9 Mayıs 2012 Çarşamba

TANZİMAT EDEBİYATI


TANZİMAT EDEBİYATI
1839’da tahta çıkan Abdülmecid (1839-1861), Reşit Paşanın etkisiyle, Tanzimat Fermanı ya da Gülhane Hatt-ı Hümâyunû denen siyasal bir ferman yayınlamış, ülkede siyasal ve sosyal bazı düzenlemeler yapılacağını duyurmuştu. Bu nedenle, 1839’da başlayan yeni döneme Tanzimat (düzenlemeler) dönemi denir. İkinci bir belge 1856’da Islahat Fermanı adıyla yayınlanmış. Abdülmecid’ten sonra Abdülaziz (1861-1876) padişah olmuş ve 1876’da Tanzimat dönemi kapanmıştır.

3 Kasım 1839’da ilan edilen Tanzimat fermanıyla tebaaya can ve mal güvenliği, kanun önünde eşitlik, vergilerin tarh ve tahsilinde adalet, askerlik hizmetlerin herkese teşmili ve mülki ıslahat vaat edilmekteydi. Böylece batıda 17. Yüzyıl filozofları tarafından ortaya atılıp Fransız ihtilalinden sonra gerçekleştirilen vatandaşların eşitliği prensibi Osmanlı imparatorluğunda da devletçe benimsenmiş oluyordu. Fermanda ön görülen müslim ve gayri müslim tebaanın kanun önünde eşitliği doğrultusunda bütün tebaaya uygulanmak üzere Fransız Ceza Kanundan esinlenerek 1840 yılında Kânun-u Cerâim çıkarıldı. Bunu 1850’de Ticaret Kanunun alınması takip etti. Bu kanunların uygulandığı, Nizamiye mahkemelerinde Batı yargı usulleri tatbik edildi ki böylece eğitimin yanında hukuk sahasında da ikili bir uygulamaya geçildi. Ne var ki fermanda öngörülen reformlardan çoğu uygulanamadı. Askerlik bütün tebaaya teşmil edilmedi, vergi reformu gerçekleştirilemedi, idari ıslahat sözden ibaret kaldı. . Bunun üzerine, 18 Şubat 1856 tarihinde Islahat Fermanı ilan edildi. 1839-1856 yılları arasında yapılan ıslahatlar Mustafa Reşit Paşa tarafından yürütülürken, 1856’dan sonraki ıslahatlarda büyük ölçüde Ali ve Fuat Paşalar söz sahibi oldular ve kuvvetli bir Fransız etkisi görüldü. Bu dönemin en önemli olayı Fransa’daki Conseil d’Etat’ın benzeri olan Şûrâ-yı Devletin kurulmasıdır. Küçük çapta bir parlemontaya benzetilen böyle bir müessese Osmanlı tarihinde ilk defa görülüyordu. Ne var ki Şûrâ-yı Devlet kısa zamanda önemini kaybederek "Şûrâ-yı Evet" haline gelmiştir.

Genel özellikleri:
1-      Bir halka iniş hareketidir.
2-      “Dilde bu nedenle halkın konuştuğu dile yaklaşmalıdır.” görüşü hakimdir.
3-      Divan edebiyatı milli bir edebiyat olmamakla suçlanır ve modern Türk edebiyatının ancak “Halk Edebiyatına bağlanmakla” kurulabileceğine inanılır.(Ziya Paşa Harabat’ın önsözü)
4-      Namık Kemal ve Ziya Paşa dilde nispeten sanatkârane(ağır ve süslü) bir yol izlediler. Ahmed Midhat onlara nazaran sadece kelime açısından değil üslûp bakımından da halk diline yaklaştı. Ancak; Tanzimat yazarları daha çok Namık Kemal’i örnek aldılar.
5-      Edebiyatı bir sosyal hizmet alanı olarak görürler.
6-      Bu dönemde meydana getirilen eserlerde Türk edebiyatı eski edebiyatınsoyutluğundan kurtuluyor ve somut bir şekilde hayatı aksettiriyordu.
7-      Tanzimatçılara göre eski edebiyat kurallar ve klişelerden(mazmun) oluşuyordu. Konular, tabiat, hayal, güzellik, sevgili tipi, aşk, dil vs. her şey klişeleşmişti. Tanzimat devri sanatçısı kurallardan tam olarak kurtulamamışsa da klişelerden büyük ölçüde kurtulacak, hayatın karşısına aracısız çıkarak bir birey olduğunun farkına varacaktı.
8-      Böylece edebiyata yeni bir tabiat görüşü, estetik anlayışı ve doğrudan hayattan alınan yeni konular girdi.
9-      Tanzimat sanatçısı hürriyetinin yanında sanatçının yaratıcılığının da açığa çıkmasını sağlamştır.
10-   1875 yılına kadar sosyal fayda formülüne bağlı kalan Tanzimat edebiyatı bu tarihtensonra kendini romantizme kaptırdı.
11-   Romantizm yukarıda özelliklerini verdiğimiz eski edebiyatın alışkanlıklarına da uygundu.
12-   Namık Kemal ile başlayan Romantizme kayış Recaizade Ekrem ve Abdülhakhamid’in de katılmasıyla kesinleşti ve Tanzimat edebiyatı bu tarihten sonra romantizme büyük ölçüde bağlı kaldı.(Ayrıca romatizm dışında realizm ve natüralizm denemeleri de yapılmıştır.)
13-   Tanzimatın birinci nesli: Şinasi Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmed Midhat, Ahmed Vefik Paşa
İkinci Nesli : Recaizade Ekrem, Abdülhakhamid, Samipaşazade Sezai  Nabizade Nazım’dır. İkinci nesil bireyci, sanat sanat içindir görüşünü benimsedi. Bunda Abdülhakhamid’in büyük etkisi vardır.

Ahmed Midhat(1844-1912)
Ahmet Mithat Efendi Tanzimat devrinde  halka okuma zevkini aşılayan büyük gazeteci ve romancımızdır. İstanbul’da doğmuştur, 5 yaşında babasını kaybettiği için büyük sıkıntılara düşer ve bir dükkana çırak girer. İlköğrenimini abisinin aynında Vidin’de yaptı. Miş Rüştiyesini bitirir. Rusçukta Mektub-i Kaleme girer. Bir yandan da fransızca öğrenir. Tuna Gazetesine yazılan yazar 1868’de Bağdat Valiliği’ne tayin edilen Mithat Paşa ile beraber oraya giderek, Vilayet Gazetesi’nde çalışır. Sonra Bağdat’da bir basımevi kurarak Zevra Gazetesi’ni çıkarır. İstanbul’a döndüğünde Ceride-i Askeriye ve Basiret Gazetelerine yazar ve burada da küçük bir matbaa kurarak Dağarcık, Kırkambar dergilerini, İbret, Devir, Bed.....  gazetelerini çıkarır. İbretteki bir yazısı yüzünden tutuklanır ve Rodos Adasına sürülür İlk romanlarını ve oyunlarını burada yazar. Abdülaziz tahttan indirilince İstanbula döndü. Bu arada da bazı müdürlüklerde bulunur. Gazeteciliğimizde önemli yeri olan Tercüman-i Hakikat Gazetesini çıkarır. Bu gazetedeki makale ve romanlarıyla halk arasında şöhreti artar. Gazetecilik yapan, durmadan kitap çıkaran A. Mithat, bir yandan da resmi görevine devam eder. Stokholm’de toplanan Müşteşrikler kongresine katılır. Üniversitede tarih, öğretmen alimleri okullarında pedagoji okutur, İstanbul’da öğretmenlik yaptığı Darü’l-Şafaka’da kalp krizinden ölür.
Hikaye ve romanlarında ulaşmak istediği hedef; Türk halkında çağdaş medeniyete uymayan düşünüş ve yaşayış tarzını değiştirmektir. Batının müspet dünya görüşünü, batı kültürünün ilk bilgilerini aktarmak istemiştir. Bu maksadın gerçekleşmesi için de vakası Avrupa’da geçen romanları elverişli bulur. Sosyal fayda peşinde koşarak okuyucuya faydalı bulduğu telkinleri ön plana alan yazar, bu hususta modern hikaye ve romana bağlanmak lüzumunu duymaz. Buna rağmen tertip ve tasvirin de mühim olduğunu söylemekten kendisini alamaz.  İyi bir tertip için ise  romanın yalnız bir kişinin tercüme-i halinden ibaret olmaması gerektiğini, vakada muhayyilenin yerinin de olduğunu belirterek ‘’Hayal gerçeğin üzerine oturtulmalı, vaka da inanılmayacak şeyler ve anormal tesadüfler bulunmamalıdır’’ düşüncelerini Pol de Coc’tan çevirdiği bir eserin ön sözünde belirtir.
