6 Şubat 2011 Pazar

Sefiller - Victor Hugo



Victor Hugo, yurdunun ve halkının çıkarlarını savunması nedeniyle tam yirmi yıl sürgünde kaldı. Bu sürgün yılları, gerek şiir, gerek roman açısından onun en verimli dönemi oldu. 1862 yılında yazdığı Sefiller de (Les Misarebles) bu yılların ürünüdür. Bu romanda bir toplumun çöküş yıllarını yaşarken, o toplumun içindeki diriliş tohumlarının yeşerdiğini de görürüz. Victor Hugo yüzlerce sayfayı Paris’in varoşlarının ürpertici yaşamına ayırmıştır. “Burası korkunç bir yerdir. Burası karanlıkların kuyusudur. Körlerin çukurudur burası. Cehennemin ta kendisidir (…) Paris’in varoşları diyebileceğimiz bu kenar mahallelerin tenhalığını tanıyan herkes, en umulmadık kimsesiz bir yerde, bir çitin ardında veya bir duvar dibinde toplanmış çocuklar görmüştür. Bunlar yoksul ocaklarından kaçmış çocuklardır. Kenar sokaklar onların dünyasıdır; orada nefes alabilirler. (…) Kötü alınyazıları buralardan doğar. Buna acı tabiriyle, Paris’in kaldırımlarına atılmak denir”. Victor Hugo Sefiller’de, burjuva evini ve mahallesini de ayrıntılı olarak tasvir ederek, toplumsal kesimler arasındaki ayrımı, içinde yaşadığımız döneme göre çok daha kesin, hiç bir “nesnel” incelemenin yapamayacağı kadar dehşet uyandıracak biçimde belirler.
“Sefiller” romanında anlatılan gerçekler yalnızca toplumsal yaşantı ve onunla ilişkili mekânlarla sınırlı değildir. Roman kahramanlarının önemli bir kısmı, Hugo’nun yaşam öyküsünde ya da Fransa tarihinde yaşamış kişilerden oluşur. Hatta gururlu, isyankâr ve devrimci Marius tipi, yazarın kendi gençliğinin idealize edilmiş biçimidir. Jan Valjean’ı merkezine alan hikâyesi de –özellikle 1832 ayaklanmasıyla- Fransız tarihinin romana yansımasıdır. Üstelik o dönemin haksız adalet sistemini ve politik hayatını teşhir etmesiyle de önemli bir belgeye dönüşür “Sefiller”. Üstelik hiç bir belgenin sahip olmayacağı zengin tasvirlerle ve şiirsel bir dille…
*“Dünyanın en çok tanınan ve okunan romanlarından biri olan Sefiller, Fransız romantik döneminin en iyi klasikleri arasındadır. Orijinal adı ‘Les Misérables’ olan bu ölümsüz eser, yayınlandığı günden (1862) bu yana Victor Hugo’ yu Fransa’nın, hatta bu ülkenin de sınırlarını aşarak, dünyanın en ünlü yazarlarından biri yapmıştır. Bugün roman birçok dile çevrilmiş, birçok kez sinemaya uyarlanmış ve müzikalleri yapılmıştır. Kompozitör, Claude-Michel Schönberg ve Alain Boublil tarafından, 1980′de Paris’te müzikalin açılışı yapılmıştır. İngilizce versiyonu 1985′te ve bunu takiben iki yıl sonra da Broadway’de sahne almıştır. Bu da Sefiller’i dünyaca ünlü yapan önemli faktörlerlerdendir.1
Victor Hugo 1862 yılında sürgündeyken Sefiller’i kaleme almıştır. Kral rejimine karşı Cumhuriyeti savunduğu bu eserde yazarın, dönemin haksız adalet sistemi ve siyasi hayatını gözler önüne sermesiyle önemli bir belge niteliğinde olup, anlatılan gerçekler yalnızca toplumsal yaşantı ve onunla ilişkili mekânlarla sınırlı değildir. Roman kahramanlarının önemli bir kısmı, Hugo’nun yaşam öyküsünde ya da Fransa tarihinde yaşamış kişilerden oluşur. Hatta gururlu, isyankâr ve devrimci Marius tipi, yazarın kendi gençliğinin idealize edilmiş biçimidir. Jan Valjean’ı merkezine alan hikâyesi de –özellikle 1832 ayaklanmasıyla- Fransız tarihinin romana yansımasıdır. Hugo, gençlik yıllarından itibaren kendi başından geçen birçok siyasi olayı eserine yansıtmış, âdeta ihtilallerle bezenmiş o çalkantılı, karışık dönemi zengin ve şiirsel bir dille tasvir ederek siyasi bir analiz yapmıştır.2
