5 Ekim 2011 Çarşamba

ZAMBAK 10.SINIF TÜRK EDEBİYATI 68-76.SAYFA CEVAPLARI

ZAMBAK 10.SINIF EDEBİYAT 68-76.SAYFA CEVAPLARI


 SAYFA 68-76 ARASI CEVAPLARI
3. Oğuz Türkçesinin Anadolu'daki İlk Ürünleri (XIII - XIV. yy)
a. Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
İNCELEME
Metin İnceleme
1.13 - 14. yy. da Anadolu'daki sosyal ve siyasi olayları araştırınız. Araştırdığınız konuları sınıfla paylaşınız.



XIII. YÜZYIL
XIII.   yüzyılın başından itibaren tasavvuf cereyanının Anadolu'da halk arasında büyük bir süratle yayılmağa başladığı görülür. Bu yüzyıl, aynı zamanda, çeşitli tarikatların birçok kollar halinde tesir alanlarını genişleterek yurdun her yanına yayıldığı bir dönemdir. Büyük felâketlere yol açan Moğol istilâsı, Horasan dolaylarından büyük bir Türkmen kitlesini Anadolu'nun içerilerine doğru yayılmaya zorlar. Bu yüzyıl, Anadolu'nun göçler ve savaşlar yüzünden, oldukça karışık bir manzara arz ettiği dönemdir.
Mevlevî tarikatı, Mevlânâ'nın ardından, daha çok münevver diyebileceğimiz bir çevrede yayılma alanı bulurken, halk kitleleri arasında da Bektaşî­liğin ve ona bağlı kolların büyük bir süratle yayıl­mağa başladığı görülür. Kuruluşunda tamamen ehl-i sünnet inancına uyan, uygulamada yine bu öl­çüler içinde kalan Bektaşîlik, çeşitli sebeplerden zamanla bozulmuş ve İslâm dininin özünü temsil eden Sünnî inançtan uzaklaşarak çeşitli sapık yol­ları benimseyen bir tarikat durumuna gelmiştir.
Geçiş dönemi diyebileceğimiz bu yüzyılın di­ğer bir özelliği de, dinî-tasavvufî edebiyat cereyanı içinde yer alan edebî şahsiyetlerin Türkçe ile Farsçayı henüz birlikte kullanma alışkanlıklarını sür­dürmeleridir.
XIV. YÜZYIL
XIV. yüzyıl, göçebe Türklerin bir daha geri dönmemek üzere geldikleri Anadolu topraklarına sağlam adımlarla bastıkları, Türkçenin de özellik­le sanat eserlerinde artık belli bir şuurla kullanıl­mağa başlandığı dönemdir. XIV. yüzyılda da kül­tür merkezi henüz orta Anadolu'dur. Önceki yüz­yılda olduğu gibi bu yüzyılda da yaşamış olan Türk şair ve yazarlarının büyük bir kısmının eser­lerini iki dille yazmaları, henüz bu dönemin de ge­çiş devri olduğunu gösterir.
Anadolu'daki Müslüman-Türk halkına tasav­vufu öğretmek gayesiyle kaleme aldığı 12000 beyitlik didaktik bir mesnevî olan Garibnâme (yaz. 1329); doğrudan doğruya tasavvufu konu edinen küçük hacimli Fakrnâme, Vasf-ı Hâl gibi diğer mesnevîleriyle yüzyılın başlarında Âşık Paşa (1272-1333)'yı görürüz. Babâî tarikatının kurucu­su Baba İlyas'ın torunu olduğu rivayet edilen Âşık Paşa, kuvvetli ve derin bir tasavvuf kültü­rüyle yetişmiş, üstelik yaygın ilim-sanat dilinin Farsça olduğu bir dönemde Türkçeyi cesaretle ve şuurla kullanmıştır. Büyük ölçüde Mevlânâ'nın te­siri altında kalan Âşık Paşa, bilhassa Garibnâme ile bir anlamda Mesnevî'nin Türkçesini yazma denemesine kalkmıştır. Mevlevî tarikatına müntesip, Menâkıbü'l-Ârifîn sahibi Eflâkî Dede (? -1360) ile Hacı Bektaş Velî müritlerinden Said Emre (? -?) de yine bu asırda yaşar.

2.Tasavvuf düşüncesi hakkında bir sunum hazırlayınız. Tasavvuf terimleri neleri ifade etmektedir? Açıklayınız.

Tasavvuf, bir anlayış olarak İslâmiyet'in ilk dönemine kadar çıkar. Pey­gamberimizin yakınında bulunan ve İslâmiyet'in ilk yatılı öğrencileri olan "ashab-ı sufle" terkibindeki suffe ile tasavvuf arasında bir ilgi kurulur. Daha sonraki yıllarda tasavvuf; dünyayı, insanları, olayları anlama ve Allah'a yaklaşma yollarını arama ve uygulayıp yaşama şekli olarak gelişmiştir.
Türkler arasında İslâmiyet'in yaygınlaşmasında tasavvufun büyük rolü var­dır. Nitekim Anadolu'nun Türk ve İslâm ülkesi olmasını sağlayanlar arasın­da Ahmet Yesevî'nin Anadolu'ya gönderdiği dervişler önemle belirtilir. İşte bu yüzyıllardaki kültür ve edebiyat hayatında bu anlayış çok etkili olmuş­tur. Mevlânâ ve Yunus, sadece dönemlerinde değil daha sonraki yüzyıllarda da şair ve yazarlarımızın yanı sıra her kesimden insana tesir etmişlerdir. Böylece Dinî-tasavvufî Türk Şiiri diye ayrı bir edebiyat kolu doğmuştur. Üstelik tasavvuf anlayışı, diğer sanat dallarında da etkili olmuştur.

DİNÎ-TASAVVUFÎ TÜRK EDEBİYATINA GENEL BAKIŞ

Türkler göçebe yaşamlarının gereği olarak Müslüman olmadan önce değişik kül­türlere sahip oldukları gibi, çeşitli inanç sistemlerini de -Budizm, Manihaizm, Şa­manizm, Zerdüştlük gibi- benimsemişlerdir.

Türklerin 8. yüzyıldan itibaren Müslümanlığı kabul etmeye başlamalarıyla birlikte, düşünce ve inanç sistemlerindeki değişim de başlamış, bu yeniliğe paralel olarak sa­nat ve estetik anlayışları da yeni şekiller kazanmıştır. 10. ve 11. yüzyıllarda asıl mer­kezi Horasan olmasının yanı sıra, Herat, Nişabur, Buhara, Fergana gibi İslam kültür merkezlerinde de gelişen tasavvuf düşüncesi, Türk dervişleri aracılığıyla göçebe Türklerin yaşadığı noktalara da ulaştırılmıştı. Kent merkezlerinden kırsal kesimle­re yayılan bu düşünce ve yaşam anlayışında, en önemli rolleri de kuşkusuz tekkeler üstlenmiştir. Bu anlamda ilk Türk sûfisi kendi adına kurduğu tarikat kanalıyla ta­savvuf düşüncesini yaymaya çalışan Ahmet Yesevî'dir. Onun dilinden söylenen "Hikmetler", dinsel konuları sûfiyane bir biçemle dile getiriyor; kendisine bağlı dervişler kanalıyla toplumun her kesimine kısa sürede yayılıyordu.
Ahmet Yesevi'den sonra Orta Asya'da tekke edebiyatının temsilciliğini yapan, onun müridi Hakîm Süleyman Ata 'dır. Orta Asya'da Yesevî ve Hâkim Süleyman Ata ile baş­layan Dinî ve Tasavvufî Halk Edebiyatı, Türklerin Anadolu'ya göçüp yerleşmelerinden sonra Anadolu'da da varlığını göstermiştir. Anadolu'da tekkelerin ve çeşitli tarikat kollarının kurulup gelişmesiyle, tekke edebiyatı da gelişmiş, geniş toplumsal ke­simlere seslenen şairler yetişmiştir.

Bu edebiyatın Anadolu'daki öncüleri, başlangıçta Orta Asya'dan gelen dervişler ol­muş, bunlara paralel olarak Mevlânâ (1200-1273) ve Sultan Veled (1226-1313) Farsça ve Türkçe sûfîyane şiirler yazmışlardır. Hacı Bektaş-ı Velî, Şeyyad Hamza,Yunus Em­re, Sultan Veled, Âşık Paşa, Gülşehrî, Kaygusuz Abdal, Said Emre gibi sûfî Türk şairleri bu edebiyatımızın temelini oluşturmuşlardır.