Yazara göre milli roman vakası cemaat-i İslamiye arasında geçmekle beraber kahramanların ferdi hayatlarını da vermelidir. Kahramanların hayatının yanı sıra, topluluğun hayatını işleyen romanlara da yerli roman adını verir. Ahmet Mithat Efendi romanlarında Aleksandır Duma Per’i örnek alarak muhayyileye yer verirken şahsi gözlemlerine de yer verir. Hasan Mellah’ın ön sözünde ‘’roman yazmaktan maksadım sadece vakanın anlatılması değil aynı zamanda insanın psikolojik muhtevasını da araştırmaktır’’ der.
Fakat bu davranışında başarılı olduğu şüphelidir. Voltaire 20 Yaşında ile biyografik romanın, Acayib-i Alem ile fenni romanın, Müşahedat ile natüralist romanın, Hasan Mellah Hüseyin Fellah romanı ile romantik romanın tesiri altındadır. Fakat şahsi gözlemleri ile bunları yer yer realist atmosfere sokar. Romanı belli düşünce ve bilgileri verilmesi için çekici bir vasıta sayan Ahmet Mithat, hikaye ve romanlarının teknik esaslarını batıdan almakla birlikte halk hikayelerinin anlatış tekniğinden faydalanmayı da ihmal etmemiştir. Felatun Bey ile Rakım Efendi romanı ile örf ve adet mücadelesi edebiyatımızda akis bulur.
Sami Paşazade Sezai
1860'ta İstanbul'da doğdu. Devrin ileri gelen isimlerinden Sami Paşa'nın oğludur. Özel öğrenim gördü. Yirmi yaşına kadar resmi bir görev almayıp, edebiyat konusundaki bilgilerini artırmayı tercih etti. 1880'de Evkaf Nezareti Mektubi Kalemine memur oldu. Babasının ölümünden sonra da Londra elçiliği ikinci katipliğine atanan Sezâyi, orada kaldığı dört yıl boyunca İngiliz ve Fransız edebiyatlarını yakından izledi. Elçilikteki görevinden İstifa ederek İstanbul'a döndüğünde İstişare Odasına memur oldu. Yedi yıl süren bu ikinci dönem memuriyetinde (1885-1901) sanatını olgunlaştırdı.
Sergüzeşt romanı yüzünden göz hapsine alındığını düşünerek bundan kurtulmak için Paris'e gitti ve Meşrutiyet'in ilanına kadar da orada kaldı (1908). İstanbul'a döndüğünde Madrid elçisi olarak görevlendirildi. Birinci Dünya Savaşı başlayınca Madrit'ten İsviçre'ye geçti, savaşın sonuna kadar burada kaldı. Mütareke devrinde emekli olarak İstanbul'a döndü (1921). Son yıllarında kendisine, Büyük Millet Meclisi'nin kararıyla "Hidamat-ı vataniyye tertibinden" maaş bağlandı (1927) ve 26 Nisan 1936 tarihinde İstanbul'da öldü.
Sami Paşazade realizmi edebiyatımıza sokan yazar olarak tanınır. İlk kez Avrupai tarzda küçük hikayeler yazmıştır.Sergüzeşt de devrin cariyeli köleli büyük konak hayatını görmekteyiz. Tanzimat dönemi ikili düşünüş ve yaşayış tarzını bir konağı günlük hayatı içinde ve çok realist bir şekilde işlendiğini görmekteyiz. Eserde karakter ve mekan tasvirleri realisttir. Yer yer romantik atmosfer göze çarpar ki bu hali ile romantizmden realizme geçişin ilk denemesi olarak kabul edilir. Yanlış bir medenileşme anlayışı içerisinde, devsin aydınları bu konuyu işlemekten kendilerini alamamışlardır. Sergüzeştte görülen tasvirlerde bazı acemi haller göze çarpar.
ESERLERİ
Roman:Sergüzeşt,Hikaye:Küçük Şeyler.,Oyun:Şir (arslan),Araştırma:Rumuzu’l- Edeb.Mektup-Sohbet:İclal
Recaizade Mahmut Ekrem(1847 – 1914)
Tanzimat döneminin önemli edebiyatçılarından biri olan Recaizade Mahmut Ekrem 1 Mart 1847'de İstanbul'da doğdu. 1858'de Mekteb-i İrfan'da öğrenimini tamamladı. Hariciye Mektubi Kalemi'ne memur olarak girdi. Bu görevi sırasında Namık Kemal ile tanıştı ve onun yönetimindeki Tasvir-i Efkar gazetesinde yazmaya başladı. 1867'de Namık Kemal Avrupa'ya kaçarken gazetenin yönetimini Recaizade Ekrem'e bıraktı. Siyasetle ilgilenmedi ve kendisini tamamen edebiyata verdi. Yazılarını Ahmet Mithat Efendi'nin çıkardığı Dağarcık dergisinde yayımlamaya başladı. Batı edebiyatından çevirmeler yaptı.
1877'de Şura-yı Devlet üyeliğine getirildi. 1878'de Mülkiye Mektebi'nde başladığı öğretmenlik mesleğini Galatasaray Sultanisi'nde sürdürdü. Bu okullarda verdiği derslerin notlarını 1883'te Talim-i Edebiyat kitabında topladı. Bu kitap özellikle şiir konusunda getirdiği yeni bakış açısı ile önemli bir yapıttı. 31 Ocak 1914'te İstanbul'da öldü. Öldüğünde Meclis-i Ayan üyesiydi. Recaizade Ekrem'in Türk edebiyatına önemli katkılarından biri de 1895'ten sonra öğrencilerini Tevfik Fikret'in yönetiminde Servet-i Fünun dergisi çevresinde toplaması ve Edebiyat-ı Cedide'nin doğuşuna öncülük etmesidir.
Eserleri
Şiir: Name-iSeher, Yadigar-ı Şebab, Zemzeme (3 cilt)
Roman : Araba Sevdası, Öykü; Muhsin Bey Yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi, Şemsa
Oyun : Afife Anjelik, Vuslat Yahut Süreksiz Sevinç, Çok Bilen Çok Yanılır,
Çeşitli ; Talim-i Edebiyat, Takdir-i Elhan, Pejmürde, Nijad-Ekrem.
Recaizade Tanzimat’ın birinci dönemi ile ikinci dönemi edebiyatı arasında birleştirici bir çizgi görevindedir. Recaizade’nin eserlerinde realist anlayışı buluruz. Recaizade Mahmud Ekrem’ in ilk yazıları kitap halinde değil gazetelerde yayınlanmıştır. Güzel sanatlarla edebiyat arasındaki ilişkiyi eserlerine yansıtmıştır. Eserlerinde sıkça tasvir kullanmıştır.
Recaizade Araba Sevdası adlı romanını da yanlış yenileşmeyi ele almak üzere kaleme alır. Romanda gerek vaka gerekse karakterler tamamı ile yerli ve tabidir. Karakterlerin ve olayların tasvirinde realizme sadık kalmış, 1880 den sonra görülmeye başlayan realist eğilime başarılı bir örnek olmuştur. Araba Sevdası  alafranga ve hissi terbiyenin hicvidir. Bu açıdan Felatun Beyle Rakım Efendi eseriyle arasında benzer bir tema vardır.

Nabizade Nazım (1862-1893)
İstanbul’da doğdu. 1878-1884 yılları arasında, Sübyan mektebinde, Fevziye Rüşdiyesi’nde ve Beşiktaş Askeri Rüşdiyesi’nde, Mühendishane-i Berri-i Hümayun İdadisi’nde öğrenim gördü. Topçu teğmeniyken Erkân-ı Harbiye’yi de bitirip ekan-ı harp (kurmay) yüzbaşısı oldu (1886). Önce, matematik ve askerlik dersleri öğretmenliği yapan Nabizâde Nâzım, bilahare Erkan-ı Harbiye’de görevlendirildi. İki yıl Suriye’de çalıştı. İstanbul’a döndüğünde kemik veremine yakalanarak Haydarpaşa hastahanesinde bir süre yattı ve 6 Ağustos 1893 tarihinde burada öldü.
