TANZİMAT EDEBİYATI
1839’da tahta çıkan
Abdülmecid (1839-1861), Reşit Paşanın etkisiyle, Tanzimat Fermanı ya da Gülhane
Hatt-ı Hümâyunû denen siyasal bir ferman yayınlamış, ülkede siyasal ve sosyal
bazı düzenlemeler yapılacağını duyurmuştu. Bu nedenle, 1839’da başlayan yeni döneme
Tanzimat (düzenlemeler) dönemi denir. İkinci bir belge 1856’da Islahat Fermanı
adıyla yayınlanmış. Abdülmecid’ten sonra Abdülaziz (1861-1876) padişah olmuş ve
1876’da Tanzimat dönemi kapanmıştır.
3 Kasım 1839’da ilan
edilen Tanzimat fermanıyla tebaaya can ve mal güvenliği, kanun önünde eşitlik,
vergilerin tarh ve tahsilinde adalet, askerlik hizmetlerin herkese teşmili ve
mülki ıslahat vaat edilmekteydi. Böylece batıda 17. Yüzyıl filozofları
tarafından ortaya atılıp Fransız ihtilalinden sonra gerçekleştirilen
vatandaşların eşitliği prensibi Osmanlı imparatorluğunda da devletçe
benimsenmiş oluyordu. Fermanda ön görülen müslim ve gayri müslim tebaanın kanun
önünde eşitliği doğrultusunda bütün tebaaya uygulanmak üzere Fransız Ceza
Kanundan esinlenerek 1840 yılında Kânun-u Cerâim çıkarıldı. Bunu 1850’de
Ticaret Kanunun alınması takip etti. Bu kanunların uygulandığı, Nizamiye
mahkemelerinde Batı yargı usulleri tatbik edildi ki böylece eğitimin yanında
hukuk sahasında da ikili bir uygulamaya geçildi. Ne var ki fermanda öngörülen
reformlardan çoğu uygulanamadı. Askerlik bütün tebaaya teşmil edilmedi, vergi
reformu gerçekleştirilemedi, idari ıslahat sözden ibaret kaldı. . Bunun
üzerine, 18 Şubat 1856 tarihinde Islahat Fermanı ilan edildi. 1839-1856 yılları
arasında yapılan ıslahatlar Mustafa Reşit Paşa tarafından yürütülürken,
1856’dan sonraki ıslahatlarda büyük ölçüde Ali ve Fuat Paşalar söz sahibi
oldular ve kuvvetli bir Fransız etkisi görüldü. Bu dönemin en önemli olayı
Fransa’daki Conseil d’Etat’ın benzeri olan Şûrâ-yı Devletin kurulmasıdır. Küçük
çapta bir parlemontaya benzetilen böyle bir müessese Osmanlı tarihinde ilk defa
görülüyordu. Ne var ki Şûrâ-yı Devlet kısa zamanda önemini kaybederek
"Şûrâ-yı Evet" haline gelmiştir.
Genel
özellikleri:
1-
Bir halka
iniş hareketidir.
2-
“Dilde bu
nedenle halkın konuştuğu dile yaklaşmalıdır.” görüşü hakimdir.
3-
Divan
edebiyatı milli bir edebiyat olmamakla suçlanır ve modern Türk edebiyatının
ancak “Halk Edebiyatına bağlanmakla” kurulabileceğine inanılır.(Ziya Paşa
Harabat’ın önsözü)
4-
Namık Kemal
ve Ziya Paşa dilde nispeten sanatkârane(ağır ve süslü) bir yol izlediler. Ahmed
Midhat onlara nazaran sadece kelime açısından değil üslûp bakımından da halk
diline yaklaştı. Ancak; Tanzimat yazarları daha çok Namık Kemal’i örnek
aldılar.
5-
Edebiyatı
bir sosyal hizmet alanı olarak görürler.
6-
Bu dönemde
meydana getirilen eserlerde Türk edebiyatı eski edebiyatınsoyutluğundan
kurtuluyor ve somut bir şekilde hayatı aksettiriyordu.
7-
Tanzimatçılara
göre eski edebiyat kurallar ve klişelerden(mazmun) oluşuyordu. Konular, tabiat,
hayal, güzellik, sevgili tipi, aşk, dil vs. her şey klişeleşmişti. Tanzimat
devri sanatçısı kurallardan tam olarak kurtulamamışsa da klişelerden büyük
ölçüde kurtulacak, hayatın karşısına aracısız çıkarak bir birey olduğunun farkına
varacaktı.
8-
Böylece
edebiyata yeni bir tabiat görüşü, estetik anlayışı ve doğrudan hayattan alınan
yeni konular girdi.
9-
Tanzimat
sanatçısı hürriyetinin yanında sanatçının yaratıcılığının da açığa çıkmasını
sağlamştır.
10-
1875 yılına
kadar sosyal fayda formülüne bağlı kalan Tanzimat edebiyatı bu tarihtensonra
kendini romantizme kaptırdı.
11-
Romantizm
yukarıda özelliklerini verdiğimiz eski edebiyatın alışkanlıklarına da uygundu.
12-
Namık Kemal
ile başlayan Romantizme kayış Recaizade Ekrem ve Abdülhakhamid’in de katılmasıyla
kesinleşti ve Tanzimat edebiyatı bu tarihten sonra romantizme büyük ölçüde
bağlı kaldı.(Ayrıca romatizm dışında realizm ve natüralizm denemeleri de
yapılmıştır.)
13-
Tanzimatın
birinci nesli: Şinasi Namık Kemal, Ziya
Paşa, Ahmed Midhat, Ahmed Vefik Paşa
İkinci Nesli
: Recaizade Ekrem, Abdülhakhamid,
Samipaşazade Sezai Nabizade Nazım’dır.
İkinci nesil bireyci, sanat sanat içindir görüşünü benimsedi. Bunda
Abdülhakhamid’in büyük etkisi vardır.
Ahmed Midhat(1844-1912)
Ahmet Mithat Efendi
Tanzimat devrinde halka okuma zevkini
aşılayan büyük gazeteci ve romancımızdır. İstanbul’da doğmuştur, 5 yaşında
babasını kaybettiği için büyük sıkıntılara düşer ve bir dükkana çırak girer.
İlköğrenimini abisinin aynında Vidin’de yaptı. Miş Rüştiyesini bitirir.
Rusçukta Mektub-i Kaleme girer. Bir yandan da fransızca öğrenir. Tuna
Gazetesine yazılan yazar 1868’de Bağdat Valiliği’ne tayin edilen Mithat Paşa
ile beraber oraya giderek, Vilayet Gazetesi’nde çalışır. Sonra Bağdat’da bir
basımevi kurarak Zevra Gazetesi’ni çıkarır. İstanbul’a döndüğünde Ceride-i
Askeriye ve Basiret Gazetelerine yazar ve burada da küçük bir matbaa kurarak
Dağarcık, Kırkambar dergilerini, İbret, Devir, Bed..... gazetelerini çıkarır. İbretteki bir yazısı
yüzünden tutuklanır ve Rodos Adasına sürülür İlk romanlarını ve oyunlarını
burada yazar. Abdülaziz tahttan indirilince İstanbula döndü. Bu arada da bazı
müdürlüklerde bulunur. Gazeteciliğimizde önemli yeri olan Tercüman-i Hakikat
Gazetesini çıkarır. Bu gazetedeki makale ve romanlarıyla halk arasında şöhreti
artar. Gazetecilik yapan, durmadan kitap çıkaran A. Mithat, bir yandan da resmi
görevine devam eder. Stokholm’de toplanan Müşteşrikler kongresine katılır.
Üniversitede tarih, öğretmen alimleri okullarında pedagoji okutur, İstanbul’da
öğretmenlik yaptığı Darü’l-Şafaka’da kalp krizinden ölür.
Hikaye ve
romanlarında ulaşmak istediği hedef; Türk halkında çağdaş medeniyete uymayan
düşünüş ve yaşayış tarzını değiştirmektir. Batının müspet dünya görüşünü, batı
kültürünün ilk bilgilerini aktarmak istemiştir. Bu maksadın gerçekleşmesi için
de vakası Avrupa’da geçen romanları elverişli bulur. Sosyal fayda peşinde
koşarak okuyucuya faydalı bulduğu telkinleri ön plana alan yazar, bu hususta
modern hikaye ve romana bağlanmak lüzumunu duymaz. Buna rağmen tertip ve
tasvirin de mühim olduğunu söylemekten kendisini alamaz. İyi bir tertip için ise romanın yalnız bir kişinin tercüme-i halinden
ibaret olmaması gerektiğini, vakada muhayyilenin yerinin de olduğunu belirterek
‘’Hayal gerçeğin üzerine oturtulmalı, vaka da inanılmayacak şeyler ve anormal
tesadüfler bulunmamalıdır’’ düşüncelerini Pol de Coc’tan çevirdiği bir eserin
ön sözünde belirtir.