3.Yunus Emre hakkında araştırma yapınız. Yunus Emre'nin bir ilahisini sınıfta dinleyiniz.

                                                           YUNUS EMRE-YALAN DÜNYA İLAHİSİ


               HAYRİ KÜÇÜKDENİZ'İN ENFES YORUMUYLA "GEL GÖR BENİ AŞK NEYLEDİ                
Türk halk şairlerinin tartışmasız öncüsü olan ve Türk'ün İslam'a bakışını Türk dilinin tüm sadelik ve güzelliğiyle ortaya koyan Yunus Emre, sevgiyi felsefe haline getirmiş örnek bir insandır. Yaklaşık 700 yıldır Türk milleti tarafından dilden dile aktarılmış, türkü ve ilahilere söz olmuş, yer yer atasözü misali dilden dile dolaşmış mısralarıyla Yunus Emre, Türk kültür ve medeniyetinin oluşumuna büyük katkılar sağlamış bir gönül adamıdır.           Bazı kaynaklarda Anadolu'ya gelen Türk boylarından birine bağlı olup, 1238 dolaylarında doğduğu rivayet edilirse de bu kesin değildir; tıpkı 1320 dolaylarında Eskişehir'de öldüğü yolundaki rivayetlerde olduğu gibi. Batı Anadolu'nun birkaç yöresinde "Yunus Emre" adını taşıyan ve onunla ilgili görüldüğünden "makam" adı verilen yer vardır.
Bir garip öldü diyeler
Üç gün sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin
diyen Yunus, belki de doğduğu ve yaşadığı topraklardan çok uzaklarda bu dünyadan göçüp gittiğini anlatmak istemektedir.
                Türk tasavvufunun dilde ve şiirde kurucusu olan Yunus Emre'nin şiirlerinde ahlak, hikmet, din, aşk gibi konuların hemen hepsi tasavvuftan çıkar ve tasavvuf görüşü çerçevesinde bir yere oturtulur. Mısralarında didaktik ahlak telkinlerinde bulunan Yunus Emre, "gönül kırmamak" konusuna ayrı bir önem verir ve "üstün bir değer" olarak şiirlerinde bu konuyu özenle işler.
                Bu arada Yunus Emre'yi öne çıkaran bir başka önemli özelliği de, şiirlerinde işlediği konuları ve telkinleri bizzat kendi hayatında uygulamasıdır. "Din tamam olunca doğar muhabbet" diyen Yunus, İslam'ın sabır, kanaat, hoşgörürlük, cömertlik, iyilik, fazilet değerlerini benimsemeyi telkin eder. Yunus'un sanat anlayışı, dinî ve millî değerleri bağdaştırdığı mısralarında kendini gösterir; millileşen tasavvufa, Türkçenin en güzel ve en güçlü özelliklerini kullanarak tercüman olur. Gerçekten de 11,12 ve 13. asırlarda Türkistan ve Anadolu Türkleri arasında çok yayılan tasavvufun Türk şairleri arasında iki büyük sözcüsü vardır: Türkistan'da Ahmet Yesevi, Anadolu'da Yunus Emre...
                Yunus   Özetle; Yunus Emre, Türk milletinin içinden çıkmış, onu anlamış ve anlatmış, yazdığı Oğuz lehçesinin konuşulduğu bölgelerde 7 asır boyunca şiirleri dilden dile dolaşmış milli ve büyük bir şairdir.
4.Hoca Dehhâni hakkında araştırma yapınız.
Hoca Dehhani aslen Horasanlı olup, Anadolu Selçuklu sarayında yetişen divan şairi. Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Horasan’da doğdu. Moğol istilası sırasında Anadolu’ya gelip yerleşti. Selçuklu Sultanı Üçüncü Alaeddin Keykubad’ın takdirini kazandı. Sultan’ın isteği üzerine Farisi olarak, 20.000 beyitlik Selçuklu Şehnamesi yazdı. Ancak eser bugün ortada yoktur. Divan edebiyatının ilk temsilcilerindendir. Gazellerinde mazmunlara açık şekilde yer verdi. Oğuz Türkçesini en zarif ve en sade şekilde kullanmıştır. Şiirleri devrine göre, Türk Edebiyatında gazel ve kaside nazım şeklinin ilk örnekleri olup, kolay anlaşılan benzetmelere yer vermiştir. Tasavvuf şiirinin hakim olduğu bir çevrede yaşamasına rağmen, şiirlerinde pek tasavvuf etkisi görülmez. Farisi ve Türkçe şiirler yazan Dehhani, devrinin, çevresinin sosyal hayatını, ahlak, insan ve güzelliğini aksettiren ilk şairlerdendir.
5. Âşık Paşa, Yunus Emre, Hoca Dehhâni, Hacı Bektaş Veli gibi şairlerden kısa metinler bulunuz ve bunları sınıfa getiriniz.
6. "Halk edebiyatı" kavramı sizde hangi düşünceleri çağrıştırıyor?
Yazı dili olmayan toplumlarda sözle aktarılan kültür birikimi halk edebiyatını oluşturur. Bütün toplumlar belli dönemlerde bu tür ürünler vermiştir. Halk edebiyatı gelişmiş toplumlarda da yazılı edebiyatla birlikte varlığını sürdürür. Halk edebiyatının başlıca biçimleri halk şarkısı, halk türküsü, halk öyküsü, söylenceler, atasözü, bilmeceler ve büyülerdir.
TÜRK HALK EDEBİYATI
Türklerin İslam dinini kabul etmelerinden sonra, halk arasında İslam öncesi Türk edebiyatı geleneğinin sürdürülmesiyle gelişen edebiyat türüdür. Türklerin İslam öncesi toplumsal yaşamlarında yönetenler ve yönetilenler arasında anlayış, düşünce ve ideal bakımından büyük farklılıklar yoktu. Ozanların sazla çalarak söyledikleri aşk ve doğa şiirleri, destan ve sagular bütün Türklerin duygularına sesleniyordu. İslamiyet’in kabulünden sonra bu birlik bozuldu. Kentlerde kurulan medreselerde yetişenler kendilerini halktan ayrı tutmaya başladılar. Ayrıca yönetim, siyaset ve askerlik alanındaki etkinlikleri nedeniyle bazen devlet ve saray korumasında olan bir sınıf ortaya çıktı. Divan Edebiyatı bu kesimden insanların duygu, düşünce ve zevklerini yansıtırken, Halk Edebiyatı bunların dışındaki kitlelerin beğeni, düşünce ve ideallerini yansıtma aracı oldu. Ama gerçek anlamda halk edebiyatı kavramı ancak 2’nci Meşrutiyet’ten sonra yerleşti ve halk geleneklerinin ürünleri olan yapıtlar bu dönemden sonra "Halk Edebiyatı" olarak adlandırılmaya başlandı. Bu yapıtlar, genellikle öğrenim görmemiş köylüler, kasabalılar ya da kentliler ile yeniçeri ve tekke çevreleri gibi yine halktan kopmamış zümreler arasında, zaman içinde dinin, tasavvufun, tarikatların ve Divan Edebiyatı’nın etkisiyle değişikliklere uğramış eserlerdir. İslamiyet’in kabulünden sonra anonim halk edebiyatının temel ürünleri sayılan atasözü, destan, masal, bilmece, mani, türkü, ağıt, mesnevi gibi türlerde büyük gelişme görüldü. Türk Halk Edebiyatı’nın ilk gerçek örnekleri Karahanlılar döneminde ortaya çıktı. Kaşgarlı Mahmud’un "Divanü Lügati’t Türk" adlı eserindeki manzum örnekler Türk halk şiirinin temel biçimi olan dörtlüklerle söylenmiş ve genellikle yedili, sekizli ve on ikili hece ölçüleriyle düzenlenmişti. Bu eserde atasözleri de bulunuyordu. Yine Karahanlılar döneminde oluşmuş "Satuk Buğra Halk Destanı" ve 11 ve 12’nci yüzyıllarda Türkistan’da Yedisu bölgesinde doğduğu sanılan eski Türk destanlarından motifler taşıyan Manas Destanı da bu dönem halk edebiyatının önemli eserleri arasındadır.
7. Bu döneme neden "Oğuz Türkçesi" denildiğini araştırınız. Sonuçlarını sözlü olarak ifade ediniz.
Oğuzların, Köktürklerin yerini alan Uygurlar döneminde de Orhun ırmağı bölgesinde yaşadıkları ve Uygurlarla Köktürk döneminde olduğu gibi, kimi zaman dostluk ilişkileri içinde oldukları, kimi zaman da savaşlar yaptıkları bilinmektedir.
Oğuzlar Karahanlılar döneminde de sahnede olmuşlar ve varlıklarını Karahanlıların batısındaki sınır bölgelerinde sürdürmüşlerdir. IX-XI. yüzyıllar arasındaki dönemde, Oğuzların Aral gölü kuzeyindeki steplerde ve Seyhun (Sirderya) ırmağının iki yakasında oturduklarını, tarihî ve coğrafî kaynakların verdiği bilgilerden öğreniyoruz. Bu Oğuzların daha X. yüzyılda Sirderya (Öküz ırmağı) boylarında ve Aral gölü kıyılarında Yenikent merkez olmak üzere bir Yabgu Devleti kurduklarını da biliyoruz. X-XI. yüzyıllar arasında Yenikent'e ilâve olmak üzere, Haare, Cend, Sepren (Sabran, Savran), Suğnak, Karnak, Karaçuk (Fârab) şehirlerini de kurmuşlardır. Oğuzların XI. yüzyılda batıda Hazar denizi kıyısındaki Mangışlag (Siyah Kûh) adını verdikleri yarımadayı ele geçirip orada yerleştikleri de bilinmektedir. Bu bölgedeki Oğuzlar kısmen göçebe kısmen de yüksek kültürlü bir yerleşik hayata geçmiş bulunuyorlardı. Oturdukları yerlerde bir yandan Maveraünnehir'in yerli halkı ile karışmakta, bir yandan da Karahanlı, Yağma, Çiğil, Argu ve Karluklar ile komşuluk ilişkilerini devam ettirmekte idiler.
Oğuz Türklerinin lehçelerine gelince: VI-XI. yüzyıllar arasındaki dönemde Oğuzlar nasıl bağımsız bir devlet kuramamışlar ise, Oğuzcaya dayalı bir yazı diline de sahip olamamışlardır. Ancak, Eski Türk yazıtlarında olsun, Uygur ve daha sonraki döneme ait eserlerde olsun yer yer Oğuzcanın yazı dillerine ve yazılı eserlere yansımış belirtilerini ve bazı özelliklerini de bulmak mümkündür. Bilindiği gibi Türkçe, VI-XI. yüzyılların Türk devletleri olan Köktürk, Uygur ve Karahanlılar dönemlerinde, yer, zaman ve kültür alanı ayrılıklarına, kelime hazinesindeki bazı farklılaşmalara rağmen, genel yapısı itibarıyla yine de birbirinin devamı niteliğinde tek bir kol hâlinde ilerlemiştir. Bu bakımdan Oğuzcanın VI-XI. yüzyıllar arasındaki dönemi esas itibarıyla sisli bir perdeyle örtülmüş bulunmaktadır. Ne var ki, bu dönemdeki Türk devletlerinin sınırları içinde birbirinden farklı etnik unsurların yer almış ve bunlara ait dil özelliklerinin yer yer yazı diline de yansımış olması, yazıtlarda olsun meydana getirilen yazılı eserlerde olsun birtakım lehçe veya ağız ayrılıklarının doğmasına yol açmıştır. Nitekim W. Radloff, Orhun Yazıtları yanında, merkezi Turfan olan geniş bir alanda daha başka edebî bir dil olduğunu ve bu edebî dilin daha sonraki bir sıra Türk lehçelerine temel oluşturduğunu yazmıştır. Rus Türkologlarından S. E. Malov da Yenisey ve Orhun Yazıtları'ndaki lehçe ayrılıkları ile eski Kuzey Oğuzcasının etkisine işaret etmiştir. A. von Gabain ise, Eski Türkçe döneminde, bugüne kadar hangi kavmî unsurlara ait olduğu tespit edilemeyen beş ayrı lehçenin izleri bulunduğunu belirtmiştir. Ayrıca, Uygur yazmalarında olduğu gibi, Orhun ve Yenisey Yazıtları'nda da lehçe ayrılıkları yüzünden bir dil birliğinin bulunmadığına işaret etmiştir. Köktürk ve Uygur ülkelerinde yukarıda belirtildiği üzere, Oğuzlar da önemli bir yer tuttuklarına göre, Eski Türkçe döneminde Oğuz lehçesi ile ilgili bir kısım özelliklerin de kendini göstermesi olağandır. Bizim bu konuda metinler üzerinde yaptığımız bir araştırma, özellikle Yenisey ve Orhun Yazıtları ile Uygurcanın n lehçesi metinlerinde belirtiler veya genel eğilimler hâlinde birtakım Oğuzca özelliklerin de yer aldığını ortaya koymuştur. Daha sonraki yüzyıllarda, Karahanlı dönemini temsil eden bir eserde de Oğuzcanın belirgin izlerine rastlanmaktadır. Rus Türkologlarından A. K. Borovkov'un araştırmalarına göre, Oğuzcanın etkisi, daha eski bir Oğuz-Türkmen edebî an'anesinin varlığını gösterecek biçimde Anonim Kur'an Tefsiri'nde de yer almıştır. Demek oluyor ki, VI-XI. yüzyıllar arasındaki gelişme sürecinde, Oğuz lehçesi temelde bir sis perdesine bürünmekle birlikte, yine de birtakım özelliklerini o devir eserlerine yansıtmış bulunmaktadır.
Metin İnceleme
1.İslamiyet Öncesi ve İslami Devir edebiyatımızın ilk ürünleri ile yukarıdaki şiiri, kullanılan kelimeler açısından karşılaştırınız. Sonuçları söyleyiniz.
İslamiyet öncesi metinlerde Türklerin o dönemdeki yaşayışlarına uygun olarak eserlerde kahramanlık teması, tabiat sevgisi gibi göçebeliğe uygun temalar işlenmiş seçilen kelimeler bu temaya uygun olarak seçilmiştir. İslamiyet’in etkisinde yazılan ilk ürünlerde ise İslam dinini öğreten terimlerin şiirlere girdiğini görmekteyiz. Bunlardan bazıları Allah, resul, kitap, hadis, namaz, melek… Yukarıdaki şiirde ise artık Türkçenin yavaş yavaş yabancı kelimeleri tam olarak benimsediğini ve işlenilen temanın, kullanılan kelimelerin çağın özelliklerini yansıttığını görmekteyiz. İlim, okumak, hak, kitap, hoca, hac bu kelimelerdendir. İslamiyet öncesi bu kelimelere görmek imkansızdır.


