BA: Baryumun simgesi
BA: Birmanya’nın plakası.
BA: Tropikal Afrika’da yetişen ve Ohi de denilen ağaç.
BAAL: Bir Ortadoğu tanrısı.
BAB: Baba,şeyh,önder.
BAB: Kapı,geçit,boğaz,
BABA: Eb, Ab, Cet, Ata, Eba, Ebi.
BABAÇ: Erkek kümes hayvanlarının en iri ve yaşlı olanı.
BABAÇ: Kümes hayvanlarının en yaşlı ve iri olanı.
BABAÇKO: Güçlü ve gösterişli,iri yarı kadın.
BABAGANNOŞ: Közlenmiş patlıcan,tahin ve limonla yapılan bir tür meze.
BABAGANNUŞ: Közlenmiş patlıcan,tahin ve limonla yapılan bir meze.
BABAKÖŞ: Bir tür kertenkele.
BABAYANİ: Gösterişi ve özentisi olmayan.
BACANAK: Karıları kardeş olan erkeklerin birbirlerine göre adı.
BAÇ: Haraç.
BAÇ: Osmanlılarda gümrük vergisi.
BAÇ: Yer değiştiren maldan alınan vergi.Osmanlılarda gümrük vergisi.
BAD: Rüzgar,yel,hava,nefes,
BADAS: Harman kaldırıldıktan sonra yerde kalan toprak,çöp ve samanla karışık tahıl taneleri.
BADAS: Harmandan sonra yerde kalan çöp ve samanla karışık taneler.
BADAT: Bileşikgillerden şekeri çok bir tür yer elması.
BADAT: Şekeri çok bir tür yer elması.
BADAZ: Hastalıktan yüzü sararmış olan.
BADEHU: Ondan sonra.
BADEM: Payam.
BADEMA: Bundan böyle.
BADEMA: Bundan sonra, Bundan böyle.
BADIC: Bakla,fasulye,bezelye gibi taze sebzelerde,içinde tohumların sıralanmış bulunduğu kabuğa verilen ad.
BADIHAVA: Osmanlılarda topraksız köylüden alınan kazanç vergisi.
BADİ: Geçici.
BADMİNTON: Tenise benzeyen ve bir tür tüylü topla oynanan oyun.
BADUH: Zarfın üstüne yazılan tılsım sözcüğü.
BADVAL: Ekin ve patatesi saklamak için yerde açılan kuyu.
BAGET: İnce, kısa değnek.
BAGİ: Asi, Serkeş.
BAĞ: Asmalık.
BAĞ: Üzüm bahçesi.
BAĞA: Kaplumbağa kabuğu.
BAĞAN: Ölü doğan kuzunun derisi.
BAĞAN: Vakti gelmeden ölü doğan yavru.
BAĞBAN: Bağ bekçisi.
BAĞBAN: Bahçıvan,bağ bekçisi.
BAĞBOZUMU: Sonbahar.
BAĞCI: Üzüm yetiştiren.
BAĞCIK: Ayakkabı bağı.
BAĞDADİ: Yapı çıtası.
BAĞDAŞIK: Homojen.
BAĞDAŞTIRICI: Adaptör.
BAĞILDAK: Beşik çocuğunun, düşmesini önlemek için beşiğe sarılan bez.
BAĞIMLI: Tabi, Uydu.
BAĞINTICILIK: İzafiye, Rölativizm.
BAĞIRAN: Nadi.
BAĞIRIŞ: Sayha.
BAĞIŞ: İra, Hibe, Lütuf, Teberru, İhsan.
BAĞIŞIK: Muaf.
BAĞIŞIKLIK: Muafiyet.
BAĞIŞLAMA: Af, Hibe, Teberru.
BAĞIŞLANMIŞ: Muaf.
BAĞIT: Akit, Anlaşma, Mukavele.
BAĞLAMA: İkad.
BAĞLANMIŞ: Merbut.
BAĞLI: Muti, Vabeste, Sadık, Eslek, Merbut.
BAĞLILAŞIM: Korelasyon.
BAH: Şehvet.
BAHADIR: Batur, Cengâver, Babür.
BAHANE: Mahna, Manana.
BAHAR: İlkyaz.
BAHARİYE: Osmanlı padişahlarının her yıl yeniçeri ağası başta olmak üzere ocak ağalarına dağıttıkları yazlık giysi veya kumaş.
BAHÇELER: Riyaz.
BAHİR: Deniz.
BAHİS: Rihan, Öceş, İddia.
BAHNAME: İçinde cinsel konularla ilgili açık saçık yazıların,resimlerin bulunduğu eser.
BAHRİ: Deniz veya denizcilikle ilgili.
BAHRİ: İskele kuşu,yalı çapkını.
BAHŞİŞ: Meniha.
BAHT: Tayland’ın para birimi.
BAHUSUS: Hele,özellikle.
BAHUSUS: Hele, Özellikle, Üstelik.
BAİRE: Sürülmemiş sert toprak.
BAİS: Gönderen.
BAKALİT: Yapay reçine.(Formaldehit ile fenolün yoğunlaşması sonucu elde edilir.)
BAKALİT: Bir tür yapay reçine.
BAKALORYA: Olgunluk sınavı.
BAKAM: Anayurdu Meksika olan,odunundan kırmızı boya elde edilen bir ağaç.
BAKAM: Odunundan kırmızı boya çıkarılan bir ağaç.
BAKANAK: Kör tırnak.
BAKAR: Sığır,öküz anlamında sözcük.
BAKASA: Anadolu'nun bazı yerlerinde çulluğa verilen ad, Bekasa.
BAKI: Fal.
BAKI: Fal, Cefr, Irım, Elima, Pabyans./ Varolan, Yaşayan, Daim, Kalıcı, Mevcut.
BAKIKULU: Osmanlılarda vergi denetimi ve tahsili ile Maliyeye ilişkin soruşturmaları yapan memura verilen ad.
BAKIR: Mis.
BAKIRTAŞI: Malakit.
BAKIŞ: Tarf, Nazar.
BAKIŞIM: Simetri
BAKIŞIMSIZ: Asimetrik, Simetrisiz.
BAKİ: Arta kalan.
BAKİRE: Azra. / Cinsel ilişkide bulunmamış dişi insan.
BAKİYE: Kalan kısım, Artık, Rusubat.
BAKKAR: Sığırtmaç,sığır çobanı.
BAKLA: Bir zinciri oluşturan halkalardan her biri.
BAKRAÇ: Bakır küçük kova.
BAKRAÇ: Küçük kova.
BAKRAÇ: Helke, Debbe.
BAKTERİYOLOJİ: Mikrobiyoloji.
BAKÜ: Azerbaycan’ın başkenti.
BALA: Yavru.
BALABAN: Yırtıcı bir kuş.
BALABAN: Büyük davul tokmağı.
BALAD: Küçük lirik şiir türü.
BALADAR: Gümrük görevlisi, Baladur.
BALADEST: Üstte olan.
BALAFON: Değişik boyda , sert ağaçtan yapılmış tuşlardan oluşan bir Afrika çalgısı.