Yazara göre milli
roman vakası cemaat-i İslamiye arasında geçmekle beraber kahramanların ferdi
hayatlarını da vermelidir. Kahramanların hayatının yanı sıra, topluluğun
hayatını işleyen romanlara da yerli roman adını verir. Ahmet Mithat Efendi
romanlarında Aleksandır Duma Per’i örnek alarak muhayyileye yer verirken şahsi
gözlemlerine de yer verir. Hasan Mellah’ın ön sözünde ‘’roman yazmaktan
maksadım sadece vakanın anlatılması değil aynı zamanda insanın psikolojik
muhtevasını da araştırmaktır’’ der.
Fakat bu davranışında
başarılı olduğu şüphelidir. Voltaire 20 Yaşında ile biyografik romanın,
Acayib-i Alem ile fenni romanın, Müşahedat ile natüralist romanın, Hasan Mellah
Hüseyin Fellah romanı ile romantik romanın tesiri altındadır. Fakat şahsi
gözlemleri ile bunları yer yer realist atmosfere sokar. Romanı belli düşünce ve
bilgileri verilmesi için çekici bir vasıta sayan Ahmet Mithat, hikaye ve
romanlarının teknik esaslarını batıdan almakla birlikte halk hikayelerinin
anlatış tekniğinden faydalanmayı da ihmal etmemiştir. Felatun Bey ile Rakım
Efendi romanı ile örf ve adet mücadelesi edebiyatımızda akis bulur.
Sami Paşazade Sezai
1860'ta İstanbul'da
doğdu. Devrin ileri gelen isimlerinden Sami Paşa'nın oğludur. Özel öğrenim
gördü. Yirmi yaşına kadar resmi bir görev almayıp, edebiyat konusundaki
bilgilerini artırmayı tercih etti. 1880'de Evkaf Nezareti Mektubi Kalemine memur
oldu. Babasının ölümünden sonra da Londra elçiliği ikinci katipliğine atanan
Sezâyi, orada kaldığı dört yıl boyunca İngiliz ve Fransız edebiyatlarını
yakından izledi. Elçilikteki görevinden İstifa ederek İstanbul'a döndüğünde
İstişare Odasına memur oldu. Yedi yıl süren bu ikinci dönem memuriyetinde
(1885-1901) sanatını olgunlaştırdı.
Sergüzeşt romanı
yüzünden göz hapsine alındığını düşünerek bundan kurtulmak için Paris'e gitti
ve Meşrutiyet'in ilanına kadar da orada kaldı (1908). İstanbul'a döndüğünde Madrid
elçisi olarak görevlendirildi. Birinci Dünya Savaşı başlayınca Madrit'ten
İsviçre'ye geçti, savaşın sonuna kadar burada kaldı. Mütareke devrinde emekli
olarak İstanbul'a döndü (1921). Son yıllarında kendisine, Büyük Millet
Meclisi'nin kararıyla "Hidamat-ı vataniyye tertibinden" maaş bağlandı
(1927) ve 26 Nisan 1936 tarihinde İstanbul'da öldü.
Sami Paşazade realizmi
edebiyatımıza sokan yazar olarak tanınır.
İlk kez Avrupai tarzda küçük hikayeler
yazmıştır.Sergüzeşt de devrin
cariyeli köleli büyük konak hayatını görmekteyiz. Tanzimat dönemi ikili düşünüş
ve yaşayış tarzını bir konağı günlük hayatı içinde ve çok realist bir şekilde
işlendiğini görmekteyiz. Eserde karakter ve mekan tasvirleri realisttir. Yer
yer romantik atmosfer göze çarpar ki bu hali ile romantizmden realizme geçişin
ilk denemesi olarak kabul edilir. Yanlış bir medenileşme anlayışı içerisinde,
devsin aydınları bu konuyu işlemekten kendilerini alamamışlardır. Sergüzeştte
görülen tasvirlerde bazı acemi haller göze çarpar.
ESERLERİ
Roman:Sergüzeşt,Hikaye:Küçük Şeyler.,Oyun:Şir (arslan),Araştırma:Rumuzu’l- Edeb.Mektup-Sohbet:İclal
Roman:Sergüzeşt,Hikaye:Küçük Şeyler.,Oyun:Şir (arslan),Araştırma:Rumuzu’l- Edeb.Mektup-Sohbet:İclal
Recaizade Mahmut Ekrem(1847 – 1914)
Tanzimat döneminin önemli edebiyatçılarından biri olan Recaizade
Mahmut Ekrem 1 Mart 1847'de İstanbul'da doğdu. 1858'de Mekteb-i İrfan'da
öğrenimini tamamladı. Hariciye Mektubi Kalemi'ne memur olarak girdi. Bu görevi
sırasında Namık Kemal ile tanıştı ve onun yönetimindeki Tasvir-i Efkar
gazetesinde yazmaya başladı. 1867'de Namık Kemal Avrupa'ya kaçarken gazetenin
yönetimini Recaizade Ekrem'e bıraktı. Siyasetle ilgilenmedi ve kendisini
tamamen edebiyata verdi. Yazılarını Ahmet Mithat Efendi'nin çıkardığı Dağarcık
dergisinde yayımlamaya başladı. Batı edebiyatından çevirmeler yaptı.
1877'de Şura-yı Devlet üyeliğine getirildi. 1878'de Mülkiye
Mektebi'nde başladığı öğretmenlik mesleğini Galatasaray Sultanisi'nde sürdürdü.
Bu okullarda verdiği derslerin notlarını 1883'te Talim-i Edebiyat kitabında
topladı. Bu kitap özellikle şiir konusunda getirdiği yeni bakış açısı ile
önemli bir yapıttı. 31 Ocak 1914'te İstanbul'da öldü. Öldüğünde Meclis-i Ayan
üyesiydi. Recaizade Ekrem'in Türk edebiyatına önemli katkılarından biri de
1895'ten sonra öğrencilerini Tevfik Fikret'in yönetiminde Servet-i Fünun
dergisi çevresinde toplaması ve Edebiyat-ı Cedide'nin doğuşuna öncülük
etmesidir.
Eserleri
Şiir: Name-iSeher,
Yadigar-ı Şebab, Zemzeme (3 cilt)
Roman : Araba Sevdası, Öykü; Muhsin Bey Yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi, Şemsa
Oyun : Afife Anjelik, Vuslat Yahut Süreksiz Sevinç, Çok Bilen Çok Yanılır,
Roman : Araba Sevdası, Öykü; Muhsin Bey Yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi, Şemsa
Oyun : Afife Anjelik, Vuslat Yahut Süreksiz Sevinç, Çok Bilen Çok Yanılır,
Çeşitli ; Talim-i Edebiyat,
Takdir-i Elhan, Pejmürde, Nijad-Ekrem.
Recaizade Tanzimat’ın birinci dönemi ile ikinci dönemi edebiyatı
arasında birleştirici bir çizgi görevindedir. Recaizade’nin eserlerinde realist
anlayışı buluruz. Recaizade Mahmud Ekrem’ in ilk yazıları kitap halinde değil
gazetelerde yayınlanmıştır. Güzel sanatlarla edebiyat arasındaki ilişkiyi
eserlerine yansıtmıştır. Eserlerinde sıkça tasvir kullanmıştır.
Recaizade Araba Sevdası adlı romanını da yanlış
yenileşmeyi ele almak üzere kaleme alır. Romanda gerek vaka gerekse karakterler
tamamı ile yerli ve tabidir. Karakterlerin ve olayların tasvirinde realizme
sadık kalmış, 1880 den sonra görülmeye başlayan realist eğilime başarılı bir
örnek olmuştur. Araba Sevdası
alafranga ve hissi terbiyenin hicvidir. Bu açıdan Felatun Beyle Rakım
Efendi eseriyle arasında benzer bir tema vardır.
