APA: Aksaray’da bir baraj. APAK: Çok beyaz.
APALAK: Kucaktaki tombul çocuk.
APALAK: İri ve tombul kucak çocuğu.
APANDİSİT: Apandis iltihabı.
APAR: Bir tiyatro oyuncusunun seyircilerin duyacağı biçimde ama sanki diğer oyuncular duymuyormuş gibi konuşması veya düşünmesi
APAR: Bir tatu (döğme) türü.
APARMAK: Almak,alıp götürmek.
APARTHEİD: Irk ayrımı politikası.
APAŞ: Külhanbeyi,hayta.
APAŞ: Kent serserisi, Külhanbeyi.
APATAM: Afrika zencilerinin çalı çırpıdan yaptıkları çardak gibi barınak.
APATAM: Afrika yerlilerinin çalı çarpıdan yaptıkları çardak gibi barınak.
APATİ: Duygu kapanıklığı.
APATİK: Duygusuz,kayıtsız,uyuşuk.
APATİT: Doğada,kemik dokusunda bulunan,içinde flüor veya klor olan doğal kalsiyum fosfat.
APAZ: Bir avuç dolusu
APAZ: Bir avuç dolusu.
APERİTİF: Yemekten önce,genellikle tuzlu çerezle alınan,çoğunlukla damıtık alkollü içki.
APERİTİF: Yemek öncesi içkisi, Açar.
APIŞLIK: Ağ
APİ: Bir elma türü.
APİ: Himalaya dağlarında doruk.
APİA: Bir Pasifik ülkesi olan Batı Samoa’nın başkenti.
APİKO: Argoda güzel giyimli,çok şık.
APİKO: Geminin zincirini toplayıp demirini kaldırmaya hazır bulunması
APİS: Kutsal Mısır öküzü.
APLİK: Duvar lambası.
APLİKASYON: Bir kumaş üzerine başka bir kumaş parçası veya dantel dikilerek yapılan işlem.
APLİKASYON: Arazide, haritada belirtilmiş parselleri kazıkla belirleme
APLİKE: Düz veya desenli bir kumaştan kesilmiş motiflerin bir başka kumaşa işlenmiş durumu.
APLİKE: Düz veya desenli kumaştan kesilmiş motiflerin bir başka kumaşa işlenmiş durumu.
APOKRİF: Doğruluğuna güvenilmeyen yazı ya da söz.
APOLET: Omuzluk.
APOR: Bir ticari ortaklığın kuruluşu sırasında başlangıç sermayesini oluşturmak üzere ortakların vermeyi yükümlendikleri değerlerin tümü./ Anonim şirketlerde kurucu ortakların veya sermaye artırımına katılanların şirket sermayesine yaptıkları her türlü katkı.
APORT: Av köpeğine söylenen bir komut sözcüğü.
APOSTERİORİ: Sonsal.
APOŞİ: Ağzı çember biçiminde telden yapılma torbaya benzer büyük gözlü ağ.
APOŞİ: Çember biçiminde,tellerden yapılma,torbaya benzer,büyük gözlü ağ.
APOŞİ: Torbaya benzer büyük gözlü ağ.
APOTR: Havari.
APRANTİ: Yarış atlarının bakımıyla yükümlü ve antrenman için zaman zaman onlara binebilecek yetenekte seyis.
APRE: Kumaşın veya derinin cilalanması.
APRİOR: Yalnız akıl yoluyla öngörülen.
APRİORİ: Denemeksizin, Akıl yoluyla kabul edilen.
APRON: Uçakların yanaştığı yer.
APSİS: Yönlü bir eksen üzerinde bir noktanın başlangıç noktasına olan uzaklığının cebirsel değeri.
APTAL: Şavalak, Bön, Enayi, Avanak.
APUKURYA: Et kesimi yortusu.
APUKURYA: Hıristiyanların büyük perhize girmek üzere bulundukları günler.
AR: Güzel sanat.
ARA: Göz alıcı parlak renkleri olan bir papağan cinsi.
ARA: İri gövdeli bir papağan türü.
ARABA: Gerdune.
ARABAŞI: Pişmiş hamurla yenen,özellikle tavuğun göğüs etiyle hazırlanan bir tür çorba.
ARABAŞI: Tavuğun göğüs etiyle hazırlanan ve pişmiş hamurla yenen bir tür çorba.
ARABESK: Girişik bezeme.
ARABİKA: Güney Amerika’da üretilen kaliteli bir kahve cinsi.
ARABİKA: Bir kahve cinsi.
ARABİS: Kantoda doğu giysileriyle yapılan dansın adı.
ARABİST: Arap dili ve edebiyatıyla uğraşan kimse.
ARACI: Mutavassıt.
ARAF: Cennet ile cehennem arası.
ARAGONİT: Beyaz,yeşil,mavimsi gri renkte billurlaşmış bir tür kalsiyum karbonat.
ARAGONİT: Bir tür kalsiyum karbonat.
ARAK: Ter.
ARAK: Üzüm suyunun damıtılmasından elde edilen rakı,pirinç rakısı
ARAKAN: Birmanya’da sıradağlar.
ARAKARİ: Güney Amerika’da yaşayan uzun kuyruklu bir tukan türü.