2.İlahide Türkçenin yeni ses değerleri kazandığını söyleyebilir misiniz? Örnek vererek açıkla­yınız.
İlahide Türkçenin yeni ses değeri kazandığını söyleyebiliriz. Çünkü işlenilen tema şiirin ses değerini de değiştirmiştir. Örneğin, bilmekdür, kendüni, çün, bellidür, ilim,okumak,elif, kitap kelimeleri yeni sesler olarak karşımıza çıkmaktadır.
3.Önceden okuduğunuz koşuk ve sagularla ilahi arasındaki farklılıkları bulunuz. Bu, dil açısından bu bir zenginlik sayılır mı? Belirtiniz.
Bu türler arasındaki en önemli fark temadır. Daha sonra kullanılan kelimelere gelmektedir. Dil açısından ise Türkçenin geçirdiği evrelere göstermesi bakımından zenginliktir.
4.İslamiyet’le birlikte edebiyatımız yeni bir dil arayışına girmiş midir? Bu arayışın sebepleri ne olabilir? Bu dilin edebî olduğunu söyleyebilir misiniz? Açıklayınız.
Yeni bir dil arayışına gidilmemiş. Dil benimsenen dinin özelliklerine göre kendini yenilemiştir. Çünkü her dinin kedine özel kavramları vardır. Bu kavramlar ister istemez o dini benimseyen milletin diline girer. Türkçemiz de bu yeni kelimeleri eserlerde kullanılarak edebî bir dil oluşturulmuştur.