Nabizade Nazım (1862-1893)
İstanbul’da
doğdu. 1878-1884 yılları arasında, Sübyan mektebinde, Fevziye Rüşdiyesi’nde ve
Beşiktaş Askeri Rüşdiyesi’nde, Mühendishane-i Berri-i Hümayun İdadisi’nde
öğrenim gördü. Topçu teğmeniyken Erkân-ı Harbiye’yi de bitirip ekan-ı harp
(kurmay) yüzbaşısı oldu (1886). Önce, matematik ve askerlik dersleri
öğretmenliği yapan Nabizâde Nâzım, bilahare Erkan-ı Harbiye’de görevlendirildi.
İki yıl Suriye’de çalıştı. İstanbul’a döndüğünde kemik veremine yakalanarak
Haydarpaşa hastahanesinde bir süre yattı ve 6 Ağustos 1893 tarihinde burada
öldü.
Nabizade askeri okulda okumuştur. Edebiyatla burada ilgilenmeye
başlamıştır.Eserlerinde pozitif bilimlerden de faydalanmıştır. Nabizade Nazım
ilk defa köy romanı yazmıştır.Ebiyatımıza yeni kelimeler kazandırmıştır.( ünlemek,
alan vb. )
Tanzimat’ın son yıllarında kendisini
göstermeye başlayan natüralist ve realist eğilimin temsilcilerinden biridir.
Zaman zaman devre hakim romantizm atmosferinden kurtulamamışsa da Zehra ve
Karabibik ile batı anlamındaki realizme çok yaklaşmıştır. Hatta Karabibik’in ön
sözünde realizm ve natüralizm hakkında bilgiler bile vermiştir. Karabibik köyün
bütün hayatını tam bir realizmle aksettirir. Realiteye sadakat düşüncesi ile
köylülerin şivesini aynen vermişti; fakat asıl başarısını Zehra’da gösterir.
Olayın anlatılmasında, olayların geçtiği çevrelerin tasvirinde, karakter
tahlilinde tam bir realizm hakimdir.
ESERLERİ
Roman ve Hikayeleri:Yadigârlarım (1886), Zavallı Kız (1890), Bir Hâtıra (1890), Karabibik (1891) Sevdâ (1891), Hâlâ Güzel (1891), Haspa (1891), Seyyie-i Tesâmüh (1892), Zehra (roman-1886)
Roman ve Hikayeleri:Yadigârlarım (1886), Zavallı Kız (1890), Bir Hâtıra (1890), Karabibik (1891) Sevdâ (1891), Hâlâ Güzel (1891), Haspa (1891), Seyyie-i Tesâmüh (1892), Zehra (roman-1886)
AHMET
VEFİK PAŞA ( 1823-1891)
Tanzimat yıllarında
başlayan milliyetçi çalışmaları ilk siması, ilk yazarı Ahmet Vefik Paşadır.
1823 yılında İstanbul da doğmuştur. Babası Tercüman Ruhiddin Efendidir. Vefik
Paşa ilk tahsilini aydın bir çevre içinde ve mühendishanenin bir kısmında
yapmıştır. Sonra babası ile birlikte Paris’e gitmiş tahsiline orada devam
etmiştir. Sonra çeşitli devlet hizmetinde bulunmuş, Paris elçiliği Edirne,
Bursa valiliği, Darülfünun müderrisliği, Dahiliye Nazırlığı ve Sadrazamlık gibi
vazifeler görmüştür. Bu vazifeler arasında Vefik Paşanın bir takım ikinci sınıf
memuriyetleri de vardır. Fakat Vefik Paşa bu memuriyetlerin hiç birisinde uzun
müddet kalmamış, titiz tabiatı her vazife ve çevre ile bağdaşmayan garip,
acayip hareketleri yüzünden sık sık azledilmiş, bazen kısa bazen uzun müddet
vazifesiz bırakılmıştır.
Vefik Paşa vezirlik
rütbesini Meclis-i Mebusan reisi iken almıştır. Vazifesiz bırakıldığı
zamanlarda daima ilmi ve edebi çalışmaları ile meşgul olmuştur.Baş vekillikten
ikinci defa uzaklaştırıldıktan sonra hiç vazife almayarak ilim yolundaki
çalışmalarına devam etmiştir. 1891 de Rumeli Hisarındaki yalısında
ölmüştür.
Türkçe, Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce, Latince
ve Yunan dilini bilen Ahmet Vefik Paşanın Türkçesi de orjinal bir dildir. Onun
bazen yerine göre çok terkipli ve secili bir dil kullandığı, Arapça ve Acemce
kelimelerle yüklü cümleler sıraladığı olmuştur. Bu dil bazen en sade bir halk
dili, hatta halk söyleyişi şekline girmiştir. Bazı cümleleri de halkın kullanmadığı keyfi bir söyleyiş
biçimiyle örülmüştür. Bununla beraber Ahmet Vefik Paşanın
Lehçe-i Osmani diye
isimlendirmiş olmasına rağmen Türk dilinin bağımsızlığını tanıyor, hatta bunun
için şuurlu emek sarf eder.
Eserleri : Ebulgazi
Bahadır Han’ın Şecere-i Türk isimli kitabını Çağatay lehçesinden Osmanlı
Türkçe’sine tercüme etmiştir. Bu suretle
Orta Asya Türk Moğol tarihinin Osmanlılarca bilinmeyen bir kısmını Türkiye
Türklerine tanıtmak ve bizim milli tarihimizin Osmanlılarda başlamadığını
Türk’ün çok daha eski ve asil bir tarihi olduğunu meydana koymak gibi o çağlar
için büyük ve faydalı hizmet görmüştür. Daha sonra Anadolu Türkçesi’nin ilk
lügat kitabı olan Lehçe-i Osmani
isimli mühim eserini yayınlamıştır. Ahmet Vefik Paşanın yine milliyetçi bir
görüşle hazırladığı üçüncü eseri Atalar sözü isimli Darb-ı Mesel Mecmuası’dır. Paşa bu eserinde yedibin darb-ı mesel
toplamış ve bunları oldukça muntazam bir harf sırasıyla tespit etmiştir. Eser
Türk Darb-ı meseller üzerinde çalışacaklar için zengin bir kaynaktır. Bunlardan
başka tarihe ait Hikmet-i Tarih ve Fezleke-i Tarih-i Osmani gibi eserler
yazan ve bu eserleriylede gerek tarih anlayışına gerek Osmanlı tarihine dair
kuvvetli fikir ve bilgiler vermiştir.
Tercümeleri ve Adaptasyonları: Molier den yaptığı
çevirme ve adaptasyonlar: İnfial-i Aşk, Don Civani, Tabibi Aşk, Adamcıl, Zor
Nikah, Zoraki Tabib, Tartüf, Azarya, Yorgaki Dandini, Okumuşlar, Dekbazlık,
Meraki, Kocalar Mektebi, Savruk, Kadınlar Mektebi, Dudu Kuşları.
Bunların
dışında ;Viktor Hugo nun Hernani isimli tanınmış dramı, Volter in Micro Mega
sı, Lessage’nin Gilbilas ve Fenolonun
Telemak romanı sayılabilir.
İlk
adaptasyonları 1869 da yayınladığı Zor Nikah ve Zoraki Tabib isimli
eserleridir. Vefik Paşa nın bunlardan başka yine Fransızca dan iki
perdelik Arslan Avcıları isimli komedi tercümesi vardır. 1869 da basılan
Yorgaki Dandini adaptasyonu da onun en başarılı eserleri arasındadır. Molier
den tercüme ve adaptasyonlarının sayısı on altıdır.
Şemseddin
Sami(1850-1904)
Tanzimat’ın Türkçülük yolundaki çalışkan
simalarından biridir. Aslen Arnavut olmasına rağmen Türkçülüğe gönül vermiş ve
ilmi Türkçülüğü savunmuştur. Fransızca, İtalyanca ve eski Yunan dillerini
öğrenmiştir. Kendisinin çıkardığı Sabah gazetesinde makalelerini ve
tiyatrolarını tefrika eder. Bir ara Trablusgarp’a sürülür. Daha sonra
affedilerek çeşitli memurluk vazifelerinde bulunur. 1904 yılında ölür.
Herşeyden önce Türk
Lügat ve dil alimi olan Şemsettin sami Fransızca dan Türkçe ye, Türkçe den
Fransızca ya iki cilt eser meydana getirir.
Kamus-ı Fransevi :
Kendinden sonra Fransızca sözlük çalışmalarına bu eseriyle rehber olmuştur.
Altı cilt olarak tertip ettiği Kamusü’l Alam tarih, coğrafya ve meşhur kimseler
ansiklopedesidir. En mühim kaynaklarından biridir. En mühim yanı şarka ait bilgilere
yer vermiş olmasıdır.