ARAKESİT: Çizgilerin,yüzeylerin,katı cisimlerin birbirine rastlayıp kesiştikleri yer.
ARAKİYE: Dervişlerin giydikleri tiftikten yapılmış ince külah.
ARAKİYE: Küçük zurna.
ARAL: Galip, Faik.
ARALIK: Esrak.
ARALIKSIZ: Biteviye, Esraksız, Sık.
ARAM: Çölde işaret için konulan taşlar.
ARAM: Çölde işaret olarak dikilen taş./ Durma, Dinlenme.
ARAMA: Taharri.
ARAMİ: Bir şeyin yokluğunu hissetme.
ARAN: Kuytu ve sıcak yer
ARAN: Tütün hevengi,tütün dizmek,kurutmak ve işlemek için kullanılan üstü kapalı sergi. .
ARAN: Tütün için sergi.
ARANAĞME: Doğu müziklerinde eserler arası çalınan parça.
ARANAĞME: Şarkı,türkü,köçekçe gibi küçük güfteli bestelerde,güftenin iki kıtası arasına,başına,sonuna da gelebilen,sözsüz çalınan parça.
ARANÇ: Dava.
ARANJMAN: Düzenleme.
ARANJÖR: Düzenleyici.
ARARAT: Ağrı dağının eski adı.
ARARAT: Ağrı dağının eski dönemlerdeki adı.
ARAROT: Maranta adlı kamıştan elde edilen ve bebek maması yapılan un.
ARAROT: Çocuk maması yapılan bir ur cinsi.
ARAS: Doğu Anadolu’dan doğarak Hazar’a dökülen bir ırmak.
ARAS: Düğün yemeği.
ARASAT: Kıyamet günü bütün ölülerin dirilerek toplanacağı yer.
ARASTA: Aynı işi yapan esnafın bulunduğu çarşı.
ARASTA: Çarşılarda aynı işi yapan esnafın bulunduğu bölüm.
ARASTAK: Eski dilde mimaride yapıları örten süslü çatı ve saçaklar.
ARASTAK: Eski mimarlıkta yapıları örten süslü çatı ve saçaklar.
ARAŞİT: Yer fıstığı.
ARAŞTIRMA: Etüt, İstikşaf, Tahairi Tetebbu.
ARAZBAR: Türk müziğinde bir makam.
ARBALET: Bir kundak üzerine oturtulan ve zemberekle geçirilen çelik yay.
ARBALET: Ortaçağın en önemli atış silahı.
ARBİTRAJ: Hisse senedi,tahvil,yabancı para gibi değerli kağıtları daha karlı görülen başka kağıtlarla değiştirme işi.
ARBORETUM: Değişik türlerden,çoğunlukla yabanıl ağaç,ağaççık ve çalıların deneysel yetiştirilmesine ayrılmış park veya alan.
ARBORETUM: Ağaç müzesi.
ARCA: İki çenetli yumuşakça.
ARCA: Temiz,namuslu anlamında yerel sözcük.
ARD: Değirmen taşına buğdayı akıtan oluk.
ARDA: Arazide dikilen işaret çubuğu.
ARDA: Arazide dikili işaret çubuğu.
ARDAK: İçten çürümeye başlamış ağaç.
ARDAK.: İçten çürümüş ağaç
ARDIŞIK: Birbirinin ardından gelen.
ARDİYE: Antrepo.
ARDUVAZ: İnce yapraklar biçiminde ayrılabilen ve özellikle çatı örtüsü olarak kullanılan sistli kayaçlara verilen ad.
ARE: Ödünç mal.
ARECAN: Topallık,aksayarak yürüme.
AREKA: Bir tür palmiye.
ARENOTOKİ: Yalnız erkek bireyler veren döllenmesiz üreme.
ARES: Yunan mitolojisinde savaş tanrısı.
ARF: Güzel koku.
ARGALI: Büyük boynuzları olan bir yaban koyunu
ARGIN: Gücü tükenmiş,yorgun,bitkin.
ARGIT: Dağ geçiti, Aşıt, Keban, Akabe.
ARGO: Kullanılan ortak dilden ayrı olarak aynı meslek yada topluluktaki insanların kullandığı özel dil yada sözcük dağarcığı.
ARGO: Mecazen serserilerin,külhanbeylerinin kullandığı söz veya deyim.Kaba konuşma.
ARGOL: Hayvan dışkısından elde edilen bir yakıt türü.
ARGUN: Hatay yöresine özgü,yan yana tutturulmuş iki kamış düdükten yapılmış çifte kaval.
ARGUN: Yan yana tutturulmuş iki kamış düdükten yapılmış çifte kaval.
ARIK: Fide veya fidan dikilen yer.
ARIK: Sıska.
ARIKİL: Kaolin.
ARIN: Maden ocağında kazı yerini ilerleme yönünden sınırlayan yüzey. Kazı yerleri.
ARIŞ: Araba oku.
ARIŞ: Çözgü.
ARIŞ: Kolun dirsekten parmaklara kadar olan bölümü.
ARIŞ: Araba oku.
ARITIM: Rafinaj.
ARITLAMA: Birini, işe girişte iyi olarak tanıtma.
ARIZ: Sonradan ortaya çıkan.