BALAK: Hayvan yavrusu.
BALAK: Malak.
BALALAYKA: Üç telli bir Rus sazı.
BALAMA: Orta oyununda ,Karagözde Rum tipi.
BALAR: İnce bir tahta türü.
BALARISI: Rahiye.
BALAST: Demiryollarında traverslerin altına,şoselerde düzeltilmiş toprak üzerine döşenen taş kırıkları.
BALAST: Denizcilikte safra anlamında kullanılan sözcük.
BALAST: Tren rayları altına konan kırma taş.
BALATA: Motorlu araçlarda fren yapmayı sağlayan tekerlek mili üzerine yerleştirilmiş yarım ay biçimindeki alet.
BALATON: Orta Avrupa’da bir göl.
BALBAL: Eski Türklerde mezarların üzerine anıt olarak dikilen taşlar.
BALBAL: Mezar anıt taşı.
BALBAO: Panama’nın para birimi.
BALÇIK: Yapışkan çamur.
BALÇIK: Mil.
BALDIR: Sak, İncik.
BALDIRAN: Ağı otu.
BALDIRAN: Maydanozgillerden uyuşturucu ve zehirli bir bitki.
BALDIRAN: Zehirli bir bitki türü.
BALE: Konusu dansla anlatılan müzikli sahne gösterisi.
BALGAM: Nuhane.
BALGAMTAŞI: Oniks, Kadıköytaşı, Kalseduan
BALIK: Mahi, Nun.
BALIKÇIN: Deniz kırlangıcı.
BALIKLAR: Esmak.
BALIKLAVA: Deniz,göl ve ırmaklarda balık yatağı olan yer.
BALİ: Eskimiş, Köhne.
BALİNA: Kadırga balığı.
BALİSTİK: Mermilerin namlu içinde veya dışındaki hareketlerini inceleyen bilim dalı.
BALK: Ufukta görülen gece parıltısı.
BALKAN: Sarp sıradağlar.
BALKIR: Şimşek.
BALLAD: Duygusal,hikayeli türkü./ Serbest biçimli,romantik,müzik araçlarıyla çalınan yada şarkı olarak okunan yapıt.
BALLICA: Amasya’nın Taşova ilçesi yakınlarında,sarkıt ve dikitleriyle tanınmış mağara.
BALLICA: Tokat’ın Pazar ilçesinde,sarkıt ve dikitleriyle ünlü bir mağara.
BALLIKAYALAR: Kocaeli’nin Gebze ilçesinde,tabiat parkı kapsamına alınmış ünlü kanyon.
BALOTAJ: Bir seçimde adaylardan hiçbirinin gerekli oyu sağlayamaması nedeniyle seçimin sonuçsuz kalması.
BALOTAJ: Seçimin sonuçsuz kalması.
BALOTAJ: Bir seçimin sonuçsuz kalma
BALOZ: Gemici,işçi gibi kimselerin eğlenmek için gittikleri içkili,danslı yer.
BALOZ: Gemicilerin eğlenmek için gittikleri içkili yer.
BALOZU: Balsıra, Nektar.
BALSAM: Bir tür reçine.
BALSIRA: Bir tür helva.
BALTA: Teber.
BALTABAŞ: Baş bodoslaması omurga hattına dikey olarak çelik lamadan yapılmış gemi.
BALTABURUN: Baş tarafı balta ağzı gibi düz olan gemi.
BALYA: Çember ve demir tellerle bağlanmış ticaret eşyası.
BALYA: Denk.
BALYEMEZ: Eskiden kara ve deniz savaşlarında kullanılan bir top.
BAMAKO: Mali’nin başkenti.
BAMBUL: Bitkilere,özellikle ekinlere zarar veren bir böcek.
BAMBULA: Afrika kökenli bir dans.
BAMTELİ: Sakalın, alt dudağın hemen altındaki bölümü.
BAMYA: Ebegümecigillerden bir bitki.
BAN: Osmanlılarda sancak beylerine verilen unvan
BAN: Sıcak bölgelerde yetişen yaşlı bir ağaç.
BANA: Ilıca.
BANADURA: Domates.
BANADURA: Güney ve Güneydoğu Anadolu da halk arasında domatese verilen ad.
BANAK: Ekmek parçası,lokma.
BANAK: Ufak ekmek parçası.
BANDIRA: Bir geminin hangi devlete ait olduğunu gösteren bayrak.
BANDIRA: Geminin hangi devlete ait olduğunu gösteren bayrak.
BANDROL: Devletçe verginin kesildiğini gösteren etiket.
BANİ: Kurucu, Bina inşa eden.
BANKET: Şehir dışı yolların iki tarafındaki toprak veya çakıl yol.
BANKET: Şehirlerarası yolların iki tarafında yayaların yürümesine ve taşıtların trafiği aksatmadan durabilmesine yarayan çakıl veya toprak yol.
BANKİZ: Denizde yada kıyıda buz tabakasıyla örtülü olan kesim.
BANLİYÖ: Kent civarı yerleşim
BANLİYÖ: Şehre yakın çevre.
BANT: Şerit.
BANTENG: Güneydoğu Asya’da yaşayan yabani öküz.
BANU: Hanım,hanımefendi.
BANU: Büyük kadın, Kübra.
BAP: Konu,husus./Bölüm.
BAR: Halterde kaldırılması gereken alet.
BAR: Hava basınç birimi.
BAR: Kale,duvar,
BAR: Yemiş.
BARA: Silindirik alet mili.Demir çubuk.
BARA: Demir çubuk.
BARABAN: Eski Türklerde büyük davula ve davul tokmağına verilen ad.
BARABAT: Bir çeşit çevirme ağı.
BARABAT: Hamsi,Sargan gibi küçük balıkları tutmakta kullanılan balık ağı
BARAK: Bir cins tüylü av köpeği
BARAK: Tüylü,kıllı çuha,kebe.
BARAK: Tüylü ve kıllı çuha türü.
BARAN: Yağmur.
BARAN: Bağda omça sırası./ Sabanın toprakta bıraktığı iz.
BARANA: Anadolu’nun kimi bölgelerinde erkekler arasında yapılan sohbet toplantıları
BARANA: Anadolu'da yaren toplantısı.
BARATA: Bilim doktorlarının ve Kardinallerin giydikleri dört köşe külah yada başlık.
BARATA: Osmanlı Sarayında bostancı,baltacı ve kapıcıların giydikleri kırmızı çuhadan veya keçeden yapılmış,yukarısı geniş ve kıvrık,boyu uzunca başlık.
BARATARYA: Kaptanın ve tayfaların, gemi sahibine yada sigorta ortaklığına bilerek verdikleri zarar
BARBAKAN: Kale duvarlarında ok atışı için açılmış delik
BARBE: Yünsü tüylü bir av köpeği cinsi.
BARBEKÜ: Açık havada ızgara veya kızartma yapmaya yarayan ocak.
BARBEKÜ: Seyyar ızgara.
BARBUT: Zar ile oynanan kumar.
BARÇA: Kalyon cinsinden küçük savaş gemisi.