1. Etkinlik
Okuduğunuz ilahinin ahenk unsurlarını bulunuz. Aşağıdaki tabloya yazınız.

Kafiye ve Redif
Ölçüsü
Ses ve Söyleyiş
Şiirde genel olarak kafiye ve redif kullanılmamış. Ses benzerlikleri ön plana çıkmıştır.

Şiirin ölçüsü 7’li hece ölçüsüdür.
Şiir dörtlüklerle ve hece ölçüsüyle söylenmiştir. Her dörtlükte çağının özelliklerini gösteren sesler vardır. kendün gibi.

2. Etkinlik
Bu şiirde ilim konusu nasıl işlenmiştir? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız.
3. Etkinlik
Bu ilahiyi yorumlayınız. Sonuçları sözlü olarak ifade ediniz.
a. Okuduğunuz şiiri yapı bakımından inceleyiniz. Sonuçları sınıfta anlatınız.
b. Şiirin temasını belirleyip her biriminde neler anlatıldığını kısaca yazınız.

1. Dörtlük:
İnsanın ilimle kendini tanıması anlatılıyor.
2. Dörtlük:
Okunan ilimle Hakkı bulmak amaçtır.
3. Dörtlük:
Dört dinin özü okuyup doğruyu bulmaktır.
4. Dörtlük:
İnsan okuduğu şeylerin manasını tam olarak bilmesi gereklidir.
5. Dörtlük:
Yapılan en önemli iş insanların gönlüne girmektir.
       Şiirin teması:
İlim

5. Etkinlik
Okuduğunuz ilahide tasavvufi duygu ve düşünceye nasıl yer verilmiştir? Tartışınız. Sonuçları aşağıdaki boş bırakılan yerlere yazınız.
İlim öğrenmenin ve okumanın temelinde Allah’ı tanımak olduğu düşüncesi işlenmiş. Her dörtlük bu düşünce ile şekillenmiştir.
6.   Etkinlik
Yunus Emre ile ilgili araştırma sonuçlarından hareketle ilahi ile Yunus Emre arasındaki ilişkiyi belirtiniz.
EK BİLGİ:Yunus Emre'yle ilgili TRT'de yayınlanan belgeseli izleyerek bilgilerinizi pekiştirebilirsiniz...
7.   Etkinlik
Yunus Emre'nin fikrî ve edebî yönü hakkında çıkarımlarda bulununuz. Çıkarımlarınızı aşağıdaki boş bırakılan yerlere yazınız.

1238'de doğduğu 1320'de öldüğü tahmin ediliyor.
-Yaşına ilişkin bilgiler sınırlıdır. Doğum ve ölüm yeri kesin olarak bilinmemektedir.
-13. yüzyılın ortalarına doğru Moğol İstilası ve Selçuklu Devleti'nin yıkıldığı dönemde Anadolu'da yaşadığı sanılıyor.
-Taptuk Emre'nin dergahında hitmet etti. Taptuk Emre'nin düşüncelerini yaymak için Anadolu'da köy köy kasaba kasaba dolaştı.
-Şiirlerinde içli bir Allah aşkı ve derin bir insan sevgisi vardır.
-Tüm şiirlerinde Allah'a ulaşma çabasıyla duyduğu mutluluk, O'na kavuşma isteğinin coşkusu ve kavuşamamanın verdiği acı vardır.
-İlahi türünün en güzel örneklerini vermiştir.
-Çoğunlukla hece ölçüsü kulllanmıştır. Risaletü'n Nushiyye adlı eserinde ise aruz ölçüsünü kullanmıştır.
-Sade bir Türkçe ile söylemiştir. Halk dilinin deyiş ve özelliklerini de şiirlerinde kullanmıştır. Süsten uzak ve içten söylemiştir.
-Tasavvufun çizgilerini ve felsefesini halka en iyi anlatan mutasavvıftır.
8. Etkinlik
Yunus Emre'den birer şiir ezberleyiniz. Sınıfta "Yunus Emre Şiirlerini Okuma Yarışması" düzenleyiniz.

2. Metin
Gazel
Acep bu derdümün dermânı yok mu
Ya bu sabr itmegün oranı yok mu
Yanaram mumlayın başdan ayaga
Nedür bu yanmagın pâyânı yok mu
Güler düşmen benüm agladuguma
Acep şol kâfirin imânı yok mu
Delüpdür cigerümi gamzen oku
Ara yürekte gör peykânı yok mu
Su gibi kanumu topraga kardun
Ne sanursın garibün kanı yok mu
Cemâli-i hüsnüne mağrur olursın
Kemal-i hüsnünün noksanı yok mu
Begüm Dehhâni'ye ölmezden öndin
Tapuna irmegün imkânı yok mu
Hoca Dehhâni
Metin İnceleme
1.İslamiyet Öncesi ve İslami Devir edebiyatımızın ilk ürünleri ile yukarıdaki şiiri kullanılan kelimeler açısından karşılaştırınız. Sonuçları söyleyiniz.
İslamiyet öncesi metinlerde Türklerin o dönemdeki yaşayışlarına uygun olarak eserlerde kahramanlık teması, tabiat sevgisi gibi göçebeliğe uygun temalar işlenmiş seçilen kelimeler bu temaya uygun olarak seçilmiştir. İslamiyet’in etkisinde yazılan ilk ürünlerde ise İslam dinini öğreten terimlerin şiirlere girdiğini görmekteyiz. Bunlardan bazıları Allah, resul, kitap, hadis, namaz, melek… Yukarıdaki şiirde ise artık Türkçenin yavaş yavaş yabancı kelimeleri tam olarak benimsediğini ve işlenilen temanın, kullanılan kelimelerin çağın özelliklerini yansıttığını görmekteyiz. Dert, derman, sabır, mum, ciğer, cemal… bu kelimelerdendir. İslamiyet öncesi bu kelimelere görmek imkânsızdır.

2.Gazelde Türkçenin yeni ses değerleri kazandığını söyleyebilir misiniz? Örnek vererek açıklayınız.
İslamiyet öncesinde şiirler dörtlüklerle ve hece ölçüsüyle yazılırken, bu dönemde şiirler beyitlerle ve aruz ölçüsüyle yazılmaya başlanmış. Aruz ölçüsü Türkçe kelimelere pek yatkın olmadığı için şairler Arapça ve Farsçadan kelimeler almışlar. Bu kelimeler de şiire yeni bir söyleyiş kazandırmıştır.
3.Önceden okuduğunuz koşuk ve sagularla gazel arasındaki farklılıkları belirtiniz. Bu, dil açısından bu bir zenginlik sayılır mı? Belirtiniz.
Koşuk ve sagularda dörtlük nazım birimi ve ölçü olarak hece kullanılırken gazelde beyit nazım birimi ve aruz ölçüsü kullanılmıştır. Dil açısından ise Türkçenin geçirdiği evrelere göstermesi bakımından bir zenginliktir.


4.İslamiyet’le birlikte edebiyatımız yeni bir dil arayışına girmiş midir? Bu arayışın sebepleri ne olabilir? Bu dilin edebî olduğunu söyleyebilir misiniz? Açıklayınız.
Yeni bir dil arayışına gidilmemiş. Dil benimsenen dinin özelliklerine göre kendini yenilemiştir. Çünkü her dinin kedine özel kavramları vardır. Bu kavramlar ister istemez o dini benimseyen milletin diline girer. Türkçemiz de bu yeni kelimeleri eserlerde kullanılarak edebî bir dil oluşturulmuştur.
9. Etkinlik
Okuduğunuz ilahinin ahenk unsurlarını bulunuz. Aşağıdaki tabloya yazınız.

Kafiye ve Redif
Ölçüsü
Ses ve Söyleyiş
İlk beyitte “ı yok mu”lar redif, “an”lar tam kafiyedir.

Şiirin ölçüsü aruz ölçüsüdür.
Şiir beyitlerle ve aruz ölçüsüyle söylenmiştir. Her beyitte çağının özelliklerini gösteren sesler vardır.