ARIZİ: Gelip geçici.
ARİ: Hint İran dil grubuna verilen ad.
ARİ: Yoksul,çıplak,saf,saf ırk.
ARİANE: Yer eksenli yörünge üzerine,deneme uyduları yerleştirmek amacıyla geliştirilmiş Avrupa uzay füzesi.
ARİBAS: Kurbağa kurtçuğu.
ARİEL: Uranüs’ün bir uydusu.
ARİFAN.: Bilginler
ARİFANE: Yiyeceği ortaklaşa sağlanan toplantı.
ARİFANE: Yiyeceği ortaklaşa sağlanan toplantı.
ARİN: Doğu Anadolu’da bir göl.
ARİS: Eski dilde gerdek.
ARİSTOKRASİ: Zadegan.
ARİŞE: Asma kerevet.
ARİTMETİK: Matematiğin sayıları,bunların arasındaki bağıntıları ve işlemleri konu alan dalı.
ARİTMİ: Kalp atışlarındaki düzensizlik ve eşitsizlik.
ARİVA: Yelkenli gemilerde gabyarların direklere çıkması için verilen komut.
ARİYA: Sancağı,yelkeni veya sereni direkten aşağı alma.Yelken indirme.
ARİYERE: Gecikmiş ödeme.
ARİYET: Ödünç,iğreti.,emanet.
ARİYET: Taşınır bir malın iadesi koşuluyla bedelsiz olarak bir kimseye bırakılması.
ARİZA: Yüksek bir makama sunulan mektup yada dilekçe.
ARİZA: Yüksek bir makama sunulan dilekçe.
ARİZAMİK: Derinliğine,iyice.Enine boyuna
ARİZAMİK: Enine boyuna,her yönü ile.
ARKAÇ: Ağıl,davar ağılı
ARKAÇ: Dağ sırtlarında davarların yatırıldığı düz,rüzgar almayan kuytu yer.
ARKAÇ: Halk dilinde ağıl.
ARKADAŞLIK: Ünsiyet
ARKAİK: Eskil.
ARKAİK: Kullanıldığı çağdan daha eski bir çağdan kalma bir biçimin,bir yapının özelliği.
ARKALIK: Hamal semeri.
ARKALIK: Hamalların yük taşırken kullandıkları arka yastığı.
ARKEBÜZ: On dördüncü asırda Fransa’da kullanılmaya başlanan,taşınabilir ateşli silah.
ARKEOLOJİ: Eski çağlardan kalma eserleri tarih ve sanat bakımından inceleyen bilim dalı.
ARKTİK: Kuzey kutbuyla ilgili,kuzey kutup yakınında olan.
ARMADA: Donanma.
ARMADURA: Gemide direklere takılı halatları bağlamak için küpeştenin iç tarafında bulunan delikli ve çubuklu levha.
ARMAĞAN: Ödül, Ata, Tuhfe, Mükâfat.
ARMUDİYE: Üzerine besmele veya maşallah yazılı altın nazarlık.
ARNİKA: Öküzgözü de denilen papatyaya benzer çiçek.
AROMATİK: Kokulandırılmış.
ARONYA: Likapa,çay üzümü gibi adlar da verilen ve Doğu Karadeniz’de yetişen bir meyve ağacı.
AROZÖZ: Sulamaya ve yangın söndürmeye yarayan araç.
ARPACIK: Bazı ateşli silahlarda namlunun ucunda bulunan küçük çıkıntı.
ARPACIK: İt dirseği.
ARPACIK: İtdirseği.
ARPALAMA: Atların ayaklarında görülen ve rahat yürümelerini önleyen hastalık.
ARPEJ: Müzikte bir akor oluşturan seslerin birbiri ardına çalınması.
ARROYO: Çeşitli tropikal bölgelerde genellikle kuru,sağanaklardan sonra geçici akarsuya dönüşen sel yatağı.
ARS: Gelincik.
ARSATA: Bir madeni paranın yüzündeki bütün kabartma ve resimlerden daha yüksek bir çıkıntı oluşturan çevre pervazı.
ARSENİK: Zırnık, Sıçanotu.
ARSIZ: Tamil.
ARŞ: Göğün en yüksek katı.
ARŞIN: Altmış santimlik bir uzunluk ölçüsü.
ARŞIN: Eski bir uzunluk ölçüsü birimi (68 cm’ye eşit).
ARŞİPEL: Ege denizinin ilk çağlarda “eski deniz” anlamındaki adı.
ARŞİV: Belgelik.
ARTABEL: Gümüşhane’nin Torul ilçesinde,tabiat parkı kapsamına alınan 18 krater gölünün ortak adı.
ARTAĞAN: Bereketli.
ARTAĞANLIK: Bereket.
ARTAM: Meziyet, Yararlı olan.
ARTÇI: Dümbar.
ARTEL: Eski Rusya’da gönüllü emekçiler birliği.
ARTEMİS: Yunan mitolojisinde doğa tanrıçası.
ARTEMİS: Yunan mitolojisinde doğa,vahşi hayvanlar,av,bereket,erdenlik ve doğurganlık tanrıçasına verilen ad.
ARTER: Atardamar.
ARTERİT: Atardamar bozukluğu.