BARÇA: Ortaçağda nakliye gemisi.
BARDA: Fıçıcı keseri.
BARDA: Fıçıcı keseri.
BARDARİOT: Bizans sarayının hassa muhafızları.
BAREM: Devlet memurlarının maaşlarının derece ve tutarlarını düzenleyen sistem ve çizelge.
BAREM: Memur maaş,derece ve miktarını gösteren cetvel.
BARHANA: Küçük kervan.
BARHANA: Göç eşyası.
BARI: Bahçe çiti veya duvarı.
BARINDIRMA: İbate.
BARIŞ: Sulh, Hazar.
BARİ: Keşke anlamında bir ünlem
BARİKA: Eski dilde yıldırım.
BARİKAT: Bir yol veya geçide girilmemesi için acele yapılan engel
BARK: Orta Asya’da eski Türk mezarlarının üzerindeki türbe türü yapılara verilen ad.
BARK: Ev halkı, Çoluk-çocuk.
BARKA: Büyük sandal.
BARKAROL: Gondolcu şarkısı.
BARKAROL: Venedik gondolcülerinin söz ve müziği önceden yazılmadan,içlerinden geldiği gibi söyledikleri şarkı.
BARKOT: Ürünün üzerindeki fiyat etiketi.
BARO: Avukatların meslek örgütü.
BARO: Bir şehrin avukatlarının toplandığı meslek kuruluşu.
BAROMETRE: Hava basıncını ve dolayısıyla bir yerin yüksekliğini ölçen alet,basınç ölçer.
BARON: Batı ülkelerinde Vikont ile şövalye arasında soyluluk unvanı.
BARSAM: Yüzgeçleri dikenli ve zehirli bir balık.
BARU: Sığmak, Siper.
BARUDİ: Koyu gri veya sarımsı kahverengi.
BASAMAK: Sekmen, Atabe.
BASARNA: Dalyanın kapak yeri.
BASARNA: Cismin bir yanını kaldıraçla yükseltme işi./ Dalyanın kapak yeri.
BASBAYAĞI: Adeta, Düpedüz.
BASE: Kısa bacaklı köpek cinsi.
BASEN: Bel ve kalça arası.
BASEN: Terzilikte belden aşağısı.
BASİFOBİ: Yürüme korkusu.
BASİL: Bir bakteri türü.
BASİRET: Anlayış, Feraset, İzan.
BASİTA: Yatay güneş saati,yükseklik tahtası.
BASİTE: Yatay güneş saati.
BASİTE: Yatay güneş saati.
BASİTE: Yatay güneş saati, Basita.
BASKÜL: Çoğunlukla bir kütleyi çok daha küçük bir kütle yardımıyla tutmaya yarayan alet.
BASMA: Pamuklu kumaş.
BASMAKALIP: Harcıalem, Klişe.
BAST: Sevindirme.
BASTIK: Halk dilinde pestil.
BASTIK: Pestil.
BASTİKA: Bir ağaca açılan delik.
BAŞAKLAMA: Hasattan sonra tarla veya bahçelerde kalan ürünleri toplama.
BAŞAKLAMA: Hasat sonrası tarladaki ürünü toplama işi.
BAŞAL: Benzerleri içinde, önemi bakımından başta sayılan, önde gelen, Klâs, Kral
BAŞARISIZ: Akim.
BAŞAT: Yön için konan işaret.
BAŞATUK: Hüküm, Hakimiyet.
BAŞGARSON: Metrdotel.
BAŞIBOŞ: Azade, Avare, Erkin, Göbel.
BAŞIBOZUK: Askerlerin arasına katılmış sivil savaşçı.
BAŞIBOZUK: Askerin arasına karışmış sivil.
BAŞKA: Siva, Uhra, Diğer, Sair, Maada, Öze, Özge, Özke, Has, Ahar, Özgü, Öteki
BAŞKALAŞIM: Dimilasyon, Metamorfizm
BAŞKALAŞMA: İstihale.
BAŞKAN: Pişva, Salar.
BAŞKANLIK: Serveri, Riyaset.
BAŞKENT: Payitaht.
BAŞKEŞİŞ: Abbot.
BAŞKUMANDAN: Noyan, Salar
BAŞLAMA: Agaz, Dibace.
BAŞLANGIÇ: Mebde, Dibace, Start
BAŞLIK: Serpuş.
BAŞTANBAŞA: Serapa.
BAŞTANIMAZLIK: Anarşizm.
BAŞTANKARA.: Bir kuş türü.
BAŞUCU: Zenit.
BAŞUCU: Zenit.
BAT: Bir takoz türü.
BAT: Bir tür takoz.
BAT: Bulgur,biber,soğan,domates gibi şeylerle yapılan ve asma yaprağına sarılıp çiğ olarak yenen bir yemek.
BAT: Eski dilde kaz.
BAT: Kurşun boruların ağzını açmakta kullanılan ucu sivri takoz.
BATAKLIK: Çökek, Mil, Aynaz, Mırık.
BATI: Mağrip, Garp.
BATIL: Boş,çürük,yanlış.
BATIL: Hükümsüz.
BATIL: Butlan.
BATIN: İç yüz,sır.
BATIN: İç, İçyüz.
BATİK: Kumaş ve kağıt süslemede kullanılan bir yöntem
BATİMETRİ: Denizin derinliğini ölçme İskandil.
BATİSKAF: Bir su altı aracı.
BATİSKAF: Deniz diplerinde inceleme yapmak için kullanılan araç.
BATİSKAF: Suda büyük derinliklere dalabilen insanlı bağımsız araç.
BATMA: Uful, Gark, İnkiraz, Krak.
BATMAN: Eski bir ağırlık ölçüsü birimi.
BATN: Karın, İçi, Ortası.
BATONSALE: Tuzlu hamurdan yapılan ince uzun çubuk,tuzlu çubuk.
BAV: Hayvanı avcılığa alıştırma.
BAVLI: Avcı köpeklerinin ava alışması için kullanılan yapay kuş.
BAYAĞI: Amiyane, Banal, Alelade, Süfli, Adi, Edna.
BAYAR: Yüce,kudretli
BAYAR: Yüce,kudretli.
BAYATİ: Türk müziğinde bir makam.
BAYINDIR: Abadan, Mamur.
BAYINDIRLIK: Ümran, Mamure, Nafıa. İmar.
BAYIR: Az eğimli arazi.
BAYIR: Küçük yokuş.
BAYIR: Şev, Eğim, Rampa, Kıran.
BAYİ: Bir ürünün sürekli satıcısı.
BAYKUŞ: Kuf.
BAYRAK: Alem, Sancak, Rayet.
BAYRAM: İd.
BAYRAMLAŞMA: Muayede.
BAYRI: Eskiden beri var olan, Kadim.
BAYSAL: Huzur dolu olan.
BAYTAR: Veteriner
BAZ: Bir asitle birleşince bir tuz oluşturan madde.
BAZ: Oynayan (kuşbaz,kumarbaz,cambaz).
BAZ: Temel.
BAZA: Mobilya kasası.