10. Etkinlik
Okuduğunuz gazeldeki imgeleri ve edebî sanatları bulunuz. Sonuçları maddeler hâlinde tahtaya yazınız.
Dert-derman- tezat sanatı
Yok mu-istifham sanatı
Acep bu derdimin dermanı yok mu-Tecahül’ü Arif sanatı
Yanaram mulayın baştan aşaga-mübalağa
Güler-düşman-tezat sanatı
Gamze oka benzetilmiş-teşbih
…..
a.    Okuduğunuz şiiri yapı bakımından inceleyiniz. Sonuçları sınıfta anlatınız.
b.   Şiirin temasını belirleyip her biriminde neler anlatıldığını kısaca yazınız.




Şairin içinde bulunduğu sıkıntılarının çarelerinin aranması anlatılmaktadır.




2. Beyit:
Şairin içten içe derdinden yanması ve derdinin çokluğu dile getirilmiştir.
3. Beyit:
Derdimin çokluğundan düşman bana gülerken sevdiğim bu halimi görüp bana acımıyor. Şair derdinin nasıl hafifleyeceğini dile getirmektedir.
4. Beyit:
Sevgilisinin bakışının ciğerine yararlar açmasını anlatmaktadır.
5. Beyit:
Şair her şeyini sevgilisi uğruna feda etmesini anlatmaktadır.
6. Beyit:
Sevgilisinin güzelliğini dile getirmiş, kusurunu söylemiştir.
7. Beyit:
Şair, sevgilinin kendisinin ölmeden öldürdüğünü dile getirmektedir.
Şiirin teması:
Mecaz-i aşk



12. Etkinlik
Okuduğunuz gazel size neler hissettirmektedir? Aşağıdaki boş bırakılan yerlere yazınız.
Hissettiklerim:...........................................................................................................................................

13. Etkinlik
a. Hoca Dehhâni kimdir ve hangi yüzyılda yaşamıştır? Araştırdığınız bilgilerden hareketle gazel ile Hoca Dehhâni arasındaki ilişkiyi belirleyiniz.
b.     Sınıfa getirdiğiniz Âşık Paşa, Yunus Emre, Hoca Dehhâni, Hacı Bektaş Veli gibi şairlerin şiirlerini dil ve söyleyiş yönünden karşılaştırınız. Sonuçları belirtiniz.
c. Bu şiirlerde Oğuz Türkçesinin etkilerini belirtiniz.

14. Etkinlik
Hoca Dehhâni'nin fikrî ve edebî yönü hakkında çıkarımlarda bulununuz. Bunları aşağıdaki boş bırakılan yere yazınız.
Çıkarımlarım:
Divan şiirinin ilk temsilcisi sayılır.
Din – dışı ko­nularda aşk ve şarap şiirleri yazmıştır.
Şiirlerinde Öz ve anlam sanatlarına, benzetmele­re çokça yer vermiştir.
Ustalıkla yazılmış, güzel gazel ve kasideleri vardır.
Hoca Dehhani’nin hayatı hakkında ayrıntılı ve kesin bir bilgi yoktur. Ama Hoca Dehhani‘nin Horasan Türkmenlerinden olduğu bilinmektedir.
III. Alaeddin Keykubad zamanında (1298-1301) Konya”ya gelen Dehhani, Keykubad”ın emriyle 20 bin beyitten meydana gelen Farsça bir Selçuklu Şehnamesi kaleme almıştır.
Gazel ve kasidelerinde 4 farklı aruz kalıbı kullanması yönüyle başarılı görülse de bazı imgeleri çok sık tekrarlaması olumsuz bir izlenim bırakmıştır.
Divan edebiyatı şairleri arasında ilk din dışı konular işleyen kişidir.
Şiirlerini Eski Anadolu Türkçesi’yle yazdı. Elimize 6 gazeli ve 1 kasidesi ulaştı.

3. Metin
Nefes
Biz urum Abdallarıyız
Maksadımız yârdır bizim
Geçtik ziynet kabâsından
Gencinemiz erdir bizim

Dâim kılarız biz zârı
Harceyleriz elden varı,
Dost yoluna verdik seri
Münkirimiz hârdır bizim

Aşk bülbülüyüz öteriz
Râh-i Hakka yüz tutarız
Mânâ gevherin satarız
Mürşidimiz vardır bizim

Haber aldık mahkemâttan
Geçmeyiz zâttan sıfattan
Balım nihan söyler
Haktan İrşâdımız sırdır bizim
Balım Sultan

Metin İnceleme
1.İslamiyet Öncesi ve İslami Devir edebiyatımızın ilk ürünleri ile yukarıdaki şiiri kullanılan kelimeler açısından karşılaştırınız. Sonuçları söyleyiniz.
İslamiyet öncesi metinlerde Türklerin o dönemdeki yaşayışlarına uygun olarak eserlerde kahramanlık teması, tabiat sevgisi gibi göçebeliğe uygun temalar işlenmiş seçilen kelimeler bu temaya uygun olarak seçilmiştir. İslamiyet’in etkisinde yazılan ilk ürünlerde ise İslam dinini öğreten terimlerin şiirlere girdiğini görmekteyiz. Bunlardan bazıları Allah, resul, kitap, hadis, namaz, melek… Yukarıdaki şiirde ise artık Türkçenin yavaş yavaş yabancı kelimeleri tam olarak benimsediğini ve işlenilen temanın, kullanılan kelimelerin çağın özelliklerini yansıttığını görmekteyiz. zâr, dost,ser, münkir, bülbül, râh- hak, gevher vb. bu kelimelerdendir. İslamiyet öncesi bu kelimelere görmek imkânsızdır.
2.Nefeste Türkçenin yeni ses değerleri kazandığını söyleyebilir misiniz? Örnek vererek açıklayınız.
İslamiyet’in  kabulüyle birlikte Türkçeye İslamiyet’in etkisiyle bazı kavram ve terimler girmiştir. Nefeste ise bu kelimeleri görmek mümkündür. Bunlar şiire yeni bir ses düzeni getirmiştir.
3.Önceden okuduğunuz koşuk ve sagularla nefes arasındaki farklılıkları belirtiniz. Bu, dil açısından bu bir zenginlik sayılır mı? Belirtiniz.
Koşuk ve sagularda dörtlük nazım birimi ve ölçü olarak hece kullanılmış, koşuklarda aşk, sevgi, tabiat gibi konular, sagular da ise ölüm teması işlenmiştir. Nefeste ise yine nazım birimi olarak dörtlük kullanılmış ama konu ve tema İslam dinin öğretilerine göre şekillenmiştir. Dil açısından ise Türkçenin geçirdiği evrelere göstermesi bakımından bir zenginliktir.

4.İslamiyet’le birlikte edebiyatımız yeni bir dil arayışına girmiş midir? Bu arayışın sebepleri ne olabilir? Bu dilin edebî olduğunu söyleyebilir misiniz? Açıklayınız.
Yeni bir dil arayışına gidilmemiş. Dil benimsenen dinin özelliklerine göre kendini yenilemiştir. Çünkü her dinin kedine özel kavramları vardır. Bu kavramlar ister istemez o dini benimseyen milletin diline girer. Türkçemiz de bu yeni kelimeleri eserlerde kullanılarak edebî bir dil oluşturulmuştur.

15. Etkinlik
Okuduğunuz nefesin ahenk unsurlarını bulunuz. Aşağıdaki tabloya yazınız.

Kafiye ve Redif
Ölçüsü
Ses ve Söyleyiş
İlk dörtlükte “r”ler yarım kafiye, “dır bizim”ler redif,
İkinci dörtlükte “r”ler y. Kafiye, “ı”lar redif, üçüncü dörtlükte “t”ler y. Kafiye, “eriz”ler redif, dörtdüncü dörtlükte “tan”lar zengin kafiye

Şiirin ölçüsü 9’lu hece ölçüsüdür.
Şiir dörtlüklerle ve hece ölçüsüyle söylenmiştir. Her beyitte çağının özelliklerini gösteren sesler vardır.

16. Etkinlik
Bu şiirdeki konu nasıl işlenmiştir? Düşüncelerinizi arkadaşlarınızla paylaşınız.
17. Etkinlik
Bu nefesi yorumlayınız. Sonuçları sözlü olarak ifade ediniz.