ARTERYOSKLEROZ: Damar sertliği.
ARTIN: Katyon.
ARTMAK: Halk dilinde büyük heybe.
ARTODA: Gözde iris ile billur cisim arasında bulunan boşluk.
ARTRİT: Eklemlerdeki ağrılı hastalık.
ARU: Endonezya’da takımadalar.
ARU: Endonezya’da takımadalar.
ARUBA: Göğün yedinci katı.
ARUN: Özdemir Asaf’ın soyadı.
ARUS: Eski dilde gelin.
ARUSEK: Ateş böceği.
ARUSEK: Bezekçilikte kullanılan,çok parlak, yeşil ve pembe dalgalı bir çeşit sedefe verilen ad.
ARUSEK: Eskiden bezek işlerinde kullanılan bir tür sedef.
ARUSEK: Süslemecilikte kullanılan çok parlak,yeşil ve pembe dalgalı sedef.
ARUSEK: Yeşil ve pembe dalgalı sedef.
ARUSİ: " ""Düğün ziyafeti"" anlamında eski bir sözcük."
ARUSİYE: Osmanlılarda yeni evlenen erkeklerden alınan vergi.
ARUZ: Hecelerin uzunluk ve kısalık,kapalılık yada açıklık değerlerine göre türlü ses kalıplarından oluşan Divan Edebiyatı nazım ölçüsü.
ARYA: Operada tek solist tarafından söylenen şarkı.
ARZANİ: Enine olan
ARZUHAL: Dilekçe.
ARZUM: ….ONAN (OYUNCU)
AS: Değirmen.
AS: Favori,/gözde sporcu.
AS: İskambilde birli.
AS: Eski dilde değirmen./ Mersin ağacının diğer adı.
ASA: Fotoğraf duyarlığını belirten sayısal değer.
ASABA: Osmanlı mimarlığında,mukarnaslı başlıkların en üst bölümü.
ASABALIK: Haksız olarak alınan toprak,mal.
ASABİYE: Sinir hastalıkları ile ilgili hekimlik kolu
ASADOLU: Çobanların çaldığı ıslık.
ASADOLU: Çobanların çaldığı ıslık.
ASAF: Eski dilde satrançtaki vezir taşı.
ASAF: Vezir.
ASAF: Vezir.
ASAFİ: Türk müziğinde az kullanılmış pek az bilinen bir zurna türü.
ASAH: Eski dilde daha doğru,en sağlam.
ASAKİR: Askerler.
ASAKİRİMANSURE: İkinci Mahmut döneminde,yeniçeri ocağı kaldırıldıktan sonra kurulan yeni ordunun adı.
ASAKU: Bir tür kereste.
ASAL: Temel niteliğinde olan.
ASALE: Bal peteği.
ASAM: Eski dilde sağır.
ASAM: Sağır, İşitme özürlü.
ASAMBLE: Kurul.
ASAN: Eski dilde kolay.
ASAN: Kolay.
ASANSÖR: Elevatör, İner-çıkar.
ASAR: İstatistik.
ASARİM: Çadır kümeleri.
ASBEST: Kaya lifi.Taş pamuğu.
ASBEST: Kırılmadan bükülebilen ve ateşte niteliği değişmeyen bir mineral.
ASEAN: Güneydoğu Asya Uluslar Birliği’nin simgesi.
ASEL: Bal
ASEL: Cennette akan dört sudan biri./ Anzer balı.
ASELİYET: Bal özelliği,bal niteliği.
ASENA: Ergenekon'dan çıkışlarında Türklere yol gösteren dişi kurt.
ASENKRON: Eş zamanlı olmayan.
ASEPSİ: İlaç kullanmadan,yalnız ısı yardımıyla aygıt ve pansuman gereçleri gibi şeyleri mikropsuzlaştırma işi.
ASES: Osmanlı’da gece bekçisi.
ASETON: Bir çok organik maddeyi eritmekte kullanılan uçucu,kolayca alev alır,eter kokusunda bir sıvı.
ASFİKSİ.: Soluk tıkanımı
ASGARİ: En az, Lâakal,Minimum, Ekal.
ASHAR: Evlenmeyle akraba olan erkekler.
ASIL: Reel, Üs, Otantik, Esas, Orijin Kök.
ASILMIŞADAM: Salep bitkisi.
ASINTI: Geciktirmek, Aksatmak.
ASIRGA: Kulağa asılan uzun küpe.
ASİDOLOJİ: Cerrahi aletler bilgisi.
ASİMETRİ: Bakışımsızlık.
ASİMİLASYON: Özümleme, Benzeşme.
ASİMİLE: Benzeştirme.
ASİNARA: Akdeniz’de İtalya’ya ait bir ada.
ASİNARA: Sardunya adasının kuzeybatı kıyısında İtalya’ya ait bir ada.
ASİT: Proton verebilen maddelerin genel adı.
ASİT: Hamız.
ASİTAN: Eski dilde Müneccimlerce insanın doğduğu andan başlayarak,yaşamındaki uğursuz anların hesaplanması.
ASİTANE: Eski dilde eşik.
ASİTANE: İstanbul’un eski adlarından biri.
ASİTANE: Büyük tekke.
ASK: Kimi mantarlarda üreme organı.