Nabizade askeri okulda okumuştur. Edebiyatla burada ilgilenmeye başlamıştır.Eserlerinde pozitif bilimlerden de faydalanmıştır. Nabizade Nazım ilk defa köy romanı yazmıştır.Ebiyatımıza yeni kelimeler kazandırmıştır.( ünlemek, alan vb. )
       Tanzimat’ın son yıllarında kendisini göstermeye başlayan natüralist ve realist eğilimin temsilcilerinden biridir. Zaman zaman devre hakim romantizm atmosferinden kurtulamamışsa da Zehra ve Karabibik ile batı anlamındaki realizme çok yaklaşmıştır. Hatta Karabibik’in ön sözünde realizm ve natüralizm hakkında bilgiler bile vermiştir. Karabibik köyün bütün hayatını tam bir realizmle aksettirir. Realiteye sadakat düşüncesi ile köylülerin şivesini aynen vermişti; fakat asıl başarısını Zehra’da gösterir. Olayın anlatılmasında, olayların geçtiği çevrelerin tasvirinde, karakter tahlilinde tam bir realizm hakimdir.
ESERLERİ
Roman ve Hikayeleri:Yadigârlarım (1886), Zavallı Kız (1890), Bir Hâtıra (1890), Karabibik (1891) Sevdâ (1891), Hâlâ Güzel (1891), Haspa (1891), Seyyie-i Tesâmüh (1892), Zehra (roman-1886)

AHMET VEFİK PAŞA ( 1823-1891)
Tanzimat yıllarında başlayan milliyetçi çalışmaları ilk siması, ilk yazarı Ahmet Vefik Paşadır. 1823 yılında İstanbul da doğmuştur. Babası Tercüman Ruhiddin Efendidir. Vefik Paşa ilk tahsilini aydın bir çevre içinde ve mühendishanenin bir kısmında yapmıştır. Sonra babası ile birlikte Paris’e gitmiş tahsiline orada devam etmiştir. Sonra çeşitli devlet hizmetinde bulunmuş, Paris elçiliği Edirne, Bursa valiliği, Darülfünun müderrisliği, Dahiliye Nazırlığı ve Sadrazamlık gibi vazifeler görmüştür. Bu vazifeler arasında Vefik Paşanın bir takım ikinci sınıf memuriyetleri de vardır. Fakat Vefik Paşa bu memuriyetlerin hiç birisinde uzun müddet kalmamış, titiz tabiatı her vazife ve çevre ile bağdaşmayan garip, acayip hareketleri yüzünden sık sık azledilmiş, bazen kısa bazen uzun müddet vazifesiz bırakılmıştır.
Vefik Paşa vezirlik rütbesini Meclis-i Mebusan reisi iken almıştır. Vazifesiz bırakıldığı zamanlarda daima ilmi ve edebi çalışmaları ile meşgul olmuştur.Baş vekillikten ikinci defa uzaklaştırıldıktan sonra hiç vazife almayarak ilim yolundaki çalışmalarına devam etmiştir. 1891 de Rumeli Hisarındaki yalısında ölmüştür. 
Türkçe,  Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce, Latince ve Yunan dilini bilen Ahmet Vefik Paşanın Türkçesi de orjinal bir dildir. Onun bazen yerine göre çok terkipli ve secili bir dil kullandığı, Arapça ve Acemce kelimelerle yüklü cümleler sıraladığı olmuştur. Bu dil bazen en sade bir halk dili, hatta halk söyleyişi şekline girmiştir. Bazı cümleleri de  halkın kullanmadığı keyfi bir söyleyiş biçimiyle örülmüştür. Bununla beraber Ahmet Vefik Paşanın
Lehçe-i Osmani diye isimlendirmiş olmasına rağmen Türk dilinin bağımsızlığını tanıyor, hatta bunun için şuurlu emek sarf eder.
Eserleri : Ebulgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türk isimli kitabını Çağatay lehçesinden Osmanlı Türkçe’sine  tercüme etmiştir. Bu suretle Orta Asya Türk Moğol tarihinin Osmanlılarca bilinmeyen bir kısmını Türkiye Türklerine tanıtmak ve bizim milli tarihimizin Osmanlılarda başlamadığını Türk’ün çok daha eski ve asil bir tarihi olduğunu meydana koymak gibi o çağlar için büyük ve faydalı hizmet görmüştür. Daha sonra Anadolu Türkçesi’nin ilk lügat kitabı olan Lehçe-i Osmani isimli mühim eserini yayınlamıştır. Ahmet Vefik Paşanın yine milliyetçi bir görüşle hazırladığı üçüncü eseri Atalar sözü isimli Darb-ı Mesel Mecmuası’dır. Paşa bu eserinde yedibin darb-ı mesel toplamış ve bunları oldukça muntazam bir harf sırasıyla tespit etmiştir. Eser Türk Darb-ı meseller üzerinde çalışacaklar için zengin bir kaynaktır. Bunlardan başka tarihe ait Hikmet-i Tarih ve Fezleke-i Tarih-i Osmani gibi eserler yazan ve bu eserleriylede gerek tarih anlayışına gerek Osmanlı tarihine dair kuvvetli fikir ve bilgiler vermiştir.
Tercümeleri ve Adaptasyonları: Molier den yaptığı çevirme ve adaptasyonlar: İnfial-i Aşk, Don Civani, Tabibi Aşk, Adamcıl, Zor Nikah, Zoraki Tabib, Tartüf, Azarya, Yorgaki Dandini, Okumuşlar, Dekbazlık, Meraki, Kocalar Mektebi, Savruk, Kadınlar Mektebi, Dudu Kuşları.
Bunların dışında ;Viktor Hugo nun Hernani isimli tanınmış dramı, Volter in Micro Mega sı, Lessage’nin   Gilbilas ve Fenolonun Telemak romanı sayılabilir.
İlk adaptasyonları 1869 da yayınladığı Zor Nikah ve Zoraki Tabib isimli eserleridir. Vefik Paşa nın bunlardan başka yine Fransızca dan iki perdelik Arslan Avcıları isimli komedi tercümesi vardır.  1869 da basılan Yorgaki Dandini adaptasyonu da onun en başarılı eserleri arasındadır. Molier den tercüme ve adaptasyonlarının sayısı on altıdır.
Şemseddin Sami(1850-1904)
 Tanzimat’ın Türkçülük yolundaki çalışkan simalarından biridir. Aslen Arnavut olmasına rağmen Türkçülüğe gönül vermiş ve ilmi Türkçülüğü savunmuştur. Fransızca, İtalyanca ve eski Yunan dillerini öğrenmiştir. Kendisinin çıkardığı Sabah gazetesinde makalelerini ve tiyatrolarını tefrika eder. Bir ara Trablusgarp’a sürülür. Daha sonra affedilerek çeşitli memurluk vazifelerinde bulunur. 1904 yılında ölür.
Herşeyden önce Türk Lügat ve dil alimi olan Şemsettin sami Fransızca dan Türkçe ye, Türkçe den Fransızca ya iki cilt eser meydana getirir.
Kamus-ı Fransevi : Kendinden sonra Fransızca sözlük çalışmalarına bu eseriyle rehber olmuştur. Altı cilt olarak tertip ettiği Kamusü’l Alam tarih, coğrafya ve meşhur kimseler ansiklopedesidir. En mühim kaynaklarından biridir. En mühim yanı şarka ait bilgilere yer vermiş olmasıdır.
Şemseddin Sami nin önemli bir eseri de Kamus-ı Türk Türk dillerinde kullanılan Türkçe, Arapça, Farsça, Rumca, Fransızca kelimelerin karşılığını vermiştir. Mukkaddime de Türk dilini şark ve garp Türkçesi diye iki bölüme ayırır. Şark Türkçesinin daha Türkçe, daha doğru, garp Türkçesinin de daha ince, daha zarif olduğu görülür.