BAZALT: Bir çeşit yanardağ kütlesi
BAZALT: Koyu renkli,sert,bir çeşit yanardağ kütlesi.
BAZI: Çend, Gah, Kâh.
BAZİÇE: Oyun.
BAZİK: Baz niteliğinde olan.
BAZİLİKA: Kral sarayı.
BAZİLİKA: Kral sarayı.
BAZLAMA: Kalın gözleme.
BAZLAMA: Sacda pişirilmiş yuvarlak pide.
BAZUKA: Roket atar.
BEBEK: Bala, Çağa, Yavru.
BEBERUHİ: Karagözdeki kambur ve cüce tip.
BEBİHRE: Payı olmayan.
BEBİR: Eski dilde kaplan.
BECA: Yerinde, Uygun.
BECAYİŞ: Karşılıklı yer değiştirme.
BECAYİŞ: Karşılıklı yer değiştirme, Mübadele.
BECENE: Avcılar için göl kenarında yapılmış kulübe.
BECENE: Avcılar için göl kenarında yapılmış kulübe.
BECERİ: Maharet, Marifet, Hüner.
BECERİKLİ: Cilasun, İşgüzar, Uz, Gonduana, Ehil, Vakıf.
BECERİKLİLİK: Cerbeze, Dirayet, Maharet, Hüner.
BECET: Serçegillerden küçük bir kuş.
BECİL: Çok saygın.
BECİT: Gerekli,lüzumlu.
BEÇE: Esir çocuk.
BEÇE: Esir çocuk.
BEDAHET: Açıklık,bellilik.
BEDAHET: Bir konuda hazırlıksız konuşabilme yeteneği.
BEDAVA: Rayegân, Raygân, Hasbi, Caba, Meccani.
BEDAYİ: Güzel ve faydalı şeyler.
BEDDUA: İlenç, Ah.
BEDER: Kapı dışarı etme.
BEDESTEN: Değerli eşya,kumaş,mücevher v.s. alınıp satılan kapalı çarşı.
BEDHAH: Kötü kalpli.
BEDİA: Eski dilde estetik.
BEDİHE: Hazırcevaplık.
BEDİİYAT: Estetik Bilimi, Güzel duyusal.
BEDİR: Ayın on dördü.
BEDİZ: Dolunay,mehtap. ,ayın on dördü
BEDNAM: Adı kötüye çıkmış kimse.
BEDNAM: Kötü şöhret yapmış şey.
BEDRE: Keçi derisinden para kesesi.
BEFT: Dokumacı.
BEGONVİL: Akdeniz Bölgesinde yaygın bir çiçek.
BEĞENİLMİŞ: Meşkur, Müstahsen.
BEĞENME: Pesent, Pesend.
BEHAVYORİZM: Davranışçılık.
BEHEMEHAL: Ne pahasına olursa olsun, Mutlaka.
BEHİMİ: Hayvanca duygu.
BEHİŞT: Cennet.
BEHR: Uzaklık.
BEHRE: Pay,hisse,nasip.
BEİRA: Afrika’da yaşayan,narin ve küçük bedenli bir antilop.
BEİS: Eski dilde engel,uymazlık.
BEİS: Kuvvet, Kudret, Erk.
BEİSA: Afrika’da yaşayan iri bir antilop
BEJEL: Ortadoğu’da ve Afrika’da görülen yerel frengi.
BEK: Havagazı lambasının ucu.
BEK: Sağlam, Sert, Katı, Pek, Kunt.
BEKA: Kalıcılık,ölmezlik
BEKA: Kalıcılık, Ölmezlik.
BEKAR: Diyezli ve bemollü bir sesin eski duruma getirilmesini gösteren nota işareti.
BEKAR: Azeb.
BEKAS: Çulluk.
BEKE: Çorum’un Mecitözü ilçesinde bir kaplıca.
BEKEN: Güçlü,kuvvetli,sağlam.
BEKEREL: Radyasyon ölçümlerinde kullanılan temel birim.
BEKİNMEK: Israr etmek, İnatlaşmak.
BEKRİ: İçkiye düşkün,içkici,ayyaş.
BEKRİ: İçkiye düşkün kimse.
BEKTAŞ: Akran,eş.
BEL: Bir tarım aleti,geminin orta bölümü.
BELA: Nekabet, Şedide.
BELAGAT: İyi konuşma.
BELAĞ: Eski dilde mektup,mesaj ulaştırma.
BELCE: İki kaş arası.
BELCE: İki kaşın arası.
BELEDİ: Şehirle ilgili.
BELEDİ: Yerleşik.
BELEDİYE: Uray (Dil devriminin ilk yıllarında belediyeye verilen ad).
BELEK: Bebek kundaklama bezi.
BELEME: Kundaklama.
BELEMEK: Bulaştırma.
BELEMİR: Daha çok tahıl tarlalarında görülen mor çiçekli bir bitki,mavi kantaron. / Peygamber çiçeğine verilen ad
BELEMİR: Mavi kantaron,peygamber çiçeği.
BELEMİR: Peygamber çiçeği.
BELEN: Dağ sırtlarında geçit veren çukur yer.Dağ üzerindeki yüksek geçit.
BELGE: Doküman, Vesika.
BELGELEME: Teşvik.
BELGELİK: Arşiv.
BELGELİK: Arşiv.
BELGESEL: Dokümanter.
BELGİ: Ayırt edici özellik, Şiar, Farika.
BELGİT: Senet.
BELİ: Evet, Peki, Hay-hay.
BELİK: Saç örgüsü.
BELİK: Saç örgüsü.
BELİRLENİMCİ: Determinist.
BELİRLENMİŞ: Mevsut./ Mevsut.
BELİRSİZLİK: İpham.
BELİRTEÇ: Dilbilgisinde zarf.
BELİRTİ: Emare, Alâmet, İm, Karine, Nişan, İz, Semptom, Araz, Simpton.
BELİT: Aksiyom.
BELKEMİĞİ: Sulb.
BELLADONNA: Güzel avrat otu.
BELLEK: Hafıza.
BELMUŞ: Edirne yöresine özgü bir peynir tatlısı.
BELONOFOBİ: İğne korkusu.
BEMOL: Bir sesin yarım ton kalınlaştırılacağını gösteren nota işareti.
BEMOL: Müzikte bir sesin yarım ses kalınlaşacağını belirten nota işareti
BEN: Kuşun yavrusuna taşıdığı yem.
BEN: Olta veya tuzağa konulan yem.
BEN: Oltaya takılan yem./ Saçta, sakalda görülen kırlaşma./ Şame.
BENCİL: Asıcıl. Çıkarcı, Özgecil.
BENCİLEYİN: Benim gibi.
BENCİLLİK: Enaniyet, Egoism.
BENDE: Kul,köle.
BENDER: Alış-veriş yerleri olan sahil kenti.
BENDİR: Alaturka müzikte kullanılan bir tür zilsiz tef.
BENDİR: Türk müziğinde kullanılan zilsiz büyük tef.
BENEK: Puan,nokta.