18. Etkinlik
a. Okuduğunuz şiiri yapı bakımından inceleyiniz. Sonuçları sınıfta anlatınız.
Şiir dört dörtlükten oluşmuştur. Dörtlüklerde 9’lu hece ölçüsü kullanılmıştır. Dörtlükleri birbirine bağlayan şiirin temasıdır. Dörtlükler temaya uygun olarak sıralanmıştır. Dörtlüklerde genel olarak yarım kafiye kullanılmıştır.
b. Şiirin temasını belirleyip her biriminde neler anlatıldığını kısaca yazınız.

1. dörtlük:
“Biz bir kuluz. Bizim asıl amacımız Allah’a kavuşmaktır. Bizim en büyük hazinemiz Allah’ın basit bir kulu olmamızdır.” Düşüncesi dile getirilmiştir.
2. dörtlük:
“Biz dostlarımız içinde kendi halimiz içinde durmadan Allah’a yalvarız.”
3. dörtlük:
“Biz bütün işlerimizde Allah’ın birliğini gözetiriz. Bütün işlerimizi bu düşünceyle yaparız.”
4. dörtlük:
Balım ne söylemişse Allah’ın gönderdiği emirler doğrultusunda söylemiştir. Hiçbir şeyde Allah’ın zatın ve sıfatından ayrı bir işimiz yoktur.
Şiirin teması:
İlah-i aşk


19. Etkinlik
Okuduğunuz nefeste hangi duygu ve düşüncelere yer verilmiştir? Tartışınız. Sonuçları aşağı­daki boş bırakılan yere yazınız.
Her işte Allah gözetilmeli, doğru olmalı, dostlar için gerekirse insan kendini feda etmeli.

20.    Etkinlik
Şair ile nefes arasındaki ilişkiyi belirtiniz.
Şair yaşadığını şiirine de yansıtmıştır. Biz şiirden yola çıkarak şairi hakkında dindar, tasavvufu bilen, Allah’tan gerektiği gibi korkan biri olduğunu anlıyoruz.

21.    Etkinlik
Şairin fikrî ve edebî yönü hakkında çıkarımlarda bulununuz. Çıkarımlarınızı aşağıdaki boş bırakılan yere yazınız.
Şiirlerinde tasavvuf konularına yer vermiştir.
Halk edebiyatı şairlerindendir.
Şiirlerinde ölçü olarak heceyi kullanmıştır.
Dindar bir şairdir.
Yaşayışı ile eserleri arasında sıkı bir ilişki vardır.
ANLAMA VE YORUMLAMA

22. Etkinlik
Aşağıda İslamiyet öncesi ve sonrası Türk şiirine ait örnekler verilmiştir. Bunları dikkate alarak İslamiyet öncesi ve sonrası şiirlerde dil açısından ne gibi farklılıklar olduğunu sözlü olarak ifade ediniz.
Koşuklarda kullanılan kelimelerin hemen hepsi Türkçe kelimelerdir. Bugünkü kullandığımız çoğu kelimenin aslının değiştiğini görmekteyiz. “kelip-gelip, öpkem-öfkelenip, arslanlayu-aslan gibi”
İlahide İslamiyet’in etkisiyle dilimize Arapça Farsça kelimeler girmiş, şiirlerin temasına uygun olarak bu dillerden kelimeler alınmıştır. “İlim, hak” gibi
Gazel de ise farklı bir kültürün Türkçe kelimeleri ve söyleyişi etkilediğini görüyoruz. Arapça ve Farsça tamlamalar “asl ü kân, akl ü can” gibi bol bol yabancı kelimeler göze çarpmaktadır. genc, hazine, evvel,can, kân gibi.

23. Etkinlik
İki gruba ayrılınız. Okuduğunuz şiirleri, İslamiyet öncesi ve sonrası şiir anlayışındaki farklılık­ları da göz önünde bulundurarak değerlendiriniz. Sonuçları aşağıdaki boş bırakılan yere yazınız.
İslamiyet öncesi şiirlerde duru bir Türkçe vardır.
İslamiyet’ten sonra şiirde Arapça ve Farsça kelimelerinde girdiği bir Türkçe vardır.
İslamiyet öncesinde şiir sadece dörtlüklerle yazılmıştır.
İslamiyet’ten sonra şiirlerde dörtlüğün yanında beyitler de kullanılmıştır.
İslamiyet öncesinde sadece hece ölçüsü kullanılıyorken, İslamiyet’ten sonra aruz ölçüsü de kullanılmaya başlanmıştır.
İslamiyet öncesinde sadece koşuk, sagu, destan metinleri varken, islamiyet’ten sonra ilahi, nefes, gazel gibi yeni türler görülmeye başlamıştır.

24. Etkinlik
Dört gruba ayrılınız. Okuduğunuz şiirlerde kullanılan kelimelerin farklılaşmasının sebepleri nelerdir? Islami dönem şiirlerindeki yeni ses değerlerini bulunuz. Sonuçları aşağıdaki boş bırakılan yere yazınız.