Şemseddin Sami nin
önemli bir eseri de Kamus-ı Türk Türk dillerinde kullanılan Türkçe, Arapça,
Farsça, Rumca, Fransızca kelimelerin karşılığını vermiştir. Mukkaddime de Türk
dilini şark ve garp Türkçesi diye iki bölüme ayırır. Şark Türkçesinin daha
Türkçe, daha doğru, garp Türkçesinin de daha ince, daha zarif olduğu görülür.
Bunların yanında
Şemseddin Sami Ahmet Vefik Paşanın bir devamı olarak kabul edebiliriz. Hafta ve
Aile isimli iki mecmua çıkarır. Haftada Osmanlı dilini bir unvan adı olarak ele
alır.
Eserleri: Romanı;Taaşşuk-ı Talât ve Fıtnât(1873) Tiyatroları: Ahde Vefa(1857), Seydi yahya(1875), Gave(1878)’de
yanlış millileşmeyi anlatır.
ŞİNASİ
(1824-1871)
Tanzimat’ın ilanı tarihinde henüz 13-15 yaşlarında bulunan Şinasi İstanbul’da
Tophane civarında doğmuştur. Babası 1828 Türk-Rus harbinde şehit düşen bir
topçu yüzbaşısıydı. Mustafa Reşit Paşanın yardımı ile 1849 da Paris’e gitti.
Burada Fransızca’sını ilerletti, İstanbul’dan aldığı bir emirle maliyecilik
üzerine çalıştı. 1854 de İstanbul’a döndü, bir müddet yine Tophanede çalıştı
sonra meclis-i maarif azalığına getirildi. Reşit Paşanın kısa bir müddet için
sadaretten ayrılması üzerine sadrazam olan Ali Paşa zamanında görevinden
azledildi. Tekrar Reşit Paşanın sadarete gelmesi üzerine Şinasi eski vazifesine
döner.
Şinasi, Paris’ten
döndükten sonra Avrupai eserlerini vermeye başladı. Fransızca’dan yine manzum
olarak tercüme ettiği, bazı manzum parçalarını 1858 da Tercüme-i Manzume adıyla çıkarır. Garptan Nazmen tercümecilik Tanzimat
edebiyatı ile başladı. Şiirimize ilk manzum tercüme getiren şinasi oldu. La
Fontaine’den tercüme ettiği masala kendi de birkaç manzume yazdığı gibi,
Jiberg’ten ,La Martin’den ve bilhassa Racines’den tercümeler yaptı.
Şinasi’nin çok heveslendiği adete gaye edindiği iş,
Türkiye’de ilk özel gazeteyi çıkarmaktı. Burada halka, halk diye hitap etmek,
onlara garbın yeniliklerini ve yeni fikirlerini tanıtmaya çalışmaktı.
Şinasi’den büyük teşvik gören Agah Efendi, Mukaddime isimli ilk baş yazısı
Şinasi tarafından yazılan Tercüman-ı Ahval gazetesini çıkardı.(22 Ekim 1860)
Şinasi yeni edebiyatın tefrika ve kitap halinde
yayınlanan ilk tiyatro eseri Şair
Evlenmesi’ni 1860 da Tercüman-ı Ahval’de tefrika ettirdi. Başlangıçta bu
gazetede hevesle çalıştı. Fakat 6 ay sonra bilinmeyen bir sebeple gazeteden
ayrıldı. Ayrılışından 1,5 ay sonra kendi adına gazete imtiyazı aldı, bu sefer
daha tecrübeli olarak, kendi kurduğu özel matbaada, 28 Haziran 1862 de Tasvir-i
Efkar’ı yayınlamaya başladı.
Tasvir-i Efkar’ı
Namık Kemal’e bırakarak 1865 de Paris’e gider. Şinasi’nin bu ikinci gidişinde
prens Hazım Mustafa Paşanın yardımıyla geçindiği anlaşılıyor. Aynı prensin
davetiyle İstanbul’dan kaçarak Paris’e giden ve Paris’te yetiştirilmeleri
Şinasi’ye havale edilen, Namık Kemal, Ziya Paşa ve Ali Suavi ile Şinasi’nin
ciddi hiçbir münasebet kurmadığı anlaşılıyor. Şinasi’nin Paris’te kaldığı ve bu
ikinci devrede vaktini büyük bir Türk lügatı hazırlamakla geçirdiği
anlaşılıyor. 1867 de Şinasi ile Paris’te görüşen Fuat Paşanın onu İstanbul’a
dönmeye razı etmesi üzerine İstanbul’a gelir. 12 Eylül 1871 de kafasında
beliren bir ur sebebiyle ölür.
Şinasi batı
etkisindeki Türk edebiyatının kurucusudur. Tanzimat edebiyatını başlatan, batı
edebiyatı yolunda ilk nazı ve nesir türlerinde eser veren Şinasi’dir. İlk şiir
çevirileri, ilk yerli tiyatro, ilk makale, ilk noktalama işaretleri, ilk özel
Türk gazeteciliği onunla başlar. Akılcıdır, Türk toplumuna yeni bir görüş
vermek gayesindedir. Halka karşı sorumluluk duygusu ile doludur. << Halk,
vatan, millet >> sözcüklerini bu günkü anlamda ilk olarak o kullanıyor. Yazı dilini
sadeleştirmek, <<gittikçe umum halkın anlayacağı bir dille>> yazmak
görüşündedir. Şiiri mecazlardan atıp yalın hale koyar. Sanat için sanat
ilkesini bırakır, halk için sanat ilkesine bağlanır. Edebiyatımızda ilk defa
halk kaynaklarından faydalanır. Dil ve folklor araştırmaları yapar. Eski nazım
biçimlerine yeni bir öz, mazmunlu söz yerine konuşma diline giren bir Türkçe
yerleştirir. Yeni Türk şiirinin öncüsüdür, Türk şiirini söz oyunlarından
kurtarır, şiirimize konuşma dilini getirir. Şiirde ilk kompozisyon bütünlüğü
onunla başlar. Divan edebiyatındaki parça güzelliği anlayışına karşı, toplu
güzellik konu birliği görüşünü savunmuştur. Tanzimat şiirinin en sağlam mısra
yapıcısı, bu günkü şiirimizin yolunu açan Şinasi’dir.
Şinasi kısa cümleli,
çıplak fikirli yeni görüşlerle övgülü bir nesir yapısı meydana getirir. Şinasi
nesir alnında da kompozisyon yeniliği ile karşımıza çıkar. Eski nesrimiz
secilerle süslü, asıl fikirle hiçbir ilgisi bulunmayan sözlerle doludur. Halkın
kolaylıkla anlayabileceği tarzda yazan Şinasi, düşüncelerini yalın ve açık bir
anlatımla söyler. Söz hünerleri göstermekten kaçınır, yazılarında doldurma
sözlere yer vermez, düşüncelerini kısa cümlelerle anlatır. Şinasi’nin Tazimat
edebiyatına fikir bakımından getirdiği bir yenilik onun bazı şiirleriyle makale
ve fıkralarında cesaretle kullandığı görülen Avrupai mefhumlardır. Şinasi
Paris’ten annesine yolladığı mektupta << Dinü, devletü, vatanü , millet
yolunda kendimi feda etmek isterim>> demiştir. Vatan ve millet yolunda
canını verecek kadar bu varlıkların kutsallığını anlamıştır. Vatan şairi,
şerefi millet, gayreti milliye gibi yeni terkipler kullanıyor.
Eserleri: Tercüme-i Manzume(1858), Müntehabat-ı Eş’âr(1862), Mustafa
Reşid Paşa için Kasideler(1849-1856-1857-1858)’inde Nef’i etkisi vardır.
Anlayış olarak Fransız klasiklerine bağlıdır.,,Şair Evlenmesi
(1860)
Durb-ı Emsali Osmaniye Kitabın ilk basımında 1500 kadar atasözü ile 300 deyim
vardır. İkinci basımında bu sayı 2500 e yükselmiştir. Her iki basımda da bazı
sözcüklerin okunuşu hakkında açıklamalar yapılmış, örnekler verilmiştir.
ZİYA PAŞA(1829-1880)
Ziya Paşa 1829 da İstanbul’da doğmuştur. Babası Galata
gümrüğü katiplerinden Erzurumlu Ferit Efendidir. Yetenekleri korumak ve adam yetiştirmek için özel bir
dikkat ve gayret gösteren sadrazam Reşit Paşa, Ziya Paşayı değerli bir edip
olarak tanıyıp taktir etmişti. Onun saray katipliğine tayin edilmesini sağladı.
bu olay şairin hayatının ve sanatının yeni bir istikamete yönelmesinde etkili
olmuştur.