Yazarın romanda Paris’e atfen “ Paris sen en iyiyi de, en kötüyü de içinde barındırırsın ” sözünü sıklıkla kullanması kitabın konusunun geçtiği yer olan Paris’in o güzel görkemli yüzünün arkasındaki pis, çirkin, lağım kokan, arka sokaklarında açlık, ölüm ve sefaletin kol gezdiği diğer bir yönünü bütün gerçekçiliğiyle okuyucuya vermektedir. Victor Hugo yüzlerce sayfayı Paris’in varoşlarının ürpertici yaşamına ayırmıştır: “ Burası korkunç bir yerdir. Burası karanlıkların kuyusudur. Körlerin çukurudur burası. Cehennemin ta kendisidir. ” “ Paris’in varoşları diyebileceğimiz bu kenar mahallelerin tenhalığını tanıyan herkes, en umulmadık kimsesiz bir yerde, bir çitin ardında veya bir duvar dibinde toplanmış çocuklar görmüştür. Bunlar yoksul ocaklarından kaçmış çocuklardır. Kenar sokaklar onların dünyasıdır; orada nefes alabilirler. ” “ Kötü alınyazıları buralardan doğar. Buna acı tabiriyle, Paris’in kaldırımlarına atılmak denir ”. Victor Hugo, aynı romanda, burjuva evini ve mahallesini de ayrıntılı olarak tasvir ederek, toplumsal kesimler arasındaki ayrımı, içinde yaşadığımız döneme göre çok daha kesin, hiç bir “nesnel” incelemenin yapamayacağı kadar gerçekçi bir üslûp içinde betimler.
Paris’in varoşlarındaki insan manzaralarının sergilendiği, hüzün, aşk ve tutkuyu anlatan epik bir öykü olan Sefillerin planı muazzam ve muğlâktır, fakat merkez dokusu, Jan Valjean adlı bir köylünün, 19.yy. Fransa’sındaki maceralarını anlatır. Sosyal adaletsizliğe karşı bir hücum niteliğindeki teze sahip bu kitabın başkahramanı, eski bir kürek mahkûmu olan Jan Valjean’ın, hapisden çıkmasıyla başlayan olaylar ve polis müfettişi Javert arasında sürüp giden bir kovalamacanın hikâyesi üzerine kurulu sürükleyici bir eserdir.3
Hikâye, yoksul bir köylü olan Jean Valjean’ın, ailesini doyurmak amacıyla çaldığı –yalnızca- bir somun ekmekten dolayı kürek cezasına çarptırılıp, defalarca kaçma teşebbüsünde bulunduğundan cezasının katlanarak on dokuz seneye çıkmasından sonra inançlarını yitirip, topluma öfke ve kin duyarak tahliye olmasını anlatıyor. Nihayet 1815′ te serbest bırakılır. Kızgın ümidini yitirmiş ve sefil bir hâlde geldiği “D” kasabasında, kasabanın yaşlı ve iyiliksever piskoposu Myriel onu evine alır ve gayet nazik davranır. Valjean onun misafirperverliğine piskoposun yemek takımlarını çalmakla karşılık verir. Polis kısa bir süre sonra onu yakalar ve piskoposa geri getirir. Piskopos yemek takımlarını çalmadığını onları, kendisinin hediye ettiğini polise söyleyerek Valjean’ı kurtarır. Hatta gümüş şamdanları da herkese iyilik yapan erdemli bir insan olması karşılığında Valjean’a verir. Piskopos’tan gördüğü iyilikle ruhu aydınlanan Valjean faziletli bir insan olmaya söz verir. Bu olayın arkasından genç adam Kuzey Fransa’ya gider. Daha sonrasında hayatını değiştirecek, Jean’un valisi olduğunda ise bu kasabanın halkına ekonomik ve sosyal anlamda yepyeni bir boyut kazandıracaktır.