25. Etkinlik
Islamiyetin kabulü ile Türk toplumunda ne gibi farklılıklar oluşmuştur? Tartışınız. Sonuçları sınıfta sununuz.
TÜRKLERİN İSLÂMİYETİ KABULÜ
Ortaçağ, dünya tarihinin renkli ve büyük oluşumlara sahne olan bir dönemidir. Bu dönemde, Hıristiyanlık, ortaya çıktıktan kısa bir süre sonra katı bir dogmatizm ve yo­bazlığın içine düşürülür. İslâmiyet ise bu ortamda ortaya çıktıktan sonra yarım asır içinde Ön Asya ve Afrika'da yayılır, Türklerin yaşadığı Orta Asya'ya dayanır.
VII. yüzyılın başından itibaren Müslüman Araplarla Türk boylan arasında temas ve çatışmalar başlar. Aynı zamanda Türkler arasında az da olsa Müslümanlığı kabul etmeler görülür.
Emevî Devleti'nin Arap olmayanlara karşı gösterdiği sert tutum yayılmayı önler: Maverâünnehir bölgesinde sürekli çatışma ve savaşlar olur. 720'den itibaren Türgeş kağanları Müslüman-Arap ordularının ilerleyişini durdururlar.
Hilâfetin Abbasîlere geçmesi, Türkler arasında İslâmiyet’in yayılmasını hız­landırır. Abbasîler Müslüman Türklere değer verirler. Türkler bu dönemde devlet ka­demelerinde ve orduda önemli görevler üstlenirler. Çinlilerle Müslüman-Araplar ara­sındaki savaş, Türklerle Müslümanlar arasında yakınlaşmaya vesile olur. Türkler arasında İslamî kabuller artar; ancak henüz Müslüman olmamış Oğuz ve Karluk boy­larının Abbasîler üzerine akınları durmaz.
IX. yüzyıldan itibaren Abbasî Devleti içinde Türklerin ağırlığı artar. Yüksek mevkilere yakın Türk soylularının Tolunoğulları, İhşidoğulları gibi halifeye bağlı müstakil devletler kurdukları görülür. Türkler bir yandan da Bizanslılara karşı Ana­dolu'daki uç boylarına yerleştirilir. Halife Mütevekkil zamanında Güney Doğu Ana­dolu'da Türk yerleşim bölgeleri kurulur.
Türkler arasında kitle hâlinde ilk Müslüman olanlar Volga ve Kazan bölgesindeki itil Bulgarlarıdır. Tuna Bulgarlarının Hıristiyanlığı, Hazar Hanı'nın Musevîliği, Uygur Hanı'nın Mani dinini kabul ettiği sıralarda itil Bulgarları Müslümanlığı kabul ederler, ikinci ve büyük hadise ise Karahanlı hakanı Satuk Buğra Han'ın 920'de Müslüman olması ve bütün tebaasının Müslümanlığı kabul etmesidir.
Türkler arasında Satuk Buğra Han'ın rüyasıyla menkıbeleşen bu olaydan sonra Karahanlılar ilk büyük Müslüman Türk devleti olma şerefini kazanırlar.
Bu olaydan sonra Karluk boyu da Müslüman olur. 960 yıllarında ise Oğuzlar Müslüman olmuştur. X. yüzyılın sonuna yaklaşıldığında, Türk yurdunun tamamına yakının Müslüman olduğu görülür.
Türklerin zorlanmadan, büyük kitleler hâlinde Islandığı kabul etmelerinde, çeşitli etkenler rol oynamıştır:
İslâm medeniyeti o çağın en üstün medeniyetidir. İktisadî ve medenî bağlar Müs­lümanlarla Türkleri birbirine yaklaştırır. Ayrıca Müslüman şeyh ve dervişler Türk boylan arasında sürekli propaganda yapmaktadırlar. Türklerin İslâmiyet’ten önceki tek tanrı inancının, İslâmiyet’in Allah inancıyla çatışmaması; İslâm’ın tek bir millete ait ol­mayıp "cihan-şümûl" bir mahiyette olması; Türklerdeki devlet ve hâkimiyet anlayışıyla, İslâm’ın cihat, adalet ve hâkimiyet anlayışının aynı zemine oturması İslâmiyet ile Türk kültüründeki dinî kabuller ve kavramların intibakını kolaylaştırmıştır.
İslâmiyet, doğuşu ile birlikte Arap yarımadasında ve ulaştığı her yerde top­luluklara üstün bir hayat hamlesi kazandırır. Türkler, teşkilâtlanma ve devlet yönetmedeki büyük kabiliyet ve tecrübeleriyle kısa sürede İslâm âleminin öncüsü, yö­neticisi ve koruyucusu durumuna yükselirler.
İSLÂMİYETİN TÜRK KÜLTÜRÜNE ETKİSİ
Din sosyal bir müessesedir, insanlar hayatlarını inançları doğrultusunda şe­killendirirler. Din, insanlara belli bir inanç aşılar ve insanlardan, belli ölçülere uygun olarak yaşamalarını ister; kendi değerlerinin hayata hâkim kılınmasını emreder. Her topluluğun tarihî birikimi ve yaşama biçimi farklı da olsa, dinî değerler, kültürler üzerinde etkili olur. Bu durum ortak bir medeniyetin ortaya çıkmasına ve kültürleri et­kilemesine yol açar. İslâm ortak medeniyeti, her hususta olduğu gibi, kültürde de kendi dairesine aldığı milletler üzerinde etkili olmuştur.
İlk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar, İslâm medeniyeti dairesine girmeden önce de kültür bakımından üstün durumdaydı, İslâmiyet’i kabul ettikten sonra hem İslâm kültürü hem de eski Uygur Türk kültürü gelişme göstermiştir.
Karahanlıların devlet düzenine bakıldığında, devlet yapısının geleneksel biçime uygun, ancak daha gelişmiş ve düzenli olduğu görülür. Hanedan mensupları Tigin un­vanına sahiptir. Büyük Hakan'ın şölen ve nöbet vurma geleneği devam eder; Hakan otağına dokuz tuğ dikilir. Devlet teşkilâtı düzenlidir.
Bu dönemde Türkistan, İslâmî inanç ve tefekkürün yoğrulduğu, daha sonra Anadolu'yu da aydınlatacak bir kültür merkezî hâline gelir. Maveraünnehir'de birçok cami, medrese, kervansaray ve türbeler yapılır. Fikir ve sanat hayatı hakanların yüksek himayelerinde gelişir. Bilginler, sanatçılar korunur. Semerkant, Buhara ve Beykent ilim
merkezleri durumundadır.
Karahanlılarda resmî dil Türkçe olup, Uygur yazısı kullanılmıştır. Tarihçiler bu döneme ait pek çok eserin zamanımıza intikal edemediği veya henüz bulunamadığı kanaatindedirler. Sekizinci yüzyıldan itibaren Türkistan yöresinde büyük İslâm-Türk âlimleri yetişmeye başlamıştır. Ancak Gazneliler devrinde halk, ordu ve saray Türkçe konuşurken, resmî dilin Farsça, ilim dilinin Arapça olması Türk kültürünün gelişmesini olumsuz yönde etkilemiştir.
XI. yüzyıla girildiğinde Kaşgâr ve Balasagun İslâmiyet’in kültür merkezleri hâline .gelir. Türkler İslâm medeniyeti içindeki ağırlıklarını iyice hissettirmeye başlarlar. Yusuf Has Hâcib, Kaşgârlı Mahmut, Ahmet Edib Yügnekî bu dönemde yaşarlar. Mübarek el-Türkî (736-798) tefsir ve hadis alanında; İbni Tarhan musikide, Muhammed el-Ferganî matematik ve astronomide; Abdullah el Türkî ve oğlu Ali, Vasi el-Türkî ve oğlu Muhammed matematikte tanınmış âlimlerdir. Hukuk alanında Özkentli Ahmet bin Tayyib, Ferganalı Abbas el-Türkî ve büyük düşünür Uzlukoğlu Fârâbî (870-950) ilk devir Türk-İslâm dünyasının büyük fikir şahsiyetleridir. Bilim ve kültür alanındaki gelişmeler Gazneliler devrinde de devam eder; XI. yüzyılda Selçuklular dö­neminde ise Türk-İslâm medeniyetinin en şaşalı dönemlerinden biri yaşanır. Orijinal Türk-İslâm mimarî eserlerin de ortaya çıkmaya başladığı bu dönemde astronomi, ma­tematik ve tıp dalındaki çalışmalar Avrupa'daki ilmî gelişmelere kaynaklık etmiş; Sel­çuklu şehirlerinde yüz binlerce ciltlik kütüphaneler kurulmuştur. Yazık ki bu kü­tüphaneler Moğol istilâsı sırasında yakılmış ve yağmalanmıştır.
Hoca Ahmet Yesevî, Abdülkadir Geylânî, Gazalî, Zemahşerî, Serahsî, Ishak Şirazî, Cüveynî, Kuşeyrî, astronom Ömer Hayyam, mimar Rakakî, Sermanî, Muzaffer Isferayinî, Abdülkadir Meragi bu dönemin ilim, fikir ve edebiyat alanında eserler vermiş önemli şahsiyetleridir,
Türkler, İslâm medeniyetine girdikten sonra, bu medeniyete canlılık ve pek çok yeni unsurlar getirmişlerdir. Özellikle Osmanlı Devleti'yle XV., XVI. ve XVII. yüz­yıllarda Türk kültür ve medeniyeti her noktada doruğa çıkar. Arap ve İranlıları geride bırakır.
YENİ KÜLTÜRÜN EDEBİYATA YANSIMASI
Türkler, İslâmiyet dairesine girdikleri sırada, Arap ve Farsların müşterek ürünleri olan bir "klâsik edebiyat" ve ona dayalı olarak birtakım edebiyat esasları ortaya çık­mıştır. Bu esaslar içerisinde; dilde, vezinde, şekil ve türlerde, hayat ve kâinat hak­kındaki görüşlerde ve güzellik anlayışında bir takım kaide ve kalıplar ortaya kon­muştur. Bu sebeple, bu medeniyet dairesine giren her millet, kültürleri ne kadar kuvvetli olursa olsun, duygu ve düşüncelerini o kalıplar içerisinde ifade etmek durumunda kal­mıştır. Bu husus yalnız Türkler için değil, İslâmiyet dairesine giren diğer milletler için de söz konusu olmuştur.
Türklerin İslâmiyet’i kabul etmeleri öncelikle dillerini etkilemiştir. Esasları ken­dilerinden önce belirlenmiş bu medeniyet dairesinde Türkler, önce Kur'an-ı Kerim'in dili olan Arapçanın ve Farsçanın sonra da Arap-Fars tesiriyle oluşan İslâm me­deniyetinin tesiri altında kaldılar. Millî dilin hazinesinde bulunmayan kavramları Arapça ve Farsçadan aldılar. Bu durum kültür merkezleri kurulduktan sonra daha da arttı. Medreselerde dinî ilimler ağırlıkta olduğu için ilim dili Arapça, edebiyat dili Farsça kabul edildi. Hatta bazı dönemlerde Türk âlim ve sanatçılar eserlerini bu dillerde ver­meye başladılar. Cümle yapısı Türkçe kalmakla birlikte, dilimiz bu dillere ait kelimelerle doldu. Ancak çok zengin bir halk edebiyatına sahip olan Türkçe halk arasında varlığını canlı bir şekilde sürdürmeye devam etmiştir.
İslâmiyet’in kabul edildiği ilk dönemlerden günümüze çok fazla örnek gelememişse de anonim ve sözlü halk edebiyatının nesilden nesile aktarıldığına şüphe yoktur. Dîvanü Lûgati't-Türk'teki manzumeler, Satuk Buğra Han menkıbesi, Manas destanı bu dönem halk edebiyatının Müslüman Türk halkı arasında yaşayan ve günümüze kadar gelen örnekleridir.
İslâmî Türk edebiyatının ilk ürünleri XI. yüzyılda Batı Karahanlılar devrinde gö­rülür. İran edebiyatının açık tesiri görülen en eski klâsik Türk eseri Yusuf Hâs Hacib'in M.1069-1070'de yazdığı bilinen Kutadgu Bilig'dir. Karahanlı hükümdarı Ebu Ali Hasan b. Süleyman Arslan'a ithaf edilen bu eser, yazarına Hashâcib'lik rütbesini ka­zandırmıştır.
Kutadgu Bilig, bir Müslüman hükümdarına âyet ve hadis meallerine dayanan na­sihatlerde bulunması bakımından önce İslâmî, üstün bir edebî kıymete sahip bu­lunması bakımından edebî, o zamanki Karahanlı topluluğunu bize tanıttığı için tarihî, sosyal müesseselerden ayrı ayrı bahsettiği için sosyal, orduya geniş bir yer ayırdığı için de askerî bir eser durumundadır. Aruzla yazılan bu eserin bütünü 6645 beyittir ve konu bütünlüğüne sahiptir.
Batı Karahanlılar dönemine ait, Hakaniye lehçesiyle yazılmış diğer bir edebî eser Atabetü'l-Hakâyık'tır. Edib Ahmet b. Mahmud Yüknekî tarafından aruzla yazılan bu eser, Islâmî nasihat kitabı özelliği taşımaktadır. Eserin yazılış tarihi bi­linmemektedir.
Her iki eserde de aynı Islâmî meselelere yönelinmiştir. Beyit esasına göre ve aruzla yazılmış olmalarına rağmen, dörtlüklere de rastlanmaktadır.
Yine Karahanlılar topluluğu ürünlerinden olan Kaşgârlı Mahmut'un yazdığı Dîvanü Lûgati't-Türk Türk dilinin ilk sözlüğüdür. 1072 yılında yazılmaya başlanan eser, 1077 yılında bitirilmiştir. Araplara Türkçeyi öğretmek maksadıyla yazılan bu eser, kelimeler için verilen örnek cümleler, şiir parçalan ve atasözleri ile Karahanlı edebiyatının en önemli eseridir. Dîvanü Lûgati't-Türk sadece bir sözlük değil, Türk tarih ve coğrafyasına, mitolojisine, etnografyasına, halk edebiyatına ve filolojisine ait bir bilgi hazinesidir.
İslâmî Türk edebiyatının ilk dönemlerine ait bir başka eser ise ilk Türk tarikatının kurucusu Ahmet Yesevî'ye ait olan Dîvan-ı Hikmet'tir. Bu eserdeki şiirler ta-savvufî halk şiirinin başlangıcı sayılmaktadır. Ahmet Yesevî'nin "hikmet" adıyla ta­nınan ve hece vezniyle kaleme alınan hikemî şiirleri, sonradan "Dîvan-ı Hikmet"te toplanmıştır. Eserin güvenilir bir nüshası bulunmamakta; ancak, bazı şiirlerin Ahmet Yesevî'ye ait olmadığı bilinmektedir. Eski halk edebiyatı, vezin ve şekillerinin kul­lanıldığı bu şiirler, sanat değerinden ziyade Türkler arasında tasavvufun yayılmasına yaptığı katkıdan dolayı önemlidir. Ahmet Yesevî'nin bu eseri Anadolu dahil değişik Türk sahalarında süratle yayılarak birçok taklitçiler ve takipçiler yetiştirmiş, bütün Türk edebiyatında yeni bir "Tasavvufî Halk Şiiri" devri açmıştır.
Yeni bir dini kabul ile gelişen kültürün edebiyatımıza yankısı Batı Türkçesinde de görülür. Büyük Selçuklu Devleti'nin devamı olan Anadolu Selçuklu Devleti'nin yı­kılmasından sonra, Anadolu'da kurulan Osmanlı Devleti'nde yeni kültür bütün mü­esseseleriyle etkili oldu. XIII. ve XIV. yüzyıllarda nisbeten az olan bu tesir, 15. yüz­yılda daha da arttı. XVI. ve XVII. yüzyıllarda en yüksek noktasına ulaştı. Hem Halk edebiyatında, hem de bütün hususiyetlerini ortak İslâm medeniyetinden alan Klâsik Türk (Dîvan) edebiyatında büyük sanatçılar yetişti.
Ahmet Yesevî'nin kurduğu ilk Türk tarikatı Yesevîlik'ten sonra Anadolu'da yeni tarikatlar kuruldu. Bu tarikatlarda yetişen halk şairleri, millî vezin ve nazım şekilleriyle yazdıkları şiirlerle geniş halk kitlelerine seslendiler. Aydınlar çevresinde ise, ortak medeniyetin vezin ve nazım şekillerini, güzellik anlayışını ve dünya görüşünü yansıtan şiirler yazıldı. Türkçe, Arapça ve Farsçadan mürekkep bir dilin kullanıldığı bu ede­biyata "Klâsik Türk Edebiyatı", "Divan edebiyatı", "Klâsik edebiyat", "Yüksek zümre edebiyatı" gibi adlar verilmektedir. Türk sanatçıları yüksek bir kültürün ürünü olan bu eserlerle İslâm medeniyetine damgalarını vurdular, onu, Türk-İslâm medeniyeti hâline getirdiler, İslâm medeniyeti etkisi altında gelişen Türk kültürünün edebiyatımızdaki te­zahürü olan Klâsik Türk edebiyatı, taklit değil, millî bir edebiyat kabul edilmelidir.
 (Dr. Ayşenur İslâm-Nermin Öztürk-Türk Edebiyatı Tarihi)
DEĞERLENDİRME
a. Aşağıda XIII. yy. şiir dilinin özellikleri hakkında bilgi verilmiştir. Doğru yargılar için (D), yanlış olanlar için (Y) yazınız.
(  D) XIII. yy. da oluşmaya başlayan divan şiirinde Arapça ve Farsça kelimeler kullanılmıştır
( D ) Bu dönem şiirlerinde tasavvufi terimler çokça kullanılmıştır
( D ) Yunus Emre'nin dili dönemin diğer şairlerine göre daha sadedir.
b. Aşağıda tasavvuf ile ilgili kavramlar ve bunların tanımları verilmiştir. Bu kavram tanım eşleştirmelerini yapınız.