Önceleri divan
edebiyatı kültürüyle yetişen, o yolda şiirler söyleyen Ziya Paşa batıya
döndükten sonra Türk edebiyatına Avrupai bir yön vermeye çalışanlar arasına
katılmaya çalışmıştır. Edebiyat yolu ile insan hak ve hürriyetlerini müdafaa
etmek, eski dil ve sanat anlayışını değiştirerek Türk edebiyatına Avrupai
fikirler sosyal bir çehre vermek, halk diline ve halk zevkine eğilerek halk
şiirinin vezin ve şekillerinden faydalanmak, Ziya Paşanın da değer verdiği ve tatbik
ettiği hareketlerdir. Ancak Ziya Paşanın bu hareketlere sürekli bir şekilde
bağlı kaldığı söylenemez. Ziya Paşa ne en güzel eseri olan şiirlerini söylerken
eski dilden ve eski şekillerden ayrılabilmiş ne de yeni görüşlerini şahsi
ihtiraslarından uzak bir düşünceye tatbik edebilmiştir.
Bu özellikleri ile Ziya Paşa bir edebiyattan başka bir
edebiyata geçiş devrinin eskiden ayrılmayan yeniyi ise tam bir benimseyişle
tatbike fırsat bulamayan bir temsilci olmuştur.
Tanzimat
edebiyatını meydana getiren 4 mühim unsur onun sanatında da belirleyici
olmuştur.Bunlar: Divan şiiri,
mahallileşme cereyanı, aşık tarzı ve bilhassa Avrupa tesiridir.
Eserleri: Endülüs Tarihi, Ziya Paşanın halk diline çok yayılan
ve bir çok beyitleri, atasözleri arasına girerek şairine büyük saygı v şöhret
sağlayan eseri 1870 de İsviçre’de yazdığı Terkib-i
Bend manzumesi olmuştur. Avrupa’da yazılmasına rağmen bütün şiir
anlayışından uzak, yer yer sehli mümteni (kolay ve sade görüldüğü halde bulunup
söylenmesi ve taklidi zor olan söz) sayılacak kadar güzel söylenmiş hikmet
beyitleri ile zengin olan bu Terkib-i Bend Ziya Paşayı Türk şiirinin
ölümsüzleri arasına koyan eseridir., Şiir Ve İnşa: Türk edebiyatını modernleştirmenin ve millileştirmenin en üst
derecesine çıkar. Divan edebiyatını Türk edebiyatı olarak kabul etmez. Gerçek
Türk edebiyatının halk edebiyatı olduğunu söyler. Harabat; Ziya Paşanın Avrupa’dan döndükten sonra düzenlediği divan
edebiyatı antolojisidir. Arap, İran, Türkiye ve orta Asya Türkçe’si
şairlerinden seçilmiş üç büyük cilt tutarında şiirlerden meydana getirilmiştir.
Harabat ön sözünde halk edebiyatını küçümser, divan edebiyatını yükseltir.Şiir
ve İnşa^da savunduğu fikirlerden döner. Rüya;
Bunu Londra’da bulunduğu zaman yazdı. Küçük bir kitaptır. Paşa Rüya’sını güya
Londra’nın bir parkında görüyor. Abdülaziz’in sarayına gitmiştir, padişahla
konuşuyor, memleketin halini, meşrutiyetin lüzumunu bunların temini için de ilk
şartın Ali Paşanın atılması olduğunu söyler. Veraset Mektupları; Avrupa’da iken güya İstanbul’daki bir dostuna
yazdığı iki mektuptan ibaret bir eserdir ki Zafername ve Rüya gibi Ali Paşaya
hücum için yazılmıştır.
Makaleleri: İstanbul’daki İbret, İstikbal, Muhbir ve Avrupa’da ki
Muhbir ve Hürriyet gazetelerinde neşredilip de, bir kitap altında toplayamadığı
Ziya Paşanın kıymetli eserleridir. Eşar-ı
Ziya:Kendisi şiirlerini bir kitapta toplamamıştır. Ölümünden sonra Hamdi
Paşa tarafından bir araya getirilerek önce 1881 de neşredilmiştir. Bu kitabın
eksikleri şair Süleyman Nazif tarafından tamamlanarak ikinci defa 1924 de
Külliyat-ı Ziya Paşa adıyla bir araya getirilmiştir. Üçüncü defa 1960 da Ziya
Paşanın Şiirleri adıyla basılmıştır.
Zafername: Ziya Paşanın diğer tanınmış bir manzumesi Zafernamedir. Önce
kaside şeklinde sonra şair tarafından tahmis edilmiş ,daha sonra da şerh
edilmiştir. Bu eser Ali Paşa aleyhinde yazılmış mizahi bir manzumedir. Defter-İ Âmal: Sade dille Avrupai
hatırat edebiyatının ilk örneklerindendir. J.J. Rousseau’nun dünyaca tanınmış
romanı Emile’in etkisiyle yazılmıştır. Halk şiirini ve halk şairlerini
lalasından dinleyerek nasıl tanıdığını bu hatıralarından öğreniyoruz. Tercüme Eserleri: Ziya Paşanın ilk
tercüme çalışması Viardot’un Endülüs Tarihi
üzerinedir. Ethem Paşanın teklifi üzerine sanatla yapılan bu tercüme önce iki
cilt olarak 1863 de, sonra dört cilde bölünerek 1887 de neşrolunmuştur. Paşanın
ilk esere nispetle daha sade ve tabi bir dille çevirdiği ikinci tarih tercümesi
Lavale ve Şerüel’den çevrilen Engizisyon
Tarihi’dir. Eser İspanya da engizisyon mahkemelerini bilhassa Musevilere
yapılan zulümleri anlatır. Bu tercüme de iki defa basılmıştır (1882-1888). Riya’nın Encamı (ikiyüzlülüğün sonu)
meşhur Fransız komedi yazarı Moliere’in Tartüf adlı komedisinin tercümesidir.
Moliere’in bu beş perdelik komedisini Ziya Paşa Avrupa’da iken Yeni bir tarzda
manzum olarak tercüme etmiştir. 5+5 hecelidir, kafiyesi serbesttir. Ziya Paşa
bu eseri ile edebiyatımızda bir devir açmak istemiş, ilk örneği de kendisi
vermiştir. Gayet sade bir dil, o zamana kadar edebi dile girmemiş olan bir çok
kelimeler kullanmıştır.
Eski edebiyattaki
basmakalıp tabirleri atmış, sahta yerine yalan, hakiki yerine gerçek, kendi
yerine öz, riyakar yerine yüzlek, nümayiş yerine gösteriş, sania yerine düzen,
münasebet yerine yakışık kelimeleri gibi sade Türkçe, halk Türkçe’si
kullanmıştır. Düşüp kalkmak, sus olmak, içi durmamak, inandırma yolunu bilmek,
düzen kurmak, öfke topuğa çıkmak, gönül çekmek gibi konuşma arasında kullanılan
sade ve samimi tabirleri isteyerek kullanmıştır. Bu tecrübesi ile Türk diline,
Türk şiir ve edebiyatına bir genişlik kazandırmak ister. Ziya Paşa bu eseri ile edebiyatımıza manzum tiyatroyu ilk sokan yenilikçidir.
NAMIK KEMAL
(1840-1888)
21 Aralık 1840'ta
Tekirdağ'da doğdu, 2 Aralık 1888'de Sakız Adası'nda öldü. Asıl adı Mehmed
Kemal'dir, Namık adını ona şair Eşref Paşa vermiştir. Babası, II. Abdülhamid
döneminde müneccimbaşılık yapmış olan Mustafa Asım Bey'dir. Annesini küçük
yaşında yitirince çocukluğunu dedesi Abdüllâtif Paşa'nın yanında, Rumeli ve
Anadolu'nun çeşitli kentlerinde geçirdi. Bu yüzden özel öğrenim gördü. Arapça
ve Farsça öğrendi. 18 yaşlarında İstanbul'a babasının yanına döndü. 1863'te
Babıali Tercüme Odası'na kâtip olarak girdi. Dört yıl çalıştığı bu görev
sırasında dönemin önemli düşünür ve sanatçılarıyla tanışma olanağı buldu.