Hayata ahlâk ve fazilet sahibi iyiliksever bir insan olarak farklı bir isimle Mösyö Madlen olarak yeniden başlayan Valjean, yoksulluk ve sefaletin kol gezdiği bir yer olan Vigao’da ucuz mücevher imalatçılığı yaparak yaşamaktadır şimdi; imalatta iki basit gelişme sağlayarak yeni bir teknik geliştirir. Bu işten kazandığı parayla işlerini genişletir ve birçok fakir insana yeni bir iş kapısı açar ve yaptığı iyiliklerle herkesin sevgisini kazanıp kasabanın belediye başkanı olur. Valjean’ın gizlediği geçmişten şüphelenen detektif Javert, araştırmaya koyulur ve “D” kasabasındaki hırsızlık olayına kadar ulaşır. Oysa isim benzerliğinden, bir başkası Jan Valjean’ın yerine tutuklanmış, mesele kapanmıştır. Ne var ki Valjean’ın ahlâkı, kendi yerine bir başkasının hapsedilmesine izin vermez. Kahramanca bir hareketle kendisini tanıtarak teslim olur ve kendi isteğiyle yeniden kürek mahkûmluğuna döner.
Birkaç yıl sonra bir kez daha kaçmayı başaran Valjean kuzeye gider, teslim olmadan önce sakladığı –namusuyla kazanılmış- paralarını alır. Para onu rahatça geçindirecek ve çevresine yardım etmesine de imkân verecektir. İlk işi daha önce yanında çalışan ve daha sonra uğradığı haksızlık ve iftirayla sokaklara düşen bir kadın olan olan Fentine’nin kızı Cosette’i aramak olur. Fentine artık ölmüştür fakat kızı yetiştiren üvey ana babası ona çok kötü muamele etmekte ve âdeta bir köle gibi çalıştırmaktadırlar. Valjean en sonunda küçük kızı bulur ve onu evlatlık olarak yanına alır ve derin bir sevgi ile bakmaya başlar. Cosette’i dışarıdan daha güvenli bir yer olarak gördüğü bir manastıra getirir ve kendisi de manastırda bahçıvan olarak çalışmaya başlar. Cosette ise rahibe okuluna devam etmektedir. Böylece Valjean hâlâ kendisinin peşinden giden Müfettiş Javert’ten kurtulmuş gibidir ve senelerce güvenlik içinde yaşar.
Bu sakin hayat, Cosette’in genç ve güzel bir genç kız olup Hukuk Fakültesi öğrencisi Marius Pont Mercy isimli gençle tanışmasıyla değişir. Marius’un babası Napolyon ordusunda subaylık yapmış ve Napolyon tarafından baronlukla taltif edilmiştir. Babasının hatırasıyla yaşayan bu delikanlıya Cosette aşık olur. Marius’u eski bir burjuva olan büyük babası yetiştirmiştir fakat radikallerin safına geçen delikanlı, dedesiyle çatışıp yanından ayrılmaya karar vererek yoksul bir hayatı tercih eder. Cosette ve Marius bir parkta tanışırlar ve Valjean’ın kendisini ve Cosette’i gizli tutmasına rağmen gizli gizli mektuplaşırlar.