BENEK: Buka, Leke, Puan./ Sert ve sağlam taş.
BENGALİ: Asya ve Afrika’da yaşayan,güzel ötüşlü küçük bir kuş.
BENGALİN: Çözgüsü ipek veya sentetik elyaf,atkısı kalın pamuk veya yün olan kumaş.
BENGİSU: Ölümsüzlük suyu.
BENGİSU: Efsaneye göre içene ölümsüzlük veren su, Abıhayat.
BENİADEM: Halk, İnsanlar, Nas.
BENİN: Afrika’da bir ülke.
BENLİKÇİLİK: Egotizm./ Egotizm.
BENZER: Gibi, Misil, Tıpkı.
BENZEŞİM: Analoji.
BENZEŞMEZLİK: Disimilasyon.
BENZETME: Mimesis.
BENZEYİŞ: Nid.
BER: Çok parlak.
BERAT: Bir buluşun ve kullanım hakkının kime ait olduğunu gösteren belge.
BERAT: Bir kimse ya da kuruluşa verilen özellik belirtici belge, Patent.
BERAYA: Osmanlılar zamanında vergi ve haraç vermeyen Müslüman ahaliye verilen ad.
BERBER: Perukar.
BERCESTE: Rakik, Nazik, Zarif.
BERDAR: Aşılmış.
BERE: Yuvarlak,yassı ve sipersiz başlık.
BERE: Ekimoz.
BERET: Doğal ipek artığı.
BEREVİ: Tavuk karası.
BERGÜZAR: Küçük hediye.
BERGÜZAR: Yadigar.
BERGÜZAR: Armağan, Hediye, Ödül.
BERHÜDAR: Mutlu,dileğine ulaşmış.
BERİBERİ: Genellikle Uzakdoğu ülkelerinde B vitamini eksikliğinden doğan bir hastalık.
BERİD: İslam devletlerinde posta ve haberleşme örgütü.
BERJER: Arkası kabarık,oturak yeri geniş koltuk.
BERK: Sağlam.
BERK: Sert,katı.
BERK: Yaprak, Berg, Varak.
BERKİSEMEN: Yasemin yaprağı.
BERKİTMEK: Sağlamlaştırmak.
BERMUTAT: Alışılagelen.
BERMUTAT: Her zaman olduğu gibi.
BERRAK: Nab, Revk, Zaki.
BERRİ: Karayla toprakla ilgili.
BERSANİ: Uzun taneli bir pirinç türü.
BERŞ: Bir tür macun.
BERŞ: Bir tür macun.
BERZAH: İki denizi ayıran dar kara parçası veya dünya ile ahret arasındaki yer.
BES: Eski Kıbrıs’ın kuvvet tanrısı.
BESALET: Yiğitlik,yararlılık.
BESBELLİ: Aşikâr, Bedihi.
BESİ: Semirtme.
BESİM: Güleç,güler yüzlü.
BESİM: Güleç.
BESLEME: Beslek, Ahretlik, Hizmetçi.
BESLEMEK: İaşe, Esermek.
BESLENME: Tagaddi.
BEŞARET: İyi haber.
BEŞARET: Müjde,iyi haber.
BEŞBIYIK: İri muşmula.
BEŞE: İlk doğan çocuk.
BEŞE: İlk doğan çocuk.
BEŞERİYET: İnsanlık olgusu, Ademiyet.
BEŞME: Çıkrıkçı tezgâhının kütüğü.
BEŞUŞ: Güler yüzlü.
BET: Yüz,çehre,beniz.
BET: Yüzün rengi, Beniz, Nevir, Levn.
BETAET: Göçebelik
BETEL: Hindistan’da yetişen tırmanıcı bir karabiber ağacı.
BETER: Daha kötü, Beder.
BETİ: Resim ve heykel(yontu) sanatlarında varlıkların biçimi.
BETİM: Tasvir.
BETİM: Tasvir.
BETON: Kum,çakıl,çimento ve su gibi maddelerin karışımıyla elde edilen yapı malzemesi.
BETONARME: İçine demir çubuklardan kafes konulmuş beton.
BEVLİYE: İdrar yolları hastalıkları,üroloji.
BEVVAB: Eski okullarda hademeye verilen ad.
BEVVAP: Kapıcı.
BEY: Mir.
BEYABAN: Çöl.
BEYAZİ: Uzunluğuna açılan yazma kitaplar
BEYHAN: Sır saklamayan.
BEYHUDE: Boşuna.
BEYİN: Dimağ, Emik.
BEYİNCİK: Kafatasının art bölümünde ve beynin altında,hareket dengesi merkezi olan organ.
BEYİT: Anlam bakımından birbirine bağlı iki dizeden oluşmuş şiir parçası.
BEYİYE: Satımlık, Yüzdelik.
BEYLERBEYİ: Osmanlı idaresinde sancak beylerine verilen ad veya unvan.
BEYMELEK: Antalya’da Kale ve Finike ilçeleri arasında yer alan kıyı gölü.
BEYN: Ara,arasında.
BEYŞÜRA: Alım-satım.
BEYT: Ev.
BEYTULLAH: Kabe.
BEYTÜLMAL: Devlet hazinesi.
BEYTÜLMAL: Devlet malı, Miri.
BEYZA: En beyaz.
BEYZİ: Oval.
BEYZİ: Oval, Söbe, Elips.
BEZE: Vücudun herhangi bir yerinde oluşan şişkinlik.
BEZE: Hamur topağı.
BEZEK: Süs.
BEZELEMEK: Hamuru topaklara bölmek.
BEZGİN: Yaşama veya iş görme isteğini yitirmiş.
BEZGİNLİK: Usanç, Fütur.
BEZİR: Keten tohumu.
BEZİRGAN: Alışverişte çok kar amacını güden kimse.
BEZİRGAN: Mesleğini sadece kazanç için kullanan kimse.
BEZİRGAN: Tüccar.
BEZİRYAĞI: Bir yağ türü.
BEZİRYAĞI: Keten tohumundan çıkartılan bir yağ.
BEZM: İçki meclisi.
BEZZAZ: Bez dokuyan veya satan kimse.
BG: Bulgaristan’ın plakası.
BH: Belize plakası.
BICIL: Aşık kemiğinin altındaki küçük bir kemiğin adı.
BICILGAN: Azmış yara.
BICILGAN: Azıp, yayılmış yara.
BIÇKIN: Korkusuz,gözü pek,yürekli,cesur.
BILDIR: Geçen yıl.
BILDIR: Bir sene önce, Geçen yıl.
BINGILDAK: Kafatası kemikleşmeden önce kemiklerin birleşme yerlerinde bulunan kıkırdak bölüm.
BIRAKILMIŞ: Mühmel.
BIRAKIT: Ölen kimseden kalan şeyler, Miras. Tereke.
BIRAKMA: Terk.
BIYIK: Seblet, Şarib.
BİA: Satın alma, Satış.
BİAT: Egemenliğini tanıma.
BİAT: Bir kimsenin egemenliğini kayıtsız şartsız kabul etme.