Bunların yanında Şemseddin Sami Ahmet Vefik Paşanın bir devamı olarak kabul edebiliriz. Hafta ve Aile isimli iki mecmua çıkarır. Haftada Osmanlı dilini bir unvan adı olarak ele alır.
Eserleri: Romanı;Taaşşuk-ı Talât ve Fıtnât(1873) Tiyatroları: Ahde Vefa(1857), Seydi yahya(1875), Gave(1878)’de yanlış millileşmeyi anlatır.
ŞİNASİ
(1824-1871) Tanzimat’ın ilanı tarihinde henüz 13-15 yaşlarında bulunan Şinasi İstanbul’da Tophane civarında doğmuştur. Babası 1828 Türk-Rus harbinde şehit düşen bir topçu yüzbaşısıydı. Mustafa Reşit Paşanın yardımı ile 1849 da Paris’e gitti. Burada Fransızca’sını ilerletti, İstanbul’dan aldığı bir emirle maliyecilik üzerine çalıştı. 1854 de İstanbul’a döndü, bir müddet yine Tophanede çalıştı sonra meclis-i maarif azalığına getirildi. Reşit Paşanın kısa bir müddet için sadaretten ayrılması üzerine sadrazam olan Ali Paşa zamanında görevinden azledildi. Tekrar Reşit Paşanın sadarete gelmesi üzerine Şinasi eski vazifesine döner.
Şinasi, Paris’ten döndükten sonra Avrupai eserlerini vermeye başladı. Fransızca’dan yine manzum olarak tercüme ettiği, bazı manzum parçalarını 1858 da Tercüme-i Manzume adıyla çıkarır. Garptan Nazmen tercümecilik Tanzimat edebiyatı ile başladı. Şiirimize ilk manzum tercüme getiren şinasi oldu. La Fontaine’den tercüme ettiği masala kendi de birkaç manzume yazdığı gibi, Jiberg’ten ,La Martin’den ve bilhassa Racines’den tercümeler yaptı.
Şinasi’nin çok heveslendiği adete gaye edindiği iş, Türkiye’de ilk özel gazeteyi çıkarmaktı. Burada halka, halk diye hitap etmek, onlara garbın yeniliklerini ve yeni fikirlerini tanıtmaya çalışmaktı. Şinasi’den büyük teşvik gören Agah Efendi, Mukaddime isimli ilk baş yazısı Şinasi tarafından yazılan Tercüman-ı Ahval gazetesini çıkardı.(22 Ekim 1860)
Şinasi yeni edebiyatın tefrika ve kitap halinde yayınlanan ilk tiyatro eseri Şair Evlenmesi’ni 1860 da Tercüman-ı Ahval’de tefrika ettirdi. Başlangıçta bu gazetede hevesle çalıştı. Fakat 6 ay sonra bilinmeyen bir sebeple gazeteden ayrıldı. Ayrılışından 1,5 ay sonra kendi adına gazete imtiyazı aldı, bu sefer daha tecrübeli olarak, kendi kurduğu özel matbaada, 28 Haziran 1862 de Tasvir-i Efkar’ı yayınlamaya başladı.
Tasvir-i Efkar’ı Namık Kemal’e bırakarak 1865 de Paris’e gider. Şinasi’nin bu ikinci gidişinde prens Hazım Mustafa Paşanın yardımıyla geçindiği anlaşılıyor. Aynı prensin davetiyle İstanbul’dan kaçarak Paris’e giden ve Paris’te yetiştirilmeleri Şinasi’ye havale edilen, Namık Kemal, Ziya Paşa ve Ali Suavi ile Şinasi’nin ciddi hiçbir münasebet kurmadığı anlaşılıyor. Şinasi’nin Paris’te kaldığı ve bu ikinci devrede vaktini büyük bir Türk lügatı hazırlamakla geçirdiği anlaşılıyor. 1867 de Şinasi ile Paris’te görüşen Fuat Paşanın onu İstanbul’a dönmeye razı etmesi üzerine İstanbul’a gelir. 12 Eylül 1871 de kafasında beliren bir ur sebebiyle ölür.
Şinasi batı etkisindeki Türk edebiyatının kurucusudur. Tanzimat edebiyatını başlatan, batı edebiyatı yolunda ilk nazı ve nesir türlerinde eser veren Şinasi’dir. İlk şiir çevirileri, ilk yerli tiyatro, ilk makale, ilk noktalama işaretleri, ilk özel Türk gazeteciliği onunla başlar. Akılcıdır, Türk toplumuna yeni bir görüş vermek gayesindedir. Halka karşı sorumluluk duygusu ile doludur. << Halk, vatan, millet >> sözcüklerini bu günkü anlamda  ilk olarak o kullanıyor. Yazı dilini sadeleştirmek, <<gittikçe umum halkın anlayacağı bir dille>> yazmak görüşündedir. Şiiri mecazlardan atıp yalın hale koyar. Sanat için sanat ilkesini bırakır, halk için sanat ilkesine bağlanır. Edebiyatımızda ilk defa halk kaynaklarından faydalanır. Dil ve folklor araştırmaları yapar. Eski nazım biçimlerine yeni bir öz, mazmunlu söz yerine konuşma diline giren bir Türkçe yerleştirir. Yeni Türk şiirinin öncüsüdür, Türk şiirini söz oyunlarından kurtarır, şiirimize konuşma dilini getirir. Şiirde ilk kompozisyon bütünlüğü onunla başlar. Divan edebiyatındaki parça güzelliği anlayışına karşı, toplu güzellik konu birliği görüşünü savunmuştur. Tanzimat şiirinin en sağlam mısra yapıcısı, bu günkü şiirimizin yolunu açan Şinasi’dir.
Şinasi kısa cümleli, çıplak fikirli yeni görüşlerle övgülü bir nesir yapısı meydana getirir. Şinasi nesir alnında da kompozisyon yeniliği ile karşımıza çıkar. Eski nesrimiz secilerle süslü, asıl fikirle hiçbir ilgisi bulunmayan sözlerle doludur. Halkın kolaylıkla anlayabileceği tarzda yazan Şinasi, düşüncelerini yalın ve açık bir anlatımla söyler. Söz hünerleri göstermekten kaçınır, yazılarında doldurma sözlere yer vermez, düşüncelerini kısa cümlelerle anlatır. Şinasi’nin Tazimat edebiyatına fikir bakımından getirdiği bir yenilik onun bazı şiirleriyle makale ve fıkralarında cesaretle kullandığı görülen Avrupai mefhumlardır. Şinasi Paris’ten annesine yolladığı mektupta << Dinü, devletü, vatanü , millet yolunda kendimi feda etmek isterim>> demiştir. Vatan ve millet yolunda canını verecek kadar bu varlıkların kutsallığını anlamıştır. Vatan şairi, şerefi millet, gayreti milliye gibi yeni terkipler kullanıyor.
Eserleri: Tercüme-i Manzume(1858), Müntehabat-ı Eş’âr(1862), Mustafa Reşid Paşa için Kasideler(1849-1856-1857-1858)’inde Nef’i etkisi vardır. Anlayış olarak Fransız klasiklerine bağlıdır.,,Şair Evlenmesi (1860) Durb-ı Emsali Osmaniye Kitabın ilk basımında 1500 kadar atasözü ile 300 deyim vardır. İkinci basımında bu sayı 2500 e yükselmiştir. Her iki basımda da bazı sözcüklerin okunuşu hakkında açıklamalar yapılmış, örnekler verilmiştir.
ZİYA PAŞA(1829-1880)
Ziya Paşa 1829 da İstanbul’da doğmuştur. Babası Galata gümrüğü katiplerinden Erzurumlu Ferit Efendidir. Yetenekleri  korumak ve adam yetiştirmek için özel bir dikkat ve gayret gösteren sadrazam Reşit Paşa, Ziya Paşayı değerli bir edip olarak tanıyıp taktir etmişti. Onun saray katipliğine tayin edilmesini sağladı. bu olay şairin hayatının ve sanatının yeni bir istikamete yönelmesinde etkili olmuştur.