Olaylar, ülkedeki iç huzursuzluklar esnasında doruk noktasına ulaşır. Marius ve arkadaşları, 1832′de isyan eden sosyalistlerin tarafında, Paris’te, hanedanlığa karşı başarısızlıkla sonuçlanan bir başkaldırma hareketine girişirler. Sosyal adalete olan bağlılığından dolayı kim olduğunun ortaya çıkmasına aldırış etmeyen Valjean da isyana katılır. Sokak çatışmalarının ortasında, Javert ile Jan Valjean karşılaşırlar. Javert’i ele geçiren isyancılar onu öldürmek istemektedirler. Bu işi Valjean üstlenir ve artık ipler onun elindedir. Fakat tek bir kurşunla onu öldürebilecekken, hayatını bağışlaması üzerine, Javert’in keskin meşruiyet ve hukuka dayanan ahlâkî dünyası alt-üst olur. Bu yüce gönüllülük karşısında bütün inandığı değerleri yıkılan Javert, intihar eder. İsyancıların durumu da pek parlak değildir. Karşı tarafın kuvvetlerinin sayıca çok fazla olması nedeniyle, barikatlar arkasına çekilen isyancılar büyük kayıplar vermişlerdir. Çatışma sırasında Marius ağır yaralanır ve Valjean tarafından gizlice çatışmalardan uzaklaştırılır. Valjean onu sırtında taşıyarak güvenli bir yer olan lağım kanallarından geçirerek büyükbabasının evine ulaştırır. Marius, uzun süren bir tedavinin ardından tamamen iyileşir fakat kendisini kimin kurtardığını bilmemektedir.
Valjean Cosette ile Marius’un arasına girmek istemez. Şimdi Barones olarak tanınan Cosette’nin çevresi tarafından eski bir kürek mahkumunun kızı olarak bilinmesini istemez ve Cosette’ye büyük miktarda para verdikten sonra inzivaya çekilir. Marius önceleri bunu kabul eder, fakat daha sonra hayatını kurtaran kişinin Valjean olduğunu öğrenince büyük bir pişmanlık içindedir. İki genç, son anlarını yaşayan Valjean’a koşarlar. Karşılaşma oldukça hazin olur. Her üçü de gözyaşlarını tutamaz. Yaşlı Valjean ölüm döşeğinde yıllar önce Piskopos Myriel’in inanılmaz bir jestle kendisine hediye ettiği ve böylece Valjean’in ruhunu kazandığı gümüş şamdanları Cosette’e hediye eder.
19.yüzyıl romanlarını roman sanatının doruk noktasına taşıyan özellik, tıpkı Balzac’ta olduğu gibi hiç şüphe yok ki, yazarların toplumsal gerçekliğe olan bağlılığıdır. Gerçekten de, bir 19.yüzyıl romanı olan Sefillerde de Victor Hugo, çağın olaylarını bir tarihçi ve sosyal bilimci titizliği ile kaydetmiştir.
Her biri bir roman büyüklüğünde beş ciltten oluşan Sefiller geniş okuyucu kitlesi ve derin içeriğinden dolayı büyük bir eser olma özelliğini taşımaktadır. Her şeyin ötesinde ahlâkî ve dinî bir inceleme olarak karşımıza çıkan eserde hikâye ile organik bir bağlantısı olmayan çeşitli bilgi ve yorumları da önümüze koyuyor. Böylece, rahibe manastırlarındaki hayat, Waterloo savaşı ve Paris’te yaşama dair bağımsız makaleler dahilinde birtakım bilgiler ediniyoruz. Bunlardan bazıları oldukça göz kamaştırıcı. Örneğin; Paris’in lağımlarının anlatılışı Zola’yı çağrıştıran bir realizm ve gerçekçilik kombinezonudur.