ASKARİS.: Bağırsak solucanı.
ASKARİT: Bir tür bağırsak solucanı.
ASKARYAZ: Bağırsak kurdu.
ASKAT: Matematikte,herhangi bir ölçü biriminin bölündüğü eşit parçalardan her biri.
ASKENAZİ: Orta ve Doğu Avrupa kökenli Yahudilere verilen ad.
ASKER: Çeri, Sü, Leşker, Azap, Levent.
ASKERANİ: Kars yöresine özgü bir halk oyunu.
ASKERLİK: Asker olma durumu
ASKI: Kahveci tepsisi.
ASKLEPİON: Eski Yunan ve Roma’da hekimlik tanrısı.
ASLA: Ebeda.
ASLAN: Esed, Şir, Leys.
ASLIK: Kısır kadın.
ASMOLEN: Pişmiş toprak,cüruf ve beton karışımından yapılan kiriş,putrel ve nervürler arasına konulan delikli tuğla.
ASMOLEN: Bir tür delikli tuğla.
ASONANS: Yarım kafiye.
ASORTİ: Birbirine uygun renk ve yapıda olan.
ASPARAGAS: Gazetecilik dilinde uydurma habere verilen ad.
ASPARAGAS: Uydurma,gerçek olmayan,gerçekmiş gibi gösteren haber.
ASPERGER: Belli konulara uzun süre odaklanabilme,ayrıntıları algılamada çok başarılı olma ancak insanlarla iletişim kurmakta zorlanma biçiminde kendini gösteren sendrom.
ASPİRATÖR: Emmeç.
ASPİRATÖR: Toz emici alet.
ASPUR: Yalancı safran.
ASR: Eski dilde yüzyıl.
ASSAİ: Birlikte kullanıldığı terimin anlamına aşırılık kazandıran bir müzik terimi.
ASSOS: Çanakkale ilinde ünlü bir antik kent.
ASTANA: Kazakistan’ın başkenti.
ASTİKA: Askeri donatımın metal bölümlerini temizlemek için kullanılan üstübeç,alkol ve sabun karışımı madde.
ASTİKA: Üstübeç sabun ve alkım karışımı askeri temizlik malzemesi.
ASTRAGAN: Karakul kuzusunun kıvırcık ve parlak postu.
ASTRAGAN: Karakul kuzusunun postu.
ASTROLOJİ: Yıldız falcılığı.
ASTROLOJİ: İlmicünum, Felekiyat.
ASTRONOMİ: Gök bilim.
ASU: Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın bir şiir kitabı.
ASUDE: Gönlü rahat.Sessiz,sakin.
ASUDE: Sessiz,huzurlu.
ASUMAN: Gökyüzü.
ASUNCİON: Paraguay’ın başkenti.
ASURİLER: Mardin ilinde yaşayan Hıristiyan Nasturiler’e verilen ad.
ASÜD: Eski dilde yiğitler,kahramanlar.
AŞ: Yemek.
AŞA: Akşam vakti,akşam namazı.
AŞAĞI: Payin.
AŞAĞILATMA: Tenzil.
AŞAK: Sarmaşık,tırmanıcı bitki.
AŞAMA: Evre, Faz, Paye, Merhale, Menzile.
AŞAR: Eskiden harman ürünlerinden onda bir oranında alınan vergi
AŞERME: Gebelikte bazı yiyeceklere duyulan aşın istek.
AŞEY: Gaziantep yöresine özgü bir halkoyunu.
AŞIBOYASI: Okr.
AŞIM: Erkek hayvanın dişisiyle çiftleşmesi.
AŞIM: Sona erme, Mürur, Nihayet, Hitam.
AŞINMA: Esed, Yenme.
AŞIRAMENTO: Argoda çalmak ,aşırmak.
AŞIT: Dağ geçidi.
AŞIT: Dağ geçidi, Akabe, Keban, Argıt.
AŞİR.: Kuran’dan on ayet okuma
AŞİRET: Sivas yöresinde yaygın halay türü bir halk oyunu.
AŞİYAN.: Kuş yuvası
AŞKIN: Benzerlerinden üstün.
AŞKİ: Kuzu derileri üzerindeki yağları ve fazlalıkları temizlemede kullanılan iki kulplu bıçağa verilen ad.
AŞLAMA: Adana ve Mersin yöresinde güğümle doldurularak sokaklarda satılan ve böbreğe iyi geldiğine inanılan meyankökü şurubu.
AŞNAFİŞNE: Argo’da gizli dost.
AŞOZ: Borda kaplamalarını yerleştirmek için ahşap gemilerin omurgalarına açılan yuva.
AŞUK: Türk aşıklık geleneğinin ve aşık edebiyatının etkisiyle Anadolu’da ve Azerbaycan’da yetişen,Türkçe ve Ermenice şiirler söyleyen,öyküler anlatan Ermeni asıllı aşıklara verilen ad.
ATABARI: Kars yöresi halk oyunu.
ATABE: Suriye,Filistin,Mezopotamya ve Irak Arap edebiyatında kullanılan bir rubai.
ATABEK: Eski Türk devletlerinde ,özellikle Selçuklularda şehzadelerin eğitimi yada bağımsız bir eyaletin yönetimi ile görevli vezir.