BİATLON: Bir mukavemet yarışını ve bir tüfekle atış yarışını içeren kayak sporu.
BİBEHRE: Payı olmayan,pay almamış.
BİBER: Isıot.
BİBERİYE: Kuşdili,hasalban gibi adlar da verilen ve Akdeniz yöresinde yetişen bir bitki.
BİBERON: Emzikli şişe.
BİBİ: Hala.
BİBİ: Babanın kızkardeşi, Eme, Emeti.
BİBLİYOFOBİ: Kitap korkusu.
BİBLİYOGRAFYA: Kaynaklar,kaynakça.
BİBLİYOMANİ: Aşırı kitap okuma tutkusu.
BİBLİYOMANİ: Kitap düşkünlüğü.
BİBLİYOMANİ: Aşın kitap okuma tutkusu.
BİÇİM: Dalan, Şekil.
BİÇİMSİZ: Amorf, Kubat.
BİÇME: Yontulmuş yapı taşı.
BİDAR: Uyanık,uyumayan.
BİDAT: Sonradan çıkan adet.
BİDE: Bedenin belden aşağı bölümlerini yıkamakta kullanılan tuvalet aracı.
BİDER: Anadolu’nun bazı yörelerinde tohuma verilen ad.
BİDER: Tohum için ayrılmış tahıl,tohum.
BİDON: Büyük su kabı.
BİENAL: Yıl aşırı,iki yılda bir.
BİENAL: İki yılda bir yapılan sanal etkinliği.
BİGANE: İlgisiz.
BİHTER: En iyi.
BİHUŞ: Aklı başında olmayan,baygın.
BİJUTERİ: Değerli olmayan maden veya taşlardan yapılmış takı,süs eşyası.
BİKES: Kimsesiz
BİLAHARE: Daha sonra.
BİLAHARE: Sonradan,sonraları anlamında bir belirteç.
BİLAHARE: Daha sonra.
BİLAKİS: Tam tersine.
BİLAKİS: Tam tersine, Aksine.
BİLAR: Katranla kıldan yapılan ve kalafat işlerinde kullanılan bir tür macun.
BİLBİLAN: Artvin’in Ardanuç ilçesinde ünlü bir yayla.
BİLDİK: Tanıdık, Aşina, Dost, Yar.
BİLECEN: Ukala, Argon, Malumatfuruş.
BİLFARZ: Diyelim ki,tutalım ki.
BİLGİ: Vukuf, Daniş, Bili, Malumat.
BİLGİCİLİK: Sofizm.
BİLGİNLER: Aliman.
BİLİ: Bilgi, Malumat.
BİLİG: " Eski Türkçede ""Bilim"" anlamında kullanılmış sözcük."
BİLİNA: Rus halk destanı veya rapsodisi.
BİLİNÇ: Es, Şuur.
BİLİNEN: Malum, Aşina.
BİLİNMEYENLER: Meçhulat.
BİLİRKİŞİ: Eksper, Ehlivukuf, Ehlihibre. Uzman.
BİLİRUBİN: Omurgalıların karaciğerinden salgılanan kahverengimsi sarı renkte safra pigmentine verilen ad.
BİLİŞİM: Bilginin saklanması ve üretilmesini konu alan akademik ve mesleki disiplini.
BİLİŞİM: İnformatik.
BİLLUR: Kristal.
BİLMECE: Egalit, Eglaz.
BİLMECEBİLİM: Enigmataloji, Bulmaca'yla uğraşan bilim
BİLMEZLENEN: Mütecahil.
BİLVASITA: Aracısız,doğrudan.
BİM: Eski dilde korku.
BİM: Korku,tehlike.
BİN: Elf
BİNAEN: Den dolayı,..den ötürü anlamında eski bir sözcük.
BİNAEN: Bundan dolayı, Bundan ötürü.
BİNAENALEYH: Bundan dolayı.
BİNAENALEYH: Onun için.
BİNİ: Kapı veya dolap kanatlarının kenarına çakılan çıta.
BİNİŞ: Bir tür cüppe.
BİNİT: Hamur durumundaki ekmeklerin, fırına atılmadan önce, içine konulduğu oyuk gözlü tahta.
BİPERVA: Çekinmeden.
BİRABERİN: Bundan dolayı, Bunun üzerine.
BİREMİS: İki sıra kürekli Antikçağ Roma teknesi.
BİREYSEL: Ferdi, Şahsi, Kişisel, Zati.
BİRİKME: Telakim.
BİRİM: Ünite.
BİRİNCİ: Ula. İlk, Baş, Mir.
BİRİNCİKANUN: Eski dilde Aralık ayı.
BİRİNCİTEŞRİN: Eski dilde Ekim ayı.
BİRKE: Büyük havuz.
BİRKE: Büyük havuz.
BİRLEŞİM: Sentez.
BİRLEŞME: Füzyon.
BİRLİK: Vahtiyat.
BİRR: Etiyopya’nın para birimi.
BİRUNİ: Astronomi alanındaki buluşları,matematik,doğa bilimleri,coğrafya ve tarih alanındaki çalışmalarıyla ünlü,Orta Çağın en büyük bilginlerinden biri.
BİS: Bir müzik parçasının dinleyicilerin isteği üzerine bir kez daha çalınması.
BİSTÜRİ: Ameliyat bıçağı.
BİŞE: Orman, Sazlık.
BİŞKEK: Kırgızistan’ın başkenti.
BİT: Kehle.
BİTAKA: Güvercinle yollanan mektup.
BİTAP: Yorgun,bitkin.
BİTEK: Verimli toprak.
BİTEK: Verimli toprak, Münbit, Mebzul.
BİTEVİYE: Sürekli olarak, Durmaksızın.
BİTİ: Kitap, Mektup.
BİTİM: Son, Nihayet, Encam, Akıbet, Payan, Hatime, İntiha, Serencam, Hitam, Münteha, Münteki, Akab.
BİTİRME: İtmam.
BİTİŞİK: Muttasıl, Ulaş.
BİTİŞME: İltisak.
BİTKİ: Nebat, Botan.
BİTNİK: İkinci dünya savaşı sonrası davranış ve giyimleriyle, toplum kurallarına uymayan asi yapıdaki kişilere verilen ad.
BİTPAZARI: Eski eşya pazarı.
BİTTER: Acı çikolata
BİVAYE: Osmanlıca nasipsiz,kısmetsiz anlamında.
BİYE: Genellikle giysinin yaka,kol,etek çevresine kendi kumaşından veya başka kumaştan geçirilen ince şerit.
BİYE: Giysinin kenarına paralel olarak yapılan kendi kumaşından süs.
BİYEL: Piston kolu.
BİYEL: Piston kolu.
BİYOGENEZ: Canlıların başka canlıdan, türediğini savunan kavram.
BİYOGRAFİ: Hayat hikayesi.
BİYOS: Bira mayasında büyümeyi etkileyen hormon.
BİYOTİT: Kara mika.
BİZ: İğneye yol açmak için kullanılan,çelikten,ince ve sivri uçlu bir alet.
