MESAJ: İleti, Bildirim.
MESAJERİ: Trenle yollanıp kamyon servisiyle eve teslim edilen eşya.
MESEL: Örnek alınacak söz.
MESEL: Kısa ve eğitici hikâye./ Örnek alınacak söz.
MESK: Öğretmenin verdiği örnek.
MESLEK: İş, Ertik, Verze.
MESRA: Gece yolculuğu.
MESTAN: Sarhoşlar.
MEŞAKKAT: Güçlük,sıkıntı.
MEŞEN: Bilim ve sanat adamlarını gözeten kimse.
MEŞİL: Akacak yer, Akak.
MEŞİME: Etene,son.
MEŞİN: Sepilenmiş koyun derisi.
MEŞK: Yazı ve müzikte alışma ve öğrenmek için yapılan çalışma,el çalışması.
MEŞK: El alıştırma.
MEŞKUK: Şüpheli,kuşkulu.
MEŞREP: Yaşama biçimi.
MEŞRUBAT: İçilecek şey, İçit.
MET: Denizin kabarması, Yükselme./ Çelik çomak oyununa ve bu oyun daki sopaya verilen ad.
METAFOR: Eğretileme.
METALÜRJİ: Ham madeni ocak filizinden ayırıp saflaştırma tekniği.
METAMORFOZ: Başkalaşım.
METAMORFOZ: Başkalaşım
METAN: Bataklık gazı.
METAN: Bataklık gazı.
METASTAZ: Organizmanın herhangi bir noktasında bulunan bir hastalık olayının organizmanın başka bir yerine sıçraması.
METATEZ: Lanet sözcüğünün “nalet”, kirpik sözcüğünün “kiprik “ biçiminde telaffuzunda görüldüğü gibi bir sözcük içindeki seslerin yer değiştirmesi olayına verilen ad. Göçüşme, yer değiştirme.
METATEZ: Bir sözcük içindeki yanyana iki ses biriminin yer değiştirmesi.
METELİK: Eskiden on para değerindeki sikke.
METELİK: On para değerinde olan sikke.
METEOR: Atmosfer içinde oluşan sıcaklık değişmeleri,rüzgar,yıldırım,yağmur,dolu gibi olaylara verilen genel ad.
METEOROLOJİ: İklimbilim.
METİLİ: Figüratif.
METİS: Melez,kırma.
METN: Yolun ortası.
METODOLOJİ: Yöntem bilim.
METRDOTEL: Baş garson.
METRDOTEL: Başgarson.
METRES: Zamazingo, Zamkinos, Aftos. Dost, Oynaş.
METRİS: Savaş alanında yapılmış tahkimli siper.
METRONOM: Bir müzik parçasının hangi hızla çalınması gerektiğini gösteren alet.
METROPOL: Ana kent.
METROPOL: Anakent,ana şehir.
METROPOL: Büyükşehir,anakent.
MEVAD: Maddeler.
MEVAT: Cansız şeyler.
MEVİZE: Eski dilde öğüt,nasihat.
MEVKİ: Resikar.
MEVKİP: Konvoy, Kafile, Alay, Filo. Kortej, Kervan, Katar.
MEVLA: Tanrı,sahip,efendi,azat olmuş köle,terbiye eden.
MEVRUD: " ""Gelen"" anlamına gelip Türk Kurtuluş Savaşında sıklıkla kullanılmış sözcük."
MEVSİM: Sezon.
MEVTA: Ölüler.
MEVUT: Vaad edilmiş, Söz verilmiş.
MEY: Doğu Anadolu’da kullanılan bir küçük zurna.
MEY: Doğu Anadolu’da kullanılan bir tür küçük zurna.
MEYA: Turfanda zamanı.
MEYAN: Orta,ara.
MEYAN: Ara, Orta.
MEYANE: Çorba gibi yiyeceklere lezzet kazandırmak için un ve yağla yapılan sosa verilen ad.
MEYANE: Un,yağ ve su ile elde edilen karışım,çorba sosu.(Süt ile yapıldığında ise beşamel adını alır).
MEYDANDA: Alenen, Aşikâr, Peyda.
MEYHANECİOTU: Çoban düdüğü denilen keskin kokulu bir bitki.
MEYMENET: İyi nitelik,hayır.
MEYMENET: Bereket, Uğur, İyiniyet.
MEYN: Yalan, Tezvir, Kizb.
MEYUS: Umutsuz,karamsar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.