ATABEK: Selçuklularda şehzadeleri eğitmekle görevli vezirlere verilen san.
ATABEY: Selçuklu şehzadelerin eğitimiyle uğraşan öğretmen,lala.
ATABİ: Eskiden Bağdat,Isfahan ve Almeria’da dokunan ipekli kumaş.
ATABİ: Eskiden Bağdat,Isfahan ve Almeria’da dokunan sağlam ipekli kumaş.
ATALAN: Manisa’daki Spil Dağı Milli Parkında bir yayla.
ATALANTE: Yunan mitolojisinde çok hızlı koşmasıyla tanınmış avcı kız.
ATAMAN: Eskiden Rus Kazaklarının başbuğuna verilen unvan.
ATAMAN: Kazak reisi.
ATAR: Zerdüşt dininde Ahura Mazda’nın oğlu olan ateş tanrısı.
ATARAÇ: Sac üstünde pişen yufkayı çevirmeye yarayan yassı tahta aygıt
ATARAKSİYA: Hiçbir heyecan yada zihin etkisiyle uyarılmayan ruh dinginliği.
ATARDAMAR: Ebher, Şiryan, Arter.
ATASAGUN: Eski Türklerde hekim.
ATASAGUN: Eski Türklerde Hekim.
ATASÖZÜ: Uzun tecrübeler sonunda özel olarak ifade edilmiş ve halka mal olmuş söz,darbımesel.
ATASÖZÜ: Darbımesel, Sav.
ATAŞ: Tutturgaç
ATAŞE: Elçiliğe bağlı uzman
ATAŞEMİLİTER: Askeri ataşe..
ATAŞENAVAL: Deniz ataşesi.
ATAŞENAVAL: Deniz ateşesi
ATATÜRKÇÜLÜK: Kemalizm.
ATAVİK: Atıcılıkla ilgili.
ATE: Eski Yunan mitolojisinde kötülük tanrıçası.
ATE: Tanrıtanımaz(Ateist).
ATE: Yunan mitolojisinde tutku tanrıçası
ATEBRİN: Sıtma tedavisinde kullanılan bir ilaç.
ATEH: Bunama.
ATEH: Bunama.
ATEL: Kırık kemikleri bir arada tutmak amacıyla kullanılan tahta gibi düz nesne.
ATEMİ: Jiujitsu ve öteki dövüşme sanatlarında elin keskin tarafı,dirsek veya ayakla vurulan darbe.
ATENA: Roma imparatorlarının tacı.
ATERİNA: Gümüş balığı.
ATEŞ: Od, Nar, Enise.
ATEŞKES: Mütareke
ATEŞPEREST: Mug-Mecusi.
ATICI: Rami.
ATIK: Küçük yayık.
ATILIM: Teşebbüs.
ATILIMCI: Müteşebbis.
ATİK: Eski zaman.
ATİKA: Hazreti Ebubekir’in lakabı.
ATİRE: Arapların Recep ayında kestikleri kurban.
ATİRE: Eski Arapların Recep ayında kestikleri kurban.
ATİYYE: Hediye,bahşiş.
ATİZİN: Çeşitli boğanotu türlerinden elde edilen bir alkaloit.
ATKI: Dokumacılıkta mekikle enine atılan iplik.
ATKI: Kapı ve pencerelerin üstüne atılan ağaç,taş veya beton destek.
ATLAS: Bir konuyu açıklamak için hazırlanmış resim veya levhalardan oluşmuş kitap,harita kitabı.
ATLAS: Parlak yüzlü ipekli kumaş.
ATLASÇİÇEĞİ: Kaktüs.
ATMIK: Halk dilinde sperm,meni.
ATOL: Ortasında lagün bulunan Mercanada.
ATON: Mısır Güneş Tanrısı
ATONİ: Gerilim yokluğu.
ATRAKSİYON: Gazinolardaki ilgi çekici,eğlendirici gösteri
ATRAKSİYON: Gazinolarda müşteriyi oyalayan gösteri.
ATROFİ: Körelme.
ATROPİN: Güzel avrat otundan elde edilen ve hekimlikte yararlanılan zehirli bir madde.
ATROPİN: Bir ilaç adı.
ATTALOS: Üç Bergama Kralının ortak adı.
ATU: İskambilde koz.
ATUL: Şehevi duygulardan yoksunluk. Puluç.
AUL: Kafkasya’da sarp bölgelere kurulan dağ köyü.
AUL: Sarp bölgede kurulmuş Kafkas dağ köyleri.
AUM: Kutsal Hint metinlerinin başında ve sonunda yinelenen büyülü ve mistik hece.
AURA: İnsan bedeni çevresindeki manyetik alan.
AURA: İnsan bedeni çevresindeki manyetik alan.
AURUM: Altının latince adı.
AV: Şikar
AVADANLIK: Bir işi yapmak,bir aracı onarmak için kullanılan alet takımı.
AVAL: Ticari senetlerde,ödemeden sorumlu olanların ödememesi halinde üçüncü bir kişinin alacaklılara senet bedelini ödeyeceğine ilişkin verdiği güvence.
AVAL: Senet kefili
AVALİM: Alemler.
AVAM: Halkın aşağı tabakası.