Önceleri divan edebiyatı kültürüyle yetişen, o yolda şiirler söyleyen Ziya Paşa batıya döndükten sonra Türk edebiyatına Avrupai bir yön vermeye çalışanlar arasına katılmaya çalışmıştır. Edebiyat yolu ile insan hak ve hürriyetlerini müdafaa etmek, eski dil ve sanat anlayışını değiştirerek Türk edebiyatına Avrupai fikirler sosyal bir çehre vermek, halk diline ve halk zevkine eğilerek halk şiirinin vezin ve şekillerinden faydalanmak, Ziya Paşanın da değer verdiği ve tatbik ettiği hareketlerdir. Ancak Ziya Paşanın bu hareketlere sürekli bir şekilde bağlı kaldığı söylenemez. Ziya Paşa ne en güzel eseri olan şiirlerini söylerken eski dilden ve eski şekillerden ayrılabilmiş ne de yeni görüşlerini şahsi ihtiraslarından uzak bir düşünceye tatbik edebilmiştir.
Bu özellikleri ile Ziya Paşa bir edebiyattan başka bir edebiyata geçiş devrinin eskiden ayrılmayan yeniyi ise tam bir benimseyişle tatbike fırsat bulamayan bir temsilci olmuştur.
Tanzimat edebiyatını meydana getiren 4 mühim unsur onun sanatında da belirleyici olmuştur.Bunlar:  Divan şiiri, mahallileşme cereyanı, aşık tarzı ve bilhassa Avrupa tesiridir.
Eserleri: Endülüs Tarihi, Ziya Paşanın halk diline çok yayılan ve bir çok beyitleri, atasözleri arasına girerek şairine büyük saygı v şöhret sağlayan eseri 1870 de İsviçre’de yazdığı Terkib-i Bend manzumesi olmuştur. Avrupa’da yazılmasına rağmen bütün şiir anlayışından uzak, yer yer sehli mümteni (kolay ve sade görüldüğü halde bulunup söylenmesi ve taklidi zor olan söz) sayılacak kadar güzel söylenmiş hikmet beyitleri ile zengin olan bu Terkib-i Bend Ziya Paşayı Türk şiirinin ölümsüzleri arasına koyan eseridir., Şiir Ve İnşa: Türk edebiyatını modernleştirmenin ve millileştirmenin en üst derecesine çıkar. Divan edebiyatını Türk edebiyatı olarak kabul etmez. Gerçek Türk edebiyatının halk edebiyatı olduğunu söyler. Harabat; Ziya Paşanın Avrupa’dan döndükten sonra düzenlediği divan edebiyatı antolojisidir. Arap, İran, Türkiye ve orta Asya Türkçe’si şairlerinden seçilmiş üç büyük cilt tutarında şiirlerden meydana getirilmiştir. Harabat ön sözünde halk edebiyatını küçümser, divan edebiyatını yükseltir.Şiir ve İnşa^da savunduğu fikirlerden döner. Rüya; Bunu Londra’da bulunduğu zaman yazdı. Küçük bir kitaptır. Paşa Rüya’sını güya Londra’nın bir parkında görüyor. Abdülaziz’in sarayına gitmiştir, padişahla konuşuyor, memleketin halini, meşrutiyetin lüzumunu bunların temini için de ilk şartın Ali Paşanın atılması olduğunu söyler. Veraset Mektupları; Avrupa’da iken güya İstanbul’daki bir dostuna yazdığı iki mektuptan ibaret bir eserdir ki Zafername ve Rüya gibi Ali Paşaya hücum için yazılmıştır.
Makaleleri: İstanbul’daki İbret, İstikbal, Muhbir ve Avrupa’da ki Muhbir ve Hürriyet gazetelerinde neşredilip de, bir kitap altında toplayamadığı Ziya Paşanın kıymetli eserleridir. Eşar-ı Ziya:Kendisi şiirlerini bir kitapta toplamamıştır. Ölümünden sonra Hamdi Paşa tarafından bir araya getirilerek önce 1881 de neşredilmiştir. Bu kitabın eksikleri şair Süleyman Nazif tarafından tamamlanarak ikinci defa 1924 de Külliyat-ı Ziya Paşa adıyla bir araya getirilmiştir. Üçüncü defa 1960 da Ziya Paşanın Şiirleri adıyla basılmıştır. Zafername: Ziya Paşanın diğer tanınmış bir manzumesi Zafernamedir. Önce kaside şeklinde sonra şair tarafından tahmis edilmiş ,daha sonra da şerh edilmiştir. Bu eser Ali Paşa aleyhinde yazılmış mizahi bir manzumedir. Defter-İ Âmal: Sade dille Avrupai hatırat edebiyatının ilk örneklerindendir. J.J. Rousseau’nun dünyaca tanınmış romanı Emile’in etkisiyle yazılmıştır. Halk şiirini ve halk şairlerini lalasından dinleyerek nasıl tanıdığını bu hatıralarından öğreniyoruz. Tercüme Eserleri: Ziya Paşanın ilk tercüme çalışması Viardot’un Endülüs Tarihi üzerinedir. Ethem Paşanın teklifi üzerine sanatla yapılan bu tercüme önce iki cilt olarak 1863 de, sonra dört cilde bölünerek 1887 de neşrolunmuştur. Paşanın ilk esere nispetle daha sade ve tabi bir dille çevirdiği ikinci tarih tercümesi Lavale ve Şerüel’den çevrilen Engizisyon Tarihi’dir. Eser İspanya da engizisyon mahkemelerini bilhassa Musevilere yapılan zulümleri anlatır. Bu tercüme de iki defa basılmıştır (1882-1888). Riya’nın Encamı (ikiyüzlülüğün sonu) meşhur Fransız komedi yazarı Moliere’in Tartüf adlı komedisinin tercümesidir. Moliere’in bu beş perdelik komedisini Ziya Paşa Avrupa’da iken Yeni bir tarzda manzum olarak tercüme etmiştir. 5+5 hecelidir, kafiyesi serbesttir. Ziya Paşa bu eseri ile edebiyatımızda bir devir açmak istemiş, ilk örneği de kendisi vermiştir. Gayet sade bir dil, o zamana kadar edebi dile girmemiş olan bir çok kelimeler kullanmıştır.
Eski edebiyattaki basmakalıp tabirleri atmış, sahta yerine yalan, hakiki yerine gerçek, kendi yerine öz, riyakar yerine yüzlek, nümayiş yerine gösteriş, sania yerine düzen, münasebet yerine yakışık kelimeleri gibi sade Türkçe, halk Türkçe’si kullanmıştır. Düşüp kalkmak, sus olmak, içi durmamak, inandırma yolunu bilmek, düzen kurmak, öfke topuğa çıkmak, gönül çekmek gibi konuşma arasında kullanılan sade ve samimi tabirleri isteyerek kullanmıştır. Bu tecrübesi ile Türk diline, Türk şiir ve edebiyatına bir genişlik kazandırmak ister. Ziya Paşa bu eseri ile edebiyatımıza manzum tiyatroyu ilk sokan yenilikçidir.