Vahdetivücud: Allah'ın sıfatlarıyla kâinatta canlı ve cansız bütün varlıklarda görülmesidir.
Âşık:  Allah aşkıyla yanan derviş.
Sarhoş: Allah aşkıyla yanan derviş.
İnsanıkâmil: Manevi yol gösterici, kılavuz kişi
Masiva: Gerçek güzellik sahibi olan ve bütün güzellikler zatına ait olan, Allah.
Fenafillah: Allah'ın emirleri karşısında nefsin isteklerinden severek vazgeçme hâli.

c. Aşağıdaki test sorularını cevaplayınız.
1.   XIII. yy. da dinî tasavvufi Türk şiirinin en önemli temsilcisidir. Arapça ve Farsça bilmektedir. Şiirlerinde lirik bir anlatımı vardır. Genellikle hece veznini kullanmış, aruz ölçüsüyle de şiirler yazmıştır. Divanı ve Risaletü'n- Nushiyye adlı mesnevisi vardır. Yukarıda özellikleri verilen şair aşağıdakilerden hangisidir?
A) Âşık Paşa                 B) Gülşehri                C) Mevlânâ                D) Yunus Emre             E) Fuzûlî

2.   Aşağıdaki yargılardan hangisi Yunus Emre için söylenemez?
A)  Şiirlerinde hem aruz hem hece ölçüsünü kullanmıştır.
B) Şiirlerinde tasavvuf, sevgi, hoşgörü gibi konuları işlemiştir.
C) Eserleri süslü ve sanatkârane bir dille yazılmıştır.
D) Eserleriyle çağını ve kendinden sonraki dönemleri etkilemiştir.
E) Risâletü'n Nushiyye ve Divan olmak üzere iki eseri vardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.