AVAMİL: Eskiden okullarımızda okutulan Arap dilleri gramerinin bir bölümü.
AVAN: Moğollarda vergi toplamakla görevli devlet memuru.
AVANAK: Enayi
AVANGARD: Öncü.
AVANTA: Emeksiz elde edilen kazanç, Rant.
AVAR: Halk dilinde sebze bahçesi.
AVAR: Kusur,ayıp.
AVARA: Geminin başka bir gemiden veya kıyıdan uzaklaşması.
AVARA: Halk dilinde avare,işe yaramaz.
AVARA: Üzerinde döndüğü milden bağımsız olarak çalışan mekanizma.
AVARA: Kötü, İşe yaramaz.
AVARIZ: Engebeler,tümsekler,yüzey biçimleri.
AVARIZ: Osmanlılarda önceleri olağanüstü durumlarda,sonraları ise sürekli olarak toplanan vergiye verilen ad.
AVARYA: Bir deniz yolculuğunda geminin veya yükünün gördüğü zarar.
AVARYA: Deniz yolculuklarında geminin veya yükünün gördüğü zarar..
AVAZ: Yüksek tonlu ses.
AVCI: Sayyad.
AVDETİ: İslam dinine dönmüş olan.
AVE: Selam anlamında Latince sözcük.
AVE: Sezar’ın selamlama şekli.
AVELE: Afrika’da bir oyun türü.
AVENE: Yardakçılar
AVENÜ: Ağaçlıklı geniş yol.
AVERAJ: Sayı farkı.
AVESTA: Zerdüşt dininin kutsal kitabı.
AVESTA: Zerdüşt dininin kutsal kitabı.
AVGAN: Gebe inek.
AVGIN: Duvardaki su deliği.
AVİ: Hesap sahiplerine bankaca gönderilen mektup.
AVİCENNA: İbni Sina’ya batıda verilen isim.
AVİOFOBİ: Uçuş korkusu.
AVİYET: Herhangi bir nedenle armağan kabul edenin vermek zorunda olduğu karşılık.
AVİYET: Armağanı kabul edenin vermek zorunda olduğu karşılık.
AVİZO: Eskiden postayı taşımaya yarayan küçük tekne.
AVİZO: Haberleşmeye yarayan bir tür süratli vapur.
AVİZO: Yelken devrinde muhabere ve irtibat hizmetlerinde kullanılan hızlı ve hafif gemi.
AVLAK: Avı çok olan yer.
AVLAKA: Gökçeada’da yurdumuzun batıdaki en uç noktası olan burun.
AVLU: Hanay.
AVLU: Fina, Hayat, Elvan.
AVNİ: Fatih Sultan Mehmet’in şiirlerinde kullandığı mahlas.
AVNİYE: Bir tür kukuletalı asker kaputu,yağmurluk.
AVOKADO: Amerikan armudu
AVREŞ: Elazığ yöresine özgü bir halk oyunu.
AVSİN.: Avcı kulübesi Avcı pusu yeri.
AVŞA: Marmara denizinde turistik bir ada.
AVUÇ: Koşam, Apaz.
AVUL: Kimi göçebe Türk boylarında birkaç aileye ait çadırdan oluşan topluluk.
AVUNAN: Müteselli.
AVURTLAK: Anadolu’nun iç ve doğu kesimlerinde yaşayan,toprak altına yuva kuran memeli bir hayvan.
AVURTLAK: Zurnalarda,kamış düdüğün bulunduğu lüleye takılan yuvarlak plaka.
AY: Kamer-Mah.
AYA: Hititlerin akıl ve bilgelik tanrısı.
AYA: Kutsal kimse.
AYABABA: Ata, Dede.
AYAG: Piyale,ayaklı içki kadehi.
AYAĞAN: Kurumuş ama devrilmemiş ağaç.
AYAİRİNİ: İstanbul’daki en eski Bizans kiliselerinden biri.
AYAK: Halk edebiyatında uyağa verilen ad.
AYAK: Pa, Kadem.
AYAKÇAK: Merdiven basamağı.
AYAKLANMA: İsyan, Kıyam.
AYAKTAKIMI: Avam, Parya.
AYAL: Erkeğin eşi,zevce.
AYALA: Emiliano Zapata’nın devrim planı.
AYALAMA: Toz ve samanla karışık harman taneleri.
AYALEMA: Bir tür kürek.
AYAMAMA: İstanbul’un Güneşli köyünde bir dere.
AYAN: Açık,ortada.
AYANCIK: Sinop’un bir ilçesi.
AYANDON: Ocak ayının 28’inde başlayan fırtına.
AYANDON: Yirmisekiz ocak'ta başlayan fırtına.
AYANİKOLA: Demre’de (Yeni adı Kale) yaşadığına ve Noel Baba olduğuna inanılan ve adı efsaneleşen Aziz.
AYANİKOLA: Noel Baba olduğuna inanılan efsanevi aziz.
AYASULUK: İzmir’in Selçuk ilçesinin eski adı.
AYAT: Mucizeler. Bacakların yere basan bölümü.
AYAZMA: Rumların kutsal saydıkları kaynak veya pınar.
AYBALIĞI: Pervane balığına verilen bir ad.