1865'te kurulan ve daha sonra yeni Osmanlılar Cemiyeti adıyla ortaya çıkan
İttifak-ı Hamiyet adlı gizli derneğe katıldı. Bir yandan da Tasvir-i Efkâr
gazetesinde hükümeti eleştiren yazılar yazıyordu. Gazete, Yeni Osmanlılar
Cemiyeti'nin görüşleri doğrultusunda yaptığı yayın sonucu 1867'de kapatıldı.
Namık Kemal de İstanbul'dan uzaklaştırılmak için Erzurum'a vali muavini olarak
atandı. Bu göreve gitmeyi çeşitli engeller çıkarıp erteledi ve Mustafa Fazıl
Paşa'nın çağrısı üzerine Ziya Paşa'yla birlikte Paris'e kaçtı. Bir süre sonra
Londra'ya geçerek M. Fazıl Paşa'nın parasal desteğiyle Ali Suavi'nin Yeni
Osmanlılar adına çıkardığı Muhbir gazetesinde yazmaya başladı. Ama Ali
Suavi'yle anlaşamaması üzerine Muhbir'den ayrıldı. 1868'de gene M. Fazıl
Paşa'nın desteğiyle Hürriyet adı altında başka bir gazete çıkardı. Çeşitli
anlaşmazlıklar sonucu, Avrupa'da desteksiz kalınca, 1870'te zaptiye nazırı
Hüsnü Paşa'nın çağrısı üzerine İstanbul'a döndü. Nuri, Reşat ve Ebüzziya Tevfik
beylerle birlikte 1872'de İbret gazetesini kiraladı. Aynı yıl burada çıkan bir
yazısı üzerine gazete hükümetçe dört ay süreyle kapatıldı. Namık Kemal gene
İstanbul'dan uzaklaştırılmak için Gelibolu mutasarrıflığına atandı. Orada
yazmaya başladığı Vatan Yahut Silistire oyunu, 1873'te Gedikpaşa Tiyatrosu'nda
sahnelendiğinde halkı coşturup olaylara neden oldu. Bu haberi İbret gazetesinin
yazması üzerine o sırada İstanbul'a dönmüş olan Namık Kemal birçok arkadaşıyla
birlikte tutuklandı. Bu kez kalebentlikle Magosa'ya sürgüne gönderildi. 1876'da
I. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a döndü. Şura-yı Devlet (Danıştay)
üyesi oldu. Kanun-î Esasi'yi (Anayasa) hazırlayan kurulda görev aldı. 1877
Osmanlı-Rus Savaşı çıkınca II. Abdülhamid'in Meclis-i Mebusan'ı kapatması
üzerine tutuklandı. Beş ay kadar tutuklu kaldıktan sonra Midilli Adası'na
sürüldü. 1879'da Midilli mutasarrıfı oldu. Aynı görevle 1884'te Rodos, 1887'de
Sakız Adası'na gönderildi. Ertesi yıl burada öldü ve Gelibolu'da Bolayır'da
gömüldü.
Şinasi'yle
tanışmasından sonra şiirlerindeki içerik de değişmiştir. Günlük konuşma
dilinden alıntıların yanı sıra, o zamana değin geleneksel Türk şiirinde
görülmemiş olan "hürriyet kavgası", "esaret zinciri",
"vatan", "kalb-i millet" gibi yepyeni kavramlarla birlikte,
doğrudan doğruya düşüncenin aktarılmasını amaçlayan bir tür "manzum
nesir" oluşturmuştur. Bosna-Hersek Savaşları, 93 Savaşı gibi olayların
yarattığı sonuçlar, onun yazdığı vatan şiirlerini etkilemiştir. Bu şiirlerin en
tanınmışları arasında "Vâveyla", "Vatan Mersiyesi",
"Vatan Şarkısı" ve "Hürriyet Kasidesi" yer alır. Namık
Kemal şiirleriyle şiir tekniğine büyük bir katkıda bulunmuş sayılmazsa da o
günler için alışılmamış diri bir sesle konuşmuş olması ve yapıtlarına kattığı
yeni kavramlarla Türk şiirini Divan şiirinin edilgen edasından kurtarmıştır.
Bütün bu nitelikler onun Vatan Şairi olarak anılmasına yol açmıştır.
Edebiyatı sosyal
fayda sağlamak için bir vasıta saydığından İntibah’ın ön sözünde insanın
eğlenirken de fayda göreceği bir takım şeylerle karşılaşabileceğini söyler.
Bunun yanında Türk hikayeciliği insan ruhunu tahlile çalışmalıdır görüşündedir.
Vakaların gerçek ya da gerçeğe yakın olmasını ister ve aynı zamanda vakanın
içini bir cemiyetin yaşayış, düşünüş tarzları ile doldurulması gerektiğini
söyler. Yazar faydalı bilgilerin telkininde, aşk macerasının cezbesinden onu
uyandırdığı ilgi ve heyecandan faydalanmayı ihmal etmez. Bu hususta aşkı bir
katalizör olarak görür. Türk klasik halk hikayelerine şiddetle muhalefet
etmesine rağmen halk hikayelerinin bazı özelliklerinden kendisini kurtaramaz,
halk hikayelerine ait ifadeler kullandığı görülür. Mekan ve olay tasvirlerinde
realizm vardır; fakat tabiat ve karakter tasvirlerinde sübjektiftir. Psikolojik
tahlillerin lüzumuna inanır; fakat dil ve üslupta henüz istikrara ulaşamadığı
için başarılı olamamıştır. Türk edebiyatının ilk tarihi romanı olan Cezmi’de
tasvirler sübjektif, psikolojik tahliller kifayetsizdir. Romantizmin tesiri ile
sanatkarane üslubun en mükemmeline kavuşur ve kendisinden sonrakilerde bu
çığırın öncüsü olur. Cezmi tarihten ve şark şiirinin unsurlarından istifade
etmesine rağmen bazı tasvir ve portreleri ile garba yaklaşır.
Tiyatro türüne
özellikle önem veren Namık Kemal, altı oyun yazmıştır. N. Kemal tiyatro türünde
Şekspir’e hayrandır. Bir yurtseverlik ve kahramanlık oyunu olan Vatan Yahut Silistire yalnız ülke için
değil, Avrupa'da da ilgi uyandırmış ve beş dile çevrilmiştir. N. Kemal’in ilk
ve şöhreti en yaygın tiyatro eseridir. 4 perdedir. Tiyatro tekniği bakımından
zayıftır. Olayların tertibi, birbirine bağlanması basittir. Sahnelerin çoğu
diyalog şeklindedir. Eserde tez- antitez çatışması yoktur. N. Kemal’in
sağlığında oynanmasını gördüğü tek piyestir. N. Kemal’in şahıs ve tiyatro
tarihimiz bakımından önemlidir. Magosa’ya sürülmesi bu piyesin yüzündendir.
Konusu vatanseverliktir.
Magosa'dayken yazdığı Gülnihal'de baskıya ve zulme karşı duyduğu tepkiyi dramatik bir
biçimde dile getirmiştir. Oyunun sahnelenmesinde pek çok bölüm sansür
tarafından çıkarılmıştır. Namık Kemal’in tiyatroları içinde en başarılı
olanıdır. Olaylar birbirine girmemiştir. Sahneler canlı, bağlantılar
ustalıklıdır. Piyesin asıl adı Raz-ı Dil’dir. Fakat sonradan hem birçok
yerlerini kaldırmış, hem de adını değiştirmiştir. N. Kemal, bu oyununda da
vatan sevgisine yer vermiş, bu temel düşüncesini belirtmek fırsatını
kaçırmamıştır. Burada şahıslar ihtiraslıdır. Duygu ve heyecanlar, fikrin yerini
almıştır. Dili konuşma diline yakındır. Eserde yine Victor Hügo ve Şekspir’in
tesiri vardır. 5 perdedir. Piyesin kadın kahramanlarından Gülnihal’in masum bir
aşk sırrıdır. Fakat Gülnihal gerçekte zulüm ve istibdat aleyhine yazılmış bir
eserdir. Burada Gülnihal’in gönlündeki asıl sır, istibdata karşı ayaklanmadır. Namık Kemal yine Magosa'da yazdığı Akif Bey'de, yurtsever bir deniz
subayının göreve koştuğu sırada karısının kendisine bağlılık göstermeyişini
anlatırken, ahlaksal bir yorum da getirir. N. Kemal’in Magosa’ya giderken
tasarladığı, zindana konulduğu gece yazmaya başladığı 5 perdelik bir eserdir.
Eser en kahraman bir kocaya bile ihanet edebilecek kötü ruhlu bir kadının, aile
ve toplum hayatında oynadığı yıkıcı rolü sahneye koyar. Tiyatro tekniğine en
uygun olarak bilinen eseridir.