NAMIK KEMAL (1840-1888)
21 Aralık 1840'ta Tekirdağ'da doğdu, 2 Aralık 1888'de Sakız Adası'nda öldü. Asıl adı Mehmed Kemal'dir, Namık adını ona şair Eşref Paşa vermiştir. Babası, II. Abdülhamid döneminde müneccimbaşılık yapmış olan Mustafa Asım Bey'dir. Annesini küçük yaşında yitirince çocukluğunu dedesi Abdüllâtif Paşa'nın yanında, Rumeli ve Anadolu'nun çeşitli kentlerinde geçirdi. Bu yüzden özel öğrenim gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. 18 yaşlarında İstanbul'a babasının yanına döndü. 1863'te Babıali Tercüme Odası'na kâtip olarak girdi. Dört yıl çalıştığı bu görev sırasında dönemin önemli düşünür ve sanatçılarıyla tanışma olanağı buldu. 1865'te kurulan ve daha sonra yeni Osmanlılar Cemiyeti adıyla ortaya çıkan İttifak-ı Hamiyet adlı gizli derneğe katıldı. Bir yandan da Tasvir-i Efkâr gazetesinde hükümeti eleştiren yazılar yazıyordu. Gazete, Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nin görüşleri doğrultusunda yaptığı yayın sonucu 1867'de kapatıldı. Namık Kemal de İstanbul'dan uzaklaştırılmak için Erzurum'a vali muavini olarak atandı. Bu göreve gitmeyi çeşitli engeller çıkarıp erteledi ve Mustafa Fazıl Paşa'nın çağrısı üzerine Ziya Paşa'yla birlikte Paris'e kaçtı. Bir süre sonra Londra'ya geçerek M. Fazıl Paşa'nın parasal desteğiyle Ali Suavi'nin Yeni Osmanlılar adına çıkardığı Muhbir gazetesinde yazmaya başladı. Ama Ali Suavi'yle anlaşamaması üzerine Muhbir'den ayrıldı. 1868'de gene M. Fazıl Paşa'nın desteğiyle Hürriyet adı altında başka bir gazete çıkardı. Çeşitli anlaşmazlıklar sonucu, Avrupa'da desteksiz kalınca, 1870'te zaptiye nazırı Hüsnü Paşa'nın çağrısı üzerine İstanbul'a döndü. Nuri, Reşat ve Ebüzziya Tevfik beylerle birlikte 1872'de İbret gazetesini kiraladı. Aynı yıl burada çıkan bir yazısı üzerine gazete hükümetçe dört ay süreyle kapatıldı. Namık Kemal gene İstanbul'dan uzaklaştırılmak için Gelibolu mutasarrıflığına atandı. Orada yazmaya başladığı Vatan Yahut Silistire oyunu, 1873'te Gedikpaşa Tiyatrosu'nda sahnelendiğinde halkı coşturup olaylara neden oldu. Bu haberi İbret gazetesinin yazması üzerine o sırada İstanbul'a dönmüş olan Namık Kemal birçok arkadaşıyla birlikte tutuklandı. Bu kez kalebentlikle Magosa'ya sürgüne gönderildi. 1876'da I. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a döndü. Şura-yı Devlet (Danıştay) üyesi oldu. Kanun-î Esasi'yi (Anayasa) hazırlayan kurulda görev aldı. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı çıkınca II. Abdülhamid'in Meclis-i Mebusan'ı kapatması üzerine tutuklandı. Beş ay kadar tutuklu kaldıktan sonra Midilli Adası'na sürüldü. 1879'da Midilli mutasarrıfı oldu. Aynı görevle 1884'te Rodos, 1887'de Sakız Adası'na gönderildi. Ertesi yıl burada öldü ve Gelibolu'da Bolayır'da gömüldü.
Şinasi'yle tanışmasından sonra şiirlerindeki içerik de değişmiştir. Günlük konuşma dilinden alıntıların yanı sıra, o zamana değin geleneksel Türk şiirinde görülmemiş olan "hürriyet kavgası", "esaret zinciri", "vatan", "kalb-i millet" gibi yepyeni kavramlarla birlikte, doğrudan doğruya düşüncenin aktarılmasını amaçlayan bir tür "manzum nesir" oluşturmuştur. Bosna-Hersek Savaşları, 93 Savaşı gibi olayların yarattığı sonuçlar, onun yazdığı vatan şiirlerini etkilemiştir. Bu şiirlerin en tanınmışları arasında "Vâveyla", "Vatan Mersiyesi", "Vatan Şarkısı" ve "Hürriyet Kasidesi" yer alır. Namık Kemal şiirleriyle şiir tekniğine büyük bir katkıda bulunmuş sayılmazsa da o günler için alışılmamış diri bir sesle konuşmuş olması ve yapıtlarına kattığı yeni kavramlarla Türk şiirini Divan şiirinin edilgen edasından kurtarmıştır. Bütün bu nitelikler onun Vatan Şairi olarak anılmasına yol açmıştır.
Edebiyatı sosyal fayda sağlamak için bir vasıta saydığından İntibah’ın ön sözünde insanın eğlenirken de fayda göreceği bir takım şeylerle karşılaşabileceğini söyler. Bunun yanında Türk hikayeciliği insan ruhunu tahlile çalışmalıdır görüşündedir. Vakaların gerçek ya da gerçeğe yakın olmasını ister ve aynı zamanda vakanın içini bir cemiyetin yaşayış, düşünüş tarzları ile doldurulması gerektiğini söyler. Yazar faydalı bilgilerin telkininde, aşk macerasının cezbesinden onu uyandırdığı ilgi ve heyecandan faydalanmayı ihmal etmez. Bu hususta aşkı bir katalizör olarak görür. Türk klasik halk hikayelerine şiddetle muhalefet etmesine rağmen halk hikayelerinin bazı özelliklerinden kendisini kurtaramaz, halk hikayelerine ait ifadeler kullandığı görülür. Mekan ve olay tasvirlerinde realizm vardır; fakat tabiat ve karakter tasvirlerinde sübjektiftir. Psikolojik tahlillerin lüzumuna inanır; fakat dil ve üslupta henüz istikrara ulaşamadığı için başarılı olamamıştır. Türk edebiyatının ilk tarihi romanı olan Cezmi’de tasvirler sübjektif, psikolojik tahliller kifayetsizdir. Romantizmin tesiri ile sanatkarane üslubun en mükemmeline kavuşur ve kendisinden sonrakilerde bu çığırın öncüsü olur. Cezmi tarihten ve şark şiirinin unsurlarından istifade etmesine rağmen bazı tasvir ve portreleri ile garba yaklaşır.
Tiyatro türüne özellikle önem veren Namık Kemal, altı oyun yazmıştır. N. Kemal tiyatro türünde Şekspir’e hayrandır. Bir yurtseverlik ve kahramanlık oyunu olan Vatan Yahut Silistire yalnız ülke için değil, Avrupa'da da ilgi uyandırmış ve beş dile çevrilmiştir. N. Kemal’in ilk ve şöhreti en yaygın tiyatro eseridir. 4 perdedir. Tiyatro tekniği bakımından zayıftır. Olayların tertibi, birbirine bağlanması basittir. Sahnelerin çoğu diyalog şeklindedir. Eserde tez- antitez çatışması yoktur. N. Kemal’in sağlığında oynanmasını gördüğü tek piyestir. N. Kemal’in şahıs ve tiyatro tarihimiz bakımından önemlidir. Magosa’ya sürülmesi bu piyesin yüzündendir. Konusu vatanseverliktir.
 Magosa'dayken yazdığı Gülnihal'de baskıya ve zulme karşı duyduğu tepkiyi dramatik bir biçimde dile getirmiştir. Oyunun sahnelenmesinde pek çok bölüm sansür tarafından çıkarılmıştır. Namık Kemal’in tiyatroları içinde en başarılı olanıdır. Olaylar birbirine girmemiştir. Sahneler canlı, bağlantılar ustalıklıdır. Piyesin asıl adı Raz-ı Dil’dir. Fakat sonradan hem birçok yerlerini kaldırmış, hem de adını değiştirmiştir. N. Kemal, bu oyununda da vatan sevgisine yer vermiş, bu temel düşüncesini belirtmek fırsatını kaçırmamıştır. Burada şahıslar ihtiraslıdır. Duygu ve heyecanlar, fikrin yerini almıştır. Dili konuşma diline yakındır. Eserde yine Victor Hügo ve Şekspir’in tesiri vardır. 5 perdedir. Piyesin kadın kahramanlarından Gülnihal’in masum bir aşk sırrıdır. Fakat Gülnihal gerçekte zulüm ve istibdat aleyhine yazılmış bir eserdir. Burada Gülnihal’in gönlündeki asıl sır, istibdata karşı ayaklanmadır.  Namık Kemal yine Magosa'da yazdığı Akif Bey'de, yurtsever bir deniz subayının göreve koştuğu sırada karısının kendisine bağlılık göstermeyişini anlatırken, ahlaksal bir yorum da getirir. N. Kemal’in Magosa’ya giderken tasarladığı, zindana konulduğu gece yazmaya başladığı 5 perdelik bir eserdir. Eser en kahraman bir kocaya bile ihanet edebilecek kötü ruhlu bir kadının, aile ve toplum hayatında oynadığı yıkıcı rolü sahneye koyar. Tiyatro tekniğine en uygun olarak bilinen  eseridir. Psikolojik özellikler zayıftır.