AYÇA: Hilal.
AYDEMİR: Yüzü yay biçiminde bir çeşit keser.
AYDINLANMA: Tavazzuh, Tenevvür.
AYDINLATMA: İnare, Tenvir
AYDINLIK: Iştın.
AYET: Kuran surelerini oluşturan cümlelerin her biri.
AYGIT: Aparat, Aperey, Cihaz, Alet.
AYIKLAMA: istifa.
AYINGA: Kaçak tütün.
AYINGA: Kaçak tütün, Çiğneme tütünü.
AYINKA: Tütün kaçakçısı.
AYINKA: Tütün kaçakçısı.
AYIPLAMA: Tayip.
AYIRT: Süzgeç,kevgir.
AYIT: Akdeniz çevresinde yetişen ve dalları sepet örmekte kullanılan bir ağaççık.
AYİN: Dini tören
AYİSE: Doğum yaşı geçmiş kadın.
AYLA: Ay ağılı,hale.
AYLANDIZ: Kokar ağaç.
AYMAK: Dalgınlıktan kurtulup uyanmak.
AYN: Eski dilde göz.
AYNA: Mirat.
AYNABAKAR: Bir cins erik.
AYNABAKAR: Bir erik türü.
AYNABAKAR: Büyük,yumurtamsı,kırmızımsı mavi renkli bir erik türü.
AYNALAR: Mecali.
AYNALIK.: Geminin bağlı olduğu limanın adı yazılan düz veya yuvarlak kıç bölümü
AYNAZ: Köy oyunlarını yöneten kimse.
AYNİ: Mal olarak verilen.
AYOLİ: Dövülmüş sarımsak,yumurta sarısı ve zeytinyağından oluşan soğuk sos.
AYRICA: Hatta, Keza, Kezalik, Antiparantez.
AYRILIK: Firak.
AYRILIŞ: Firkat.
AYRILMA: İnfirak, Tecezzî, Terk.
AYRINTI: Detay-Teferruat.
AYRINTILAR: Füru, Müfredat, Tafsilat, Teferruat, Detay.
AYSAR: Ayın etkisiyle huyunun değiştiği düşünülen kimse.
AYSAR: Dolunayda huyu değişen.
AYSBERG: Buzdağı, Cumudiye.
AYSOR: Rusya’da yaklaşık 15 bin kişinin konuştuğu Aramca lehçesi.
AYŞ: İçki.
AYTA: Tumturaklı konuşma.
AYTA: Tumturaklı konuşma.
AYVAZ: Konak hizmetçisi.
AYVAZ: Büyük konak hizmetçisi, Zobu.
AYYAR: Dolandırıcı.
AYYAR: Hilekar.
AYYUK: Parlak yıldız.
AYYUM: Cami hademesi.
AYZIT: Doğum meleği.
AZ: Cüzi-Mahdut-Nebze-Zerre.
AZADE: Başıboş, Serbest.
AZAMET: Gurur.
AZAMİ: Maksimum.
AZAP: Anadolu beyliklerinde donanma askeri.
AZAP: Çiftlik uşağı.
AZAP: Çiftlik uşağı.
AZARLAMA: İtap, Papara, Paylama, Kalay, Serzeniş, Takaza, Zılgıt.
AZARON: Çoban düdüğüne halk hekimliğinde verilen ad.
AZASERİN: Akut lösemilerin tedavisinde kullanılan bir antibiyotik.
AZAZİL: Şeytanın Tanrı'ya başkaldırmadan önceki hali.
AZEB: Eski dilde en tatlı.
AZEB: Eskiden Anadolu beyliklerinde donanma hizmetlerinde görevlendirilen asker.
AZER: İbrahim Peygamberin babasının adı.
AZIK: Yiyecek,içecek şey.
AZIK: Zad.
AZIN: Verilebilirlik içinde elde edilen er
AZİME: Kötülüklerden koruyan muska, tılsım gibi şeyler.
AZİMET: Gidiş.
AZİNE: Bayram günü, Cuma.
AZİR: Öldükten sonra İsa tarafından diriltildiğine inanılan adam.
AZİZ: Hıristiyanlıkta ermiş.
AZİZE: Ermiş kadın.
AZİZİYE: Tepesi dar,kenarları geniş,kulak hizasına değin uzanan basık bir fes türü.
AZM: Eski dilde kemik.
AZMAK: Bataklık. Küçük su birikintisi,gölcük.
AZMAK: Küçük su birikintisi,gölcük.
AZMANKAYA: Kayabalığının bir çeşidi.
AZMAYİŞ: Deneme, Tecrübe,Sını, Sınama, Deney.
AZNAVUR: İri yarı,kırıcı,sinirli,asık yüzlü kimse.
AZNAVUR: Sert, asabi, kinci kimse.
AZNİF: Bir tür domino oyunu.
AZOBE: Tropikal Afrika’da yetişen bir ağaç.
AZOİK: En eski jeolojik sistem.
AZOİK: İçinde fosil bulunmayan toprak.
AZOİK: İlk zaman jeolojisi için kullanılan bir sözcük.
AZRA: Bakire kız.
AZRAİL: Melekülment.
AZVAY: Sarısabır da denilen bir süs bitkisi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.