Psikolojik özellikler zayıftır.
Zavallı
Çocuk'ta görücü yoluyla evlenmeye karşı çıkar. Yazarın Magosa’ da
yazdığı 3 perdelik bir eseridir. N. Kemal bu eserinde, annelerin- babaların
arzu ve baskılarıyla tanımadıkları, sevmedikleri kimselerle evlenmek zorunda
kalan genç kızların çok hazin hayatlarını sahneye koymuştur. Zavallı Çocuk,
romantik Avrupa edebiyatında görülen, en popüler eserini Alexandre Dumas’ın
Kamelyalı Kadın adlı eseriyle verem edebiyatı ile intihar edebiyatı
hareketlerini Türk edebiyatına aksettiren ilk eserlerdendir. 18.asır Alman Gote’nin
romanıyla başlayan intihar edebiyatı modası, Fransız şair Victor Hügo’yu
da etkisi altında bırakmıştır. Hernani
adlı tanınmış dramını böyle romantik bir intihar olayı ile bitirmiştir. Bu
piyesin hikayeden farkı, şahısların sahneye girip çıkmasından ibaret gibidir.
Piyeste harekete yer verilmiştir. Karakterlerde devamlılık yoktur. Bu tek basit
piyesin tesiri oldukça büyüktür. Zavallı Çocuk çıktığı zaman, o devrin bütün
yazarlarına örnek oldu. Herkes böyle ölüm döşeğinde birleşen gençler motifi ile
piyesler yazmaya başladılar On beş perdelik Celaleddin Harzemşah, Namık Kemal'in en beğendiği yapıtı olarak
bilinir. Oyun, Moğollar'a karşı İslam dünyasını koruyan Celaleddin Harzemşah'ın
kişiliği çevresinde gelişir. Bu yapıtta Namık Kemal, İslam birliği düşüncesini
kapsamlı bir biçimde sergilemiştir. Kara
Bela: Hindistan’da Babürlüler Devleti
sarayında geçen bir olay, N. Kemal’in en son ve en zayıf bir eseri
olarak kabul edilir. Padişahlara ders verilmek istenmiş, sarayların iç yüzünü
halka göstermek amacıyla yazılmış gibidir. Egzotik bir özellik taşır. Vaka
Hindistan’da geçer.
Namık Kemal'in ilk
romanı olan İntibah 1876'da
yayımlanmıştır. Ruhsal çözümlemelerinin, bir olayı toplumsal ve bireysel
yönleriyle görmeye çalışmasının yanı sıra, dış dünya betimlemeleriyle de
İntibah Türk romanında bir başlangıç sayılabilir. Eleştirmenler Namık Kemal'in
bu romanda yüksek bir edebi düzey tutturamadığı görüşünde birleşirler. N.
Kemal, bu ilk romanını Son Pişmanlık
adıyla Magosa’da yazmıştır. Maarif Nezareti romanın adını İntibah’a
çevirmiştir. Yazar İntibah romanıyla yine bir aile konusunu ele almış, kötü
kadınların ihtiras, entrikalarına kapılarak,hem kendilerini, hem başkalarını
mahveden gençlerin romanını yazmıştır. Alexandre Dumas’ın etkisi vardır.Dört
yıl sonra yayımladığı Cezmi,
tarihsel bir romandır. Kırım Şehzadesi Adil Giray'ın yaşadığı aşk ve Cezmi'nin
onu kurtarmak isterken geçirdiği serüvenlerle gelişen romanda, Namık Kemal'in
tam anlamıyla Avrupa Romantizmi'nin etkisinde olduğu izlenir. Namık Kemal bu romanı Midilli’de yazmıştır. Vakası
16.yy’dan alınmıştır. Eser iki cilt olarak tasarlanmış fakat tek cilt olarak
yazılmıştır. 1. Ciltte Cezmi’ye çok az yer verip Adil Giray’a çok yer
vermiştir. Cezmi’nin her sayfasında N. Kemal’in şahsiyeti belli olmaktadır.
Kahramanları kendi ağzından konuşturan, duygularını heyecanlarını ortaya koyan
odur. Yazar, savaş ve siyaset olaylarında tarihten hiç ayrılmamıştır. N. Kemal
son devirlerde yazdığı Vaveyla şiirinde, Celaleddin Harzemşah dramında olduğu
gibi bu eserinde de İslam birliği ülküsünü öne sürmüştür.
Namık Kemal'in yaşamı
boyunca ilgi duyduğu alanlardan birisi de tarihtir. Osmanlı İmparatorluğu'nun
kuruluş ve yükseliş dönemlerini anlattığı Devr-i
İstila yayımlandığında büyük ilgi görmüştür. 1872'de çıkan Evrak-ı Parişan'da, Selahaddin Eyyubi,
Fatih gibi tarihi kişilikleri, Barika-i
Zafer'de İstanbul'un alınışını anlatır. Ahmed Nâfiz takma adıyla
yayımladığı Silistire Muhasarası ve Kanije, yine Osmanlı tarihine ilişkin
kahramanlık olaylarını ele alan kitaplardır. Namık Kemal'in, tarih konusunda en
kapsamlı çalışması olan Osmanlı Tarihi'nde,
Hammer'in etkisinde kaldığı, yapıtın bilimsel olmaktan çok, eğitici değer
taşıdığı konusunda görüşler ileri sürülmüştür. Yarım kalan bu yapıtın ilk
basımı II. Abdülhamid tarafından yasaklanmıştır. 1975'te yayımlanan Büyük İslam Tarihi adlı yapıtındaysa Namık
Kemal, İbn Haldun, İbn Rüşd gibi yazarlardan yararlanmış olduğunu belirtmiştir.
Eserlerinde yapmaya
çalıştıklarını şöyle sıralayabiliriz:
1- Avrupa’da
gördüklerini anlatmak
2. Ülkesinde ilerlemeye engel gördüğü noktaları saptamak
3. İlerleme hedeflerini göstermek
4. Bunun için nelerin düzeltilmesi gerektiğini ve reformun hangi araçlarla
yapılacağını araştırmak.
TENKİTLERİ
N.Kemal
edebiyatımızda ilk eleştiri örneklerini verir. Edebiyatla ilgili eleştirilerin
temel düşüncesi, eski edebiyatı yıkmak, yeni edebiyatı kurmaktır. N. Kemal,
devrinin en bilgili bir edibidir. Gerek dillerini ve kültürünü, gerekse Batı
kültürünü büyük zekası, dikkati ve alakasıyla elde etmiş bulunur. Hemen bütün
yazılarını, fikri, edebi ve sosyal bir tenkit havası içinde yazan N. Kemal’in
edebi tenkitleri birkaç türlüdür. Bunların bir kısmı şairin Tasvir- i
Efkar’a yazdığı EDEBİYAT HAKKINDA BAZI MÜLAHAZAT yazısı gibi, onun edebiyat görüşünde dile dair fikirlerini,
edebiyatın milli bağları kuvvetlendirme rolündeki hizmetlerini belirttiği
makalesi ile, bir çok mektuplarında, muhtelif vesilelerle ileri sürdüğü, fikir,
görüş, bilgi, tenkit ve ikazlarıdır. Diğer bir kısmı şairin bazı eserlerinin ön
sözünde, aynı konulardaki bilgi, fikir görüşlerini dile getirdiği eski ve yeni
edebiyata ait fikirlerini belirtmek ihtiyacı ile yazdığı yazılardır. Şair bir
kısım tenkitlerini de mektup şeklinde yazmıştır. Bunlar:
İRFAN PAŞA’YA MEKTUP
: N. Kemal devrinin eski edebiyat
mensuplarından İrfan Paşa, eski tarzda söylediği şiirlerini Mecmua-i İrfan Paşa adı verilen bir eserde toplamış ve
bu eserin ön sözünde Yeni Edebiyat mensuplarına bazı taşlamalarda bulunmuştur.
N. Kemal bu vesile ile İrfan Paşa’ya hitaben yazdığı mektup şeklinde bir tenkit
yazısında, Eskilerin diline, edebiyat anlayışlarına, kullandıkları teşbihlere,
bu arada İrfan Paşa’nın eserindeki yanlışlara ait fikirlerini belirtmiştir.
1874’te Magosa’da yazmıştır.
TAHRİB-İ HARABAT :
Ziya Paşa’nın Harabat’ını tenkit amacıyla yazılmıştır.. Ziya Paşa bu
eseri ile beraberce yıkmaya çalıştıkları eski edebiyatı diriltmeye çalışmıştır.