 Zavallı Çocuk'ta görücü yoluyla evlenmeye karşı çıkar. Yazarın Magosa’ da yazdığı 3 perdelik bir eseridir. N. Kemal bu eserinde, annelerin- babaların arzu ve baskılarıyla tanımadıkları, sevmedikleri kimselerle evlenmek zorunda kalan genç kızların çok hazin hayatlarını sahneye koymuştur. Zavallı Çocuk, romantik Avrupa edebiyatında görülen, en popüler eserini Alexandre Dumas’ın Kamelyalı Kadın adlı eseriyle verem edebiyatı ile intihar edebiyatı hareketlerini Türk edebiyatına aksettiren ilk eserlerdendir. 18.asır Alman Gote’nin romanıyla başlayan intihar edebiyatı modası, Fransız şair Victor Hügo’yu da etkisi altında bırakmıştır.  Hernani adlı tanınmış dramını böyle romantik bir intihar olayı ile bitirmiştir. Bu piyesin hikayeden farkı, şahısların sahneye girip çıkmasından ibaret gibidir. Piyeste harekete yer verilmiştir. Karakterlerde devamlılık yoktur. Bu tek basit piyesin tesiri oldukça büyüktür. Zavallı Çocuk çıktığı zaman, o devrin bütün yazarlarına örnek oldu. Herkes böyle ölüm döşeğinde birleşen gençler motifi ile piyesler yazmaya başladılar On beş perdelik Celaleddin Harzemşah, Namık Kemal'in en beğendiği yapıtı olarak bilinir. Oyun, Moğollar'a karşı İslam dünyasını koruyan Celaleddin Harzemşah'ın kişiliği çevresinde gelişir. Bu yapıtta Namık Kemal, İslam birliği düşüncesini kapsamlı bir biçimde sergilemiştir. Kara Bela: Hindistan’da Babürlüler Devleti  sarayında geçen bir olay, N. Kemal’in en son ve en zayıf bir eseri olarak kabul edilir. Padişahlara ders verilmek istenmiş, sarayların iç yüzünü halka göstermek amacıyla yazılmış gibidir. Egzotik bir özellik taşır. Vaka Hindistan’da geçer.
Namık Kemal'in ilk romanı olan İntibah 1876'da yayımlanmıştır. Ruhsal çözümlemelerinin, bir olayı toplumsal ve bireysel yönleriyle görmeye çalışmasının yanı sıra, dış dünya betimlemeleriyle de İntibah Türk romanında bir başlangıç sayılabilir. Eleştirmenler Namık Kemal'in bu romanda yüksek bir edebi düzey tutturamadığı görüşünde birleşirler. N. Kemal, bu ilk romanını Son Pişmanlık adıyla Magosa’da yazmıştır. Maarif Nezareti romanın adını İntibah’a çevirmiştir. Yazar İntibah romanıyla yine bir aile konusunu ele almış, kötü kadınların ihtiras, entrikalarına kapılarak,hem kendilerini, hem başkalarını mahveden gençlerin romanını yazmıştır. Alexandre Dumas’ın etkisi vardır.Dört yıl sonra yayımladığı Cezmi, tarihsel bir romandır. Kırım Şehzadesi Adil Giray'ın yaşadığı aşk ve Cezmi'nin onu kurtarmak isterken geçirdiği serüvenlerle gelişen romanda, Namık Kemal'in tam anlamıyla Avrupa Romantizmi'nin etkisinde olduğu izlenir. Namık Kemal  bu romanı Midilli’de yazmıştır. Vakası 16.yy’dan alınmıştır. Eser iki cilt olarak tasarlanmış fakat tek cilt olarak yazılmıştır. 1. Ciltte Cezmi’ye çok az yer verip Adil Giray’a çok yer vermiştir. Cezmi’nin her sayfasında N. Kemal’in şahsiyeti belli olmaktadır. Kahramanları kendi ağzından konuşturan, duygularını heyecanlarını ortaya koyan odur. Yazar, savaş ve siyaset olaylarında tarihten hiç ayrılmamıştır. N. Kemal son devirlerde yazdığı Vaveyla şiirinde, Celaleddin Harzemşah dramında olduğu gibi bu eserinde de İslam birliği ülküsünü öne sürmüştür.
Namık Kemal'in yaşamı boyunca ilgi duyduğu alanlardan birisi de tarihtir. Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş ve yükseliş dönemlerini anlattığı Devr-i İstila yayımlandığında büyük ilgi görmüştür. 1872'de çıkan Evrak-ı Parişan'da, Selahaddin Eyyubi, Fatih gibi tarihi kişilikleri, Barika-i Zafer'de İstanbul'un alınışını anlatır. Ahmed Nâfiz takma adıyla yayımladığı Silistire Muhasarası ve Kanije, yine Osmanlı tarihine ilişkin kahramanlık olaylarını ele alan kitaplardır. Namık Kemal'in, tarih konusunda en kapsamlı çalışması olan Osmanlı Tarihi'nde, Hammer'in etkisinde kaldığı, yapıtın bilimsel olmaktan çok, eğitici değer taşıdığı konusunda görüşler ileri sürülmüştür. Yarım kalan bu yapıtın ilk basımı II. Abdülhamid tarafından yasaklanmıştır. 1975'te yayımlanan Büyük İslam Tarihi adlı yapıtındaysa Namık Kemal, İbn Haldun, İbn Rüşd gibi yazarlardan yararlanmış olduğunu belirtmiştir.
Eserlerinde yapmaya çalıştıklarını şöyle sıralayabiliriz:
1-      Avrupa’da gördüklerini anlatmak
        2. Ülkesinde ilerlemeye engel gördüğü noktaları saptamak
        3. İlerleme hedeflerini göstermek
        4. Bunun için nelerin düzeltilmesi gerektiğini ve reformun hangi araçlarla yapılacağını araştırmak.
TENKİTLERİ
N.Kemal edebiyatımızda ilk eleştiri örneklerini verir. Edebiyatla ilgili eleştirilerin temel düşüncesi, eski edebiyatı yıkmak, yeni edebiyatı kurmaktır. N. Kemal, devrinin en bilgili bir edibidir. Gerek dillerini ve kültürünü, gerekse Batı kültürünü büyük zekası, dikkati ve alakasıyla elde etmiş bulunur. Hemen bütün yazılarını, fikri, edebi ve sosyal bir tenkit havası içinde yazan N. Kemal’in edebi tenkitleri birkaç türlüdür. Bunların bir kısmı şairin  Tasvir- i  Efkar’a yazdığı EDEBİYAT HAKKINDA BAZI MÜLAHAZAT yazısı gibi, onun  edebiyat görüşünde dile dair fikirlerini, edebiyatın milli bağları kuvvetlendirme rolündeki hizmetlerini belirttiği makalesi ile, bir çok mektuplarında, muhtelif vesilelerle ileri sürdüğü, fikir, görüş, bilgi, tenkit ve ikazlarıdır. Diğer bir kısmı şairin bazı eserlerinin ön sözünde, aynı konulardaki bilgi, fikir görüşlerini dile getirdiği eski ve yeni edebiyata ait fikirlerini belirtmek ihtiyacı ile yazdığı yazılardır. Şair bir kısım tenkitlerini de mektup şeklinde yazmıştır. Bunlar:
İRFAN PAŞA’YA MEKTUP :   N. Kemal devrinin eski edebiyat mensuplarından İrfan Paşa, eski tarzda söylediği şiirlerini Mecmua-i  İrfan Paşa adı verilen bir eserde toplamış ve bu eserin ön sözünde Yeni Edebiyat mensuplarına bazı taşlamalarda bulunmuştur. N. Kemal bu vesile ile İrfan Paşa’ya hitaben yazdığı mektup şeklinde bir tenkit yazısında, Eskilerin diline, edebiyat anlayışlarına, kullandıkları teşbihlere, bu arada İrfan Paşa’nın eserindeki yanlışlara ait fikirlerini belirtmiştir. 1874’te Magosa’da yazmıştır.