BİZ: Kunduracıların delik açmakta kullandıkları sivri uçlu çelik tığ./Mersin balığı türü.
BİZ: Tığ.
BİZ.: Bir mersinbalığı türü.
BİZAR: Tedirgin.
BK: Berkelyumun simgesi
BLASTULA: Morula.
BLAZER: Lacivert kumaştan veya gri flanelden yapılma düz veya kruvaze spor ceket.
BLEND: Çinkonun başlıca cevherlerinden biri olan doğal çinko sülfür.
BLOK: İri ve ağır kitle.
BO: Sümerlerde sağlık tanrıçası.
BOCUK: Domuz.
BOCURGAT: Çıkrık veya dişli yardımıyla ağır yükleri kaldırmaya veya çekmeye yarayan bir alet.
BODUÇ: Ağaç veya topraktan yapılmış küçük testi.
BODUÇ: Ağaç testi.
BODUR: Çok kısa boylu,bücür.
BOĞADA: Külle çamaşır yıkama işi.
BOĞANOTU: Akonit.
BOĞAZ: İmik, Ümük, Yutak.
BOĞU: Damada kına günü yollanan armağan.
BOHÇA: İçine çamaşır,elbise gibi şeyler koyup sarmaya yarayan bez veya kumaş.
BOHEM: Derbeder,başıboş yaşayış.
BOHEM: Günübirlik yaşayan, genellikle sanatçı kişilikli kimse.
BOL: Özel bir cam kap içinde likör,şarap,meyve ve maden suyu karıştırılarak hazırlanan içkiye verilen ad.
BOL: Gani, Gümrah, Mebzul, Mümbit.
BOLA: Bir tür kement.
BOLA: Bir tür kement.
BOLERO: Ağır ritimli bir İspanyol dansı.
BOLERO: Bir İspanyol dansı.
BOLİVAR: Venezüella’nın para birimi.
BOLLUK: Geyz, Gına, Nermi.
BOLŞEVİK: Rus komünisti.
BOMBE: Kabarıklık.
BONAÇA: Denizcilikte çok durgun deniz ve hava.
BONAÇA: Sakin deniz.
BONAÇA: Sakin deniz.
BONCUK: Cam,sedef,taş v.v den yapılmış renkli süs tanesi.
BONE: Genellikle kadınların denize girerken saçları ıslanmasın diye kullandıkları başlık.
BONE: Suda giyilen başlık.
BONGO: Yan yana konmuş iki küçük davuldan oluşan ritim çalgısı.
BONMARŞE: Büyük mağaza.
BONSAİ: Köklerinin kısaltılması,dal ve sürgünlerinin bağlanması ve biçimlendirilmesi suretiyle saksıda yetiştirilen bodur ağaç.
BONSERVİS: Hizmet belgesi.
BOP: Bir caz üslubu (1940’larda ortaya çıktı).
BOR: İşlenmemiş,ekilmemiş toprak.
BOR: Tarıma elverişsiz toprak.
BORABAY: Amasya’da bir göl.
BORAN: Rüzgar,şimşek ve gök gürültüsü ile ortaya çıkan sağanak yağışlı hava olayı.
BORAN: Şiddetli yağmur.
BORANİ: Pirinçli ve yoğurtlu ıspanak yemeği.
BORAZAN: Üflenerek çalınan perdesiz çalgı.
BORÇ: Takıntı, Takanak, Vam, Karz, Ödünç.
BORDA: Geminin yan kısmı.
BORDO.: Mora çalan kırmızı renk.
BORDUR: Bir şeyin kenarını koruyan süsleyen veya sınırını belirleyen çerçeve.
BORDÜR: Bir şeyin kenarını koruyan,süsleyen veya sınırını belirleyen çerçeve.
BORİNA: Dört köşe yelkenlerin yan yakalarına,alt tarafa doğru bağlanan halat.
BOSSANOVA: Brezilya müziği.(1950’lerin sonlarında ortaya çıkarak halk arasında yaygınlaştı).
BOSTAN: Sebze bahçesi.
BOŞ: Tehi, Vahi, Hali, Güzaf, Münhal,Nafile, Tekin, Nül, Hiç.
BOŞA: Kafkas çingenelerine verilen ad.
BOŞANMA: Talak.
BOŞBOĞAZ: Bidi, Lâfazan.
BOŞLAMA: İhmal.
BOŞLUK: Esrak.
BOTÜLİZM: Konserve zehirlenmesi.
BOY: Klan, Endam, Aşiret, Kabile, Oymak.
BOYALI: Rengin.
BOYAMA: Tahzib.
BOYLAM: Tul.
BOYNUZ: Toynaklı memelilerin bir çoğunun başında bulunan,sert maddeden oluşmuş uzantıya verilen ad.
BOYNUZ: Revk.
BOYOZ: İzmir yöresine özgü, özellikle sabah kahvaltısında yenilen bir çeşit börek.
BOYUN: Rakabe.
BOYUNDURUK: Kapı yada pencere gibi açıklıkların üzerine konulan ağaç,taş veya beton kiriş,lento.
BOYUNDURUK: Şaha.
BOYUNDURUK.: Güreşte bir oyun.
BOYUTLAR: Ebat.
BOZ: Açık toprak rengi.
BOZ: Açık toprak rengi.
BOZ: Kül rengi.
BOZ: Açık toprak rengi.
BOZA: Sulu darı hamurunun ekşitilmesiyle yapılan bir içecek.
BOZKIR: Step.
BOZLAK: Kuzeydoğu ve Güney Anadolu’da türkülü halk öykülerine verilen ad.
BOZMA: Fesh, Naks, Tahrif.
BOZUK: Sakin.
BÖ: Bir örümcek türü.
BÖ: Zehirli bir örümcek türü.
BÖBÜR: Büyüklük taslama, Kibir, Nahvet.
BÖBÜRLENME: Nahvet, Kibir, Böbür Büyüklenme
BÖĞÜR: Kaburga ile kalça kemiği arasında kalan yer.
BÖĞÜR: Yan.
BÖĞÜRME: Manda bağırması.
BÖĞÜRMEK: Anlaşılmaz bir biçimde yüksek sesle bağırmak.
BÖKE: Kahraman,güçlü kimse
BÖKE: Şampiyon
BÖKE: Şampiyon.Kahraman.Güçlü kimse.
BÖKE: Şampiyon.
BÖLE: Birbirine göre kardeş çocuğu olanlardan her biri.
BÖLGELER: Aksa.
BÖLÜŞTÜRME: Taksim.
BÖRDÜBET: Gökova körfezinin güney kıyısında doğal güzelliğiyle ünlü bir koy.
BÖRK: Bir başlık türü.
BÖRK: Daha çok hayvan postundan yapılan bir başlık türü.
BÖRÜ: Kurt.
BÖRÜ: Kurt.
BÖSMEK: İnfilâk etmek, Patlamak.
BR: Brezilya’nın plaka işareti.
BRAHMA: Bir Hint tanrıçası.
BRAHMA: Bir Hint tanrısı.
BRAK: Kısa tüylü bir av köpeği cinsi.