Üstelik bu esere N. Kemal’i dalkavuk saydığı bazı methiyeler koymuştu. Ziya Paşa,
kendi antolojisine, çokça kendi şiirinden koymuş; buna karşılık esere N.
Kemal’i almamıştı bu sebepten doğan Tahrib-i Harabat alaylı, iğneli bir lisanla
yazılmış zevkli bir tenkit eseridir. N. Kemal, Z. Paşa’nın manzum
mukaddimesinde, edebiyat tarihi, tarih, hatta coğrafya bakımından yaptığı
hatalarını affetmemiş, hayli kırıcı bir lisanla hicvetmiştir. N. Kemal bir çok
Arap, İran ve Türk divan şairleri hakkındaki fikirlerini kitapta söylemiş ve
kafiye hakkındaki görüşlerini de dile getirmiştir. 1874’te Magosa’da
yazılmıştır.
MUKADDİME-İ
CELAL : Bu yazısında Yeni Edebiyat bilhassa
Türkiye’nin ilerlemesi bakımından ısrarla üzerinde durduğu tiyatro türünün
müdafaasını yapar. Celal Mukaddimesi Türk edebiyatında o devir için yeni olan
tenkit türünün en büyük örneklerinden biridir.
RENAN MÜDAFAANAMESİ : Fransız Ernest Renan’ın İslamiyet ve maarif
hakkında bir konferansı uzun zaman gazetelerde konu edilir. N. K. Bu konferans
dolayısıyla İslamiyet’in maarifi terbiye eden, yol göstericiliğini anlatmıştır.
Önce Renan’ın küçük bir biyografisini vermiştir. Bu sözü geçen yazar Akademiye
girmiş bir ilim adamı olduğu halde onun dinler karşısında olan tutumunu
belirtmiştir. Onun gençliğinde Papaz Okulu’nda okuduğunu fakat papazlıkla fikir
bakımından anlaşamadığı için o okulu terk etmiştir. Renan’ın İslamiyet
aleyhindeki tenkitlerinin böyle bir temelden hareket ettiğini anlatmıştır. Bu
tenkit eseri, N. Kemal’in İslam ve İslam medeniyeti sahasındaki geniş kültürünü
ortaya koyar. 56 sayfa kitap halinde 1908’de basılmıştır.
NAMIK
KEMAL’İN MEKTUPLARI
N.Kemal, İstanbul’da,
Avrupa’da bilhassa Magosa’da Midilli, Rodos, Sakız’da iken üstatlarına,
dostlarına, ailesine, tanıdığı tanımadığı genç istidatlara çok sayıda mektuplar
yazmıştır. Bu mektuplar, zaman zaman bir gazete neşriyat kadar tesirli
olmuştur. Bu mektuplar kendi hayatı, şahsiyeti kadar devrinin fikri, siyasi ve
edebi hayatını da aydınlatan vesikalardır. N. Kemal’in bir kısım mektuplarında
çok samimi ve sade bir konuşma lisanı vardır. Şahsi değerlerine saygı duyduğu
kimselere yazdığı mektuplarda ise ciddi bir ifade görülür. Kısaca N. Kemal’in
mektupları onun maddi-manevi bütün hususiyetlerini, metanet, izzet-i nefis,
hiddet, şiddet tabiatlarını, kimlere karşı ne zaman yumuşak sözlerle hitap
ettiğini, psikolojisini, genel kültür ve düşünüşünü aksettiren çok mühim
vesikalardır. Türk Dil Kurumu tarafından 1967-1969’da 4 cilt tutarında Namık Kemal’in Mektupları adıyla
neşredilmiştir.
Makaleleri: edebiyata,tarihe hukuka,
tenkide dair telif ve tercüme, çeşitli makaleleri Makalat-ı Siyasiye ve Edebiyye isimli
kitapta toplanmıştır.
ESERLERİ (başlıca): Oyun: Vatan Yahut Silistire, 1873 (yeni
harflerle, 1940); Zavallı Çocuk, 1873 (yeni harflerle, 1940); Akif Bey, 1874
(yeni harflerle, 1958); Celaleddin Harzemşah, 1885 (yeni harflerle, 1977); Kara
Belâ, 1908. Roman: İntibah, 1876 (yeni harflerle, 1944); Cezmi, 1880 (yeni
harflerle, 1963). Eleştiri: Tahrib-i Harâbât, 1885; Takip, 1885; Renan
Müdafaanamesi, 1908 (yeni harflerle, 1962); İrfan Paşa'ya Mektup, 1887;
Mukaddeme-i Celal, 1888. Tarihsel Yapıt: Devr-i İstila, 1871; Barika-i Zafer,
1872; Evrak-ı Perişan, 1872 (yeni harflerle, 1973); Kanije, 1874; Silistire
Muhasarası, 1874 (yeni harflerle, 1946); Osmanlı Tarihi, (ö.s.), 1889 (yeni
harflerle, 3 cilt, 1971-1974); Büyük İslam Tarihi, (ö.s.), 1975. Çeşitli: Rüya,
1893; Namık Kemal'in Mektupları, Ö.F. Akün (yay.), 1972.
ABDÜLHAK HAMİD TARHAN (1852 - 1937)
Tanzimat döneminde
batı tesirlerini Türk şiirine sokan şair, tiyatro yazarı ve diplomat. 5 Şubat
1851’de İstanbul’da doğdu. Babası, dedesi ve soyu ilim aleminde isim yapmış
şahsiyetlerdi. Dedesi Abdülhak Molla, İkinci Mahmud ile Abdülmecid Hanın
hekimliğini yapmış, şiir ve tarihle uğraşmıştı. Babası Hayrullah Efendi ise,
meşhur bir tarihçi ve diplomattı.
Türk şiirine batıdan
yeni konular, serbest düşünce ve şekiller getirdi. İlk başlarda Tanzimat
ekolünün tesirinde kalmış sonra batıyı tanıyınca, klasik edebiyattan ayrılarak
batı tekniği ile eser vermiştir. Edebiyatımızın yeni bir çehre kazanmasında
Recaizade Ekrem daha çok teorik yönünü işlerken, Hamid yazdıklarıyla bunu
uygulamıştır. Eserlerinde batı edebiyatından bilhassa Shakespeare ve Victor
Hugo’nun tesirleri açıkça görülür. Şiirlerindeki başlıca konu romantik ve
felsefi düşünceler, ölüm duyguları ve insan kaderi hakkındadır. Şiirlerinde
pekçok yabancı kelime vardır. Batı yazarlarından etkilenerek yazdığı dramalar
Türk tiyatrosuna felsefi düşünceyi sokmuştur. Kendisine son zamanlarda Şair-i
azam (en büyük şair) ünvanı verilmiştir.
Abdülhak Hamid Tarhan
şiirciliğiyle, diğerleri romancılıklarıyla tanınır. ‘ Sanat sanat içindir.’
görüşünü savunur. Diğer üçü ise sanatın bilgi verme yönünün de bulunması
gerektiğini savunmuşlardır.
Abdülhak Hamid Tarhan’ ın şiirlerinde kafiye diğerlerine göre daha
basittir. Nesre yakın bir şiir anlayışı vardır. Şiire yeni bir duyuş ve anlayış
getirmiştir. Eserlerinde sadece realist anlayış bulunur.
Abdülhak, Namık Kemal neslinin son halkasıdır. Bu yüzden Tanzimat
dönemi edebi anlayışı onun eserlerinde tam olarak yerine oturmuştur.
ESERLERİ
Abdülhak Hamid’in eserleri iki grupta toplanmaktadır:
Abdülhak Hamid’in eserleri iki grupta toplanmaktadır:
Şiirleri: Makber, Ölü (1885),
Kahpe (1885), Bala’dan Bir Ses (1911), Validem (1913), Yadigar-ı Harb (1913),
İlham-ı Vatan (1918), Tayflar Geçidi (1919), Garam (1919), Yabancı Dostlar
(1924).
Tiyatroları: Hamid’in tiyatroları
mensur ve manzum olmak üzere iki kısımdır. Mensur tiyatroları: Macera-ı Aşk
(1873), Sabrü Sebat (1875), İçli Kız (1875), Duhter-i Hindu (1876), Tarık yahut
Endülüs’ün Fethi (1879), İbn-i Musa (1880), Finten (1898). Manzum tiyatroları:
Nesteren (1878), Tezer (1880), Eşber (1880), Sardanapal (1908), Liberte (1913).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.