TAHRİB-İ HARABAT :   Ziya Paşa’nın Harabat’ını tenkit amacıyla yazılmıştır.. Ziya Paşa bu eseri ile beraberce yıkmaya çalıştıkları eski edebiyatı diriltmeye çalışmıştır. Üstelik bu esere N. Kemal’i dalkavuk saydığı bazı methiyeler koymuştu. Ziya Paşa, kendi antolojisine, çokça kendi şiirinden koymuş; buna karşılık esere N. Kemal’i almamıştı bu sebepten doğan Tahrib-i Harabat alaylı, iğneli bir lisanla yazılmış zevkli bir tenkit eseridir. N. Kemal, Z. Paşa’nın manzum mukaddimesinde, edebiyat tarihi, tarih, hatta coğrafya bakımından yaptığı hatalarını affetmemiş, hayli kırıcı bir lisanla hicvetmiştir. N. Kemal bir çok Arap, İran ve Türk divan şairleri hakkındaki fikirlerini kitapta söylemiş ve kafiye hakkındaki görüşlerini de dile getirmiştir. 1874’te Magosa’da yazılmıştır.
MUKADDİME-İ CELAL :   Bu yazısında Yeni Edebiyat bilhassa Türkiye’nin ilerlemesi bakımından ısrarla üzerinde durduğu tiyatro türünün müdafaasını yapar. Celal Mukaddimesi Türk edebiyatında o devir için yeni olan tenkit türünün en büyük örneklerinden biridir.
RENAN MÜDAFAANAMESİ :   Fransız Ernest Renan’ın İslamiyet ve maarif hakkında bir konferansı uzun zaman gazetelerde konu edilir. N. K. Bu konferans dolayısıyla İslamiyet’in maarifi terbiye eden, yol göstericiliğini anlatmıştır. Önce Renan’ın küçük bir biyografisini vermiştir. Bu sözü geçen yazar Akademiye girmiş bir ilim adamı olduğu halde onun dinler karşısında olan tutumunu belirtmiştir. Onun gençliğinde Papaz Okulu’nda okuduğunu fakat papazlıkla fikir bakımından anlaşamadığı için o okulu terk etmiştir. Renan’ın İslamiyet aleyhindeki tenkitlerinin böyle bir temelden hareket ettiğini anlatmıştır. Bu tenkit eseri, N. Kemal’in İslam ve İslam medeniyeti sahasındaki geniş kültürünü ortaya koyar. 56 sayfa kitap halinde 1908’de basılmıştır.
NAMIK KEMAL’İN MEKTUPLARI
N.Kemal, İstanbul’da, Avrupa’da bilhassa Magosa’da Midilli, Rodos, Sakız’da iken üstatlarına, dostlarına, ailesine, tanıdığı tanımadığı genç istidatlara çok sayıda mektuplar yazmıştır. Bu mektuplar, zaman zaman bir gazete neşriyat kadar tesirli olmuştur. Bu mektuplar kendi hayatı, şahsiyeti kadar devrinin fikri, siyasi ve edebi hayatını da aydınlatan vesikalardır. N. Kemal’in bir kısım mektuplarında çok samimi ve sade bir konuşma lisanı vardır. Şahsi değerlerine saygı duyduğu kimselere yazdığı mektuplarda ise ciddi bir ifade görülür. Kısaca N. Kemal’in mektupları onun maddi-manevi bütün hususiyetlerini, metanet, izzet-i nefis, hiddet, şiddet tabiatlarını, kimlere karşı ne zaman yumuşak sözlerle hitap ettiğini, psikolojisini, genel kültür ve düşünüşünü aksettiren çok mühim vesikalardır. Türk Dil Kurumu tarafından 1967-1969’da 4 cilt tutarında Namık Kemal’in Mektupları adıyla neşredilmiştir.
Makaleleri: edebiyata,tarihe hukuka, tenkide dair telif ve tercüme, çeşitli  makaleleri Makalat-ı Siyasiye ve Edebiyye isimli kitapta toplanmıştır.
ESERLERİ (başlıca): Oyun: Vatan Yahut Silistire, 1873 (yeni harflerle, 1940); Zavallı Çocuk, 1873 (yeni harflerle, 1940); Akif Bey, 1874 (yeni harflerle, 1958); Celaleddin Harzemşah, 1885 (yeni harflerle, 1977); Kara Belâ, 1908. Roman: İntibah, 1876 (yeni harflerle, 1944); Cezmi, 1880 (yeni harflerle, 1963). Eleştiri: Tahrib-i Harâbât, 1885; Takip, 1885; Renan Müdafaanamesi, 1908 (yeni harflerle, 1962); İrfan Paşa'ya Mektup, 1887; Mukaddeme-i Celal, 1888. Tarihsel Yapıt: Devr-i İstila, 1871; Barika-i Zafer, 1872; Evrak-ı Perişan, 1872 (yeni harflerle, 1973); Kanije, 1874; Silistire Muhasarası, 1874 (yeni harflerle, 1946); Osmanlı Tarihi, (ö.s.), 1889 (yeni harflerle, 3 cilt, 1971-1974); Büyük İslam Tarihi, (ö.s.), 1975. Çeşitli: Rüya, 1893; Namık Kemal'in Mektupları, Ö.F. Akün (yay.), 1972.
ABDÜLHAK HAMİD TARHAN (1852 - 1937)
Tanzimat döneminde batı tesirlerini Türk şiirine sokan şair, tiyatro yazarı ve diplomat. 5 Şubat 1851’de İstanbul’da doğdu. Babası, dedesi ve soyu ilim aleminde isim yapmış şahsiyetlerdi. Dedesi Abdülhak Molla, İkinci Mahmud ile Abdülmecid Hanın hekimliğini yapmış, şiir ve tarihle uğraşmıştı. Babası Hayrullah Efendi ise, meşhur bir tarihçi ve diplomattı.
Türk şiirine batıdan yeni konular, serbest düşünce ve şekiller getirdi. İlk başlarda Tanzimat ekolünün tesirinde kalmış sonra batıyı tanıyınca, klasik edebiyattan ayrılarak batı tekniği ile eser vermiştir. Edebiyatımızın yeni bir çehre kazanmasında Recaizade Ekrem daha çok teorik yönünü işlerken, Hamid yazdıklarıyla bunu uygulamıştır. Eserlerinde batı edebiyatından bilhassa Shakespeare ve Victor Hugo’nun tesirleri açıkça görülür. Şiirlerindeki başlıca konu romantik ve felsefi düşünceler, ölüm duyguları ve insan kaderi hakkındadır. Şiirlerinde pekçok yabancı kelime vardır. Batı yazarlarından etkilenerek yazdığı dramalar Türk tiyatrosuna felsefi düşünceyi sokmuştur. Kendisine son zamanlarda Şair-i azam (en büyük şair) ünvanı verilmiştir.
Abdülhak Hamid Tarhan şiirciliğiyle, diğerleri romancılıklarıyla tanınır. ‘ Sanat sanat içindir.’ görüşünü savunur. Diğer üçü ise sanatın bilgi verme yönünün de bulunması gerektiğini savunmuşlardır.
Abdülhak Hamid Tarhan’ ın şiirlerinde kafiye diğerlerine göre daha basittir. Nesre yakın bir şiir anlayışı vardır. Şiire yeni bir duyuş ve anlayış getirmiştir. Eserlerinde sadece realist anlayış bulunur.
Abdülhak, Namık Kemal neslinin son halkasıdır. Bu yüzden Tanzimat dönemi edebi anlayışı onun eserlerinde tam olarak yerine oturmuştur.
ESERLERİ
Abdülhak Hamid’in eserleri iki grupta toplanmaktadır:
Şiirleri: Makber, Ölü (1885), Kahpe (1885), Bala’dan Bir Ses (1911), Validem (1913), Yadigar-ı Harb (1913), İlham-ı Vatan (1918), Tayflar Geçidi (1919), Garam (1919), Yabancı Dostlar (1924).
Tiyatroları: Hamid’in tiyatroları mensur ve manzum olmak üzere iki kısımdır. Mensur tiyatroları: Macera-ı Aşk (1873), Sabrü Sebat (1875), İçli Kız (1875), Duhter-i Hindu (1876), Tarık yahut Endülüs’ün Fethi (1879), İbn-i Musa (1880), Finten (1898). Manzum tiyatroları: Nesteren (1878), Tezer (1880), Eşber (1880), Sardanapal (1908), Liberte (1913).



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.