“ Tanrı hiçbir çocuğu “kötü olsun” diye yaratmaz! Onu kötü yapan, kötü eğitimdir! Kötü anne baba, kötü çevre, kötü yönetim balçık gibidir; zavallı yavruları da çekip yutar ”4
“ Ümitsizlik sadece dört duvarın adiliği ve basitliği ile sınırlanmıştır; hepsi kötülük ve suça yönelir… Hepsi sefilleşmiş, bozulmuş kötü ve pislik gibi gözükür. Fakat o denli alçalmış kişilerinde daha fazla alçalamayacağı bir çizgi vardır ve bu dönüm noktasında, dış dünya adeta yutar bu zavallı, talihsiz kimliksiz insanları… Onlar “Sefiller”dir; toplumdan dışlanan yeraltı köpekleri… ”
Jan Valjean’ın yaşadıklarını okudukça insanın hayat içinde nasıl değiştiğine şahit olacaksınız. Bu kitap size hayatı ve insanı başka bir açıdan görmenizi sağlayacak.

*Banu Davun’un Sefiller Romanına Dair yazısıdır.
1 http://www.online-literature.com/victor_hugo/les_miserables/ Victor HUGO
2 ÇANKIRILI, Ali: Victor Hugo Sefiller , a.g.e.:s.4
3 H.Lass, Abraham 100 Büyük Roman/1 (Çev.Nejat Muallimoğlu), Millî Eğitim Basımevi,Ankara 2003, s.115
4 Victor Hugo, Sefiller ,a.g.e.s.428

Goethe “Sefiller”in aksayan pek çok yanı olduğunu belirtir. Mesela, Goethe’ye göre, Hugo’nun yarattığı sahneler ve olayları dikkatle izleyip aktarışı, okuyucuyu hemen etkiler, “fakat karakterler doğal canlılığın izini taşımazlar hiç. İplerinden öteye beriye çekilen yaşamsız, sıradan kişiler zekice bir araya getirilmişler, fakat tahtadan ve çelikten iskeletler, yazarın en garip durumlara sokarak, eğip bükerek, işkence ederek, kırbaçlayarak, vücutlarını ve ruhlarını kesip biçerek çok zalimce uğraştığı içi doldurulmuş bebekleri ayakta tutuyor, ancak bu oyuncak bebeklerin eti ve kanı olmadığı için, yazarın yapabildiği tel şey, yapıldıkları paçavraları yırtmaktan başka bir şey olmuyor; bütün bunlar, önemli derecede tarihsel ve retorik bir yetenek ve canlı bir hayal gücüyle yapılıyor”
Romandaki Yer Alan Karakterlerin Değerlendirilmesi:
Jean Valjean: Romanın kahramanı. Önceleri basit, çalışkan bir köylüyken sonradan bir mahkum olarak hayata küskünlük duyar.
Javert: Hiç bir zaman satın alınamayacak kadar namuslu bir polis memuru.
Marıus Pontmercy: Albayın oğlu. Kendisini babasının anısına adıyan bir genç.
Cosette: Fantine’nin kızı, Valjean’ın evlatlığı. Sevimli bir kız.
Fantıne: Karakteri bakımından iyi bir kız ise de şartlar onu bir fahişe olmaya zorlar.

Victor Hugo’nun Yaşam Öyküsü
(1802 Besançon-1885 Paris)
Liseyi bitirdikten sonra kendini tümüyle edebiyata adadı. Fransız coşumcularının (romantikler) yayın organı olan La Muse Française dergisini kurdu (1824). Cenacle adını taşıyan coşumcu sanatçılar çevresinin üyesi ve onun odak noktası oldu. 1830–1843 arasında en verimli dönemlerinden birini yaşadı. Romanları, tiyatro yapıtları ve şiirleriyle başarıdan başarıya koştu. Notre Dame de Paris (Paris’in Notredame Kilisesi, 1831) adlı, büyük romanını yayımladı. Fransız Akademisi’ne üye seçildi(1841).Çok sevdiği kızı Leopoldine’nin boğularak öldürülmesi üzerine (1843), 1852 ye dek yeni yapıt vermedi. 1848 Devrimi’nden sonra parlamento üyeliğine seçildi. 3. Napoleon’un hükümet darbesini engellemeye çalıştı, başaramayınca Belçika’ya kaçmak zorunda kaldı (1851). Ateşli bir demokrasi ve cumhuriyet yanlısı olarak imparatorluk rejimini eleştiren yapıtlar yazdı. 1855–1870 arasını küçük bir İngiliz adası olan Guernsey’de geçirdi. O dönem yazarlığının en üretken yılları olmuştur. Başyaptı olan Les Misarebles (Sefiller 1862) adlı romanını yayımladı, bunu Les Travailleurs de la Mer (Deniz İşçileri, 1866) ve L’Homme qui Rit (Gülen Adam 1866) gibi önemli romanları izledi. Cumhuriyet yeniden kurulunca Paris’e dönen Hugo, Ulusal Meclise seçildi. Artık Fransa’nın en gözde kişilerinden biriydi. Paris Komünü’nün ezilmesinden sonra komüncülerin bağışlanması için çok uğraştıysa da sonuç alamadı. Giderek siyasal ve toplumsal yaşamdan elini eteğini çekti.