BRAKİSEFAL: Kafasının ön-art ekseni yan eksenine göre kısa olan kimse,kısakafalı.
BRANDA: Savaş gemilerindeki asma yatak.
BRANŞ: İş dalı, Meslek.
BRASERO: İçine kor kömür doldurulan , açık havada ısınmaya yarayan ayaklı ve delikli madeni kaba verilen ad
BREŞ: Bir çakıl taşı türü.
BREŞ: Bir tür yapay mermer.
BREŞ: Bir çakıl taşı türü.
BRİFİNG: Bir konuda özet olarak verilen bilgi veya açıklama.
BRİK: İki direkli,seren yelkenli,birkaç top taşıyan gemi.
BRİK: Yaylı at arabası.
BRİKET: Linyit,kömür tozu ve katran tortusundan basınçla elde edilen,tuğla biçimli yapı malzemesi.
BRİT: Bir düğmeyi yada kopçayı tutmaya yarayan halkacık.
BRN: Bahreyn’in plaka işareti.
BROKAR: Sırma veya gümüş işlemeli bir tür ipekli kumaş.
BROKKOLİ: Sapları ve yeşil çiçek tomurcukları sebze olarak yenen bir bitki.
BROM: Kırmızı renkli,pis kokulu,zehirli sıvı bir element.
BRONTOFOBİ: Gök gürültüsü korkusu.
BROŞ: Süs iğnesi.
BROŞ: Agraf, Kanca.
BRÖVE: Diploma.
BRÖVE: Mezuniyet plakası.
BRÖVE: Yeterlilik belgesi.
BRUNCH(BRANÇ): Kuşluk yemeği.
BRÜLÖR: Sıvı yakıtı kolayca yanabilecek taneciklere ayırarak püskürten araç.
BSE: Tıpta deli dana hastalığının kısa yazılışı.
BU: Eski dilde koku.
BU: Koku.
BU: Koku
BUAT: Elektrik kutusu.
BUAT: Elektrik tesisatında kablo dağıtım kutusu.
BUCARDA: Taşların yüzlerini düzlemede kullanılan çekiç.
BUDALA: Ebleh.
BUDUN: Kavim.
BUDUN: Kavim.
BUDUNSAL: Etnik.
BUĞU: Su buharı.
BUHAR: İstim.
BUHURDAN: Tütsü kabı.
BUKA: Benek, Leke.
BUKAĞI: Ayağa vurulan halka,köstek,pranga.
BUKET: Çiçek demeti.
BUKRAN: Yün kırpıntısı.
BUL: Yalnız iki geniş yüzü testere ile düzeltilmiş tahta.
BUL: İki geniş yüzü testere ile düzeltilmiş tahta.
BULA: Halk dilinde yenge anlamında kullanılan sözcük.
BULAK: Kaynak,pınar.
BULAMA: Koyu pekmez.
BULAMAÇ: Sulu,cıvık hamur.
BULAMAK: Belemek.
BULAŞICI: Sari.
BULAŞMA: Sirayet, İntikal.
BULAŞMIŞ: Mülemma.
BULBUS: On iki parmak bağırsağının şişkince olan başlangıç bölümü.
BULDUMCUK: Sonradan görme.
BULGARİ: Dört telli bağlama.
BULMACABİLİMİ: Enigmataloji
BULUNAK: Adres.
BULUNMA: İttiba.
BULUŞMA: Telaki.
BULVAR: Geniş cadde.
BUMBARDOLMASI: Büyükbaş yada küçükbaş hayvanların bağırsakları temizlenip içine ciğer,soğan,pirinç ve baharattan oluşan iç doldurularak yapılan dolma.
BUN: Sıkıntı, Güçlük.
BUNALTICI: MÜZİÇ.
BUNALTMA: İzaç.
BUNAMA: Ateh.
BUNMAK: Beğenmemek,azımsamak,küçümsemek.
BURÇAK: Taneleri hayvan yemi olarak kullanılan ve mercimeğe benzeyen bir bitki.
BURHAN: Delil,kanıt,ispat.
BURJUVA: Kent soylu.
BURJUVA: Kentsoylu.
BURKA: Afganistan ve Pakistan kadınlarının yüzlerini örtmek için kullandıkları bir tür peçe
BURNAZ: İri ve uzun burunlu.
BURTLAK: Çalılık, Taşlık yer.
BURU: Doğum sancısı.
BURU: Sancı.
BURU: Doğum sancısı.
BURUN: Bini, Enf.
BURUŞTURAN: Rüzen.
BUUT: Boyut.
BUYMAK: Çok üşümek.
BUYMAK: Soğuktan donmak.
BUYMAK: Donarak ölmek.
BUYOT: Termofor.
BUYURGANLIK: Despotizm, Diktatorya.
BUZAĞI: Küçük dana.
BUZAĞI: Sütten kesilmiş sığır yavrusu.
BUZDAĞI: Aysberg, Cumudiye.
BUZUKİ: Bağlamaya benzer bir Yunan çalgısı.
BUZUL: Cumudiye.
BUZULTAŞ: Moren.
BÜCÜRMENE: Edirne’de Meriç ırmağı deltasında bir göl.
BÜĞET: Küçük su birikintisi.
BÜK: Böğürtlen,diken dutu,it üzümü.
BÜK: Böğürtlen.
BÜK: Dönemeç.
BÜK: Akarsu kıyısındaki verimli topraklar./ Dönemeç, Böğürtlen.
BÜKA: Ağlama, Gözyaşı, Eşk.
BÜKLÜM: Kıvrım, Şiken, Ta.
BÜKÜLGENLİK: Fleksibilite.
BÜKÜLMÜŞ: Tafte.
BÜLENT: Yüksek,yüce.
BÜRÇÜK: Saç lülesi,zülüf.
BÜRÇÜK: Süs lalesi.
BÜRGÜ: Yaşmak.
BÜRO: Ofis, Yazıhane, İşyeri.
BÜTÜN: Hep, Tam, Bilumum, Alelumum, Kaffe, Kül, Küll, Mecmu, Tüm,Ful, Tam, Tüden.
BÜTÜNCÜL: Totaliter.
BÜTÜNSEL: Total.
BÜTÜNÜYLE: Kamilen, Küllen.
BÜVET: Kuş yiyecek büfesi.
BÜVET: Küçük yiyecek büfesi.
BÜYÜ: Efsun, Sihir, Nüşret, Bağı, Gizem.
BÜYÜCÜ: Rakka, Sahir.
BÜYÜKLER: Mihan.
BÜYÜKLÜK: Azamet, Cesamet, İzzet. Oran, Haşmet, Fehamet.
BÜYÜME: Nema.
BÜYÜMEK: İrelmek.
BÜYÜMÜŞ: Balide.
BÜYÜTEÇ: Odak boyutu birkaç santimetre olan yaklaştırıcı mercek.
BÜYÜTEÇ: Adese, Lup, Pertavsız.
BÜZ: Künk.
BÜZ: Küçük boyda künk.
BÜZGÜ: Elbise plesi.
BÜZGÜ: Küçük kıvrım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.