Eserleri
Şiirleri
•Doğulular
•Cezalar
•Dalıp Gitmeler
•Müthiş Fil
•Dede Olma Sanatı
•Bu Çiçek Senin İçin
•Diana
•Dilenci
•Fransa
•Kadına sitem
•Gelin Böceği
•Ağlamak için gözden yaş mı akmalı
•Sonbahar yaprakları
•Asırların efsanesi
•Söylesem Söyleyebilsem Ah Derdimi
•Aşk dilencisi
•Aşkımın Aşkı
•Keder Sana Yakışmıyor

Tiyatro eserleri
•Lucreca Borgia
•Ruy Blas
•Burgrave’lar
•Hernani
•Kral eğleniyor
•Mary Tudor

Romanları
•Sefiller
•İzlanda Hanı
•Notre Dame’ın Kamburu
•Deniz Emekçileri
•Bir idam mahkumunun son günü
•Doksanüç ihtilali
•İhtiyar Balıkçı
•Nişanlıya Mektuplar

Victor Hugo’nun Özlü Sözleri
•Çalışmak hayat, düşünmek ışıktır…
•Fakirlik, insanın sözde dostlarını uzaklaştırır.
•Gençliğe, yaşlılıktan çok hürmet etmeliyiz.
•İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır.
•Öyle alçak bir kapıdır ki açlık, geçilmesi zorunlu oldu mu, insan ne denli büyükse, o kadar çok eğilir.
•Yumuşak olma ezilirsin sert olma kırılırsın.
•Az yalan söylenmez; yalan söyleyen her yalanı söyler!
•Evlatlarını sevmeyen babalar olabilir; ama torununu çıldırasıya sevmeyen dede olamaz.
•Kadınlar zayıftır, ama analar kuvvetlidir.
•Çocuğunu kaybeden bir anne için her gün ilk gündür; bu ıstırap ihtiyarlamaz.
•Kadınsız bir erkek horozsuz bir tabanca gibidir; erkeği ateşleyen kadındır.
•Unutmak ve affetmek iyi insanların intikamıdır.
•Çalışmak, uçup gidebilecek bir alışkanlıktır; bırakması kolay, yeniden başlaması zor bir alışkanlıktır.
•Siyah bir ışık görüyorum. Son sözleri
•Seni o kadar hayal ettim ki artık bir hayalsin…
•Bana yağmuru anlatma, yağ!
•Gülmek bir güneştir, insanın yüzünden hüzün ve keder kışını defeder.
•Kalp boşaldıkça kese dolar.
•Okumak gıdadır. Okuyan insanlık, bilen insanlıktır.
•Ruhunu kaybeden dünyayı kazansa ne çıkar?
•Herkes ölür ama herkes (gerçekten) yaşamaz.
•Ölmek bir şey değil, yaşamamak korkunç.
•Gülmek için mutlu olmayı beklemeyin belki de gülmeden ölürsünüz
•Dikkat, aklın en büyük çocuğudur.
•Her köyde bir meşale olur, o öğretmendir; ve her köyde bir söndürücü olur, o papazdır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.